top of page

Babil Filmi İncelemesi 4. Bölüm Japonya

Güncelleme tarihi: 29 Mar

Babil filmi incelemesine devam ediyorum. İlk yazıda Fas'ta yaşanan olayların Abdullah ve ailesi tarafını ele almıştım. İkincisinde de yine Fas'ta yaşanan olaylar fakat bu sefer Susan ve Richard'ın başına gelen bölümleri yazmıştım. Üçüncü bölümde Richard ve Susan'ın çocuklarının bakıcısı Amelia'nın Meksika bölümlerini yazdım Artık yazı dizisinde sona geldim. Filmin Japonya bağlantısını yazıyorum.

İlk yazının bağlantısı burada: "Babil Filmi İncelemesi 1. Bölüm Fas-Silah"

İkinci yazının bağlantısı: "Babil Filmi İncelemesi 2. Bölüm Fas-Susan"

Üçüncü yazının bağlantısı: "Babil Filmi İncelemesi 3. Bölüm Meksika"

İlk üç yazıda olduğu gibi filmi anlattığım yerler küçük puntolu benim yorumlarım ise büyük puntolu olacak.


ENGELLİLİK/ERGENLİK/CİNSELLİK - HER KÜLTÜRÜN DOĞRUSU KENDİNE - CİNSELLİĞİN BİR GÜÇ KAYNAĞI OLMASI - SIRADAN OLMAYANIN KORKUTUCULUĞU - CİNSELLİK Mİ/KORKU MU? - BOYUMUZU AŞAN HAYAT - İNSANIN BİNBİR HALİ - SEKS İHTİYACI/SEKS YÜKÜ/SEKS DERDİ - ÇAN EĞRİSİ - KÜRESELLİĞİ VERMEK İÇİN Mİ? - HAYATA NASIL TUTUNACAĞIZ? - SONUÇ

JAPONYA - 1

Sahne çok büyük bir spor salonunda yan yana voleybol maçları yapılan bir yere götürüyor bizi. Uzak doğu dili dikkatimizi çekiyor. Japonya mı, Çin Mi, Kore mi diye düşünürken maç yapılan sahalardan birisine odaklanıyor kamera ve maç yapan genç kızların konuşamadığını görüyoruz. Kızlar dilsizler yani ahrazlar. Oyuncularla hakem arasında topun içeride mi dışarıda mı olduğuna dair bir tartışma oluyor ve hakeme sinirlenen kız dilsiz hareketleri ile ben kör değilim dilsizim diyerek bağırınca hakem kırmızı kartla kızı maçtan atıyor. Bu sırada da tribünlerde oturan bir adamı görüyoruz arada bir.

İlk hissettiğim şey ne oldu, kim bunlar, nereden çıktı şimdi duygusu oluyor. Önce çöldeydik sonra Amerika'ya geçtik sonra çöle geri döndük şimdi de büyük ihtimalle Japonya'dayız. Konuyu anlamaya çalışırken kafası karışıyor insanın. Ve önce Arapça, sonra İspanyolca, Sonra İngilizce şimdi de ahraz dili ve büyük ihtimalle Japonca da sırada. Tam bir dil karmaşası.

Sonraki sahnede kızların soyunma odasında maçtan atılan kızlarla arkadaşlarının sohbetlerine tanık oluyoruz. Atılan kız iyi bir oyuncu olmalı ki onun yokluğu sebebi ile yenildiklerini söylüyor arkadaşı. Bir diğer kız da onun seks yapmaması sebebiyle gergin olduğunu söylüyor ve böylece yeni bir konuya dalmış oluyoruz. 

Sonraki sahnede tribündeki adamın oyundan atılan kızın babası olduğunu anlıyoruz. Arabada giderken baba kız konuşuyorlar ama kız babasına tepkili. Annesi gibi olmadığını söylüyor. Sanırım annesi ölmüş. Babası da kendisinin de üzgün olduğunu söylüyor. Kızın verdiği imaj ergen stresi içinde olduğu yönünde. 

