İlkel Akrabalık - Çift Bağı İnsan Toplumunu Nasıl Doğurdu? 10
- Okunduğu Gibi
- 1 gün önce
- 19 dakikada okunur
Bu yazı aslında bağımsız bir yazı gibi de düşünülebilir ama bir önceki yazının yani bu yazı serisinin 9. yazısının sonunda olması gerekiyordu. Benim tespitlerime geçmeden önce bir önceki yazıyı detaylı şekilde paylaşayım ki bu yazıyı neye istinaden yazdığım anlaşılsın.
Bir önceki yazıda Chapais’in İlkel Akrabalık kitabının “Ensestten Kaçınma Mirası” başlığının “Ensestten Kaçınmaya Dair Primatolojik Bir Kuramın Unsurları” alt başlığını ele almıştım. Bu yazı insanlardaki ensest yasağının evrimsel kökenlerini anlamaya yönelik önemli bir tartışmayı içeriyordu. Chapais, hem primat davranışları hem de insan toplumlarındaki kültürel yasakların kökenlerini analiz ederek “ensestten kaçınma”nın biyolojik temelleri ile toplumsal kuralları arasındaki sürekliliği araştırıyor. Aşağıda bu bölümde ele alınan temel argümanları ve Chapais'nin sunduğu “ensestten kaçınma”ya dair dokuz temel ilkeyi göreceğiz.
Chapais, insanlardaki kültürel ensest yasağı (incest taboo) ile primatlar başta olmak üzere hayvanlardaki davranışsal ensestten kaçınma (behavioral incest avoidance) arasında bir filogenetik süreklilik (phylogenetic continuity) olduğunu savunuyor. Bu süreklilik, yani davranışsal mekanizmaların kültürel normlara dönüşmesi, insan toplumlarının biyolojik evriminden kültürel evrimine geçişte kritik bir basamak. Bu fikir, Kinji Imanishi’nin 1961 tarihli çalışmasına dayandırılarak temellendiriliyor. Imanishi, bazı antropologların (örneğin Leslie White ve Murdock) Freudçu varsayımları temelsiz şekilde benimsediğini, oysa primatlar arasında ensest davranışlarına dair ampirik bir kanıt olmadığını söylüyor.
Chapais, neden sadece memeliler değil de primatlara odaklandığına dair bazı gerekçeler sunuyor. Primatların uzun ömürlü olduğunu ve geç olgunlaştıklarını söylüyor. Gruplar hâlinde yaşadıklarını ve birden fazla neslin bir arada bulunabildiğini aktarıyor. Annelerle yavrular arasındaki bağ uzun sürelidir; bu da akrabalık tanıma (kin recognition) açısından önemlidir diyor. Babalık ise genellikle tanınmaz çünkü dişiler çok sayıda erkekle çiftleşir tespitini yapıyor.
ENSESTTEN KAÇINMAYA DAİR 9 İLKE
1. Yakın akraba çiftleşmesi’den (İnbreeding) kaçınma evrimsel olarak adaptiftir. Yakın akraba çiftleşmesi, organizmaların üreme başarısını azaltır. Bu, inbreeding depression (akraba çiftleşmesi depresyonu) olarak adlandırılır. Bu depresyonun nedeni, zararlı çekinik genlerin ortaya çıkması ve genetik çeşitliliğin azalmasıdır. Bu nedenle doğada, inbreeding’i önleyici mekanizmalar (örneğin eş seçiminde seçicilik, grup değiştirme gibi) evrimleşmiştir.Bu ilke primatlara özgü değildir; tüm hayvanlar ve hatta bitkiler için de geçerlidir.
2. Dağılım (dispersal), yakın akraba çiftleşmesini büyük ölçüde sınırlar. Primatlarda bireyler erginleşince doğdukları grubu terk eder. Bu göç davranışı, bireylerin akrabalarıyla çiftleşmesini engeller. Göç genellikle cinsiyet temellidir. Bazı türlerde erkekler grup dışına çıkar, dişiler kalır. Diğer türlerde dişiler gider, erkekler kalır. Bu davranış kalıbı, özellikle çok eşli ve çok bireyli gruplarda, ensestten kaçınmanın en etkili yollarından biridir.
3. Ensestten sistematik olarak yalnızca tanınabilir akrabalar arasında kaçınılır. Akrabalar arasında çiftleşmenin engellenmesi için, bireylerin birbirini tanıyabilmesi gerekir. Primatlarda, anne yoluyla akraba olan bireyler genellikle birlikte yaşadıkları için birbirlerini tanırlar. Bu nedenle bu bireyler arasında çiftleşme nadirdir. Ancak babalık genellikle tanınmadığından, baba-yavru veya baba tarafından kardeşler arasında çiftleşme ihtimali yüksektir. Yani, ensestten kaçınma davranışı, akraba tanıma kapasitesiyle sınırlıdır ve bu da anne yoluyla olan akrabalarda daha baskındır.
4. Genetik Akrabalık Azaldıkça Ensestten Kaçınma da Azalır. Anne tarafından akraba olan bireyler (anne-oğul, kardeşler, büyükanne-torun) arasında cinsel ilişki çok nadirdir ya da hiç görülmez. Bazı türlerde bu kaçınma daha uzak akrabalara kadar uzanır (örneğin, hala-yeğen, kuzenler). Bu durum, bireylerin yakın akrabalarıyla çiftleşmekten güçlü şekilde kaçındığını gösterir.
5. Westermarck Etkisi Primat Toplumlarında Görülür. Edward Westermarck, birlikte büyüyen kişilerin birbirlerine karşı cinsel çekim duymadığını öne sürmüştür. Ensestten kaçınma genetik akrabalıktan çok “gelişimsel aşinalık” (birlikte büyüme) ile ilişkilidir. Birlikte büyümüş ama genetik olarak akraba olmayan bireyler arasında da çiftleşmeden kaçınma görülür. Örneğin, başka bir aile tarafından büyütülen maymunlar, genetik olarak akraba olmadıkları halde evlat edinildikleri aile üyeleriyle çiftleşmekten kaçınır. Aynı şekilde, genetik olarak akraba olan ama birlikte büyümemiş (özellikle baba tarafından akraba) bireyler arasında cinsel kaçınma görülmeyebilir.
