4 yıllık bir değerlendirme anlam üretebilme yeteneği
- Okunduğu Gibi
- 10 saat önce
- 18 dakikada okunur
İki haftalık bir ders çalışma molası vermiştim. Tekrar Chapais’in “İlkel Akrabalık” kitabına kaldığım yeren devam edeceğim ama kitap haricinde bir yazı daha yazmak istiyorum. Bu yazı biraz da 4 yıllık sosyoloji serüvenime de bir bakış olacak.
Medya sosyoloji dersine çalışırken bir çok defa beni bir şeyler düşünmeye ve yazmaya provoke eden konu ile karşılaştım. Bir kaç tane de yazdım. Bu yazıların beni sıkıldığım sınava hazırlanma sürecinden uzaklaştırdığını biliyordum. Yani yazı yazarak ders çalışmaktan kurtulmuş oluyordum. Bu “kötü niyetimi” gördükten sonra her ne kadar bir şeyler yazmak istesem de kendimi durdurabildim. Bunlardan birisi de medya ve izleyici ilişkisi konusunu ele alırken insanların dünyayı kendi ürettikleri anlam çerçevesinde yaşadıklarına yönelik tespitlerle ilgiliydi. Anlam üretmek, dünyayı anlamlandırmak konusunu okuyunca dört yıl önce bu işe ilk başladığımda yazdığım bir yazı geldi aklıma.
Sosyolojiye Başlangıç
4 yıl önce sosyoloji bölümünde okumaya başladığımda kendi kendime bir görev edinmiştim. Bazı kitaplarda ünitelerde bir bölüm vardı. Anlatılan konu ile ilgili öğrenciyi araştırmaya sevk eden sorular soruluyordu. Ben de bu soruları cevaplamak üzere yazılar yazmaya başlamıştım. Hatta yazdığım bu yazıları bir kaç kere dersi anlatan hocalara göndermiş ve onlardan yorumlamasını istemiştim. Medya ve izleyicilerin dünyayı anlamlandırmaları konularını okuyunca aklıma o zaman yazdığım bir yazı geldi. Nadir Suğur’a bir mail olarak atmıştım ve sonra blogumda yayınlamıştım o yazıyı.
2 Aralık 2021 de yazmışım. Yazının adı “Toplumsal Düzen” (https://www.okundugugibi.com/post/toplumsal-düzen) yazıyı tekrar okuduğumda bir çok duyguyu bir arada yaşadım. Çocuksu bir saflıkla yazdığımı gördüm, bir heyecanım vardı onu tekrar gördüm, biraz utandım ve konulara hakim olma çabamı farkettim. Bir çok duygu ve düşünceyi yaşadım yazıyı okurken. Kendi yazdığım şeyi eleştirmek değil derdim. O zaman ki Cem onu düşünmüş onu yazmış. O zaman ki Cem’in bilgisi, algılayışı öyleymiş. Zaten bu yazıları yazmamın bir sebebi de kendimdeki değişiklikleri görmek olduğu için amacıma da hizmet etmiş oluyor. Bu kadar yazdım ama henüz o zaman ki yazıyı ne üstüne yazdığımı aktarmadım.
Soru şuydu:
“Sembolik etkileşimciler toplumsal düzenin içinde yaşadığımız dünyada bulunan her şeye (nesnelere, olaylara, eylemlere ve benzerine) atfettiğimiz anlamlar sonucu oluştuğunu düşünürler. Sizce toplum bireylerin içinde yaşadıkları dünyaya atfettikleri anlamlardan mı meydana gelmektedir?”
Soruyu okuduğum zamanları hatırlıyorum. En zorlandığım şeyin toplumun insanların ona verdiği anlamlardan oluşan bir şey olduğunu kavrayamamıştım. Hala bu konularda az da olsa derim var ama o zamanlar henüz sosyal bilimlerin konuları ele alış tarzını çözememiştim. Ben Kimya mezunuyum ve o zamana kadar benim için bilginin tanımı çok netti. Bilgi dediğimiz şey deney ve gözlem sonucu elde edilen bir şeydi. Yani kişiye göre değişen bir bilgi tanımını henüz idrak edemiyordum. Bu konuya dair kafamdaki soru işaretlerini bir kaç önceki yazımda iyi bir şekilde ifade ettiğimi düşünüyorum. “Gerçekliğin iki yüzü: Bilimçek ve Zihinçek” (https://www.okundugugibi.com/post/gerçekliğin-i-ki-yüzü-bilimçek-ve-zihinçek) adında bir yazıda da anlatmaya çalıştığım gibi bu konuyu kendimce halletmiş durumdayım.
Yukarıdaki soruyu il ele aldığımda gerçekliği algılamanın bireysel boyutunu özümseyememiş veya anlayamamış olarak yazıyordum. Bir şekilde o yazıyı yazmak için elimden geldiği kadar araştırma yapmış ve soruda kastedilen şeyi anlamak için uğraşmıştım. Sonuçta toplumun nasıl insanların anlamlandırması ile meydana gelebileceğini anlamaya başlamıştım. Kendimce bir karara da varmıştım. O yazıda neler söylediğimi kısaca aktarıp bugün bu yazıyı yazmama yol açan konuya geçeyim. Biliyorum çok uzun bir giriş oldu ama kendi geçmişimi de bir şekilde masaya yatırmış olduğum için konuya girmem zaman alıyor.
İlk yazıda anlatmaya çalıştıklarım:
“ Yazıda ilk önce toplumsal düzen nedir onu anlamaya çalışmışım. Sınıf ortamı örneğiyle düzenin nasıl kurulduğu açıklamışım: Öğretmen, öğrenci, okul gibi unsurlar belirli kurallar çerçevesinde işlev gören bir toplumsal düzen örneğidir demişim. Bu düzenin şeklinin, ihtiyaçlara ve mevcut imkânlara bağlı olduğunu söylemişim. Burada işlevselci bir bakışla konuya girmişim. Farklı bir düzen teorik olarak mümkün olsa da, pratikte uygulanabilir olmadığını söylemişim.