Kız sonraki sahnede arkadaşları ile buluşuyor. Yüksek sesli müzik olan gençlerin yemek yediği bir mekan. Kızlar bir yandan yemek yiyip bir yandan da yakın bir masadaki erkekleri süzüyorlar. Bir süre sonra erkeklerden birisi kızların sağır olduğunu bilmeden onlarla konuşmak için yanlarına geliyor. Kızın yanındaki arkadaşı kendisine göre iletişim konusunda daha iyi . Erkeğin biraz daha yavaş konuşması gerektiğini söylemesini istiyor ve bunu duyan çocuk kızların sağır ve dilsiz olduğunu anlayınca özür diler gibi bir hareket yaparak yanlarından uzaklaşıyor.  Kızın hissettiği aşağılanmışlık, hayal kırıklığı gibi duyguları biz de hissediyoruz. Empati yapmamak ve onun hissettiği şeyleri hissetmemek mümkün değil. 

Kızı sonraki sahnede kızlar tuvaletinde arkadaşına bize canavarmışız gibi davranıyorlar diyerek öfkesini ve üzüntüsünü dile getiriyor. Ve tuvalette kilodunu çıkarıyor. Tekrar yemek yedikleri masaya döndüğünde bir başka masadaki başka bir erkeğe cinsel organını gösteriyor. 


ENGELLİLİK/ERGENLİK/CİNSELLİK

Bu karakter çok zor bir karakter. Sanki mükemmel fırtına gibi bir şey. Yani hem annesi ölmüş, hem engelli, hem ergen... Bir insanın hayatı daha ne kadar zor olabilir? Reel anlamda baskı altında ezilme durumu. Yapmak istediklerinle, yapamadıkların arasındaki uçurum...

Bu kız kendini ifade etmek istiyor, diğer genç kızların yaşadıklarını yaşamak istiyor, başkaları tarafından beğenilmek istiyor. Çok sıradan istekler ama onun işi hiç de kolay değil. Kızın cinsel organını göstermesini anlamak yada anlamlandırmak mümkün yada sadece bir ergen çılgınlığı olarak görmek de mümkün. Voleybol maçındaki soyunma odasında yaşanan diyaloğu da hatırlayarak cinsellik, cinsel ilişkiye girme konuları hakkında bir şeyler söylemek de mümkün.

 Cinselliğin her kültürde farklı algılandığı ve yaşandığı ortada. Gelenekler, din gibi ahlak oluşturan kurumlar neyin doğru neyin yanlış olduğunun kültürden kültüre, zamandan zaman değişmesine yol açıyor. Bir toplumda bekaret tabuyken bir diğerinde önemsizleşebiliyor. Bir toplumda küçük yaşlarda cinsellik yaşanabilirken, bir başka toplumda evlenmeden önce girilen ilişkiye günah gözüyle bakılabiliyor. 

HER KÜLTÜRÜN DOĞRUSU KENDİNE

Yine aynı konuya geliyoruz. Yani nasıl ki arkadaşına çocuk emanet etme her kültürde farklıysa cinselliğin nasıl yaşanacağı da her kültürde farklı. Hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu söylemek de mümkün değil. Her toplum kendi yaşadığını doğruymuş gibi algılama eğiliminde ama doğrunun ne olduğu konusunda hemfikir olmak mümkün değil. Aynı konu farklı mekanlarda farklı algılandığı gibi zamana göre de değişiyor. Bugün ayıp olarak görülmeyen bir şey bundan 100 yıl önce ayıptı. Aynen bundan 100 yıl sonra da bugünkü normlarımız değişmiş olacak.

CİNSELLİĞİN BİR GÜÇ KAYNAĞI OLMASI

Filme dönersek. Kız bacak arasını göstererek erkek üstündeki iktidarını sergilemenin yolunu bulmuş olduğunu mu gösteriyor? Bir önceki sahnede kendisini aşağılanmış hisseden kız bu şekilde davranarak erkeklerle dalga geçmenin yolunu bulmuş mu oluyor? Siz benimle dalga geçiyorsunuz ama aslında hepinizin derdi aynı mı demek istiyor? Peki böyle yaparak aslında kendisini de aşağılamış olmuyor mu? 