6. Dağılma Kalıpları ile Westermarck Etkisi Aynı Sürecin İki Yüzüdür. Genelde erkekler veya dişiler ergenlik döneminde doğdukları gruptan ayrılırlar (cinsiyete dayalı dağılma). Bu kalıp, yakın akrabalar arasında çiftleşmeyi önler. Chapais’e göre bu dağılma kalıbı ile Westermarck etkisi aslında aynı mekanizmanın (gelişimsel aşinalığın cinsel çekimi azaltması) farklı yansımalarıdır. Ensestten kaçınma bir "ya hep ya hiç" meselesi değildir; gelişimsel aşinalık arttıkça cinsel çekim azalır. Bu yüzden bireyler en çok doğdukları grubun dışındaki bireylere ilgi duyar. Bu da doğdukları gruptan ayrılmalarını evrimsel olarak avantajlı kılar.
7. Dişiler Ensestten Kaçınmada Daha İsteklidir. Ensest girişimlerinde genellikle erkek bireyler girişimci, dişiler ise reddedici taraftır. Dişiler, ensestten kaynaklı doğurganlık risklerinden dolayı daha çok zarar görebilir; bu yüzden evrimsel olarak daha dikkatli davranırlar. Erkeklerdeki ensest davranışları genellikle ergenlik döneminde kısa süreli, oyun ya da deneme niteliğindedir.
8. Ensestten Kaçınma Hem Heteroseksüel Hem Homoseksüel İlişkilerde Görülür. Ensestten kaçınma sadece üreme amaçlı (heteroseksüel) ilişkilerle sınırlı değildir. Japon makaklarında yaygın olan eşcinsel ilişkilerde bile yakın akrabalar arasında bu tür davranışlara rastlanmaz. Anne-kız, büyükanne-torun veya kız kardeşler arasında hiç eşcinsel ilişki görülmemiştir. Bu da Westermarck etkisinin sadece genetikle değil, gelişimsel aşinalıkla ilişkili olduğunu destekler.
9. Akrabalar Arasındaki Cinsel Davranışlar Üreme Amacı Taşımaz. Nadiren görülen akraba çiftleşmeleri genellikle düzensizdir, tipik bir çiftleşme süreci içermez ve üreme ile sonuçlanmaz. Bu davranışlar daha çok oyun, deneyim kazanma ve ergenlik dönemindeki geçici deneyimler olarak değerlendirilir. Bu da Westermarck etkisinin adaptif bir mekanizma olduğunu bir kez daha ortaya koyar.
Aşağıda yazdığım uzun bir yazı var. Biraz dağınık olduğunun farkındayım ama ne kadar çabalasam da pek sadeleştiremedim. Belki böyle amatör bir yazıyı yayınlamamalıyım ama bu sitede öğrendiğim şeyleri yayınlamak beni motive ediyor. Ben bu dünyadan göçüp gittiğimde arkamda yazılı bir şeyler bırakacak olmam beni rahatlatıyor. Bu sebeple çok sağlam işler çıkarmasam da yazdıklarımı yayınlamaya devam ediyorum.
Göçün Evrimsel Psikolojisi ve Cinsiyet Temelli Motivasyonları
Kadınlar ve erkekler tarih boyunca zorunlu veya gönüllü olarak göç ettiler. Modern dünyada yaşanan göçlerin motivasyonu ile atalarımızın yaşadığı dönemde yaşadığı grubu terk etmek arasında hem benzerlikler hem de farklar var. Atalarımızın toplumsal yapısı zamanla değişmiş olmalı. Değişen toplumsal yapılar farklı ilişki biçimlerinin ortaya çıkmasına yol açmış olmalı. Topluluk içindeki statüler kimin göç edeceğini de belirlemiş olmalı. Kadınların daha iyi eş için yaşadığı yer terk etmiş olması muhtemeldir.
Göç Eden Kim ve Neden Gider?
Bu yazının temel sorusu şu: Göç eden kim ve neden göç ediyor? Sadece zorunda kalarak mı göç ediliyor? Hayır. Aynı zamanda gönüllü de göç edilebilir. Göç eden her zaman zorunda olduğu için göç etmez. Göç etmek yalnızca bir “kaçış” değil, bazen bir “terk etme”, bazen de “fırsat kollama” davranışıdır. Ve bu davranış, yalnızca modern anlamıyla ekonomik veya politik nedenlerle değil, evrimsel olarak anlamlandırılabilecek cinsiyet temelli güdülerle de şekillenir.
Yaşadığı grubu erkeğin yada kasının terk etmesinden bahsediyoruz. Neden yaşadığı grupta kalmıyorlar da sahip oldukları ve bildikleri ortamı terk edip bilmedikleri, yabancı oldukları başka gruplara gidiyorlar? İster dişi olsun, ister erkek, içine doğduğu grubu terk etmesi pek makul bir seçimmiş gibi durmuyor. Makul olan doğduğun topraklarda kalmak. Makul olan zaten dost olduğunu bildiğin kendi grubunda kalmak çünkü gittiğin topraklarda düşmanca karşılanma riskin var. Bu terk ediş bizim sosyal psikolojide gördüğümüz grup içi, grup dışı ayrımına tezat oluşturuyor. İnsan psikolojisinden ilk etapta beklediğimiz dost topraklarda kalmak yönünde ama bu göz olayı yaşandığına göre bunun arkasında bir itici güç olmalı. Göç aslında gönüllü bir seçim mi, yoksa zorunda bırakıldıkları bir durum mu?
Erkeklerin grubu terk etmeleri ile dişilerin terk etmelerinin arkasındaki motivasyonun aynı olmadığını düşünüyorum. Erkeklerin grubu terk etmelerinin arkasında dişilere göre daha fazla zorunluluk olduğunu düşünüyorum. Gönüllü göç için gerekli motivasyonun arkasındaki sebepleri bulmak daha zor. Ama ister dişi olsun ister erkek, ister gönüllü olsun ister zorunlu mutlaka ama mutlaka bu göçlerin arkasındaki itici yada çekici gücü tespit etmek gerekiyor.
