top of page

Türkiye'nin Gelişmesinin Önündeki Engel: Sivil Toplumun Zayıflığı

Güncelleme tarihi: 29 Mar


Hangi Normlar Gelişmeye Engel

Daron Acemoğlu’nun Dar Koridor kitabını okuduktan sonra onun bir tespiti hakkında düşündüm. Sivil toplum gelişmeden "Dar Koridor"a girmek ve toplumun kültürü ve normları değişmeden sivil toplumun güçlenmesi mümkün değil. Bu çok uzun süren bir süreç. Toplumlar bir anda değişmiyor. Değişimin olması için kurumların bu yönde harekete geçmesi gerekiyor. Toplumun bireylerinin bakış açısının değişmesi gerekiyor.

Bu bilgiler eşliğinde Türkiye'nin sahip olduğu gelişmeyi engelleyici normların ne olabileceği hakkında kafa yordum. Temel olarak hangi normlara sahibiz?

  • Kültürel normlar:

  • Sosyal normlar:

  • Ekonomik normlar:

  • Siyasi normlar:

  • Dini normlar: 

  • Ahlaki normlar: 

  • Estetik normlar: 

  • Çevresel normlar: 

  • Teknolojik normlar: 

  • Sağlıkla ilgili normlar: 

  • Aile Normları:

  • Hukuki normlar: 

  • Etik normlar: 

  • Mesleki Normlar: 

  • Eğitimsel Normlar: 

  • İletişim Normları: 

  • Davranış Normları:  

  • Kişisel Normlar: 

  • Toplumsal Cinsiyet Normları: 

  • Yaş Normları: 

  • Bölgesel Normlar: 

  • Etnik Normlar:.

  • Engellilik Normları:.

  • Medya Normları: 

  • Giyim Normları: 

  • Dil Normları: 

  • Mizah Normları: 

  • Görgü Kuralları: 

  • Tüketim Normları:

  • Manevi Normlar: 

  • Sosyal Medya Normları:

Bir toplumun nasıl bir yapıya sahip olacağını, sahip olduğu değerler ve normlar belirliyor. Bu değerlere ve normlara neden sahip olduğumuz bir tartışma konusu. Yani bir konu hakkında neden bu tür  bir norm geliştirmişiz de başka türlü geliştirmemişiz? Gelenekler, alışkanlıklar, örfler, adetler… Bir şekilde işe yaradığını düşündüğümüz şeyleri yaşamayı tercih etmişiz. Belki zararlı bile olsa, belki ahlaksız da olsa, belki kanunsuz da olsa bir şekilde hayatımıza katmışız. Bu norm ve değerlerle yolumuza devam etmişiz.

Peki Türkiye’de refah içinde, zengin, huzurlu bir şekilde yaşamamızı engelleyen normlar neler? 

Bazı normlar diğerlerine göre daha güçlü. Bazı normlar ülkenin gelişmesi yönünde pozitif veya negatif etkiye sahip değil. Bu sebeple her norma gelişmeyi engelleyici gözüyle bakamayız. Ama bir şekilde ülkede demokrasi kültürünün gelişmesini engelleyen kültürel tutumların, davranışlar, düşüncelerin olduğunu da yaşayarak deneyimliyoruz. Peki, bu köstekleyici şeyler neler?

Hiyerarşiye ve otoriteye saygı

Odaklandığımız konu sivil toplumun güçlenmesi. Sıradan insanın, devletin baskıcı ve tahakküm eden gücü karşısında kendisini bir güç olarak görmesini engelleyen şeyler neler olabilir? Eğer içine doğduğun kültür sana otoriteye saygıyı öğretiyorsa kendini güçlü göremezsin. Hiyerarşinin güçlü olduğu bir toplumdaysan kendi ast olma durumunu içselleştirirsin. Yani birisi sana üstünlük tasladığında bunu yadırgamazsın. Eğer bu üstünlük taslayan devlet olursa o zaman ona itaat etmeyi kendine görev bilirsin. Yani bu konu ile ilgili  önemli normlarımızdan birisi otoriteye itaat diyebiliriz.

Neden Türkiye'de yaşayanların otoriteye saygı konusunu norm haline getirdiğini düşünürsek herhalde bunun en önemli sebebi din olacaktır. Çünkü ülkede yaşayanların çok büyük bir kısmı kendisini müslüman olarak görüyor ve bu din insanlara itaat etmeyi aşılıyor. Din, zaten en güçlü norm oluşturan kurum olması dolayısı ile nereye baksak görebileceğimiz kadar devasa bir cüsseye sahip. Dinle de bağlantılı olan bir devlet yönetme geleneğimiz var. Osmanlıdan kalan bir halk olma anlayışımız var. Sivil toplumun zayıflığının kökenleri Osmanlıya kadar dayanıyor yani.

Toplum İçinde saygın olarak gördüğümüz kişilerin kimler olduğuna bakarsak zaten toplumun otoriteye ve dini kurumlara olan bakışını da görebiliyoruz. Yani en saygın gördüğümüz kişilerin askerler, valiler, hakimler, din adamları olması tesadüf olmasa gerek. 

