top of page

Dar Koridor ve Toplumların Ahlakı

Güncelleme tarihi: 29 Mar

Daron Acemoğlu'nun Dar Koridor kitabında bahsettiği güçlü toplum, güçlü devlet kıyaslamasında eğer bir ülkedeki sivil toplum zayıfsa tahakküm edici devletin öne çıkacağı bunun da toplumun refahını olumsuz etkileyeceği tespitinde bulunuyordu. Sivil toplumun zayıf olmasının arkasında toplumun sahip olduğu normların, değerlerin, geleneklerin olduğunu bunların değişmemesi durumunda refah toplumuna ulaşmanın mümkün olmadığını söylüyordu. Kohlberg'in toplumları seviyelendirdiği kuramı ile toplumların sahip oldukları normları ilişkilendirmeye çalıştığımızda karşımıza ne çıkar? Madem toplumların otorite, ceza, yardım, düzene uyma, eleştirel düşünme, insan haklarını önemseme gibi farklı duyarlılıkları toplumların ahlak seviyesini belirliyorsa ve sivil toplumun zayıf kalması da bu bahsedilen kavramlarla ilişkili ise toplumların refah düzeyi ile ahlak arasında nasıl bir ilişki kurulabilir?

Önce Kohlberg'in Ahlak Gelişim Kuramını kısaca özetleyeyim ki bu yazıyı neden yazdığım anlaşılabilsin.

Kohlberg'in ahlak gelişim kuramı, bireylerin yaşadığı deneyimler ve tepkilerinin sonucunda ahlaki düşünme ve davranışlarının geliştiğini açıklar. Kuram, prekonvansiyonel, konvansiyonel ve postkonvansiyonel olmak üzere üç aşamadan oluşuyor. Bu aşamalar, bireyin ahlaki değerlerini ve düşüncelerini farklı seviyelerde ifade ediyor. Toplumdaki ahlaki düzeyler, bireylerin kültürel ve sosyal yapılarına bağlı olarak değişebilir. Genellikle, postkonvansiyonel seviyede olan bireylerin oranı daha düşüktür. Eğitim, kültür ve sosyoekonomik durum gibi faktörler, toplumdaki ahlaki düzeyleri etkileyebilir. Kohlberg'in kuramı, ahlaki eğitimin geliştirilmesi için önemli bir çerçeve sunuyor, ancak bazı eleştirilere de maruz kaldığını da not etmek gerek.

Bu arada okuduğum kaynaklarda “conventional” kelimesini “geleneksel” olarak çevirip “pre-conventional” kelimesi “gelenek öncesi” diye çevirmişlerdi. Bu benim içime sinmedi. Neticede konvansiyonel türkçede de kullanılıyor ama isteyen bu kelimeyi okurken "alışılmış", "kabul görmüş", "yaygın" gibi anlamlarını da zihninde tartsın diye orjinal kelimeyi bozmak istemedim. Çünkü "gelenek öncesi" diye çevrildiğinde anlam tamamen bozuluyor.


Prekonvansiyonel Seviye:

Otoriteye itaat: Kurallara uymak ve cezadan kaçınmak için otoriteye itaat edilir.


Hedonizm: Doğru olan, kişiye zevk veren şeydir.


Enstrümantal değişim: Doğru olan, karşılıklı fayda sağlayan şeydir.

Konvansiyonel Seviye:

İyi çocuk olma: Onay almak için iyi bir çocuk olmak ve kurallara uymak önemlidir.


Yasa ve düzene uyma: Toplumun kurallarına uymak ve düzeni korumak önemlidir.

Postkonvansiyonel Seviye:

Sosyal sözleşme: Kurallar, toplumun en iyisi için oluşturulur ve adil bir şekilde uygulanmalıdır.


Evrensel ahlak ilkeleri: Doğru ve yanlış, kişisel inançlardan veya toplumsal kurallardan bağımsız olarak evrensel ilkeler tarafından belirlenir.


