top of page

Normlar, Gelenekler, Değerler: Kültür

Güncelleme tarihi: 29 Mar

Daron Acemoğlu'nun Dar Koridor kitabını okuduktan sonra Sivil Toplumun Devlet karşısında güçsüz kalmasının arkasında topluma yerleşmiş olan normların bulunduğunu ve bu normların neler olabileceğini incelediğim bir yazı yazmıştım ama bir şeylerin eksik kaldığını düşünüyorum ve  bu konu hakkında yazmaya devam ediyorum.

Normların kökenleri nasıl bulunabilir? Bir toplumda yerleşmiş olan bir normun, geleneğin, kuralların kaynağını nerede bulabiliriz? Toplumlardaki kültürel unsurların evrimsel psikoloji açısından yorumu nasıl yapılır? Bir toplumda yerleşmiş olan bir norm neden başka türlü değil de o şekilde oluşmuştur?

Bir toplumda bir norm yaşamını sürdürüyorsa bunun anlamı işe yaramasındandır. Yani eğer işe yaramasa hayatını sürdüremezdi. En saçma kurallar bile bir işe yaramak üzere ortaya çıkıyor. Tarih boyunca insanların oluşturduğu saçma kuralların sayısız miktarda olduğunu biliyoruz.

Bir kaç örnek vermek gerekirse Gılgamış Destanından biliyoruz ki (bu uygulama Ortaçağ boyunca feodal Avrupa'da da yaşamaya devam etmiştir) şehrin yöneticisinin kızların bekaretini alma hakkı vardı. Avrupa'daki bu uygulamanın adı;: "ius primae noctis" (ilk gece hakkı).

Yine başka bir örnek bir Afrika kabilesinde evlenecek olan erkek bazı özel durumlarda  evleneceği kadının erkek akrabaları tarafından anal ilişkiye zorlanıyordu bu sayede o kadınla evlenme hakkı kazanıyordu.

Antik Mısır'da, Firavunlar tanrı olarak kabul edilirdi ve sorgulanamazdı. Kedi öldürmek ölümle cezalandırılabilirdi. Soğan ve sarımsak yemek yasaktı.

Orta Çağ Avrupa'sında, Kadınların eğitim alması ve çalışması engellenirdi. Cadılıkla suçlanan kadınlar yakılarak öldürülebilirdi. Düello yapmak yaygın bir uygulamaydı.

Yunan Antik Dönemi’nde, Atina'da sadece erkek vatandaşlar oy kullanma hakkına sahipti, kadınlar ve köleler ise bu hakka sahip değildi. Spartalılar bebeklerini sağlam ve güçlü olmalarını sağlamak için zayıf bebekleri terk ederlerdi. Kurbağa bacakları, Roma İmparatorluğu'nda soylu bir yiyecek olarak kabul edilirdi, ancak köleler tarafından tüketmek yasaktı.

Ortaçağ Japonyası'nda, Samuraylar, kafalarının tepesini kazıyarak ve yanlarını uzun bırakarak "chonmage" adı verilen bir saç modeli yaparlardı. Bu saç modeli, savaşta rakiplerini korkutmak için tasarlanmıştı. Her sosyal sınıfın giymesi gereken belirli giyim kuralları vardı. Örneğin, samuraylar iki kılıç taşıma iznine sahipken, çiftçiler sadece bir bıçak taşıyabilirdi. Toplumdaki hiyerarşiye büyük önem verilirdi. Düşük rütbeli birinin yüksek rütbeli birine saygısızlık etmesi ölümle cezalandırılabilirdi. Samuraylar için onur her şeyden önemliydi. Onurunu kaybeden bir samuray seppuku yaparak intihar etmek zorundaydı.

Çin'de kadın ayaklarını sakat bırakacak denli yapılan saçma uygulamaya "ayak bağlama" veya "nilüfer ayak" denirdi. Bu uygulamada, kız çocuklarının ayakları 3-4 yaşından itibaren sıkı bandajlarla bağlanarak, ayak parmaklarının altına doğru bükülmesi ve ayakların doğal büyümesinin engellenmesi amaçlanırdı. Bu işlem, kadınlara ömür boyu süren dayanılmaz bir acı verirdi.

Kadın sünneti, Afrika'nın bazı bölgelerinde, Orta Doğu'da ve Güneydoğu Asya'da yaygın olarak uygulanmaktadır. UNICEF'in 2021 yılı tahminlerine göre, 30 ülkede 200 milyondan fazla kadın ve kız çocuğu bu uygulamaya maruz kalmıştır.