Kadın erkek ilişkilerinin temeli cinselliğin nasıl yaşanacağı ile çok ilgili. Kadının cinsellikten anladığı şeyle erkeğin ki aynı değil. Cinsellik evrimsel olarak aynı ihtiyaçları gidermek üzere gelişmemiş. Erkeklerin karşı cinsten beklediği şeyle kadınların beklediğinin aynı olmaması sorunlara yol açıyor. Özellikle günümüzde kadın ve erkeğin eşit olduğu fikri birbirinden farklı olan özelliklerin de yok sayılmasına yol açıyor.  Aslına bakacak olursak cinsel ilişkiye girme ihtiyacı iki tür için de eşit. Fakat erkekler konunun skor yönüne odaklanırken kadınlar kalite boyutuna odaklanıyor. Erkekler ve kadınların cinsel açıdan evrimsel olarak farklı ihtiyaçları gidermeye yönelmiş olmalarından dolayı cinsellik algısı da farklı oluyor. 

Erkeklerin önüne gelen her kadınla yatabilme potansiyeli var. Çoğu durumda seçici olmayan bir yönelim bu. Yani ortalama bir erkek önüne gelen her fırsatı değerlendirmek üzerine kurulu bir akıl yapısına sahip. Niteliğe değil niceliğe önem veren bir alt yapı var. Kadınlar bunu keşfettiği anda erkeğin zaafını karşılama potansiyeli artık bir güç haline dönüşmüş oluyor. Yani talep eden her önüne gelenden talep eder hale gelince arz edenin ürünü çok değerli hale geliyor.

Çok kritik bir eşik erkeklerin kurnazlığı sayesinde aşılmış. Erkeğin bu açgözlülüğünün kendisine zarar verdiğini görmüş. Erkekler, on binlerce yıllık bir evrim sonucunda aralarında adı konulmamış bir anlaşma yapmışlar.: Madem kadınlar bu kadar değerli ve onlar için rekabet halindeyiz o zaman onları sahiplenelim. Eğer bir kere bir kadını kendi malım olarak ilan edersem rakibim olarak sen ona bulaşma. Ben de senin sahip olduğun kadına bulaşmayayım. Bunun adına ataerkillik deniliyor. Aslında yapılan şey bildiğin düpedüz mal paylaşımı. Sahip olduğu kadın başkaları tarafından görülmesin diye kapatınca al sana mis gibi bir ittifak. Kadını kapatacaksın ki elindeki en değerli "mal" başkaları tarafından görülmesin. Peki bu "adil düzene" tüm toplumu nasıl ikna edebilirim? Çözüm basit: DİN ile. 

Fakat bu senaryo zamanla işlemez hale geliyor. Özellikle batı medeniyetinde yaşayan kadınlar" durun biraz biz sizin malınız değiliz" diyorlar ve baş kaldırıyorlar. Sorun da o noktada çıkıyor. O güne kadar toplumsal düzenin formülü belli iken artık yepyeni bir durum ortaya çıkıyor.

Biz filme ve kızın davranışına dönelim. Kadının cinsel organı erkekler için kutsal kase haline dönmüş durumda. Ve bunun kadınlar da farkında. Bu kız da konuyu çözmüş ama maalesef onun çok büyük bir dezavantajı var. Şimdi bu dezavantajın detayına inelim. 

SIRADAN OLMAYANIN KORKUTUCULUĞU

Herkes normalden farklı olanları bir parça ürkütücü bulur. Normalden farklı olandan korkarız. Herkes, herkes gibi olmak ister ki kendisini grubun dışında hissetmesin. Bu kızın bir engeli olması normalden farklı olmasına yol açıyor. Dış görünüşünde en ufak fark yok ama yanına geldiğinde farklılık ortaya çıkıyor. Bir genç kız olarak o da diğer kızların yaşadığı şeyleri yaşamak istiyor ama bu olmuyor? Bu gerçekçi bir istek mi? Bu mümkün mü? Mümkün olmadığını bile bile yine de yaşamak istemek doğru mu? Onun diğerlerinden ne eksiği var, ne farkı diyebilecek bir durumda mıyız? Onun da herkes gibi yaşamaya hakkı var diyerek yaşadığı onur kırıcı durumu yumuşatabilir miyiz?