Zorunlu Göç: Hayatta Kalmak İçin Terk Etmek
Bir grup bireyi doğup büyüdüğü yerden, yani alıştığı gruptan ayıracak kadar güçlü olan etkenler nedir? Bunların bazıları “zorunlu” nedenlerdir. Mesela açlık, savaş, kıtlık, kuraklık, çevresel yıkım ya da sosyal dışlanma. Bu savaş halinin sonucunda karnımızı doyurmamız gerekir ki ertesi günü görelim. Ya da fiziken hayatta kalabilmek için, örneğin savaş çıktığı için göç ederiz. Yani şartlar elverişli olsa kalmayı seçeriz; fakat mevcut durum bizi göçe zorlar.
Bu, genel olarak bir “hayatta kalma stratejisi”dir. Grubun içinde kalsan açlıktan ya da sosyal dışlanmadan öleceksin. Ama başka bir gruba dâhil olabilirsen hayatta kalabilirsin. Göç etmek, “kaybetme” riskine karşı bir “kurtuluş” stratejisidir.
Erkeklerin ve kadınların zorunlu göç sebepleri hakkında biraz beyin jimnastiği yapalım. İster kadın olsun ister erkek en büyük göç nedeni savaş açlık ve kıtlık. Tarih boyunca yaşadığı yeri terk etmeye yönelik olarak itici güç olarak savaş ön plana çıkıyor. Sonra iş bulma kaygısı yani en basit haliyle karnını doyurma derdini görüyoruz. Aslında burada da insanın evrimsel yolculuğunun en büyük iki itici gücünü görmemiz doğal: hayatta kalmak ve üremek.
Hayatta kalmak için ilk olarak bizi öldürmek isteyenlerden kaçma dürtümüz devreye giriyor. Bu savaş halinin sonucu, sonra karnımız doyurmalıyız ki ertesi günü görelim. Bu iki durum hem kadın hem de erkek için göç nedeni. Açlığın sebebi yaşadığın yerde yiyecek bulma olanağının azalması olabilir. Bunun sebebi de ya aşırı nüfus artışı sebebi ile var olan kaynakların yetmemesi yada çevresel bir felaket yüzünden artık eskisi kadar yiyecek bulamamak da olabilir. Tarih boyunca birçok yanardağ patlaması, deprem, sel, heyelan gibi doğa felaketleri insanları yaşadıkları yerden göç etmek zorunda bırakmış.
Bir de grup içi çatışmalar var. Her tehdit her zaman grup dışından gelmiyor. Bazı durumlarda grup içi çatışmalar da bir kişinin veya kişilerin gruptan dışlanmasına yol açabiliyor. Özellikle erkek için grupta statü kavgası grubun dışına itilmeye yol açabilir. İktidara gelen rakibini gruptan kovabilir. Genelde grupların yöneticilerini erkek olduğunu düşünürsek bu baskının erkekler için daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Kadının bir meta olarak görüldüğünü biliyoruz bu yüzden kadınların başka gruplara ister başlık parası için olsun ister gruplar arası ittifak kurmak için olsun dış gruptan birisi ile evlendirildiğini biliyoruz. Erkeklerde grup içi siyasi mücadele atılmaya yol açabilirken kadınlarda grup dışına satılma (evlenme!) yoluyla gidiş oluyor gibi duruyor. Bunlardan başka da aklıma gelmeyen göç sebepleri vardır mutlaka. Benim aklıma ilk etapta gelenler bunlar.
Gönüllü Göç: Fırsat Kollamak, Kazanma Arzusu
Göç bazen de gönüllü bir tercihtir. Kimi zaman doğduğun, büyüdüğün yer seni öldürmez; ama sana “yeteneklerine uygun” bir alan da sunmaz. Bu durumda birey fırsat arar. Evrimsel olarak bu da bir stratejidir: Daha yüksek statü, daha iyi eş, daha büyük kaynaklara erişim.
Göç, bu yönüyle sadece “hayatta kalmak” için değil, aynı zamanda “daha iyi bir yaşam kurmak” için de yapılır. Yeni bir grup, yeni bir çevre ve yeni bir düzen; bireyin sıfırdan başlayarak kendini kanıtlayabileceği yeni bir zemin sunar.
Gönüllü göçün daha az olması gerekmez mi? Çünkü insan doğasına aykırı bir durum var gibi duruyor. Bildiğimiz bir çok sosyal psikoloji deneyi bizlere bir grup içinde yaşamak üzere evrildiğimizi gösteriyor. Dünyayı biz ve onlar şeklinde görecek şekilde evrimleşmişiz. Bu şekilde oluşmuş evrimsel bir yatkınlığı yani doğduğun grupla hayatta kalmayı hangi motivasyon aksini yapmaya ikna edebilir?
Sayfa 62:
“Yakın akraba evliliği maliyetli ise, akraba evliliğinden kaçınma mekanizmalarının doğal seçilim tarafından tercih edileceği sonucuna varılır. Teorik olarak, bu tür mekanizmalar ya akrabalar arasına fiziksel mesafe koyarak ya da yakın akrabaların çiftleşmesini engelleyerek işleyebilir.”
Chapais’in yukarıda dile getirdiği maliyet hesabının bir benzerini her hareketimizde yapıyor olma ihtimalimiz var. Chapais yakın akraba evliliğinin maliyetinden bahsediyordu. Benzer bir maliyet hesabını göç için de kuruyor olabiliriz. İçinde olduğumuz gruptan memnun olmamıza rağmen dışarıda elde edebileceğimiz her ne ise o seçimin daha iyi bir fırsat olduğunu düşünmeliyiz ki göç kararı alalım. Temel iki motivasyonumuz burada da devrede olmalı: hayatta kalmak istiyoruz ve üreme içgüdüsüne sahibiz. Bu durumda bu iki özelliğimize odaklanmalıyız. Daha iyi iş imkanları olduğunu sezersek, yaşam standardımızın yükseleceğini düşünürsek, ister kadın olalım, ister erkek, göç etme kararı alırız. Bu durumda içinde bulunduğumuz şartlardan daha iyi şartlar olduğunun garantisine ihtiyacımız var.
