top of page

Leo Huberman’ın “Feodal Toplumdan 20. Yüzyıla” Kitabı 5. Bölüm

Kapitalizm bir sonuçtu ve birçok şeyin sebebiydi de. Sanayi gelişiyordu, endüstri gelişiyordu ve bu süreç kartopu gibi büyüyen şeylere yol açıyordu.


Yeni makinalar, yeni icatlar, üretimin artışı, fabrikaların büyümesi ve hem sebep hem sonuç nüfus artışı. Tarımda verimlilik de bu nüfus çokluğunun hem sebebi hem sonucuydu. Sadece bir şeyle sınırlı değil mesela yollar ve ulaşım sistemleri de gelişiyordu. Ulaşımın gelişmesi hem insanların taşınmasını kolaylaştırdığı gibi üretilen malların da hızlı ulaşımını sağlıyordu.


"Nüfusta büyüme, ulaşımda, tarımda, endüstride devrim - bütün bunlar birbirine bağlıydı. Birbirlerini etkiliyorlardı. Yeni bir dünyayı yaratan güçlerdi bunlar." (Sayfa 196)

16. bölümün adı "Ektiğin Tohumu, Başkası Biçiyor..." Bu sözü biraz araştırdım ve bir şarkıdan alıntı olduğunu tespit ettim. 1819/20 yıllarında yazılmış. Percy Bysshe Shelley adında bir şairin devrimci bir şiirinden. Şiir çok uzun ama bu kısmın geçtiği dörtlük şöyle:

"The seed ye sow, another reaps; / Ektiğin tohumu başkası biçer;
The wealth ye find, another keeps; / Bulduğun serveti başkası alır;
The robes ye weave, another wears; / Dokuduğun cübbeyi başkası giyer;
The arms ye forge, another bears." / Dövdüğün silahı, başkası kullanır.
Rezervuar inşa edilmeden önce bir süre çok uzakta olmayan Shelley'ye adanmış bir heykel.
Percy Bysshe Shelley

Şiir bu. Okuması keyifli anlamı derin. Araştırdım biraz, 30 yıl yaşamış. 1792-1822 arası. Enteresan bir hayatı olmuş. Kitaba dönelim.


Para kazanma sevdası maalesef sınır tanımıyordu. Birileri çok para kazanıyordu. Bunun için erkek, kadın, çocuk demeden emek sömürüyorlardı.

"..... Merihli insan, o sıralar İngiltere adasına inse, dünya halkının deli olduğuna hükmederdi. Çünkü bir yanda büyük halk kitlesi zorlu ve uzun bir çalışmadan sonra gece domuzun yatmayacağı pis, sağlığa aykırı inlere dönüyordu; öte yanda, elini işe sürüp kirletmeyen, ama kitleyi yöneten yasaları yapan her biri kendi sarayında krallar gibi yaşayan bir kaç kişi vardı." (Sayfa 198)

O kadar çok insan işsizdi ki patronlar ucuz iş gücü bulmakta zorluk çekmiyorlardı. Düşük ücretler yüzünden önce kadınlar çalışmaya başladı. Onların geliri yetmeyince çocuklar da çalışmaya başladılar.


Önceden enerji kaynağı su gücü olduğu için fabrikalar su kenarında kurulurdu. Buhar makinaları bu zorunluluğu ortadan kaldırdı. Endüstri kömür ocaklarına yakın yerlere kaydı. Şehirleşme tarzı değişmeye başladı.


Uzun çalışma süreleri ve düşük ücretler çalışanları bezdirmişti. Makinalar onların hem rakibi hem de düşmanı olmuştu. Bir süre sonra makinaları kırma eylemleri yapmaya başladılar. İş o noktaya vardı ki 1812 yılında Parlemento idam cezası getirdi.


""Sürü diyorsunuz bu insanlara, eşkiya, tehlikeli, cahil diyorsunuz... Sürüdür tarlada emek veren, evlerimizde hizmet eden - donanmamızda ve ordumuzda savaşan - dünyaya meydan okumamıza imkan veren onlardır ve ihmallerle felaketler sonunda tam bir umutsuzluğa düştüklerinde size de meydan okuyorlar,"
27 Şubat 1812'de bu konuşmayı yapan adam Lord Byron'du." (Sayfa 209)

İşçiler bazı haklar elde ediyorlardı. Makina kırmanın bir çözüm olmadığını görüp birlikte hareket etmenin daha akılcı olduğunu buldular. Sendikalar ortaya çıktı. Nüfus büyük şehirlerde yoğunlaştığında bir yan etki de birlikte hareket etmenin de kolaylaşmış olmasıydı. Büyük şehirler işçi hareketinin doğum yeri oldu. Endüstri devrimi İngiltere'de ortaya çıkmıştı ama tüm dünyaya hızla yayıldı. Sadece endüstri değil işçi sınıfı da yayıldı. Sendika kurma tam bir mücadele işiydi.


Her dönem kendi fikirlerini, düşüncelerini ve iktisatçılarını da doğuruyor. Merkantalistler, fizyokratlar derken endüstri devrimi de "klasik iktisatçılar"ı ortaya çıkardı. Adam Smith, Malthus, Ricardo, James Mill, McCulloch, John Stuart Mill bu iktisatçılar her konuda olmasa da bazı temel konularda aynı fikirdeydiler. İş adamlarına öyle uyuyordu ki söyledikleri. Patronlar dört elle sarıldılar bu iktisatçılara.