O da diğer bir çok insan gibi kendisinde olmayan bir şeyi isteyebilir. O bir konuda handikap yaşıyor diye onu haklı mı bulmalıyız? Mağdur olanı tutmayı çok seviyoruz. O mağdur olduğu için onu haklı görme eğilimindeyiz. Konuyu duygusal boyutlarından sıyırıp da gerçekte ne olduğunu anlamaya çalışırsak şöyle bir ikilemle karşı karşıyayız.

CİNSELLİK Mİ/KORKU MU?

Erkek için cinsellik önemli,  ortalama bir erkek seçici olmadan hemen hemen her kadınla yatabilir. Fakat bu istek farklı olandan korkuya bile baskın gelebilir mi? Bu örnekte gelemiyor. Çünkü sıradan bir genç erkeğin derdi bir kızla sevgili olmak ve mümkünse onunla sevişebilmek. Bu çok da roket mühendisliği gerektirmeyen bir problem. Fakat engelli bir kızla birlikte olmak çok allak bullak edici. Çünkü bildiğin hiç bir formül işlemiyor. Yepyeni bir deneyim. Ortalama bir kızla baş etmek için hazırlanmış bir çocuğa çözülmesi güç bir problem vermiş oluyorsun. Ve kimse ekstra sorunlarla uğraşmak istemiyor.  

BOYUMUZU AŞAN HAYAT

Halbuki kız, tek derdi sevişmek olan erkekler grubu ile takılacağına daha nezih ortamda ilişki arasa sorun olmayacak ama maalesef sonuçta o da bir ergen. Aklı başında kararlar verecek durumda değil. Aslında "yaşama işine" çözülecek sorunlara bulunabilecek en makul çözüm uğraşı olarak bakabilsek her şey daha kolay olacak ama hayat öyle değil. Çoğunlukla boyumuzdan büyük işler içine dalıp elimize yüzümüze bulaştırıyoruz. Sonra da buna yaşamak diyoruz.

JAPONYA - 2

İlk olarak ses de bir bozukluk olduğunu zannetmeme yol açan bir sahne ile karşılaşıyoruz. Bir muayenehane girişinde ağızlarını oynatan insanları çekiyor kamera ama ses yok. Özellikle, az önceki bağırış çağrışın olduğu bir sahneden sonra bir anda bu sessizlik çok yadırgatıcı. Bu sayede Japon kızın o an çevresini nasıl algıladığını görüyoruz. 

Sonraki sahnede diş hekimini kızın dişlerini incelerken görüyoruz. Kızla çok yakın bir temas içinde, ağzının içine görebilmek için eğilmişken kız dili ile doktoru yalıyor. Adam ne olduğunu tam çözemiyor ve kısa bir süre sonra kız tekrar aynı şeyi yapıyor. Adam kıza ne yaptığını sorunca bu sefer kız doktorun elini kendi cinsel organını tutması için zorluyor. Doktor bu duruma tepki gösteriyor ve kızı muayene odasından kovuyor. 

Bu durum hakkında çok fazla şey demeye gerek yok sanırım. Bir şekilde kız cinselliği takıntı haline getirmiş durumda olduğunu görüyoruz. Kız neden böyle bir durumda şu an için herhangi bir yorum yapmak zor. Bakalım hikaye ne yöne doğru gidecek. 

Bir sonraki sahnede kızı lüks bir apartmana girerken görüyoruz. İki polis kızın babası ile görüşmek için gelmişler. Polisler apartman görevlisinden, "ciddi bir durum olmadığını ona kendisini aradıklarını söylemelerini istediklerini" söylüyorlar ve ayrılıyorlar. Kız evine girdiğinde bir not buluyor. Babası işi çıktığını, geç geleceğini yazmış. Kızın adını da burada öğreniyoruz: Chieko.

Kız evin içinde yürürken bir anda kısa bir süreliğine bir kaç fotoğraf görüyoruz. Bu fotoğraflar okuldan arkadaşları olması muhtemel kızlarla çekilmiş gibi duruyor.