Kadercilik

Herhalde en güçlü normlarımızın arkasında bu bakış vardır. Bir insanın, bir toplumun kadere inanması kadar o toplumun gelişmesini engelleyici şey olamaz. Yaşadığı her şeyi bir şekilde kadere bağlayan bir zihniyetin yaşadığını sorgulaması mümkün mü? Sahip olduğumuz normların arkasında kadercilik olduğu sürece ilerlememiz mümkün mü? Yaşadığı şeyleri “kısmet”le, “nasip”le açıklayan bir zihin yapısı nasıl gelişebilir? Nasıl bir sivil toplum bilinci oluşturabilir? Ne yaparsa yapsın yaşayacağı hayatı değiştiremeyeceğini düşünen bir zihniyetin bir birey olarak kendi gücüne inanması mümkün değil. 

Az önceki otoriteye itaatte olduğu gibi burada da din etkisini kolayca görebiliyoruz. Toplumun sahip olduğu normların arkasında bu denli güçlü bir kurum olunca felç geçirmiş bir halk yığını ortaya çıkıyor. Yani tahakküm edici devlet karşısında güçlü bir sivil toplum olmanın önünde din en büyük engelleyici durumuna geliyor.

Bu norm, insanların kaderlerine boyun eğmelerini ve kaderlerini değiştirmeye yönelik çaba sarfetmek yerine durumu kabullenmelerini teşvik ediyor. Bu da çalışma ve çabanın önemini gölgede bırakıyor çünkü insanlar kendi kaderlerini değiştirebileceklerine inanmıyorlar.

Kollektifliğe Karşı Bireysellik

Türkiye deyince aklımıza hangisi daha güçlü gelir? Türk insanı kollektif bir yapıya mı sahip bireysel bir yapıya mı? Bir kaç soru sorarak bunu çözmeye çalışalım. Türk insanı risk almayı sever mi; Grubun dışında kaldığında kendini huzurlu hisseder mi; işe gireceği zaman bir “dayı” mı arar, liyakate mi önem verir? 

Ülkemizde sürüden ayrılanı kurtlar kapar lafını içselleştirdiğimizden dolayı sıradan insanlar kendi başına hareket etmekten korkarlar. Sahip olduğumuz kültürel normlar atılım yapmayı engelleyici normlardır. Bir grubun üyesi olarak güvenli limanlarda kalmayı tercih ederiz. Hatta girişimci ruhu olanlara pek de iyi gözlerle bakmayız. Eğer birisi başarılı olmuşsa kesin bir ahlaksızlık vardır gözüyle bakarız.

Bir cemaatin üyesi olmak insanlara güven veriyor. Çocuklarını din eğitimi alsın diye tarikat yurtlarına vermekten insanlar çekinmiyor. Gerçi bunun arkasında sadece dini duyarlılıklar yok. Konunun ekonomi boyutunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Yani sahip olduğumuz normların arkasında din ne kadar kuvvetli bir norm yapıcı ise ekonomi de bir o kadar güçlü.

Sosyal Normlar

Ailenin yapısı direkt olarak toplumun yapısını da belirliyor. Hiçbir norm denizin ortasındaki bir ada gibi değil. Her kurum bir başka kurumu etkiliyor. Belki sahip olduğumuz normların en güçlü taşıyıcısı ailelerimiz. Bir toplumda sivil toplum zayıfsa aslında o toplumda ailede yetişen bireyin zayıf olmasından kaynaklanıyor. Otoriteye saygıyı da, hiyerarşik düzeni de, kaderci olmayı da, bireyselliğin zayıf olmasının da arkasında ailemizde aldığımız norm eğitimi var. 

Tek başına kalmayı beceremediğimiz için ailemizi önemsiyoruz, ailemizi çok önemsediğimiz için ayaklarımızın üstünde durmakta zorlanıyoruz. Sivil toplumun güçlü olması için güçlü bireylere ihtiyaç var. Sorumluluk almayı seçen insanlara ihtiyaç var. Yani bu hayat benim hayatım, hayatımdan ben sorumluyum diyen kişiler olmadan güçlü bir toplum oluşması mümkün değil. Yaşadığı olumsuzluklardan kurtulmak için sürekli bir kurtarıcı bekleyen kişinin toplumun sağlıklı bir üyesi olması mümkün değil.

Sahip olduğumuz normların arkasında tüm bu girift ilişkiler ağı var. Otoriteye saygıyı ailemizde öğreniyoruz, itaat etmeyi, sözden çıkmamayı, babaya saygıyı vs. tüm bu sosyal ilişkiler öğretisi hayatımız da şekillendiriyor. Anne babalar ayakları üstünde durabilen, sorumluluk sahibi, kendi hayatının dizginlerini tutan çocuklar yetiştirmiyorlar. Uzun lafın kısası, çocuk yetiştirme normlarımız sakat.