Son olarak en enteresan saçmalıkların ilk sırasında yer alacak uygulumayı Hindistanda görüyoruz. Dokunulmazlar, kast sisteminin en alt sınıfında yer aldıkları için birçok ayrımcılığa maruz kalırlar. Eğitim, iş, sağlık ve barınma gibi temel haklara erişimde zorluk çekerler. Ayrıca, şiddet ve taciz gibi insan hakları ihlallerine de maruz kalabilirler.

Evrimsel Psikoloji

Toplumların hangi kuralları neden koyduklarının mutlaka kendilerine göre mantıklı bir açıklaması mevcuttur. Şunu biliyoruz ki insan birlikte yaşamak üzere evrimleşmiş. Yani topluluk halinde yaşamayı istiyoruz. Topluluk halinde yaşamak zorundayız. Bununla birlikte topluluk olarak hayatta kalmak hiç kolay değil. Bunun bir bedeli var. Bazı durumlarda çok acımasız bedeller ödeyerek bir arada kalabiliyoruz.

Bu normları bu bedeller karşılığında yarattık. Polisiye romanlarda bir bakış vardır. Eğer bir suç işlenmişse bu suçtan en çok kimin fayda gördüğüne bakılır. Bu normları da bu bakışla değerlendirmek mümkün. Bugün “makul” insana saçma gelen bu normlar, kurallar, adetler, gelenekler mutlaka birisinin yada bir grubun işine yarıyor olmalıydı yada olmalı ki hala bazıları yaşamaya devam ediyor.  

Şu tespiti yapmak çok önemli diye düşünüyorum. Bu normlar bir ara kendilerince mantıklı olduğunu düşündükleri sebeplerden dolayı ortaya çıkmıştı. En saçma, delice, akılsızca olanın bile kendine göre mantıklı bir sebebi vardı. Bir insanın bir insanı yemesi, yamyamlık yapmasının bugün bize akıldışı gelmesini anlıyoruz. O gelenek o toplumda ortaya çıktığında bir şekilde bir amaca hizmet ediyordu. Bir fayda gördüklerini düşünüyorlardı. Bu gelenek, kural, norm ortaya çıktığı dönemde illa ki bir fayda gözetildiği için ortaya çıkmıştı. Fakat bu geleneğin ortaya çıkmasına şahit olmayan kuşaklar bu geleneklerin içine doğuyor ve bu durumu sorgulamıyor. Asıl üstünde durmamız gereken konu bu: İçine doğduğumuz geleneği sorgulamıyoruz.

İnsanların içine doğduğu toplumların kültürlerini değişmez olarak kabul etmesi ve sorgulamadan yaşamalarının sebebi nedir?

Biz böyle evrimleştik. Aslında bu bizim hayatta kalabilmek için sahip olduğumuz bir avantaj. Biz sosyal canlılarız ve bir arada yaşamak zorunda olan canlılarız. Bir arada kalmayı da adına sosyalizasyon dediğimiz şeyle hayata geçiriyoruz. Ailemizden, okullarımızdan, mahallemizden, dinimizden vs. yaşamayı öğreniyoruz. Her doğan her seferinde her şeyi kendi, başına keşfetmiyor. Bizden öncekilerin birikimlerini kullanarak yol haritası olarak bu kültürleri kullanarak yaşama işini başarıyoruz. Maalesef bu sosyalizasyon sırasında öğrendiğimiz milyonlarca iyi şeyin arasında bazı kötü şeyler de bir virus gibi bulaşıyor bize.

Ayrıca yine bir arada yaşama zorunluluğumuzun durup dururken ortaya çıkmadığını görmemiz gerek. Bir arada yaşamanın en büyük avantajı güvenlik sorununu çözmek. Yalnız başına hayatta kalmayı becermek çok daha fazla emek istiyor. Tek başına hayatta kalmak çok riskli. İçine doğduğumuz toplumun güvenli kolları bizler için bir sığınak. Bu sığınak az önceki gibi bizi korurken bir yandan da bize zarar verebilecek kültürel öğeleri de barındırıyor.