Bu dış şartlar neler olabilir? Eğer içinde olduğumuz gruptan daha iyi bir statüye erişeceksek gitmeyi tercih edebiliriz. Sahip olduğumuz yetenekleri ve potansiyelimizi içine doğduğumuz grupta tam olarak kullanamıyorsak gidebiliriz. Eğer kendi grubumuzun dışında birisine aşık olmuşsak yani duygusal ve/veya cinsel olarak dışarıda kendimize eş bulmuşsak gidebiliriz. Yada sadece meraktan da gidebiliriz. İnsan olarak ne kadar macera ruhlu olduğumuz ortada. En az hayatta kalma güdümüz kadar yeni yerler keşfetme güdümüz de var. Yani bu merak duygusu o kadar baskın hale gelebilir ki içinde bulunduğumuz konfordan vazgeçmeye bile gönüllü olabiliriz.

Göçte Cinsiyetin Rolü: Kim Neden Gider?
Evrimsel psikolojiye göre göç motivasyonları cinsiyete göre değişir. Çünkü erkek ve kadın bireyler farklı üreme stratejilerine sahiptir. Bu, insan dışı primatlarda da gözlemlenir: Örneğin bazı türlerde dişiler grup içinde kalırken, erkekler erişkinliğe ulaştıklarında grubu terk eder.
İnsanlarda da tarihsel olarak benzer örüntüler görülür. Kadınlar için göç genellikle güvenli bir ortam arayışı ve yavru bakımıyla ilişkilidir. Erkekler içinse daha çok statü, kaynak, rekabet ve yeni eşler bulma motivasyonuyla ilgilidir.
Gönüllü göç için kadın ve erkeğin motivasyonları arasında ne gibi farklar olabilir? Hemen hemen tüm gönüllü gitme isteğinin arkasında aynı süreçler işliyormuş gibi duruyor ama neden göç eden kadın oluyor da erkek olmuyor yada tam tersi? Yada sadece göç edenler açısından değil kalanlar ne için kalıyor?
Erkek ve kadının, zorunlu ve gönüllü göçleri arkasındaki muhtemel motivasyon kaynaklarını toplu şekilde görmek için bir tablo işimize yarayacak. Zorunluluk, gönüllülük, kadın, erkek tüm bunları toplu şekilde görürsek kafamız daha net olur diye düşünüyorum. Aşağıdaki tablo, göç nedenlerini cinsiyet ve motivasyon temelli bir ayrımla sınıflandırıyor.
Zorunlu Göç (Dış Baskılar, Tehditler) | Gönüllü Göç (Bireysel Tercih, Fırsatlar) | |
Erkek | - Savaş ve çatışmalardan kaçış - Ekonomik kriz, işsizlik - Toplumsal dışlanma - Aile/klan içi çatışmalar - Suç, siyasi baskı | - Daha iyi iş fırsatları - Sosyal statü kazanma - Keşif ve macera isteği - Romantik ilişkiler - Kendi grubundaki rekabetten kaçış |
Kadın | - Savaş ve çatışmalardan kaçış - Ekonomik kriz, işsizlik - Toplumsal dışlanma - Zorla evlilik - Aile içi şiddet - Toplumsal baskılar (namus cinayetleri, kadın düşmanlığı) | - Daha iyi iş fırsatları - Sosyal statü kazanma - Keşif ve macera isteği - Evlilik yoluyla göç - Kendi hayatını kurma isteği - Daha özgür yaşam arayışı |
Bu tablo bize ne anlatıyor? Zorunlu yada gönüllü göç kararı söz konusu olduğunda bu sebeplerin bir kısmının hem kadın hem erkek için ortak olduğunun ve bir kısmının ise kadınlar ve erkekler için özelleşmiş olduğunun farkına varmamız gerekiyor.
Bu tabloda yer alan kalemler oldukça modern kavramlarla dolu. Bizim bu modern göç kavramlarının atalarımızdaki karşılıklarına odaklanmamız gerekiyor. Örneğin, savaş (askerlik), ekonomik kriz, işsizlik, siyaset gibi modern kavramları bundan milyon yıl öncesine tam olarak uygulayamayız ama aynıları olmasa da o döneme özgü olan aynı amaca hizmet eden kurum ve kavramların olduğunu tahmin edebiliriz. Kültürün hakim olmasından önceki zamanlarda toplumsal kurumların ilkel halleri mevcut olmalı. Modern kurumların ilkel halleri deyince neleri düşünebiliriz?
Savaş, Askerlik, Silahlı Çatışmaya karşılık olarak kabileler arası baskınlar, toprak veya kaynak çatışmaları, erkek avcı grupları arasındaki şiddetli rekabet; Ekonomik Kriz, İşsizlik için Av bölgesi kıtlığı, av kaynaklarının tükenmesi, mevsimsel kıtlıklar, grubun besleyici üyelerinin ölmesi; Toplumsal Dışlanma için Grup içi hiyerarşi mücadelesi, statü kaybı, suç işleme, yüz çevrilme; Siyasi Baskı, Diktatörlük için Alfa erkeğin veya şefin otoriter liderliği, hiyerarşik cezalandırma, grup normlarına itaat etmeyen bireylerin dışlanması; İş Fırsatları, Kariyer için Daha verimli avlanma bölgeleri, başka gruplardaki zayıf liderlikten yararlanma, yeni sosyal bağlar kurma; Romantik İlişkiler, Evlilik için Grup dışı eş arayışı, ensestten kaçınma, cinsel rekabetin az olduğu ortama yönelme; Zorla Evlilik, Başlık Parası için Kadının grup dışına “verilmesi”, akraba gruplar arası ittifak, kadının grup içi statüyle değiş tokuş edilmesi; Keşif, Macera Arzusu için Yeni av alanı bulma dürtüsü, bireysel risk alma kapasitesi (özellikle genç erkeklerde), yeni grup kurma güdüsü; Daha Özgür Yaşam Arzusu için Baskın grubun normlarına uymak istememe, grup baskısından kaçış, bireysel stratejilerin öne çıkması düşünülebilir.