Ve sonra konuyu en iyi bildiğim alana çekmeye çalışmışım. Kimya geçmişimi kullanarak toplumsal düzenin ne olduğunu anlamaya çalışmışım. Toplumsal düzen konusundaki ikinci kısıma yani “düzen” kısmına odaklanmışım. Fizikteki “entropi” kavramına benzeterek açıklamışım. Neticede entropinin düzensizlikle ilgili bir konu olması mevzuyu bu şekilde ele almam için ilham olmuş. Düzen, dışarıdan enerji harcanarak korunur; toplumda da düzen, normlar, kurallar ve yasalarla sağlanır demişim. İnsanlar doğası gereği toplumsal canlılardır ve bir arada yaşamaya mecburdur. Avcı-toplayıcı dönemlerden beri hayatta kalmak için belirli düzenlere ihtiyaç duyulmuştur diyerek konuyu evrimsel geçmişimize göre ele almışım. O zamandan evrimsel psikolojiye ilgim olacağı belliymiş.
Yazıda, toplumsal düzenin hem bireylerin ortak üretimi olduğunu hem de bireylerin bu düzen içinde yaşarken ona anlam yükleyerek şekil verdiklerini anlatmışım ama açıkcası anlam konusunu çok iyi anladığımı söyleyemem. Yani anlamlandırmayı hissetmişim ama anlamamışım. İronik bir şekilde çok da anlam verememişim. Sonuç olarak konuyu çok iyi çözemesem de toplum, bireylerin oluşturduğu ve anlamlarla yapılandırdığı bir sistemdir diyerek konuyu kapatmışım."
Aradan 4 yıl geçti. Dün son derslerimin son sınavlarını da verdim ve sosyolog oldum. Henüz diplomamı almadım ama resmen olmasa da artık bir sosyoloğum. Övünmek gibi olmasın 4’e yakın bir ortalama ile diplomamı alacağım. Yani kağıt üstünde “çok iyi” bir sosyolog olmuş olacağım. Bu kısa iğneleyici övünmeden sonra bugüne geleyim.
Anlam Üretimi Nedir?
Bugün bireyin anlam üreten bir canlı olması ile ilgili hiç soru işaretim yok. Gerçekliğin zihinçek boyutu ile bilimçek boyutunu anlamış ve çözmüş durumdayım. Ama bazı postmodern safsatacıların yaptığı gibi bilim yoktur, uydurmadır, söylemdir gibi boş muhabbetlere girmenin zaman kaybından başka bir şey olmadığını da biliyorum. Elma yere düşer bu kesindir bunun tartışması yoktur; elma birisi için açlığını giderme aracı iken bir başkası için günahın sembolüdür bunda da tartışma yoktur. Birisi bilimçeğin konusudur diğeri zihinçeğin konusu.
Anlam, dünyayı anlamlandırmak, bireyin veya toplumun anlam üretmesi ile ilgili bugün neredeyim. İnsanın anlam üreten bir canlı olduğu ortada ama her bir birey aynı şekilde mi anlam üretiyor: Hayır. Her bir bireyin anlam üretme yeteneği, kapasitesi farklı. Yani elma bir kişi için 10 farklı anlama gelebilirken bir başkası için bir bilemedin iki farklı anlama gelebiliyor. Peki bu anlam üretebilme kapasitesinin arkasında ne var? İşte bugün geldiğim noktada bunu tartışmak benim için daha değerli.
Bir kişinin yada toplumun anlam üreten bir canlı yada grup olması için ön koşul nedir? Anlam üretebilmek herkesin harcı mıdır? Bir insanın anlam üretmesi her koşulda geçerli midir? Dindar, laik, eğitimli, eğitimsiz, muhafazakar, ilerici, aydın, köylü , zeki, aptal vs. toplumun her kesiminden her türlü insan anlam üretir mi, üretirse nasıl üretir? Anlam üreten olmak için gerekli olan nedir?
Bu soruları önemsiyorum çünkü toplumda gözlemlediğim şeyleri anlamak için bu farkları anlamaya ihtiyacım var. Yıllar önce sosyoloji okumaya karar verdiğimde itici güçlerden birisi şuydu: her şeye rağmen ülkenin bir kısmı neden hala hükümete destek veriyor. 4 yıl önce bugünden çok daha yüksek bir oy oranına sahiplerdi. Bugün bile yaşanan her şeye rağmen hala %40’a yakın oy oranına sahip olmasının arkasındaki güç nedir?
Geçen 4 yılın arkasından toplumu daha iyi anladığım kesin. Artık 4 yıl öncesine göre sahip olduğum bilgilerle bir cevabım var. Ve bu cevap okuduğum, öğrendiğim şeylerle her geçen daha da zenginleşiyor. Konunun tabi ki tek bir boyutu yok. Tarihsel, kültürel, dini, psikolojik, genetik vs… birçok sebep bir araya geliyor ve bugünkü toplumu ortaya çıkarıyor. Şimdi diğer boyutları bir kenara bırakıp anlam üretebilme yeteneği açısından konuyu ele almak istiyorum.
Bu yazıda sadece bizim ülkemiz için değil genel olarak bir grup insanın neyi nasıl yaşadığını çözmeye çalışacağım. Geçenlerde yazdığım bir yazıda insanlığı çan eğrisi şeklinde algıladığımı yazmıştım. O yazı “İlkel Akrabalık” kitabının incelemesini yaparken toparladığı bir yazıydı. Yazının ana başlığı “İlkel Akrabalık - Çift Bağı İnsan Toplumunu Nasıl Doğurdu? 5” ama bunun içinde benim yazdığım asıl yazının başlığı “Sosyal Statünün Kökleri: Biyoloji, Primatlar ve İnsanlık Tarihi”
yazının linki de şu: (https://www.okundugugibi.com/post/i̇lkel-akrabalık-çift-bağı-i̇nsan-toplumunu-nasıl-doğurdu-5)
Anlam Üretimini Etkileyen Faktörler
Her bir bireyin mümkün olan yüzlerce hatta binlerce farklı fizyolojik, psikolojik, genetik özelliklerin bir kombinasyonu olduğunu iddia ediyorum. Sahip olduğumuz sermayeler bizim toplumdaki yerimizi yani statümüz belirliyor ama tüm sermayelerin başında Bourdieu'nun dile getirmediği en büyük sermayemiz var. Bu da biyolojik sermayemiz. Doğuştan sahip olduğumuz özellikleri bizim nasıl bir hayat yaşayacağımızı da belirliyor. Sahip olduğumuz binlere özelliğin kombinasyonu bizim statümüz de belirlemiş oluyor. İşte dünyaya nasıl anlam vereceğimizi de bu özelliklerden birisi gibi düşünebiliriz. Sadece biyolojik sermayemiz değil aynı zamanda kültürel, ekonomik, sosyal sermayelerimizin toplamı bir anlam yaratabilme kapasitemize yol açıyor. Herkes aynı şekilde anlam yaratamıyor.