Konunun evrimsel boyutunu önemsiyorum. Eğer konuya bu açıdan bakarsak bugün bize saçma, akılsızca gelen kültürel unsurların aslında ne işe yaradığını görebiliyoruz. İnsanın genetik kodlarına işlemiş bir durumdan bahsediyoruz. Bizler içine doğduğumuz topluma uyum sağlamak üzere evrimleşmiş durumdayız. Bazen içine doğduğumuz toplum çok saçma şeyleri inanıyor olsa da bunun dışına çıkmamızı çok zor. Ancak bireysel gücümüzle toplumun saçma gelenekleri ile mücadele edebiliyoruz. 

Bin yıllarca kadınların ikinci sınıf olarak görülmesinin arkasında hiç bir şekilde akıl unsurunu bulamıyoruz. Eğer toplumsal olarak yaşamak zorunda kalan canlı türü olmasaydık insanlık onuruna karşı bir durum sergileyen böyle saçma kültürleri de geliştirmeyecektik. 

Yazının sonuna geldim ama bu yazdıklarımı güçlü devlet, güçlü toplum ikiliği açısından değerlendirerek bitirmek istiyorum. İçine doğduğumuz toplum devleti kutsallaştırmış durumda; otoriteye karşı çok güçlü bir zaafı var; kadercilik yüzünden yaşamını değiştirme motivasyonu düşük; büyüklere saygıyı o kadar önemsiyoruz ki toplumsal saygınlığı olan kurum ve kişilere söz söylemekten korkuyoruz; dini bakış yaşamın her yönünü sarmış durumda. Tüm bunlar bir araya gelince yaşadığımız şey demokrasi bilincinden uzak bir toplum olmamız. Demokrasi ise maalesef bulabildiğimiz en iyi yönetim biçimi.  Yani elimizde olan bu. Bu yönetim biçimi ise doğasında güçlü bir sivil toplumu barındırıyor. Yani eğer bir topluluktaki kişilerin sahip olduğu kültürel unsurlar devleti kutsuyorsa maalesef kötü yönetilmekten başka bir alternatif kalmıyor.

Her saçma şeyin değiştiği gibi bugün içimize işlemiş olan saçma gelenekler de bir gün ortadan kalkacak. Fakat bunun olabilmesi için bir ön koşul var. Öncelikle sahip olduğumuz saçma geleneklerin, normların saçma olduğunu görmek ve kabul etmek. Eğer kadınlar ikinci sınıf olduklarını kabul eden normlara başkaldırmasalar hiç bir şey değişmeyecekti. Eğer köleler köle olma durumlarının tam bir gerizekalılık olduğunu köle sahiplerine göstermeseler durumları değişmeyecekti. Yani yaşanan saçmalığı bir şekilde önce görmek sonra da buna karşı çıkmak gerekiyor.

Türkiyede demokrasinin önünde engel olan bazı gelenekler, normlar var. Otoriteye koşulsuz itaat, kadercilik, aşırı derecede hiyerarşik sistemin onaylanması, sorumluluk almaktan korkmak vb. gibi. Bir şekilde bunların bize zarar verdiği anlaşılmadığı sürece bu normlarla yaşamaya devam edeceğiz. Bir şeylerin değişmesi için önce bu değişimin gerektiğine dair isteğin doğmuş olması gerekiyor. Fakat bu isteğin doğması da yetmiyor. Toplumun genelinin norm değişikliğini kabul edip bu konuda harekete geçmesi öyle kolay olmuyor. Yüzyıllar alan bir evrimsel gelişimden bahsediyoruz. Eğer bu değişim toplumun genelinden gelen bir talep üstüne olmuyorsa, bizim yaşadığımız Cumhuriyetin kurulması deneyimi gibi yarım kalıyor. Bugün hala konulmuş olan çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma hedefinden bu denli uzaksak bunun sebebi bu ülke topraklarında yaşayanların sahip oldukları kültürel alışkanlıklardan vazgeçmek istememeleri.  

Seçenekler Arasından Seçim Yapmak

Bir toplum neden yada nasıl alışkan olduğu bir yaşama biçimini bırakıp da farklı geleneklere yelken açar? Bu konuyu seçimlerimizle açıklayabiliriz. Bir insan seçimlerinin ürünüdür değil mi? Toplumlar da öyle. Seçim yapabilmek için seçeneklerin olması gerekiyor. Seçeneklerin önce var olduğunu görmek ve bilmek sonra da bu seçenekler arasından en uygun olanını seçmek. İşte bir değişimin yada yol almanın formülü bu. Her şey seçeneklerin varlığıyla ortaya çıkıyor. Bir kişinin doğru, sağlıklı, iyi seçimler yapabilmesi için bazı koşulların karşılanmış olması gerekiyor. Seçim yapacak kişinin sahip olduğu birikimler onun nasıl seçimler yapacağını da belirliyor. Aldığı eğitim, zeka seviyesi, görgü miktarı, düşünce biçimi gibi etkenler bir kişinin yaptığı seçimin kalitesini de belirliyor.  Toplumlar için de durum aynı. Bir toplum da sahip olduğu niteliklerle seçim yapıyor. 

