Ortakyaşam İlişkisi bölümünü yazarken bir kez daha durmak zorunda kaldım. Daha önce reddetmek ile ilgili yazma ihtiyacı hissetmiştim. Engin Geçtan'ın kitabı aslında çok açıklama isteyen bir kitap değil ama bazı konuların üstünden sanki algılamışız gibi geçince zaman kaybına yol açıyor. Ne demek istiyorum? Sadece bu kitap için değil her zaman geçerli olan durum şu ki günlük hayatımızda kullandığımız bir çok sözcüğü üstünde düşünmeden kullanıyoruz. Aşırı bir ezbere yaşam sürüyoruz. Tamam her konu hakkında düşünmek tabi ki çok zaman alıcı ve ilerlemeyi engelleyici ama bazı konular hakkında da ezberden değil de düşünerek yaşamakta fayda var.
En temel konularda bunu yapıyoruz. Eğitim sistemimiz, ailelerimizin bizi yetiştirmesi buna sebep oluyor. Örneğin en temel konular dediğimiz anne nedir? Nasıl anne olunur? Baba nedir? Nasıl baba olunur? Millet, milliyet, ırk, din, insan, canlı, ruh, ötedünya, saymakla bitiremeyeceğimiz konu var. bir konu diğerini açıyor. Bir konu hakkında düşünürken bir diğer konuyu ezbere kabul ettiğimizi görüyoruz ve bu safer de onun üstüne gidiyoruz.
Tabi bu dediğimi herkes yapmıyor. Kimler yapıyor? Yaşamayı bu şekilde algılayanlar. Yani insan olma tanımını bu şekilde yapanlar. Bu sefer de özerklik konusunu bir inceleyelim.
Özerk, bir üst organa bağlı olmakla birlikte, ayrı bir yasaya göre kendi kendini yönetme yetkisi olan, kendi kendini özgürce yöneten (kuruluş, yönetimsel bölge vb.).
Özerklik ya da otonomi, başka bir kişi ya da durumdan bağımsız karar verme, kendi kendini yönetebilme yetisi. Yunanca'dan gelen "auto" (öz, kendi kendine) ve "nomos" (kural,yasa) kelimelerinin birleşiminden oluşur. Gelişim psikolojisinde ve ahlaki, politik ve biyoetik felsefede özerklik bilinçli, zorlanmamış karar verme kapasitesidir.
Aslında özerk derken neyi kastediyoruz, kendi kendini yönetme. Bir insan nasıl kendi kendisini yönetir? Daha önce de bu konudan bahsettik. Hep aynı yerlerde dönüp duruyoruz. İnsan yetişkin hayatında tek başına yaşamak için gereken yeteneklere sahipse kendi kendini yönetebiliyor. Artık şunu biliyoruz, çocukken doğru yetiştirilmediğimiz için yetişkin hayata olması gerektiği gibi hazırlanmamış olarak atılıyoruz ve yaşamayı beceremiyoruz. Bir yandan hayatta kalmaya çalışırken bir yandan eksiklerimizi gidermeye çalışıyoruz. Bir huzursuzluk haliyle, sürekli kendini sevmeme haliyle, başarısızlık hissiyle devam ediyoruz hayatımıza. Anlaşılmamış hissederek, hayatı anlayamayarak devam ediyoruz. Bir şekilde ezbere yaşıyoruz ve kararlar alıyoruz. Kendi kararlarımızı da kendimiz almadığımız için anlamsız bir hayat yaşıyoruz.
Tekrara düşmek istemiyorum ama bir yandan da iyi oluyor. Bir şekilde özetlemiş ve pekiştirmiş, yazdıklarımı ilişkilendirmiş oluyorum. Özerk insan ayaklarının üstünde durabilen insandır. Kendi kararlarını kendisi alabilen insandır. Başkasına muhtaç olmayan insandır. Yalnızlığıyla barışık insandır. Başkalarını kullanacağı kişiler olarak görmez, kendisini de başkasına kullandırtmaz. Gerektiğinde hayır demeyi bilir. Duyarlıdır ama kırılgan değildir. Öyle küçük bir darbeyle yıkılmaz. Kendisini tanıdığı için, neyi sevip neyi sevmediğini bildiği için, kararlarını özgür bir şekilde aldığı için yaşadığı hayatı da anlamsız bulmaz.
Yine aynı noktaya geldik. Bir yaşa geldik ve gereken donanımdan yoksunuz ne yapalım? Son zamanlarda üstünde durduğum en ciddi konu bu. Ben çok başarılı olamadım. Yıllar içinde çok geliştim ama bu gelişim çok yavaş oldu. Hala da içime sinmiyorum. (Galiba ölene kadar da sinmeyeceğim) Acaba bunun için daha etkili, daha hızlı bir yol var mıydı? Vardıysa ben neden bulamadım? Buldum ama algılayamadım mı?
Genetik kodlarımızın bizi çok etkilediğini düşünüyorum. Son yıllarda evrim, evrimsel psikoloji, genetik vb konularda çok okudum. Felsefi olarak da bir çok felsefecinin insanla, yaşamla ilgili görüşlerini inceledim. Neden varızdan, acaba gerçekten var mıyıza kadar giden sorular öbeğinde bazen kayboldum bazen cevaba yaklaştığımı hissettim. Bazı acı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kaldım.
Sonuç: Bazı şeyler olması gerektiği gibi oluyor. Özgürlük bir yanılsama. İçine doğduğumuz aile, sahip olduğumuz genetik kodlar bizim nasıl bir hayat yaşayacağımızı belirliyor. Buna kader de diyebiliriz. Kesinlikle dini anlamda kaderden bahsetmiyorum. Bizi yaratan bir varlık olduğuna ve yaşayacağımız hayatın önceden belirlendiğine inanmıyorum. En azından dini bir anlam yüklemiyorum kader kelimesine. Sadece sınırlarımız olduğunu ve bu sınırların da ailemiz ve genetik kodlarımızla çizildiğini söylüyorum.
Buradan şu sonuç çıkmamalı. Ne yapalım madem ailem ve genetik yapım ne yaşayacağımı belirliyor o zaman bir şey yapmama gerek yok. Kesinlikle bunu kastetmiyorum. Anlamsız bir hayat yaşamak riski taşıyan bu yaklaşıma karşıyım. Bütün derdimiz anlamlı bir hayatı kurmak olmalı. İnsan omanın gereğini yerine getirmek olmalı. Eğer benim gibi çocuk sahibi olmayı isteyenlerdenseniz ona yada onlara sizin çok geç ulaştığınız bu anlamlı hayatı erkenden ulaşabilmesini sağlamak amaç olmalı.
Size yukarıda yazdığım şeyi şu an yaşıyorum. Neden çocuk sahibi olmayı bu kadar çok isteyenlerdenim? Tabi ki yaşadığım hayat beni bu hale getirdi ama neden başka bir hal değil de bu hal? Acaba insan büyür ve baba olur ezberiyle büyüdüğüm için mi şu anda böyleyim? Neyse konumuz bu değil ama ezbere yaşamak yada yaşamamak çok önemli. Her konuda. Belki de çocuklarımıza öğretebileceğimiz anlamlı şeylerden birisi de budur: ne yap ne et ama ezbere yaşama.
Comments