Bu durumda acaba anlam yaratma kabiliyetimizi etkileyen şeyler neler? Ondan da önce anlam nedir ki biz böyle bir şeyi üretebilme kabiliyetine sahip oluyoruz. Anlam üretmek dediğimizde ne anlamalıyız?
Bir olayın, nesnenin, kavramın ya da yaşantının salt fiziksel ya da biyolojik gerçekliğini yani bilimçekliğini aşarak, ona kişisel, kültürel ya da toplumsal bir değer ya da bağlam yüklemektir yani zihinçek oluşturmaktır. Yani yağmur aslında meteorolojik bir olaydır konunun bilimçek boyutu budur. Yağmur olayının arkasındaki bilimi biliyoruz ama konunun zihinçek boyutu da vardır. Yağmur birisi için bereket iken bir başkası için romantik bir yalnızlık hatırlatıcısıdır. Düğün, cenaze, doğum gibi olaylar hem biyolojik hem de anlam yüklü kültürel ritüellerdir. Yani anlam üretmek, gerçekliği (bilimçek ve zihinçek) yorumlamak, ona bir değer yüklemek ve bu yorumu başkalarıyla paylaşılabilir kılmak demektir. Gerçekliği nasıl yorumlarız, gerçekliği yorumlamak için hangi özelliklere sahip olmamız gerekir? Bir konuya değer yüklemek için nasıl bir eğitim seviyesine yada kültürel alt yapıya sahip olmamız gerekir? Konu gerçekliği algılamamız ve bunun nasıl yorumlayacağımızla ilgili.
Herkes potansiyel olarak anlam üretebilir. Bunda bir sorun yok, öyle de olmalı zaten ama anlam üretebilmenin sınırları neler, nelere bağlı yani kısacası anlam üretmek için gerekli özellikler neler? Herkes aynı şekilde anlam üretmiyorsa bu anlamların seviyesi, kalitesi, ölçüsü neye göre değişiyor? Bu üretimin kalitesi, derinliği ve biçimi bireyden bireye değişiyor. Anlam üretebilme kapasitesinin arkasında yatan şeyin ne olduğunu anlarsak kişiden kişiye değişen bu belirsiz şeyin ne olduğu hakkında daha somut bir şekilde konuşabiliriz.
Anlam üretebilme yeteneği nelere bağlı? Dil yeteneğine bağlı olduğunu söyleyenler var. Özellikle Saussure, Barthes gibi dil ve anlam konusunda öncü fikirlere sahip olanlar var. Düz anlam, yan anlam, semboller, göstergeler vs. ile yaşadığımız şeylere anlam verdiğimiz söylüyorlar. Anlam, ancak sembolik sistemler (dil, işaretler, anlatı) aracılığıyla ifade edilebilir diyorlar. Dil olmadan anlam üretimi yapılamaz. Hayvanlarda da ilkel anlamlar olabilir ama soyut anlatı yoktur. Yani soyutlayabilme yeteneği gelişmiş olan daha fazla anlam üretebilir diyebiliriz. Daha çok kelime bilen, kelimelerle oynayabilenler daha fazla anlam üretebilme yeteneğine sahiptir diyebiliriz.
Anlam üretmek için başka neye ihtiyacımız var. Neyi niye yaşadığımız sorgulayabilmemiz gerekiyor. Benim otomatik pilotta yaşamak dediğim bir durum var. İnsanların çok büyük bir kısmının ezbere yaşadığını düşünüyorum. Kendilerine verilmiş olanı tek gerçekmiş gibi kabul edip, hayat üstüne, yaşamak üstüne, kurallar, gelenekler üstüne düşünmeden öylesine yaşadıklarını düşünüyorum. Çok sevdiğim ve çok etkilendiğim 3 sosyolog var. Bunlar beğenme sırama göre Bourdieu, Habermas ve Giddens. Bunlardan başka da görüşlerini çok beğendiğim sosyologlar var ama bu üçünün bir ortak noktası var. Bunlar refleksiviteyi bana öğretenler. Farkında olmak, kendi üstüne düşünmekle ilgili bir konu refleksivite. Bireyin kendini, yaşadığını ve çevresini sorgulama kapasitesi de diyebiliriz. Bu kapasite olmadan anlam otomatik ve yüzeysel olur. Yani bu özelliğe sahip değilsen o zaman dini ve geleneksel bir hayata mahkum kalmış oluyorsun. Anlam üretebilme yeteneğini de hemen hemen sıfırlamış oluyorsun. Çünkü sana ait özgün anlamlar yerine daha önce üretilmiş anlamlara saplanıp kalıyorsun.
Bu arada az önce adını andığım 3 sosyolog da makro ile mikroyu sentezleyen sosyologlar. Ve 3’de moderniteyle sorunları olmayan bilim insanları. Yani safsatalarla zaman kaybedenlerden değiller. Bunu da bir not olarak belirteyim.