Yukarıda yazılı olan zorunlu yada gönüllü grup terketme sebeplerinin ne kadarı primatlarda bulunuyordu, ne kadarı primatlardan ayrışan atalarımızda bulunuyordu? Yukarıda yazılı sebeplerin primatlarda ve onların kuzeni olan atalarımızda hangilerinin bulunduğunu düşünmemiz gerekiyor.
Modern Göç Motivasyonlarının Evrimsel Karşılıkları
Modern Göç Motivasyonu | İlkel (Evrimsel) Karşılığı |
Dişilerin (kadınların) savaş/şiddet ortamından kaçması | Yavrusunu şiddetten, ölüme ya da travmadan koruma |
Kadınların eğitim ve iş imkânı arayışı | Daha iyi eş bulmak için grup dışına çıkma, seçici olma |
Erkeklerin ekonomik kaygısı | Açlık, besin kıtlığı, av bölgesinin daralması |
Erkek için statü/maddi kazanç | Statü kazanarak dişiler tarafından seçilme, sosyal üstünlük |
Erkek için köyden kente göç | Grup içi rekabetten kaçış, başka grupta avantaj sağlama |
Kadın için köyden kente göç | Diğer kadınlarla sosyal karşılaştırma ve eş seçimi stratejisi |
Toplumsal dışlanmadan kaçış (her iki cins için) | Statü kaybı, suç, yüz çevrilme sonrası yeni grup arayışı |
Siyasi baskıdan kaçış (diktatörlük vs.) | Alfa erkeğin baskısından kaçış, itaat etmeyen bireyin dışlanması |
Zorla evlilik/başlık parası | Kadının grup dışına “verilmesi”, akraba gruplar arası ittifak |
İş/kariyer fırsatı için göç | Yeni kaynak alanı bulma, sosyal boşluğu değerlendirme, zayıf liderlikten faydalanma |
Romantik ilişki/evlilik için göç | Grup dışı eş arama, ensestten kaçınma, düşük rekabetli eş ortamı arayışı |
Keşif, macera arzusu (özellikle erkeklerde) | Yeni av alanı bulma, genç erkeklerin risk alma ve lider olma motivasyonu |
Daha özgür bir yaşam arzusu | Grup normlarına uymaktan kaçınma, bireysel stratejilere yönelme |
Günümüzdeki siyasi erk mücadelesinin aynısı primatlardan ayrımlaşan atalarımızda o zamanlar yoktu ama üreme tekelini elde etmek için erkekler arasında şiddetli çatışmalar vardı. Bu çatışmalar insanın alet kullanma yeteneği ile zamanla daha barışçıl liderlik yarışlarına dönüşmüş olabilir. Alfa erkeklik sistemi yerini daha eşitlikçi bir grupsal tabakalaşmaya yol açmış olabilir. Buna rağmen insanların sosyal statü ile ilgili biyolojik ve kültürel alt yapısını incelediğim önceki bölümdeki sebeplerden dolayı insanları doğal yetenek, fiziksel, psikolojik potansiyel farklarından dolayı doğal bir sosyal statü olacağını düşünüyorum.
Statü, Alet ve Alfa Erkeğin Sonu
Erkekler için göç, yalnızca hayatta kalma değil; aynı zamanda “görünür olma” ihtiyacıdır. Alfa erkek modeli, modern toplumda önemini yitirmiştir; çünkü sadece fiziksel güç değil, entelektüel yetenekler, yaratıcılık, espri anlayışı, dil becerisi gibi “alet kullanımı” da sosyal statü belirleyici hâle gelmiştir. Artık en hızlı koşan değil, en çok insana “değerli” gelen davranışı gösteren erkek görünür olur. Kent yaşantısı, bu görünürlüğü artırabileceği için erkek için çekici bir göç alanıdır.
Atalarımızın evrimsel olarak bir şekilde ellerini kullanma yetenekleri geliştikçe alet kullanmayı öğrendiklerini biliyoruz. Primatlardaki gibi basit aletlerden bahsetmiyoruz. 3 milyon yıl öncesinden kalan basit de olsa özel amaçlı taşların kullanıldığını biliyoruz. Zamanla bu basit aletlerin 1- 1,5 milyon yıl önce daha da geliştiğini görüyruz. Alet kullanma yeteneği erkekler arasındaki statü farkını eşitlemiş olabilir ama bu tamamen eşitlikçi yapılara evrildiğimiz anlamına gelemez.
İnsanın doğası gereği farklı yetenek ve potansiyellere sahip olmasından dolayı grup içi bir tabakalaşma kaçınılmaz olarak yaşanır. Bundan milyon yıl önce de hem dişiler hem de erkekler arasında bir tabakalaşma olmasını beklememiz ve bu tabakalaşmanın farklı sosyal statülere sahip bireyler yaratmasını beklememiz kaçınılmaz. 50 kişilik bir grupta mutlaka IQ'su 150 olan da bulunur 80 olan da; yada 190 cm boyunda olan da bulunur 150 cm boyunda olan da. Yani ister fiziksel, ister bilişsel, ister psikolojik olsun mutlaka ama mutlaka bireyler arasında farklar oluşur. Bazısı doğuştan cesur doğar, bazısı ise korkak; bazısı içine kapanık olur, bazısı atılgan; bazısı pratik zekalı olur, bazısı alık. Kısacası grup içinde mutlaka sosyal statü farkları oluşacaktır. Hem genetik olarak hem de sosyolojik olarak sahip olduğumuz özelliklerimiz çocuklarımıza geçiriyoruz. Bundan milyon yıl önceki atalarımız nasıl tercihlerde bulunuyorlardı, neden o tercihlerde bulunuyorlardı? Bu soruya cevap verirken bu bilgileri aklımızda tutarak devam etmeliyiz.
İlk olarak ister erkek olsun ister dişi gruptan bir sebepten dolayı atıldıkları için gruplarını terk etmek zorunda kalmış olabilirler. İçine doğdukları gruptan atılma sebepleri erkekler için hiyerarşik rekabet olabilir. Yani alfa erkek dişileri paylaşmamak için diğer erkekleri gruptan atabilir. Çok güçlü hiyerarşik sistemin yıkılıp daha eşitlikçi bir grup yapısının ortaya çıkması ile bu şekilde ortaya çıkan erkeklerin grubu terk etmeye zorlanması durumu ortadan kalkmış olmalı.