Seçenekler arasından bir şey seçmek için önce seçeneklere sahip olmak gerekiyor. Bir toplum neden yada nasıl alışkan olduğu bir yaşama biçimini bırakıp da farklı geleneklere yelken açar? Soruya tekrar dönüyorum. Bu değişimin anahtarı görmekten geçiyor. Yani farklı toplumlarla etkileşim halinde olduğunda, farklı toplumların sahip olduğu değerleri, normları, kuralları gördüğünde ilk aşama için adım atılmış oluyor. Yani kendi sahip olduğundan farklı alternatifleri görmek. Bunu ister kendisi giderek görebilir yada giden birisinden duyabilir. Günümüzde alternatif kültürleri görme olanağımız çok arttı. Artık bizden farklı yaşama biçimleri olduğunu görmemiz kolaylaştı. Bu durumda eğer sahip olduğumuz değerlerden farklı değereler sahip toplumları görürsek en azından değişim için ilk adımı atmış olabiliyoruz.

Farklı kültürleri görmek yetiyor mu? Maalesef yetmiyor çünkü toplumların başka özellikleri devreye giriyor. Bilişsel uyumsuzluk tuzağına düşüyoruz. Yani sahip olduğumuz yanlış düşünceleri değiştirmek yerine bahane üretiyoruz. Kendi grubumuzun haklı olduğunu savunmak için ne kadar irrasyonel olsa da sabit fikirli olarak yanlış normları savunmaya devam ediyoruz.

Eğer bir toplumda norm değişikliği olacaksa bu hiç de kolay olmuyor. Bir sarsıntı yaşanması gerekiyor. Kendi haline bıraktığında maalesef değişim çok yavaş gerçekleşiyor. Sıradan insan ne yaşadığının farkına bile varmadan bir ömrü tüketip gidiyor. İnsanların çok büyük bir kısmı yaşadığı hayatı sorgulamadan kendisine verili olanı olduğu gibi kabul edip bunu deneyimleyip göçüp gidiyor. Başına bir şeyler geliyor ve öylesine, öylece yaşıyor ve ölüyor. Kendi hayatının dizginlerini eline alıp, toplumun değerlerinden ve normlarından sıyrılıp bir hayat kurmak genelde mümkün olmuyor. Bazı toplumlar bazı toplumlara göre ekonomik olarak, yönetimsel olarak, sosyal olarak daha iyi şartlara sahipler.

Birçok toplum içine doğduğu küçük su birikintisinin tüm evren olduğunu zannederek yaşamaya devam ediyor, edecek de. Seçenekleri göstersen de göremeyecek, algılayamayacak, anlam veremeyecek. iki boyutlu bir evrende yaşayan bir canlının üçüncü boyuta anlam verememesi gibi sıradan insanlar bir şeylere maruz kalacaklar ve neye maruz kaldıklarını anlayamadan yaşamaya devam edecekler. Çünkü onların ne yaşadıklarını anlamak için doğru sensörleri yok. Ya zaten bu sensörlere sahip olmadan doğuyorlar (zeka seviyesi gibi)  yada sensörle doğuyorlar ama bu sensörlerin algılama kapasiteleri düşük kalıyor (sosyalizasyon, eğitim gibi) yada sensörlere sahipler ve algılama kapasitesi, de var ama algıladıkları şeyleri uydurma ve hayali sanrılarla yanlış yorumluyorlar (din gibi). 

Sonuç olarak toplumlar sahip oldukları değerler, normlar, inançlar, gelenekleriyle kısacası kültürleri ile bir hayatı deneyimliyorlar. Bazı toplumların yükü çok ağır. Bazı toplumlar gereken donanıma sahip değil. Bazı toplumlar, okyanuslardan bihaber,  içine doğdukları küçük su birikintilerinde yaşamaya devam ediyorlar.  





bottom of page