Anlam üretebilme yeteneği başka neyle ilgili olabilir? Tek başına bir adada yaşayan bir kişinin anlam üretebilmesinden yada bu yetenekten bahsedebilir miyiz? Yani her hangi bir konuya farklı anlamlar yükleyebilmemiz için öncelikle bir toplumsal etkileşim içinde olmalıyız. Aynı olaya çok farklı anlamlar yükleyebilmemiz için çok fazla etkileşim içinde olmalıyız. 100 kişilik bir köyle yaşayan bir kişinin anlam kapasitesi ile 20 milyonluk bir şehirde yaşayanın anlam kapasitesi aynı olamaz. Tönnies ve Durkheim’a kadar giden sosyoloji tarihinde buna farklı farklı adlar verilmiş. Çok uzatmayayım geleneksel, küçük, dar bir toplumsal düzen içinde yaşayanlar la, modern, geniş, farklı bir toplumsal düzen içinde yaşayanların anlam üretme yetenekleri aynı olamaz.
Daha önce dindar bilinçle ilgili birçok yazı yazdım. Bu konuya fena halde takılmış durumdayım. Anlam üretebilme yeteneği bağlamında da dindar bilinç karşımıza çıkıyor. Dindar bilince sahip insanlar sorgulamaktan korkarlar ve kaçarlar. Sorguladıkları takdirde inançlarının sarsılacağını düşünürler. Bu yüzden hiç başlamamayı tercih ederler. Bir konuyu sorgulamak için alternatifleri görmek gerekir. Alternatifleri görüp onlar arasından seçim yapmayı gerektirir. Dindar bilinçten kurtulamayanların karşılaştırma yapması, alternatifleri görmesi, kıyaslaması da mümkün olmaz. Bunlar olmayınca da farklı anlamlar en baştan söz konusu dahi edilemez.
Farklı sermayelere sahip olmak anlam üretebilme kapasitesini nasıl etkiler? Sermayesi zengin olanların hayata bakışları ile fakir olanların ki aynı olabilir mi? İlkokul mezunu birisi ile bir PhD (doktora) sahibinin aynı kapasiteye sahip olduğu söylenebilir mi? Yani anlam üretebilmek ve yüksek bir anlama üretme kapasitesine sahip olmak bir çok farklı şeye bağlı. Yaşadığın şehir, içine doğduğun aile, aldığın eğitim, zeka seviyen, sorgulayabilme kapasiten vs… Bütün bunlar bir araya geliyor ve seni normal dağılımda bir yere konumlandırıyor. Yavaş yavaş gelmek istediğim yere geliyorum.
İnsan Anlam Arayışında: Kim, Neye ve Nasıl Anlam Yükler?
Herkes illa ki bir anlam üreticisidir, kimi az, kimi çok. Az önce saydığım kriterlere göre birisi 100 üzerinden 90 anlam üretebilirken birisi 5 anlam üretebilir. Dindar bireyler, anlamı Tanrı, kader ve ahiret gibi kavramlar etrafında üretirken; laik bireyler, bilim, etik ve insan hakları gibi seküler değerlerle anlam kurarlar. Eğitimli bireyler, daha çok kavramsal ve soyut düzeyde anlam üretme eğilimindedir; buna karşılık eğitimsiz bireyler, anlamı gelenek, deneyim ve dini pratikler üzerinden kurarlar. Muhafazakâr kişiler değişmezlik, kutsal değerler ve tarihsel süreklilik temelinde anlam bulurken; ilerici bireyler değişim, özgürlük ve adalet gibi kavramlarla yeni anlamlar inşa etmeye çalışırlar. Köylü bireyler doğayla, mevsimlerle ve yaşam döngüleriyle kurdukları ilişkiler üzerinden anlam üretirler. Aydın bireyler ise var olan anlamları sorgular, eleştirir ve yeniden kurar. Zeki bireyler daha hızlı ve karmaşık anlam ağları kurabilirken; zihinsel kapasitesi sınırlı bireylerde anlam üretimi daha basit ve içgüdüsel düzeyde olabilir, ancak yine de sembolik düzeyde bir üretim söz konusudur. Anlam üretmek insan olmanın doğasında var, ancak neye, nasıl ve ne düzeyde anlam verildiği sosyal, kültürel ve bilişsel koşullara bağlı.
Yukarıda yazdıklarımı kısaca özetlemem gerekirse, anlam üretimi, dil olmadan mümkün değildir çünkü sembolik temsil, anlam kurmanın temelini oluşturur. Anlamlar, bireysel değil toplumsal bir çerçevede ortaya çıkar; kültür ve toplum, bu anlamların oluştuğu sosyal bağlamı sağlar. Farkındalık, yani bireyin kendini ve çevresini sorgulama, düşünme ve değerlendirme kapasitesi, anlamın derinliğini belirler. Aynı şekilde, bireyin nerede yaşadığı ve yaşadığı deneyimler, onun anlam dünyasını biçimlendirir; yaşanmışlıklar, soyut kavramlara somut içerikler kazandırır. Son olarak, karmaşık ve çok katmanlı anlam örgüleri kurmak için bireyin zihinsel kapasitesi, yani bilişsel becerileri belirleyici bir rol oynar.
Anlam Üretim Kapasitesini Belirleyen Bileşenler
Anlam üretebilmenin farklı insanlarda farklı olacağını bir kere kabul edince o zaman hangi özelliklerin bu yeteneğin oranını belirlediğini tespit etmek gerekiyor. Farklı sermayelerimiz var. Bazıları doğuştan geliyor ve bunları değiştirmek mümkün değil, bazıları ise eğitimle yada çevremizdeki insanların kalitesi ile değişebiliyor. Bizi biz yapan şeylerin bir kısmı üstünde çok da hakimiyetimiz yok. Diyelim 90 IQ muz var. Bunu kendimize yatırım yaparak belki 95 hadi bilemedin 100 yapabiliriz yada hiç yatırım yapmayarak, sosyal etkileşimlerden uzak durarak belki 85 hatta 80’ne düşürebiliriz. Aslında hemen hemen tüm özelliklerimiz için bunu söylemek mümkün. Yani dil kullanabilme yeteneğimiz belli bir oranda gelişmiş olarak gelişiriz. Bu gelişimi çok kitap okuyarak, beynimizi soyutlama yeteneğini geliştirmek için zorlayarak artırabiliriz. Çok uzatmayayım, ne demek istediğimi anlatabildim sanırım.