Daron Acemoğlu'nun sivil toplumun nasıl bir durumda olduğunun önemini vurguladığı tespiti üzerine yazdığım bir yazı vardır. Orada (https://www.okundugugibi.com/post/türkiyenin-gelişmesinin-önündeki-nngel-sivil-toplumun-zayıflığı) acaba neden Türkiye'de yaşayan insanların sahip olduğu normların, değerlerin bu şekilde biçimlenmiş olabileceğini tartışmıştım. Dinin çok büyük etkiye sahip olduğunu, özellikle kadercilik ve itaate yönelik bir dine sahip olmanın içselleştirdiğimiz normları güçlü bir şekilde etkilediğini düşündüğümü yazmıştım. Var olanı olduğu gibi kabul etmek, daha iyisine ulaşmak için motive olamamak, kanaatkar olmak, yaşadığı şeyleri “kısmet” ile, “nasip” ile açıklamak sivil toplumun gelişmesini engelliyor, engellemiş demiştim. Tüm bu çıkarımların ardından da Türkiye’nin neden Dar Koridor’a girmesinin zor olduğunu yazmıştım.

Bu konu hakkında düşünmeye ve fikir üretmeye devam ediyorum. Kohlberg’in toplumların ahlakının nasıl oluşabileceğine ışık tutan kuramını okuyunca refah toplumu olmakla ahlak arasındaki ilişkiyi görmenin bir yolunu da görmüş oluyoruz. Arkadaş arası sohbetlerde “ülkemiz çok ahlaksız bir toplum” yada “bu ülkenin gelişememesin sebebi ahlaksız olmamız” vb sözler ederiz ama bu konuyu bazı sağlam temellere oturtarak konuşmanın değerli olduğunu düşünüyorum.

Eğer bir toplum ne kadar prekonvasiyonel ve konvansiyonel aşamasında yoğunlaşan insanlardan oluşursa o toplumun güçlü bir sivil toplum oluşturamayacağını düşünüyorum. Bu üç aşamanın neler olduğunu ve bunların Türkiye'nin Dar Koridor'a girememesinde neden etkili olacağını inceleyelim.  

Prekonvansiyonel Aşama

Prekonvansiyonel aşamada çocuklar, ahlaki kavramları ve kuralları anlamaya başlarlar, ancak ahlaki kararlar verirken kendi çıkarlarını ve ihtiyaçlarını ön planda tutarlar. Bu aşamada çocuklar, ahlaki kuralların otorite figürleri tarafından belirlendiğine inanırlar. Kurallara uymak, cezadan kaçınmak ve otoritenin onayını almak için önemlidir. Doğru ve yanlış, otoritenin ne söylediğine göre belirlenir.

Türk toplumunun dindar ve milliyetçi bir toplum olduğunu biliyoruz. Yapılan araştırmalarda Türkiyenin %94’ünün Allah’a inandığı, %65’inin kendisini dindar olarak tanımladığı, kadınların %73’ünün başörtüsü taktığı gibi bilgilere ulaşmak mümkün. Farklı çalışmalarda +- 2-3 puan farkla durum bu şekilde çıkar. Yani ülkenin dindar ve muhafazakar olduğu konusunda bir tartışma yok. 

Otoriteye itaatin dindar insanlar arasında daha yaygın olacağı da kuşkusuz. Ki kendisini dindar olarak görmeyenler de neticede bu ülke topraklarında yetişen anne babalara sahip ve biz de aile hala çok önem verilen bir kurum. Yani daha çok küçük yaşlardan babaya, devlete itaat ülkenin her kesiminde çok yaygın bir unsur. 

Dindarlıkla çocuk kalma arasındaki ilişki hakkında daha önce bir çok yazımda bahsetmiştim. Kısacası durum şu. Dindar bilinç hayata gelip geçici bir evre olarak bakmak zorunda. Bu dünya bir sınav yeri ve ölüp gittiğimizde eğer iyiysek cennete gideceğiz. Dindarla dindar olmayan arasındaki En önemli fark burada oluşuyor. Dindar bilince sahip kişinin belli bir kaderi olduğu düşüncesi onun davranışlarını belirliyor. Yaşadığı şeylerin arkasında ulu bir güç olduğu için kendisi kendi hayatında çok da etkili bir güce sahip değil. Bir şekilde burada geçici bir süreliğine bulunuyor ve bu süre bitince sonsuza kadar yaşayacağı bir başka yerde gerçek mutluluğa ulaşacak. 