Atalarımızla ilgili ne biliyoruz? İki ayak üstünde yürüdüklerini, ellerini kullandıklarını, ateş kullandıklarını, cinsel kızışma (östrus) işaretlerinin olmadığını, avcı-toplayıcı olduklarını, 50-60 kişilik gruplar halinde yaşadıklarını, basit aletler kullandıklarını biliyoruz. Kendi grubunu bırakıp da başka gruplara gitmek zorunda kalan grup üyelerinin itici güçleri neydi? Yukarıda tespit ettiğim şeyleri topluca sıralarsak: Kabileler arası baskınlar, toprak veya kaynak çatışmaları, erkek avcı grupları arasındaki şiddetli rekabet, av bölgesi kıtlığı, av kaynaklarının tükenmesi, mevsimsel kıtlıklar, grubun besleyici üyelerinin ölmesi, grup içi hiyerarşi mücadelesi, statü kaybı, suç işleme, yüz çevrilme, alfa erkeğin veya şefin otoriter liderliği, hiyerarşik cezalandırma, grup normlarına itaat etmeyen bireylerin dışlanması, kadının grup dışına “verilmesi”, akraba gruplar arası ittifak, kadının grup içi statüyle değiş tokuş edilmesini görüyoruz.
Zorunlu olarak grubu terk etme durumuna hayatta kalma ve üreme perspektifinden bakıldığında ne görürüz? Eğer hayatta kalma riski varsa mecburen grubunu terk etmek zorunda kalırsın. Bu yeterli gıda olmadığı zaman yani yeterince besin olmadığı zaman ortaya çıkabilir yada içine doğduğun grupta üreme fırsat tanınmıyorsa. Bu durumda yaşanan göç tam olarak zorunluluk olmasa da şartların zorlaması ile çok gönüllü olmayan bir zorunluluk yaşanıyor. Şartlar elverişli olsa kalmayı seçersin; fakat mevcut durum seni göçe zorluyor.

Kadın Göçünde Sosyal Karşılaştırma ve Eş Seçimi
Zorunlu göç için dişilerin durumuna bakalım. Aslında dişilerin göç durumunu erkeklerden bağımsız olarak düşünmek mümkün değil. Belki atalarımızın şimdiki kadar karmaşık bir toplumsal düzenleri yoktu ama basitte olsa o zamanlarda da kendilerine has yerleşmiş toplumsal bir sistem mevcuttu. Dişilerin alfa erkek sistemi varken kiminle çiftleşeceği konusunda çok da kafa yormasına gerek kalmıyordu. Dövüşü kazanan erkek zaten bu sorunu ortadan kaldırıyordu. Alfa erkeklik sistemi ortadan kalkınca artık yeni duruma adapte olmak gerekmiş olmalı. Alfa erkek sistemi olmadığında bir dişi cinsel ilişkiye girmek için hangi erkeği seçeceğine, hangi kriterleri kullanarak karar verir?
Fiziksel özellikler mutlaka devrede olmalı ama artık eskisi kadar kaba kuvvetin ön planda olmadığını düşünmeliyiz. Alet kullanmayı bilmek demek bir aleti hayvan öldürmek için kullanmak da demek oluyor. Bir hayvanı öldürmek için kullanılan o alet aynı zamanda rakip erkeği kullanmak için de kullanılabilir. Yani alfa erkeklik sisteminin bitmesinde erkeklerin fiziki üstünlüğünü ortadan kaldıran alet kullanma yeteneği olmuştur diyebiliriz.
Önceki sistemde içinde yaşadığı grubu erkekler terk ediyordu. Alfa erkek dişilerle diğer erkeklerin cinsel ilişkiye girmesini engelleme içgüdüsü ile kendisine rakip olabilecek erkekleri gruptan atıyordu. Yeni durumda terk etme durumunun bu sebebi ortadan kalkmış olmalı. Alfa erkeğin artık eskisi kadar güvencesi yok. Çünkü fiziken kendisinden zayıf olan muhtemel rakibi bir taş balta ile uyurken kendisini öldürebilir. Bu riski göze alamaz.
Dişiler için eski düzene oranla cinsel ilişkiye girmek için alternatif erkekler daha çok olmalı. Önceki düzende dişiler çok fazla inisiyatif almıyorlardı. Dövüşü kazanan erkek tek seçenek olarak önlerinde duruyordu. Yeni durumda dişi cinsel ilişkiye gireceği erkekler için belli kriterler geliştirmiş olmalı. Artık seçen durumuna geçtiğini söyleyebiliriz. Seçmek için hangi özellikleri kullanmış olabilir?
Erkeklerin cinsel ilişki için aşırı talepkar olduklarını düşünmemizde bir sakınca yok. Mevzu erkeklik olduğunda birçok durumda testosteronun hakimiyeti ele aldığını biliyoruz. Bu yüzden bu durumu dişilerin kullanmış olmaları muhtemeldir. Madem seks istiyorsun o zaman buna değdiğini kanıtlamalısın demiş olmalılar. Alfalık düzeninin değişimi tam bir sistem değişimi yaşatmıştır. Çünkü cinsel ilişkinin boyutu değişiyor, cinsel ilişkinin anlamı değişiyor.
Dişinin hangi kriterlere göre seçim yapabileceğine dair fikirler oluşturabiliriz. Bir dişi hangi erkekle, neden seks yapacağına karar verirken erkeğin kendisine verdiği desteği ön plana alabilir. Çünkü cinsel ilişkinin bir sonucu var: hamile kalmak. Bu bir yük ve bedel anlamına geliyor. Bu bedeli de sadece dişi ödüyor. 9 ay hamilelik ve yıllarca süren bebek bakımı çok büyük bir yük. Bu yük dişinin hayatta kalması için çok zorlayıcı. Bu yükün bir kısmını erkeğin de sırtlaması dişinin işine gelir. Yani kendisi ile seks yapmak isteyen erkeğe bir şart koşmuş olması muhtemel. Eğer cinsel ilişki istiyorsa kendi bakımını yapma konusunda erkekten destek talep etmiş olabilir. Yani kendisine gerek yiyecek, gerek güvenlik konusunda destek veren erkekleri tercih etmiş olabilir. Cinsel ilişkinin boyutu ve anlamı derken bunu kastediyordum.