Anlam üretebilme yeteneğimizi bazı yeteneklerle tanımlamaya çalışıyorum. En başta sahip olduğumuz zekanın etkisi olduğunu düşünüyorum. Belki zeka kadar etkili olan diğer bir özelliğimiz farkındalığımız. Soyutlama yeteneğimiz de anlam üretebilme kapasitemizi belirliyor. İçine doğduğumuz aile ve kültür de ne tür bir anlam üreticisi olacağımız konusunda güce sahip. Sorgulamaktan korkuyor muyuz yada yenilikleri keşfetmeye açık mıyız bu da önemli ve son olarak tecrübe sahibi miyiz değil miyiz. Ne kadar çok şey yaşadıysak o kadar farklı şeylere maruz kalmışız demektir. Benim tespitlerim bunlar belki bunlara başka şeyler de eklenebilir.
Sonuç olarak anlam üretebilme yeteneğimizi belirleyen temel unsurlar zekamız, soyutlama yeteneğimiz ve düşünebilme kabiliyetimiz gibi biyolojik donanımımızla ilgili; farkındalığımız ve duygularımızı da içeren psikolojik yatkınlığımızla ilgili; ailemiz, içine doğduğumuz kültür, dini millet gibi sosyokültürel çevre ile ilgili; okuma, yazma, eğitim, düşünme, sohbet, deneyim gibi kişisel pratiklerle ilgili konulara bağlı. Mutlaka herhangi bir konuyu belli sınırlamalarla ele almak bazı şeyleri gözden kaçırmaya sebep olacaktır. Ama benim burada amacım belli bir çerçeve çizmek. Bu yüzden yukarıda ele aldığım konuları belli başlı başlıklar haline getirmeye çalıştım. Sadece 6 farklı başlıkla değerlendirmek konuyu tüm boyutlarıyla ele almak önünde bir engel olsa da bir başlangıç sağlıyor.
Tüm bu yazıya başlamama sebep olan soru neydi? Tamam insan yaşadığı dünyayı farklı anlamlar üreterek şekillendiriyor. Hatta öyle ki bir toplum olarak da kendi anlamlarımızı topluca üretiyoruz. Yani bir Fransız toplumu ile Alman toplumunu yada Sudan toplumu ile Türkiye toplumunu farklı anlamlara üretmeye iten sebepler var. Anlam üreten bir canlıyız ama bu anlamı neye göre, nasıl üretiyoruz? Toplumu oluşturan bireylerin anlam üretiminde neleri kullandığını anlamak istiyorum. Bu yüzden aslında bu çalışma sadece bizim ülkemize has bir çalışma değil. Her toplum için kullanılabileceğini düşünüyorum. Bir toplumu oluşturan bireylerin sahip olduğu yeteneklerin toplamı o toplumun karakterini belirliyor. Anlam üretebilme kapasitesi, yeteneği de bir toplumu anlamak için kullanabilecek bir başka unsur diye düşünüyorum.

6 Anlam Üretme Özelliği
Bu noktaya geldikten sonra yazdıklarımı yapay zekaya aktardım ve ondan 6 özellik üzerinden düşük, orta, ve yüksek olacak şekilde bir tablo hazırlamasını istedim. 6 özelliği şu şekilde belirledim: Sembolik Temsil (Soyutlama); Sosyal Sınıf; Sorgulama Yetisi; Refleksivite (Özdüşünüm) Yetisi; Deneyim (Yaşanmışlıklar); Zeka (Bilişsel Beceriler). Yapay zeka bana bir tablo oluşturdu.
Özellik | Düşük | Orta | Yüksek |
Sembolik Temsil | Duygu, kavram ve olayları sembollerle ifade etmede zorlanır | Sembolik düşünceyi belli bağlamlarda kullanabilir | Soyut ve sembolik anlatımda yetkin |
Sosyal Sınıf | Alt gelir grubu, sınırlı kaynaklara erişim | Orta gelir grubu, temel ihtiyaçlara erişim mevcut | Üst gelir grubu, kültürel ve maddi sermayesi yüksek |
Sorgulama Yetisi | Verilen bilgiyi sorgulamadan kabul eder | Bazı durumlarda neden-sonuç ilişkisini analiz edebilir | Bilgiye eleştirel yaklaşır, varsayımları test eder |
Özdüşünüm Yetisi | Kendini değerlendirme becerisi zayıf | Aralıklı olarak kendi davranışlarını gözden geçirir | Kendi düşünce, duygu ve davranışlarına sürekli ve derinlemesine bakar |
Yaşanmışlıklar | Sınırlı deneyim birikimi, farklı yaşam durumlarına maruz kalmamış | Ortalama yaşam tecrübesi | Zengin ve çeşitli deneyimlerden geçmiş |
Bilişsel Beceriler | Analitik düşünme, öğrenme, hatırlama gibi becerilerde zayıf | Günlük bilişsel görevlerde yeterli performans | Üst düzey düşünme, soyutlama, problem çözme gibi beceriler gelişmiş |
Elimizde böyle bir tablo olunca bir toplumdaki her bir bireyin bu matriste bir yere oturacağını görüyoruz. Yani bir kişi Sembolik temsil yeteneği yüksek ama sosyal sınıfı düşük, sorgulama yetisi orta, özdüşünüm yetisi yüksek, Yaşanmışlığı düşük ve bilişsel becerileri orta olabilir. Yada bu tabloda başka bir kombinasyonda olan başka bir seçim de yapabiliriz.
Yukarıdaki tabloda matematiksel olarak ortaya çıkabilecek tüm olası insan sayısı kaç yani kaç farklı türden insan bu kombinasyondan ortaya çıkar.