Bu bakışın çocuk kalmakla ilgisi ne? Burada dikkat edersek inisiyatif yok, sorumluluk almak yok. Tam bir edilgenlik hali. Bir kabul etme, itaat etme ve tamahkarlık hali var. Yani ben kendi ayaklarımın üstünde duran bir bireyim algısı yok. Sorumluluk bilinci çok zayıf. Sanki bakımını üstlenen bir ebeveyne sahip çocuk gibi. Kendi kararlarını kendisi almayan bir çocuk gibi. Seçim şansı elinden alınmış, kendisine dayatılanı yaşamak zorunda kalan bir çocuk gibi. Kısacası kendi aklı ile değil de onun sahibi olan birisinin tahakkümü altında yaşayan bir çocuk gibi yaşamak. Bu ahlak seviyesindeki insan sayısının Türkiye'deki en büyük çoğunluğu oluşturduğunu düşünüyorum.

Konvansiyonel Aşama

Kohlberg’in Ahlak Gelişim Kuramına aslında "yetişkin olmanın yolu" kuramı da diyebiliriz. Prekonvansiyon aşamasından sonra konvansiyona geliyoruz. Bu aşamada Çocuklar bilişsel olarak gelişmeye ve sosyal deneyimler yaşamaya başladıkça, ahlaki düşünmelerinde de bir değişim meydana geliyor. Kurallara uymanın sadece cezadan kaçınmak için değil, aynı zamanda toplumda uyumlu bir şekilde yaşayabilmek için de önemli olduğunu anlamaya başlıyorlar. Arkadaşları ve aileleri gibi diğer insanların da ihtiyaçlarını ve isteklerini dikkate almaya başlıyorlar.

Bu aşamada çocuklar, ahlaki kuralların ve normların sadece otorite figürleri tarafından belirlenmediğini, aynı zamanda toplum tarafından da kabul edildiğini anlamaya başlarlar. Konvansiyonel aşamanın iki alt kalemi var: "iyi çocuk olma" ve "yasa ve düzene uyma". İyi çocuk olma aşamasında çocuklar, ahlaki eylemleri "iyi bir çocuk" olma ve ailenin ve toplumun onayını alma arzusu ile motive ederler. Kurallara uymak ve otoriteye saygı göstermek önemlidir. Doğru ve yanlış, toplumun normlarına göre belirlenir.

İkinci olarak yasa ve düzene uyma aşamasında çocuklar, ahlaki eylemleri toplumun yasalarına ve kurallarına uyma arzusu ile motive ederler. Sosyal düzeni korumak ve istikrarı sağlamak önemlidir. Doğru ve yanlış, yasalar tarafından belirlenir.

Bu bilgiler ışığında konuyu ele alalım. Prekonvansiyonel aşamada otoriteye uyma asıl mevzu idi. Burada ise devreye toplum giriyor. Bu aşamada maalesef bir başka problemimizle yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Türkiye'de yaşayanlar gerçekten bir toplum zihniyetine sahip mi? Türk halkı gerçekten kendisini bir toplum gibi hissediyor mu? Çünkü söz konusu konvansiyonel ahlak aşamasına gelmekse bencillikten çıkıp yavaş yavaş birlikte yaşamanın değerini görmemiz gereken bir aşamaya gelmemiz gerekiyor ama Türkiye'de bunu söylemek mümkün mü? 

