top of page

5. Engin Geçtan / İnsan Olmak / Değersizlik Duygusu

Güncelleme tarihi: 1 Kas 2020

Kitabın 5. Bölümüne geldik. 4. Bölümde Öfke ve Düşmanlık konusu işlenmişti bu bölümde çocukluk döneminde yaşadığımız hangi olayların değersiz hissetmemize yol açtığını göreceğiz. Değersiz duygusunun yansımaları ve bizi nasıl etkilediğini anlayacağız. Yine altını çok çizdiğim bir konu elimden geldiği kadar ana hatlarını vermeye çalışacağım.




Bölümün başında insanın güçsüz ve eksik bir canlı olarak dünyaya gelmesi ve bunun normal olduğu hatta bu eksik olma halinin insanları motive ettiğini ve gelişimine katkı sağladığı bilgisi veriliyor. Değersizlik duygusunun bu eksiklik hissinden farklı olduğunu, diğer insanlara göre insanın kendisini değersiz görmesinin sağlıklı olmadığını söylüyor.


Değersizlik duygusu ise yukarıda tanımlanan «normal» eksiklik duygusundan çok farklıdır. İnsanı daha fazla şeyler yapmaya ve yaratmaya güdülemediği gibi, bir kısırdöngünün yaşanmasına da neden olur. Değersizlik duygusu, bir insanın kendisini diğer insanlardan daha değersiz bir varlık olarak algılamasını tanımlar ve kökenini çocukluk yaşantılarından alır. Bir çocuğa değer verilmemesi, onu kendine özgü hakları olan özerk bir varlık olarak tanımama anlamına gelir. Çünkü, bir insana değer vermek, onun gerçeklerini anlamaya çalışmak ve onu olduğu gibi benimseyebilmektir. Ama birçok kişi diğer insanlara değer verdiği sanısıyla aslında kendi narsisist ihtiyaçlarına doyum sağlar.

Neden ana-babalar çocuklarını özerk, ayrı, bağımsız bir birey olarak görmezler. Kitabın tamamında olduğu gibi burada da bu soru geçerli. Cevap ise: "onlar da bu şekilde büyütülmedi ki ne yapsınlar, kendileri de kötü bir çocukluk geçirdiler" oluyor. Yani her birimiz çocuk yetiştirmeyi bilmeyen atalarımızın eserleriyiz.


Çocukken değerli olduğunu hissetmeyince büyüyünce de değişmiyor anlaşılan. Bir insanın gerçeğini anlamak başlı başına bir yazı konusu. Benim çocuğum kim, neyi sever, nelerden hoşlanır, gerçekte o kim, nasıl bir insan? Kafamdaki kalıba uydurmam doğru mu,? İlla ki benim gibi mi olmak zorunda? Benden farklı bir insan olamaz mı, kendisine ait zevkleri, yetenekleri olan bir insan olamaz mı? İşte çocukken bir kalıba sokulmaya çalışıldığımız için, yok sayıldığımız için büyüyünce de kendimizi değersiz görüyoruz. Mesele bu.


Peki, bu böyle mi devam edecek hayır bir çözümü var. Kendine değer vermesini öğrenirsen başkalarına da değer veriyorsun tam zıttı da geçerli eğer başkalarına değer verirsen kendine de değer veriyorsun.


İnsanları aşağıda yada üstte görmek çok sağlıksız. Ülkemizde o kadar yaygın ki bu durum. Herkes ya birisini üstün görüyor ya da aşağıda. Eşitlik konusunda çok sıkıntılarımız var. Sanırım bu demokrasimizin de neden zayıf olduğunun da bir sebebi. Yani çocukluğumuzdan getirdiğimiz travmalar eşitlik duygumuzun da ölmesine sebep oluyor. Kendini küçük görme birilerini de büyük görmeye yol açıyor. Ve ülkemizde bazı insanları tanrılaştırma eğilimimizin de olmasının sebebi buymuş demek ki. Birilerini tapacak kadar aşırı yüceltme eğilimimizin altında kendimizi değersiz görmemiz yatıyormuş demek ki.


Değersizlik duygusuna sahip insanların bazıları tezat oluşturacak şekilde başka insanları değerli görürken bunu yakın çevresine uygulamıyor. Kendini değersiz hisseden bir baba eşine, çocuklarına çok kötü davranabilirken ailesi dışındakilere çok değerlilermiş gibi davranabiliyor.


Bir insanın ne olduğu ile ne olması gerektiği konusundaki tutarsızlığı değersizlik duygularının doğal bir sonucudur.

İş hayatında aradığını bulamayan insanların ortak derdi bu oluyor. İlgi alanında olmayan bir konuda para kazanmaya devam etmek değersizlik duygusunu da pekiştiriyor.


Kişiliğin bireyleşebilmesi için, insanın kendisine ilişkin gerçekleri olabildiğince bilinçlendirebilmesi gerekir. Ne var ki, birçok insan kendini tanımak için çaba göstermeksizin yaşamına anlam katabilmeyi umar ve beklediklerini bulabilmek için bir mucizenin gerçekleşmesini bekler. Oysa insan, gerçeklerini tanıyabildiği oranda kendi siyle uzlaşır ve çevresine karşı da daha hoşgörülü olur. Bunu başaramayan biri ise hoşlanmadığı ve kabul etmediği bilinçdışı benliğini diğer insanlara yansıtır, onları eleştirir ve kınar. Bunu yaparken, aslında, tanımadığı gerçek benliğini seyretmekte olduğunun farkında değildir.