6 farklı özelliğimiz var ve her bir özelliğin 3 düzeyi var, tüm olasılık kombinasyonları: 3^6 = 729. Toplam 729 farklı seçenek olduğunu görüyoruz. Eğer bu tablodaki düşük olan özelliğe 1, ortaya 2 ve yüksek özelliğe 3 puan değerini verirsek herhangi bir kişinin alabileceği maksimum puan 3*6, 18 oluyor. En düşük puan da 6. Yani öyle ideal bir insan var ki bu kişi muhteşem soyutlama kabiliyetine sahip, kültürel sermayesi üst düzeyde, kendisine verilen bilgiyi sürekli sorgulayan, kendi duygu ve davranışlarının farkında olan yani neyi niye yaptığının farkında olan, son derece fazla yaşam deneyimine sahip ve son derece zeki bir kişi. Bu ütopik kişinin ne tür anlamlar üreteceğini kestirmek güç. Peki ama toplumda bu özelliklere sahip kişi sayısı kaç. Hangi oranda insan bir toplumda bu özelliklerde bulunur.
Minimum 6 puan, maksimum 18 bu tabloyu 5 farklı kategoriye ayırarak devam ettim. En altta anlama üretmekte zorlananlar en üstte de çok iyi anlam üretenler ve ortada da basamak şeklinde bu özelliği 'azdan çok'a doğru artıracak şekilde 5 farklı kategori belirledim ve Yapay zekadan bu 729 farklı olasılığın belirlediğim puanlamaya göre muhtemel bir normal dağılım eğrisi çizmesini istedim.
Belirlediğim gruplar şunlar.
Kümeler ve Puan Aralıkları:
Anlam Üretemeyenler (6–8): En düşük toplam puana sahip grup, anlam üretim kapasitesi çok sınırlı.
Pasif Alıcılar (9–11): Orta alt düzeyde, sorgulama veya farkındalık zayıf.
Sorgulayıcı ama Deneyimsizler (12–13): Ortalama seviyede potansiyele sahip ama tam gelişmemiş bireyler.
Potansiyel Yorumcular (14–15): Yüksek potansiyel ve gelişmiş farkındalık taşıyanlar.
Anlam Üretici Elitler (16–18): Üst düzey sembolik ve bilişsel becerilere sahip, üretken ve eleştirel bireyler.
Yukarıdaki grafik, toplumun anlam üretim kapasitesine göre beş farklı kümeye ayrıldığını ve bu kümelerin normal dağılım eğrisi üzerindeki konumlarını göstermektedir. Kümeler, toplam 6 özellikten alınabilecek puanların dağılımına göre belirlenmiştir (her özellik 1–3 puan arasında).
Bu normal dağılım ardından muhtemel yüzdelik dağılımını istedim. Yapay zeka benim bilmediğim ve çok da anlamadığım yöntemlerle bir tablo oluşturdu. Monte Carlo yöntemini kullandığını söyledi.
Monte Carlo simülasyonuna göre, 10.000 kişilik bir toplumda toplam puanlara göre anlam üretim kapasitesine göre dağılım şu şekildedir:
Küme Dağılımı (Kişi Sayısı ve Oranlar):
Toplum Kesimi | Puan Aralığı | Kişi Sayısı | Oran (%) |
Anlam Üretemeyenler | 6–8 | 363 | 3.63% |
Pasif Alıcılar | 9–11 | 3,617 | 36.17% |
Sorgulayıcı ama Deneyimsizler | 12–13 | 3,607 | 36.07% |
Potansiyel Yorumcular | 14–15 | 2,024 | 20.24% |
Anlam Üretici Elitler | 16–18 | 389 | 3.89% |
Toplumun yaklaşık %72’si (Pasif Alıcılar + Sorgulayıcı ama Deneyimsizler) orta seviyede anlam üretim kapasitesine sahip.
Sadece %3.89’u üst düzey “Anlam Üretici Elitler” sınıfına giriyor.
“Anlam Üretemeyenler” oranı da yine %3.63 ile azınlıkta.
Bu dağılım bir normal eğriyi andırıyor, yani istatistiksel olarak anlamlı.
Son olarak oluşturduğum bu gruplar hakkında analiz yapmasını istedim. Yani en düşük puana sahip kişilerin özelliklerinden başlayıp en iyiye doğru bir analiz yaptırttım.
1. Anlam Üretemeyenler (%3,63)
Bu grup, sembolik temsil, bilişsel beceriler ve deneyim bakımından en alt düzeyde yer alır. Duygu, düşünce ve olayları soyutlayamaz; yaşadığı dünyanın karmaşıklığını anlamlandırma kapasiteleri yoktur. Sorgulamaz, edilgendir ve dış dünyayı olduğu gibi kabul eder. Toplumun marjinalleştirilmiş kesimlerini, eğitim ve kültürel sermayeden yoksun bireyleri temsil ederler. Bilgiye erişimleri kısıtlı, özdüşünüm yetileri gelişmemiştir. Medya, din, ideoloji gibi dışsal kaynaklardan gelen anlamları sorgusuzca içselleştirirler. Genellikle politik olarak etkisiz, kültürel olarak pasiftirler. Anlam üretim süreçlerine katkı sunamazlar.
Bu analizi okuyunca aklıma Stuart Hall'un medya izleyicilerini sınıfladığı çalışması geldi. O izleyicileri 3’e ayırıyordu. Hegemonik okuyanlar, müzakereciler ve muhalif okuyanlardan bahsediyordu. Bu kategoriye girenlerin çok net bir şekilde hegemonik okuyanlar sınıfında olacağını görüyoruz.
2. Pasif Alıcılar (%36,17)
Bu grup, temel sembolik ve bilişsel becerilere sahiptir ancak aktif sorgulama ya da derin düşünme pratiği geliştirmemiştir. Bilgiyi alır ama nadiren analiz eder. Gündelik yaşamlarında işlevsel düşünürler, medya ve otorite kaynaklarına güvenle yaklaşırlar. Kültürel tüketicidirler ama üretici değildirler. Orta gelir grubu mensubu olabilirler, eğitim düzeyleri yeterlidir fakat içgörü ve deneyim zenginliği sınırlıdır. Toplumsal normlara uyum sağlarlar ancak bunları nadiren sorgularlar. Anlamı dışarıdan alır, içsel bir üretim süreci geliştiremezler. Pasif katılım sergiler, değişimi yönlendirmekten çok, ona uyum sağlarlar.
Toplumda en çok bulunan kategori bu. Ve bu özelliklerin de anlam üretme konusunda ne kadar zayıf olduğunu görüyoruz. Ve az önceki grup gibi hegemonik okumaya yatkın olacaklarını da görebiliyoruz.