Türkiye'nin belli başlı fay hatları var. Türk/Kürt; Alevi/Sünni; Dindar/Laik; Cumhuriyetçi/Osmanlıcı vs. Bu ülke topraklarında yaşayanların gerçekten bir toplum olduğunu söylememiz mümkün değil. Her ne kadar ülke kurulurken bir sözleşme ortaya konulmuş olsa da maalesef bu sözleşme bir çok insanın içine sinmemiş ve sonuçta kabul edilmemiş. Bu konu ile ilgili olarak bazı eleştirilerimle birlikte Barış Ünlü’nün yazdığı, Türklük Sözleşmesi kitabı hakkında 8 yazılık bir seri yazmıştım. O seriye şuradan ulaşabilirsiniz: https://www.okundugugibi.com/post/türklük-sözleşmesi-ki-tap-eleşti-ri-si-ve-değerlendi-rmesi

Çok uzatmaya gerek yok. Kendisini toplumun bir parçası gibi hissetmeyen bir grup insandan bahsediyoruz. Bu yüzden rüşvet, torpil, hırsızlık, devlet malını çalma, adam kayırma, liyakatsizlerin görev yapması gibi konular bu ülke insanının çok büyük bir kısmı için sorun değil. Çünkü yasalara inanan bir toplum değiliz. Yasaların insan uydurması olması görüşü çok yaygın. Yasaların Allahın emirlerinin üstüne çıkması fikri birçok insan için rahatsız edici olarak görülüyor. Kendileri direkt olarak dile getirmeseler de yasalara göre yönetilmiyor olmaktan çok da şikayetçi olmuyorlar. İnanılmaz bir kafa karışıklığı içindeler. Bu kafa karışıklığının yansıması da dışarıya ahlaksızlık olarak vuruyor. Yada daha doğrusu Konvansiyonel aşamaya geçen insan sayısı çok azalıyor. Bir oran vermek çok zor ama Türkiye'de bu aşamaya geçenlerin %50’den az olduğunu düşünüyorum. Bir de az sonra göreceğimiz ideal olan ahlak aşaması var ki oraya geçenlerin çok daha az olduğu ortada. Bu da neden sivil toplumun Türkiye'de gelişmediğinin anlaşılmasında yardımcı oluyor.

Peki bu kadar dindar bir toplum, bu kadar çocuk kalmış bir toplum, bu kadar yetişkinlikten uzak bir toplumun 3. aşama ile olan ilişkisi nedir?

Postkonvansiyonel Aşama

Kohlberg'in ahlak gelişim kuramına göre postkonvansiyonel aşama, ahlaki düşünmenin ve davranışın üçüncü ve en yüksek aşamasıdır. Bu aşamada bireyler, ahlaki kuralların ve normların sadece otorite veya toplum tarafından dayatılan kurallar olmadığını, aynı zamanda adalet, eşitlik ve insan hakları gibi evrensel değerlere dayandığını anlarlar. Postkonvansiyonel aşamanın iki alt aşaması var, Sosyal Sözleşme ve Evrensel Ahlak İlkeleri.

Sosyal Sözleşme aşamasında bireyler, ahlaki eylemleri toplumun en iyisi için oluşturulmuş kurallara ve adil bir şekilde uyulmasına bağlı olarak değerlendirirler. Kurallar, adil ve eşit bir şekilde müzakere edilerek oluşturulmalıdır. Doğru ve yanlış, evrensel ahlak ilkelerine göre belirlenir.

Evrensel Ahlak İlkeleri aşamasında bireyler, ahlaki eylemleri evrensel ahlak ilkelerine ve vicdanlarına göre değerlendirirler. Kurallar, adil ve eşit olmasa bile, evrensel ahlak ilkelerine uymak önemlidir. Doğru ve yanlış, kişisel inançlardan veya toplumun normlarından bağımsız olarak evrensel ilkeler tarafından belirlenir.

Postkonvansiyonel aşamadaki bireyler güçlü bir içsel ahlak pusulasına sahiptirler; ahlaki kararlar verirken kendi çıkarlarını ve ihtiyaçlarını göz ardı edebilirler; adil ve eşit davranmaya çalışırlar; evrensel ahlak ilkelerini savunabilirler.