Peki sorumluluk bilincinden uzak olmak ile din arasında bağlantı kurmayalım mı? Bu hayatın yaşayabileceği tek hayat olduğu bilincinde olmayan, öldükten sonra da yaşayacağını düşünen insan bu hayatı hakkıyla yaşamaya da çalışmıyor. Nasıl olsa bu dünya geçici, bu dünya yalan dünya. O zaman yaşadığı şeyler de çok da ciddiye alınacak şeyler değil. Bu konu bu noktadan kadere de bağlanıyor. Ama sorumluluk sahibi olmak yetişkin olmayı gerektirir. Yetişkin olmak çocukluktan çıkmak demektir. Eğer bir toplumda sivil toplum zayıfsa o toplum çocuklarla dolu demektir. Sürekli birisini elini tutmasını isteyen çocuklarla… Kendi hayatının sorumluluğunu üstlenmeyen çocuklarla… Sürekli korkarak yaşayan çocuklarla… 

Siyasi Normlar

Türkiye'de siyasetin olması gerektiği gibi olduğunu söyleyebilir miyiz? Sıradan insanın siyaseti algılama biçiminin sağlıklı olduğunu söyleyebilir miyiz? O kadar hastalıklı normlarla dolu ki nereyi tutsan elinde kalıyor. En başta siyasetin zenginleşme aracı olarak görülmesi durumu var. Çok büyük bir kesim hırsızlık yapan, rüşvet alan, adam kayıran, ihaleye fesat karıştıran siyasetçinin yaptığına yanlış demiyor. Ahlaki normlarımız çok sakat. Gelişmiş hiçbir ülkede bu durumlar normal karşılanmaz ama biz de karşılanıyor. 

Sadece bu konu üstüne çok sayıda yazı yazdım. Türk toplumu neden böyle? Neden “ahlaksızılık” bizim ülkemizde ahlaksızlık değil? Bu kadar ahlaksızca normlara sahip bir toplumun sivil toplumunun gelişmesi mümkün mü? Devlet algımız da, toplum algımız da, demokrasi algımız da sakat. Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenmiş, o yüzden iki yakamızın bir araya gelmesi mümkün değil. Sadece yanlış siyasi normlarımızı yazsak sayfalar sürer.

Daron Acemoğlu’nun ülkelerin Dar Koridor’a girebilmesi için uzun soluklu bir kültürel dönüşüme ihtiyaçları var tespitinin en önemli iki parametresi varsa, bunlardan birisi dinse diğeri de herhalde ahlak olmalı. Siyasi ahlakımız tam bir bataklık. Eğer bu ülkede bir şeyler değişecekse sıradan insanın siyasete bakışının değişmesiyle olacak.

Neden siyasi normlarımız bu denli sakat konusuna bu yazıda girmeyeceğim. Sadece bir cümle ile şunu söylemek istiyorum. Toplumsal sözleşmemiz yok yada yanlış kurulmuş durumda. Bu ülkede yaşayanların bir toplumun parçası olduklarını düşünmeleri gerekiyor.

Sonuç

Belli başlı norm problemleri olarak bunları tespit ettim. Mutlaka biraz daha kafa yorsam başka şeyler de ekleyebilirim. Genel olarak Daron Acemoğlu’nun Güçlü Devlet - Güçlü Toplum karşılaştırmasını ve bir ülkenin gelişmiş bir ülke olması için ne birisinin ne de diğerinin güçlü olmaması gerektiği tespitini doğru buluyorum. Türkiye’nin güçlü bir sivil topluma sahip  olmadığı gerçeğinden hareketle, güçlü bir toplum olmanın yolunun sahip olduğumuz normları değiştirmek olduğu fikrine katılıyorum. Normlara sahip olmanın çok güçlü temelleri var. Bu normlar kısa sürede ortaya çıkmıyorlar. Bu yüzden de ne kadar sağlıksız olurlarsa olsunlar yaşamaya devam ediyorlar. 

Bu yazıda kullanmadım ama kadınların toplum içindeki algısından tutalım da, kadın cinayetlerine kadar, trafikte kurallara uymamaktan tutalım da sokağa çöp atmaya kadar bir çok konuda hastalıklı normlara sahibiz.  Hiçbir konu birbirinden bağımsız değil. Her şey birbiri ile bağlantılı. 

Değişmeden gelişemeyeceğimiz ortada. Gelişmeye kadar ne kadar dirençli olduğumuz da ortada. Sahip olduğumuz normlara bize zarar verse de sıkıca sarılmış durumdayız. Bir cumhuriyet projesi maalesef başarısızlıkla sonuçlanmak üzere. Aşağıladığımız ve hor gördüğümüz “batı” kültürü sahip olduğu normlarla başka bir evrende yaşamaya devam ediyor. Burada derdim onları yüceltip kendimiz gömmek değil. Ben de batının yanlışlarını biliyorum. Batının mükemmel bir ütopya olmadığının farkındayım. Burada safdillik yapacak halimiz yok. Fakat şunu görmemizi engelleyecek bir durum da yok. Bir sıradan Norveçlinin sıradan bir Türkten  neredeyse 10 kat daha zengin olmasının arkasındaki sebebi görmek zorundayız. Bu durup dururken olmuyor. Kendimizi kandırmaktan bir an önce vazgeçip gerçeklerle yüzleşmek zorundayız.


bottom of page