3. Sorgulayıcı ama Deneyimsizler (%36.07)
Bu grup, bilişsel olarak aktiftir; sorular sorar, çelişkileri fark eder ve bilgiye eleştirel yaklaşır. Ancak yaşam deneyimleri sınırlı olduğu için sorgulamalarını derinleştiremez, bağlamsal anlam üretiminde zorluk çekerler. Genellikle genç bireyler ya da öğrenme sürecinde olan insanlar bu sınıfta yer alır. Yüksek potansiyel taşırlar fakat anlam üretimini tam olgunlaştırmamışlardır. Düşünsel uyanış içerisindedirler fakat kültürel ve yaşamsal birikim eksikliği, sorgulamalarının yüzeyde kalmasına neden olur. Bu grup, doğru yönlendirmelerle anlam üretici sınıfa evrilebilir. Kritik eşikte duran kesimi temsil ederler.
Bu Kategoride yer alanlar oransal olarak 3. sıraya yerleşiyor. Bir önceki kategoriye göre anlam üretme konusunda pozitif tarafa yönelimi olanlar burada ama bu gruptakilerin de gerçek anlamda anlam üreticisi olduklarını söylemek güç. Daha doğrusu kendi anlamlarını üretme yeteneklerini gelişmiş olduğunu söylemek güç. Kendisine dışarıdan sunulan bilgiyi sorgulamadan ya olduğu gibi kabul eder ya da tamamen reddeder. Stuart Hall’un müzakereci okumaya sınıfına girmeye aday bir kategori olduğunu söylemek mümkün.
4. Potansiyel Yorumcular (%20.24)
Bu bireyler orta-üst düzey sembolik, bilişsel ve deneyimsel kapasiteye sahiptir. Sorgulama ve özdüşünüm yetileri gelişmiştir. Dünyayı çok boyutlu okumaya başlar, farklı bakış açılarını analiz edebilir. Yaşanmışlıkları ve kültürel sermayeleri, anlam üretim süreçlerinde onlara avantaj sağlar. Bilgiyle etkileşimleri pasif değil aktiftir. Ancak hâlâ zaman zaman dışsal anlam kaynaklarına bağımlı kalabilirler. Kendi yorumlarını üretirler ama bazen onları ifade etme veya yaygınlaştırma gücü sınırlı kalabilir. Yine de bu grup, düşünsel üretkenliği yüksek ve toplumsal dönüşüm için stratejik önemdedir.
% 20 hiç de az bir oran değil. Toplumun beşte birinden bahsediyoruz. Bu kategoriyle toplumu dönüştürme yeteneğinden bahsedebiliyoruz. Şimdiye kadarkiler kendilerini sunulanı kabul etme eğilimdeydiler. Özellikle ilk iki kategoridekiler böyleydi. 3. kategoride olanlar arada kalmışlardı. Kendi anlamlarını da üretebilenler yada başka şartlarda dışarıdan verileni de kabul edenler bu grupta yer alabiliyordu. 4. kategoride olanların kendi anlamlarını üretmesinden net bir şekilde bahsedebiliyoruz.
5. Anlam Üretici Elitler (%3.89)
Bu grup, yüksek bilişsel yetiler, zengin yaşam deneyimi ve güçlü sembolik temsil becerileriyle donanmıştır. Anlamı sadece üretmekle kalmaz dönüştürür ve toplumsallaştırır. Felsefi, bilimsel, sanatsal veya entelektüel alanda derin düşünceler geliştirirler. Eleştirel bakış açıları, yüksek özdüşünüm yetileriyle birleşerek güçlü bir düşünsel varlık yaratır. Toplumsal yapıları sorgular, yeniden inşa eder, kültürel normları dönüştürebilir. Genellikle lider, düşünür veya yaratıcı figürler bu sınıfa aittir. Nadir görülürler ama toplumsal anlam haritasının yönünü belirlemede etkilidirler.
Toplumsal anlam haritası gibi bir tabir kullanmış yapay zeka. Açıkcası bu kategorinin korkulan da bir kategori olduğunu düşünüyorum. Konuyu dağıtmamak için başka tartışma konuları açmayacağım ama bu tablonun bir çok yazıya ilham veren bir tablo olduğunu düşünüyorum.
Milgram’dan Günümüze: Anlam, Otorite ve Sorgusuz Kabul
Yapay zekayla işim bitti. Sağolsun benim saatlerce uğraşıp yapacağım grafik ve hesaplamaları bir çırpıda yaptı. Herhalde yanlış bilgi vermemiştir diye düşünüyorum. Normal dağılım eğrisini yorumlamak çok zor değil. Herhangi bir popülasyonda zaten o popülasyonu belli özelliklere kategorilere ayırırsan belli özelliklere göre bir dağılım içinde yer alacaklarını biliyorum. Yani yapay zeka yukarıdaki yüzdeleri belirlerken belki yorum katarak sayıları vermiş olabilir. Şunu demek istiyorum. En basit haliyle toplumu 4 -36- 36- 20 -4 şeklinde böldüğünü görüyoruz. Bu oranlar birbiri içine geçişkenlik gösterecektir. Her grupta istisnalar olacaktır. Bazı özelliklerden düşün ama bazı özelliklerden yüksek puanlara sahip olanlar içinde oldukları kategoriden farklı davranışlar sergileyeceklerdir. Bunlar her zaman mümkün. Yani bu tabloyu bir toplum olarak görmek yerine bireye doğru çevirirsek her bir bireyin kendine has özellikleri diğerinden farklı olacak. 2-3 puan sağa yada sola kayması farketmeyecek.
Bu tablo bize ne anlatıyor? Bu tablonun bize ne anlattığı konusunda kafa yormadan önce aklıma yüzdelere bakınca Milgram ve Hanna Arrent geldi. İkinci dünya savaşında milyonlarca insanın öldürülmesi sonrasında dünya bir şok yaşıyordu. Aklı çalışan, rasyonel, anlam üretme kabiliyeti yüksek bilim insanları İnsanın nasıl bu hale gelebileceğini anlamlandırmakta zorlanıyordu. Milgram itaat deneyleri yaptı Arrent ise yaşananları “kötülüğün sıradanlığı” olarak adlandırdı.