Bu çeşit bir ilişkinin ortaya çıkması için cinsel ilişki ile doğum arasında bir bağlantı kurmaya gerek var mı? Yani seks yaptıktan bir süre sonra kadının hamile kalması ve ardından doğum yapıldığı bilgisine gerek var mı? Bunu şunun için önemsiyorum. Babalığın keşfi olmaksızın da bir dişi ile erkek arasında kalıcı ilişkiler oluşmuş olabilir. Yani bir erkek bir dişiye bakmak için onunla birlikte oluyor kendi yavrusuna bakmak için değil. Yavrunun bakımı ikincil bir durum.
Bu tür bir cinsel ilişki pratiği için seks ile doğum arasında ilişki kurmuş olmaya gerek yok. Neden hamile kaldıklarını bilmeseler bile bir şekilde dişilerin doğum yaptığı ortada. Yani dişiler belli bir yaşa gelince doğuruyorlar. Bu yükü eninde sonunda sırtında taşıyacak olan dişiler. Ve bu yükü en iyi şekilde taşıyabilenler hayatta kalmış. Yani sağlıklı doğum yapan ve doğurduğu bebeğe bakabilenler hayatta kalmış. Bebeğine yeterince bakamayıp ölümüne sebep olanların genleri sonraki nesillere aktarılamamış. Kendisini ve bebeğini hayatta tutmak için gerekli yeteneklere, zekaya, güce sahip olan dişiler soylarını devam ettirmiş.

Cinsel Seçim ve Yeni Düzen
Belki ilk atalarımız için önceleri erkekler grubu terk ediyordu ama erkekler gruplarında kalmaya başladığı anda artık yeni güç dengeleri oluşmaya başlamış olmalı. Şartları bu şekilde ele aldığımızda bir grubu neden bir dişinin terk etmeyi gönüllü olarak seçmiş olabileceğine dair bir fikir oluşturalım. Eğer dişilerin gruplarını terk ettiklerini düşünüyorsak buna makul bir cevap bulmalıyız. Dişi hayatta kalmak istiyor ve bebeğinin de hayatta kalmasını sağlamak için uğraşıyor. Bunun için de kendisine destek verecek ve doğacak bebeğine bakım konusunda yardımda bulunacak erkeği tercih ediyor. Kendi grubunda kaldığında ne yaşayacak ve alternatifi olan grubunu terk ettiğinde ne yaşayacak. Bu iki durumu, hayat tarzını kıyaslıyor. Bu kıyas sonucunda grubu terk etmenin kendi çıkarına uygun olduğuna ikna oluyor.
Burada erkekler grubu terk etmeyerek kendi hayatta kalma olasılıklarını artırdıklarını görüyorlar. Çünkü kendi grubunu terk edip başka bir gruba girmek istediklerinde bir sorunla karşılaşıyorlar. İçine girmeye çalıştıkları gruptaki yerel erkekler buna izin vermiyorlar. Ellerindeki, sahip oldukları malları koruma içgüdüsü ile erkekler yeni erkeği gruba sokmuyorlar.
Erkekler grubun şiddet uygulayanları, dövüşenleri, kavga edenleri. Bunu sahip oldukları fiziksel güçle yapıyorlar. Hormonal yapıları da şiddete meyilli olmalarını destekliyor. Zaten grubun hakim avcıları da erkekler. Yani gruplarının et ihtiyacı daha çok erkekler karşılıyor. Bu başka canlıları öldürme işini daha çok erkeklerin yaptığı anlamına geliyor. Yani kadınlardan daha çok, erkekler öldürme konusunda ehil. Bir başka canlıyı öldürme konusunda yetenekli olmaları başka erkekleri de öldürebilme konusunda yetenekli olmalarına yol açıyor. Kısacası erkekler gruplarını terk ederlerse ve başka gruplara girmeye çalışırlarsa bunun hayatta kalmak için hiç de iyi bir tercih olmadığını biliyorlar.
Dişiler ise bu konuda daha özgür olmalılar. Çünkü kendi gruplarını terk edip bir başka gruba girme kararını eğer zorunluluk olmadan gönüllü olarak veriyorlarsa bunun arkasında çok güçlü bir hayatta kalma desteği olmalı. Demek istediğim şu: dişi dış gruba gidiyor çünkü eğer giderse kalmasından daha çok çıkarı var. Bu nasıl olabilir?
Dişi erkekleri seçerken kendisine destek olma olasılığı yüksek olanı kriter olarak kullanmış olabilir demiştim. Tabi ki tek sebep bu değil ama yaşamasına destek olacak ve doğacak olan bebeğine bakmasına yardımcı olacak olan erkeği seçmek dişinin işine geliyor. Bunu kendi grubunda kaldığında yaşayacağı şeyle, bir başka gruba göç ettiğinde yaşayacağı şey arasındaki kıyası yaparak karar veriyor. Kendisi bir başka gruba gittiği gibi bir başka dişi de kendi gruplarına geliyor. Tüm çocukluk ve ergenlik yılları boyunca bu tür göç etme olaylarını gözlemliyor. Erkeklerin kendi grubuna yeni gelen dişinin etrafına pervane olduklarını gözlemlemiş olmalı. Eğer kendi grubundaki erkekler dışarıdan gelen dişinin gözüne girebilmek için ellerinden geleni yapıyorsa şu kararı vermiş olabilir: “Eğer ben de bir başka gruba gidersem oradaki erkekler benim için deli divane olurlar. Beni ikna etmek için ellerinden geleni yaparlar.” Kendi grubundaki erkekler zaten onun varlığını kanıksadıkları için onu o kadar da el üstünde tutmazken dışarıdan gelen dişi çok değerli oluyor. Erkeklerin farklı kadınlarla çiftleşme dürtüsü burada dişilerin kullanabileceği bir diğer açıkmış gibi duruyor. Çünkü erkeklerin içgüdüsel olarak çok sayıda farklı dişiyle çiftleşmeye meyilli olduklarını düşünüyoruz. Nasıl ki dişiler kendilerini koruyacak ve bebeklerinin hayatta kalmasına destek olacak erkeğin peşindeyse erkekler de çok sayıda kadınla birlikte olma derdindeler. Bu sebeple gruba dışarıdan katılan yeni dişi erkekler için çok değerli olmalı.