"Toplumun iyiliği bireyin iyiliğine bağlıdır. Herkesi tamamen serbest bırakın, kazanabildikleri kadar kazanmalarını söyleyin, çıkar duygularını harekete geçirin, bakın toplum nasıl ilerliyor!" (Sayfa 219)

Malthus nüfus artış hızının gittiği yönün tehlikesine işaret ediyor, bu hızla nüfus artarsa dünyadaki gıda maddelerinin bir süre sonra yetmeyeceğini söylüyordu.


"İşte çalışan sınıfların yoksulluğunun nedeni, diyordu Malthus, kazançların (profit/kar) fazla yüksek olması değil (bu, insan yapısı olan nedendi), nüfusun geçim kaynaklarından daha hızlı artmasıydı (doğa yasası)." (Sayfa 221)

İşçilerin kendi suçuydu fakir olmaları, eğer çok üremeseler aç da kalmazlardı. Erken evleniyor, çok çocuk yapıyorlardı. Yoksullar yoksulluklarından kendileri sorumluydu. Zenginler için iyi haber.


Bu iktisatçılar işçilerin açısından bakmayan fikirler üretiyorlardı ama işçilerin yanında olan da bir iktisatçı vardı: Karl Marks.


18. Bölüm "Çalışanların İktisadı...!"


Emek, emegin değeri, meta, sosyalizm, kapitalist üretimin eleştirisi, artık değer. Farklı bir bakış açısıyla bakıyordu topluma, tarihe, paraya, emeğe.


"Bir mal doğrudan doğruya tüketim için değil de mübadele için üretilirse meta olur. Bir adamın kendisi için yaptığı ceket meta değildir. Bir başkasına satılmak için yapılmış ceket metadır. "Kendi ihtiyaçlarını kendi emeğinin ürünüyle doğrudan doğruya karşılayan kişi kullanım değeri yaratmış olur; ama meta yaratmış olmaz. Meta üretmek için yalnız kullanım değeri yaratmak yetmez; başkaları için de kullanım değeri yaratmalıdır." (Sayfa 239)

Marks'ın emekle ilgili, işçinin çalışması ile ilgili ayrıntılı bir incelemesi ile devam ediyor kitap,. Sonuçta ortada bir emek var ama bu emeği harcayandan daha çok sermayeye sahip olan para kazanıyor. Bu da hiç adil bir durum değil. İşin asıl kötü yanı ortada çarpık bir düzen var ve devlet dediğimiz en üst organ da çalışanı koruyacağı yerde para sahiplerini koruyor.


Olayın acı tarafı da şu ki durum günümüzde de öyle. Bizi yönetsin diye seçtiğimiz insanlar kendilerini seçenleri değil kendi ceplerini düşünüyorlar. Bunu da halkın en kolay manipüle edileceği din ve milliyetçilik kılıfı altında yapıyorlar. Bu sayede yaptıkları hırsızlık yanlarına kar kalıyor.


Belki o dönem ki liberal iktisatçılar halkın cahil olmasının suçunu halka yüklerken haklı değillerdi ama ortada koskocaman bir problem olduğu da ortada. Tarih boyunca sömüren ve sömürülen düzeni hiç değişmedi. Sadece adı değişti oyuncuların. Bir dönem toprak ağası idi, papaz idi, padişah idi, şeyhler dervişler idi şimdi de siyasetçiler. Sadece sıfatlar değişiyor, oyuncular değişiyor ama oyun aynı.


Her neyse kitaba devam. Az kaldı.


  • "Kapitalist sistem satış için mal, yani meta üretimi üzerine kuruludur.

  • Bir metanın değeri üretimi için toplumsal olarak gerekli emek süresi tarafından belirlenir.

  • İşçi üretim araçlarına (toprak, alet, fabrika vb.) sahip değildir.

  • Yaşamak için sahibi olduğu tek metayı, iş gücünü satmalıdır.

  • İş gücünün değeri, başka metaların değerinde olduğu gibi, yeniden üretilmesi için gerekli toplamdır - bu durumda onu hayatta tutmak için gerekli toplamdır.

  • Dolayısı ile işçiye verilen ücret hayatını sürdürmesi için gerekli olana eşittir.

  • Ama bu toplamı işçi iş gününün bir kısmında üretebilir.

  • Bu, işçinin, iş günününü yalnız belli bir kısmında kendisi için çalışması demektir.

  • Geri kalan zamanda patron için çalışacaktır.

  • İşçinin ücret olarak aldığı ile ürettiği metanın değeri arasındaki fark artık değerdir.

  • Artık değer işverene - üretim araçlarının sahibine gider.

  • Kar, faiz ve rantın kaynağıdır.

  • Artık değer, kapitalist sistemde emeğin sömürülmesinin ölçüsüdür." (Sayfa 244-245)

Bu bölüm çok uzadı ve bugünlük devam etmeye gücüm kalmadı. Bu son olur diye düşünmüştüm ama bitiremedim. Kitabın incelemesi kararı aldığımda bu kadar detaylı yazacağımı düşünmemiştim. Kitabı bir kez daha okumuş oldum neredeyse. Neyse ki çok keyifli bir dille yazılmış da sıkılmadan devam edebiliyorum.


Şimdi tam kapatmak üzereyken artık değer'in İngilizcesi neymiş diye kitabın İngilizcesine baktım. Orada 18. bölüm "Working Men of All Countries, Unite!” şeklinde. Yani Marks'ın ünlü sözlerinden birisi. Evet emin olmak için google'dan da teyit ettim. Neden bu başlığı değiştirmişler ki? Çok saçma. Zaten kitabın adına da(MAN’S WORLDLY GOODS ) neden sadık kalınmamış o da ayrı bir konu.


Son olarak artık değer "surplus value" imiş.







bottom of page