Geldik yine kendini tanıma konusuna. Aslında bir yönüyle insanın değişmesi çok basit. Yeter ki kendini tanımayı başlasın. Bir insan kendini tanımak üzere doğru şeyleri yaparsa illa ki değişecektir. Kendini tanımak neden bu kadar zor? Neden insanlar kendilerinde olumsuz, kötü şeyler olacağını kabul etmiyorlar? Başkalarını suçlamaya harcadığı enerjiyi kendisine yönlendirse her şey daha kolay olacak. Her şeyin başlangıcı, kendisinde var olan olumsuzlukları kabul etmek ve olduğu gibi görmek.


Değersizlik duygusunun cinsel kimliğimiz ve kadın/erkek algımıza da etkisi var. Bazı kadınlar daha değerli olduğunu sandığı erkeksi davranışlara yönelebiliyorken, bazı kadınlar da erkekleri baştan çıkararak bu duygularını telafi etmeye çalışıyorlar. Bazı erkekler daha da erkek gibi davranıp kabalaşabiliyorken, bazısı da kadın avcısı rolüne bürünebiliyor. Bazı erkekler de kadınsı tavırlarla bu eksikliği gideriyor. Kısacası cinsel kimlik konusu da her şey de olduğu gibi bir abartı varsa sorun var demektir.



Bir insan varoluşunun getirdiği sorunlara güvenli ve gerçekçi bir biçimde yaklaşabiliyorsa, değersizlik duyguları yaşamaz. Yenilgiyi de başarı gibi yaşamın doğal bir parçası olarak kabul ettiğinden, karşılaştığı durumlardan ve kendisi ile ilgili gerçeklerden kaçmaz.

Yaşamı, olduğu gibi görebilme yeteneğini kaybetmemek çok önemli. Kendisini sevmeyen, kendisi ile barışık olmayan, yaşadığı hayattan memnun olmayan insan hayatını da yanlış algılıyor. Uzağı göremeyen miyop bir kişi nasıl çevresini sağlıklı gözlere sahip birisi gibi algılayamıyorsa gerçeklik algısı sakatlanmış bir kişi de yaşadığı hayatı aynı şekilde sağlıklı algılayamıyor. Hayatının düzelmesi, algısının arızalı olduğunu anlaması ile başlıyor.


Acı da verse hoşlanmadığımız kendimizle yüzleşebilmeli ve bu yüzden asla kendimizi lanetlememeliyiz. Kendini lanetlemek ya da kendine acımak insanın sorumluluklarını görebilmesini engeller. Güçlülük, yürekli olmayı gerektirir. Yüreklilikse insanın kendi gerçekleriyle yüzleşebilmesini içerir, insanın kendine yabancılaşması pahasına kazanılan güç, gerçek güç değildir. Güçsüzlüğümüzü yaşayabilecek yürekliliği gösterdiğimiz bir anda biri bizi küçümserse, bu onun sorunudur.
Kusurlu bir yanımızla yüzleşip bunu kabul edebilirsek, bu yanımızın bir süre sonra ortadan kalkma olasılığı da artar. Bu çoğu kez bilinçli bir çabayı gerektirebilirse de, bazen çözüm hiç fark etmeden gerçekleşir. Böyle bir süreci başlatmış olmak, insanlarla ilişkilerimizde daha da etkin olmamızı sağlar. Çünkü kendimize hoşgörülü oldukça, diğer insanların kusurlu yanlarını da daha kolay kabul edebiliriz.

Kilit cümleler. Uygulandığı takdirde hayatımızı değiştirebilecek güçte cümleler. Kusurlu yanımızla yüzleşmek demek yani kendini olduğu gibi görmek demek. Kendini ne küçük gör ne de yücelt demek, neysen o. Hatalarınla, kusurlarınla, meziyetlerinle, üstün yönlerinle... her ne ise o şekilde kendini gör demek.


İnsanların çok büyük bir kısmı yaptıkları şeyleri doğru buluyor. Yaptıklarının başkalarına ya da daha önemlisi kendilerine zarar verdiğini göremiyor. O kadar kanıksamışlar ki acaba diye soramıyorlar bir türlü. Neden böyleyim, acaba yaptığım şey yanlış olabilir mi diyemiyorlar. Bunun sebebi bazen zeka azlığı oluyor. Yani ne ne yaşadığının farkına varabilecek ne de yaşadığı hayata anlam verebilecek zekaya sahipler. Zeka konusunda sıkıntısı olmayanlar da diğer insanların kendilerini sırtında taşımasından faydalanıyorlar. Kendilerini çekecek insanlar olduğu sürece kendilerinde bir yanlış görmelerini gerektirecek olumsuz bir şey yaşamamış oluyorlar. Yüzlerine karşı eleştiri yapanlarla kavga edip onlardan uzaklaşıyorlar. Kendileri gerçeklerle yüzleşemedikleri gibi yüzleşme olasılığı doğuran ortamlardan da kaçıyorlar.


Bu satırları okuyan arkadaşım. Sen doğru yoldasın. En azından niyetin belli. Bir şekilde arzuladığın hayatı yaşama ihtimalin var. Ama yukarıda bahsettiğim tür insanlar buna hiçbir zaman kavuşamayacaklar. Odun gelmiş odun gidecekler. En ufak bir insanlık emaresi göstermeden bomboş bir hayat yaşayıp göçüp gidecekler. Sana düşen böyle insanları birkaç kez uyar eğer anlayabilecek ve değişebilecek kapasitesi varsa doğru yolu bulurlar. Yoksa hemen uzaklaş onlardan. Yalnız kalmayı göze alabilecek güçte ol. Maalesef acı gerçek şu ki o kadar az insan gerçekleri görebilecek kadar güce sahip.


Bu bölümde bu şekilde bitiyor. Sonraki bölüm, Kaygı. Orada görüşürüz.



Değersizlik duygusuna sahip insan ömrü boyunca bir pranga gibi taşır o yükü
Değersizlik Duygusu

bottom of page