Milgram insanların otorite karşısında ne kadar kolay boyun eğebileceklerini göstermişti. %60 civarında kişi muhataplarına zarar vermişti. Başka zamanlarda başka deneyler de yine %60’a yakın sonuçlar bulmuştu. Sanki bu yüzde 60 sayısında bir sihir varmış gibi.
Şimdi ben bu çalışmayı yaparken insanların anlam üretebilme yeteneğinin olup olmadığını, anlam üretebilme yeteneğinin nelere bağlı olduğunu sorgularken açıkcası konunun buraya geleceğini ön görememiştim. Tabi ki toplumun tamamının anlam üretme yada kendisine sunulan anlamları kabul etme konusunda bir eğilimi olduğunu kestiriyordum. Ama istatistiki olarak ortaya çıkan bu oranlara şaşırdım.
Özellikle her şeye rağmen, tüm yaşananlara rağmen fikrini değiştirmeyen %40’a yakın bir kesimin olduğu ülkemizde bu oranların tesadüfi olmadığını seziyorum. Son yıllarda siyaseti, oy vermeyi, bir partiye gönül vermeyi, bir lideri çok sevmeyi din gibi algılar oldum. Her nasıl ki bir dine inanan o dinin ona dayattıklarını sorgulamadan kabul eder aynen bugün siyasette de yaşadığımız gerçeklik bu. Bu yaşananları akılla açıklamak mümkün değil.
Toplumun bir kesimi anlam üretmek yerine kendisine verilen anlamları olduğu gibi kabul etme eğiliminde. Ben daha önce neden toplumun bir kesimi beyni yıkanmış gibi davranıyor diye kafa yorup bu konu ile ilgili birçok kitap okumuştum. Bir şekilde insanların manipüle edilmeye açık canlılar olduğunu görmüştüm. Sonra insanları dindar bilince sahip olanlar ve olmayanlar şeklinde sınıflandırmıştım. Şimdi artık yeni bir aşamaya geldim diyebilirim. Toplumu anlam üretebilenler ve kendisine verilen anlamları olduğu gibi kabul edenler şeklinde de sınıflandırabiliriz.
Sonuç
Açıkçası içime sinen bir yazı oldu çünkü kafamdakileri olduğu gib aktarabildim. Bir de yapay zekanın katkısı sayesinde yazı halinde olan fikirler net bir şekilde sayılara döküldü. Kağıt üstünde tamamen spekülatif olan bu fikirler belki bir anket çalışması ile sayılara da dökülebilir. Fakat belirlediğim 6 özellik o kadar da kolay ölçülebilir şeyler değil. Çok fazla soyut ve ölçülmesi kolay olmayan özellikler. Farkındalık, soyutlama yeteneği, refleksivite, zeka, deneyim gibi konuları sayıya dökmek hiç de kolay değil.
Bu tablodakiler her toplum için geçerli mi? Yani tüm toplumlarda 5 kategori 4-36-36-20-4 şeklinde mi bölünür? Sanmıyorum ama daha önce de dediğim gibi her bir kategoride geçişkenlik mümkün. Bir ülkede eğitim kalitesi yüksektir, sorgulamayı teşvik eden bir kültür vardır, dini bağnazlık zayıftır tüm oranlar sağa doğru 3-4 puan çeker. Bir başka toplumda dini baskı çok fazladır, yeni nesiller sorgulayıcı şekilde yetiştirilmez tüm kategoriler 3-4 puan sola kayar. Ama sonuçta anlam üretme yeteneği bir şekilde toplumda dağılım gösterir. Yapay zeka neye göre o sayıları belirledi gerçekten bilmiyorum ama çok da yanlış olduğunu düşünmüyorum. Belki benim kullandığım yapay zeka benim Türkiye'de yaşadığımı biliyordu ve sayıları kendi önyargılarına göre o şekilde belirledi. Çok da önemli değil.
Sonuçta elimizde birçok anket var. İnsanların bazı konuları sanki bir dine inanırmış gibi ele aldıklarını düşünüyorum. Tüm yaşananlara rağmen birilerini görüşlerini değiştirmemekte bu kadar ısrarcı olmalarının arkasında mutlaka bir etmen var. Ben şimdilik böyle bir cevap bulmuş oldum. Bulduğum cevap da bana makul bir cevap olarak görünüyor.
4 yıl önceki yazıyı yazarken ki zorlanmalarımı hatırlıyorum. O kadar az şey biliyordum ki. Şimdi bildiklerimi o zaman bilseydim herhalde,
”toplum bireylerin içinde yaşadıkları dünyaya atfettikleri anlamlardan mı meydana gelmektedir?”
sorusuna cevap vermekte o kadar zorlanmazdım. Her toplum kendi özelliklerine göre şekilleniyor. Bu yüzden dünya üzerinde yaşayan binlerce farklı toplum çeşidi var. Bu yüzden bir yerlerde hala krallar hakimken bir yerlerde özgürlükçü demokrasiler mevcut, bir yerlerde diktatörler varken bir yerde şeriatla yönetilen toplumlar mevcut. Her toplum bir geçmişe, kültüre, ahlaka, deneyime, bilince ve anlam üretebilme yeteneğine sahip. Her toplum kendine has özelliklerle yaşamaya devam ediyor.
Sosyoloji serüvenim şimdilik bitti. 4 yıllık serüveni bitirdim. Yüksek lisans yapacağım kesin ama bu hangi dalda olacak, hangi şehirde olacak bilemiyorum. Belki sosyoloji ile devam edeceğim belki antropoloji ile. Maalesef kendi hayatımın direksiyonunda değilim. Seçtiğim meslek bana dayatılanı yaşamamı zorunlu kılıyor. Hayat dediğimiz şey tek boyutlu bir şey değil. Karşımıza çıkan sorunlara çözüm ürete ürete devam ediyoruz. Bakalım daha ne sorunlar çıkacak.

Comments