Yukarıda yazdığım durumla ilgili olarak bir zayıf nokta var. Tüm bu olanlar göç eden dişiye yarıyor ve grupta kalan erkeklere de yarıyor ama ya gruplarında kalan dişilerin durumu. Grupta kalan dişiler bir zarar görüyorlar mı? Ya kendisine destek olan erkek yeni gelen dişiyi tercih ederse. Bu durumda kucağındaki bebeğe destek veren erkekten mahrum kalmış olmaz mı? Yani grupta hayatlarını sürdüren dişiler gruba yeni gelen dişiyi neden kabul etsin?
Cinsiyetçi Bakış mı Ataerkilliğin Kökeni Sorununu Çözmek mi?
Bu yazdıklarımı bir çok kişinin cinsiyetçi bulacağından eminim. Ama benim bir derdim babalığın keşfi konusunda kafa yormak olduğu kadar bir başka derdim de ataerkilliğin neden tüm dünyada bu kadar yaygın olduğunun sebebini de keşfetmek. Ataerkil düzenin tarım devrimi ile ortaya çıktığına inanmıyorum. Bunun çok daha eskiye dayanan sebepleri olduğunu düşünüyorum. Bu durum o kadar eski ki neredeyse primatlardan ayrılan en eski atalarımıza kadar giden bir geçmişi olmalı. Bir çeşit savunmamı da yaptıktan sonra kaldığım yerden devam edeyim.
Göç eden ve göç etmemeyi seçen dişilerin gruplarındaki statülerinin ne olduğu konusuna geliyoruz. Daha önce primatlarda yeni doğan bebeklerin annelerini statülerini de miras aldıklarını görmüştük. Yüksek statülü bir dişinin yavrusunun göç etme olasılığı daha düşük olmalı. 50-60 kişilik bir grupta statüsü yüksek olan bir dişinin doğum yapma olasılığı ile düşük statülünün doğum yapma olasılığı eş sayıulabilir. Yani her yıl 2-3 yeni bebek doğuyorsa bunların içinden göç etme yaşına gelen birisi düşük statülü iken bir diğeri yüksek statülü olabilir. Çok uzatmaya gerek yok. Kendi grubunda eğer yüksek statülü bir dişiyse belki grubunu terk etmek çok büyük avantaj sağlamayabilir ama düşük statülü bir dişi için statüsünün henüz oluşmadığı bir dış grupta daha değerli olabilir. Kalanların yüksek statülü dişiler olduğunu düşünebiliriz. Bu durumdaki bir dişinin yeni gelen düşük statülü dişiyi kendisine rakip görme olasılığının düşük olduğunu söylemeye çalışıyorum.
Sosyal Psikoloji Ve İçgrup/Dış Grup Ayrımı
Tüm bu karmaşık senaryoyu kurmaya ihtiyaç duymamın sebebi günümüzde sosyoloji eğitiminde aldığımız iç grup-dış grup ayrımı; Bir grubun üyesi olmaya verdiğimiz önem; Yabancı düşmanlığı gibi konuları da atalarımızdan miras olarak almamıza rağmen neden grubu gönüllü terk ettiğimizi anlamaya çalışmak. Eğer edindiğimiz fayda daha fazlaysa ancak böyle radikal bir karar verebiliriz. Tabi ki burada gruptan ayrılmanın gönüllü olduğunu farz ediyorum. Dişilerin gruptan zorunluluk gereği ayrılması bana düşük ihtimal geliyor. Zorunluluk ancak kovulmayla olabilir. Yukarıda zorunlu ve gönüllü göç için yaptığım bir tablo vardı. Orada da bu konuya değinmiştim. Eğer bir savaş, kıtlık vb gibi bir durum yoksa göçe de gerek yok. Zaten bu tip durumlar ortaya çıkmışsa sadece dişi değil erkeğin de göç etmesi gerekeceği için dişiye has bir durumdan bahsetmek güç diye düşünüyorum.
Ensestten kaçınmak için grubu terk etmenin ise oldukça temelsiz olduğunu düşünüyorum. Chapais’in 9 ilkesini okuduktan sonra bu ilkeleri dişilerin gruplarını terk etmelerine bağlamanın çok doğru olmayacağını düşünüyorum. Ensest ile dişi göçünü bağlamak yerine dişilerin göç etmelerinin arkasında çok daha elle tutulur gerekçeler söylemek gerektiğini düşünüyorum. Dişilerin grubu terk etmeleri ensesti engellemek için bir fayda sağlasa da bu sadece beklenmeyen (ikincil) bir fayda olabilir. Eğer ensest burada söylendiği gibi içgüdüsel olsaydı insan türünde ensestin zamanla ortadan kalkması gerekirdi. Ensesti günümüzde bile birçok olayda görüyoruz. Bunu kültürel baskılara rağmen görüyoruz. Bunu din, ahlak, örf, adet gelenek gibi binlerce yıllara yayılmış baskılara rağmen görüyoruz. Yani ensestten kaçınma içgüdüsünü tam tersine hala cinsel ilişkiye girme içgüdümüzün fazla olduğunu söyleyebiliriz. Bu içgüdü dişilerde olabilir. Bu içgüdü kendi doğurduğu, emzirdiği, büyüttüğü bir erkek çocukla seks yapmayı engellemiş bir içgüdüye yol açmış olabilir ama bu içgüdünün erkeklerde olmadığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Kadınla erkek arasındaki bu farkın da ayrıca babalığın keşfi ile ilgili düşüncelerimi destekleyen bir durum yarattığını söylemeliyim. Babalığın keşfi konusuna daha sonra tekrar döneceğim.
Comments