Sonuç

Şimdi 3 aşamayı ve alt aşamalarını bu şekilde sıraladıktan sonra Türkiye'nin bu aşamalardan hangisinde olduğu ile ilgili bir görüş oluşturabiliriz. Postkonvansiyonel aşamanın üstünde çok durmayacağım. Bu aşama için en azından ikinci aşamayı geçmek gerekiyor ve maalesef bizim ülkemiz için bunun söz konusu olması çok düşük bir ihtimal. Bu konu biraz da Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi gibi bir konu. Aşağıdaki temel ihtiyaçlar giderilmeden üst düze ihtiyaçlara sıra gelmediği gibi burada da daha temel ahlaki engellere takılı kalındığında üst düzey ahlaki sorunlar gündeme bile gelmiyor. Adalet, eşitlik, insan hakları gibi konuların gündeme gelmemesi de zaten sivil toplumun neden ortaya çıkamadığının da sebebi. Zaten çok büyük bir grup 1. aşamada takılmışken, ikinci aşamaya geçenlerin de toplum bilinci sorunluyken 3. aşama hayal gibi duruyor. 

Tekrar yazının sonuna geldiğimizde şu soruyu soralım. Refah toplumu olmak için, Dar Koridor’a girmek için güçlü bir sivil topluma ihtiyacımız var. Güçlü sivil toplumun oluşması için toplumun sahip olduğu değerlerin, normların, kuralların da sivil toplumu güçlendirici bir yapıda olması gerekiyor. En başta, ilk ahlak aşaması olan otoriteye saygı unsuru o kadar güçlü ki ikinci aşamaya yani toplumsal değerlerden norm oluşturma aşamasına geçenler çok az. Hadi ikinci aşamaya geçtik diyelim orada da en az ilki kadar büyük bir kayaya kafamızı tosluyoruz. Bu ülkenin uzlaşılmış bir toplum sözleşmesi yok. Kutuplaşma hat safhada. Ortak değerlerimiz ve toplumsal birliğimizi oluşturan şeyler çok yüzeysel. Aşırı bir dindarlaşma ve milliyetçileşme girdabı içinde hapsolmuş durumdayız. Toplumun bu girdaba kapıldığını gören popülist politikacılar da bunun nimetlerinden faydalanıyorlar. 

Sonuç olarak daha önce yazdığım Dar koridorla ilgili yazıdan çok da farklı şeyler söylemedim. İlk yazıda bu topraklarda yaşayanların sivil toplumun güçlenmesini engelleyen hangi değerler, normlara sahip olduklarını incelemeye çalışmıştım. Bu yazıda da bu norm ve değerlerin arkasındaki ahlaki bakışı da ekleyerek konuyu biraz daha açmış oldum. Dar koridora girmeye aday bir ülke olmamızın önünde çok büyük engeller var. Bu şekilde otoriteye itaatin hüküm sürdüğü bir kültürde sivil toplumun güçlenmesi ve tahakküm oluşturan devletin gücünü kıracak yapıya erişmesi çok zor.

İhtiyaç duyduğumuz şey evrilmek. Fakat biliyoruz ki evrim çok yavaş işleyen bir süreç. Geçilmesi gereken aşamalardan geçmeden refah toplumu olabilecek düzeye erişemeyeceğiz. Bugün dar koridor içinde olan Kuzey ve Batı Avrupa ülkelerinin demokrasi tarihleri 300-400 yıl öncesine dayanıyor. Bizimse zorlamayla, iteleme, kakalama ile ancak 100 yıllık hadi bilemedin 200 yıllık bir geçmişimiz var. Yani Daron Acemoğlu'nun işaret ettiği seviyeye gelmemiz için en iyimser tahminle 200 yıldan fazla bir süreye ihtiyacımız var. Fakat bu da belki çok safça bir bakış. Çünkü batının atlattığı zorlukları atlatacağımız düşünerek bu cümleleri kuruyorum. Yani reform ve rönesans aşamalarını yaşayacağımızı düşünerek. Fakat İslam dininin içsel yapısı da bunu engelleyecek özelliklere sahip. En başta inandıklarını söyledikleri kitabın Allah tarafından birinci elden yazıldığını iddia ettikleri için. Yani karşımızdaki engel  kaldırılamayacak kadar büyük bir kaya. Hristiyanlığın geçirdiği evrimi bu yüzden geçirmek çok güç.






bottom of page