Chieko telefon görüşmesi yapıyor. Chieko’nun bir kız arkadaşı ona geleceğini görüntülü bir arama yaparak bildiriyor. Chieko arkadaşını beklerken TV de geziniyor ve bir haber çok enteresan şekilde karşımıza çıkıyor. Bu haber kız için hiç önemli değil ama filmi izleyen bizler için çok önemli.


Fas, Amerika, Japonya bağlantısı bu noktada canlı bir şekilde karşımıza çıkmış oluyor. Filmin 49. dakikasına gelmiş durumdayız. Polisin şüphelileri sorguladığı bilgisi ekrandan duyulurken Yusuf’un babası ve Yusuf’un fotoğrafları ekranda gözüküyor. Bu olayın bir terör eylemi olduğu düşünülüyor diyor haberde. 

Bu sırada Chieko’nun arkadaşı geliyor ve aynı zamanda Chieko kanalı da değiştiriyor ve şaşkınlık içinde acaba ne oldu diye ortada kalıyoruz. Japonya'da olay Fas'ta bıraktığımız noktanın ilerisinde. Filmin akışında henüz Susan ölüm kalım savaşı verirken anlıyoruz ki ilerleyen sahnelerde vuranlar bir şekilde bulunacak.. Aslında şimdi anlıyoruz ki Amerika'da da zaman Fas'tan ilerideymiş. Çünkü Richard Amelia ile telefonla görüşürken Susan’ın iyi olduğu söylüyordu. Buradan anlıyoruz ki bir şekilde kadını hastaneye ulaştırabilecekler. 

Filmin akışına geri dönelim. Chiekonun arkadaşı polisin verdiği kartı buluyor ve yine mi polisler geldi diye soruyor, Chieko 9 aydır gelmediklerini ve bu seferkilerin farklı olduğunu söylüyor. Annenin ölümünü mü sorguluyorlar diye soruyor arkadaşı, Chieko muhtemelen diyor. Kız arkadaşı babana inanmıyorlar bir türlü diyor. 

Film çok enteresan. Amerika ve Fas bağlantısını anlamak mümkün ama biz bu Japonya'ya neden geldik? Buradaki konu Nasıl Fas’ta yada Amerika’da yaşananlara bağlanacak merakla bekliyorum. Bir de cinsel takıntısı olan bir genç kız ve polisle başı dertte olan bir baba var. Yani yönetmen çok satan her şeyi koymuş filme. Cinsellik, polis bir yanda diğer yanda da tam bir drama. Ve temposu hiç düşmeyen bir film.

Japonya bölümünden iki genç kızın külot giymediklerini öğrenerek ayrılıyoruz. Bu arada Chieko gelen polislerden genç olanı çok yakışıklı bulduğunu da söylüyor aklı bir karış havada kız arkadaşına.

JAPONYA - 3

Filmin 1:05 dakikasındayız ve Japonya’ya geçiyoruz. Filmin ortasına yaklaştık. En son Chieko ve arkadaşı dışarı çıkıyorlardı. Oradan devam ediyoruz. Gençlerin buluştuğu bir meydana geliyorlar ve orada genç erkeklerle tanışıyorlar. Oğlanlardan birisi ona viski veriyor. Viskiden sonra bir pembe hap veriyor. Kız sorgusuz sualsiz bunları içiyor. Hapın etkisi ile aşırı bir mutluluk hali ortaya çıkıyor ve kız uçmaya başlıyor. Bize de bu hissi geçirebilmek için kızın bir salıncakta süzüldüğü görüntüleri gösteriyor yönetmen.



Alkol ve uyuşturucu karışımının sonucu bizim sapıtma dediğimiz şey oluyor. Parktaki eğlence bitince bir metroya biniyorlar ve orada da sapıtık hareketlere devam ediyorlar. Anladığım kadarı ile metro ile şehir merkezine ulaşıyorlar. Bir metropol burası. Çok sayıda insanın bulunduğu kalabalık caddeleri olan bir yere geliyorlar. Buradan bir diskoya geçiyorlar. Kız belli ki ilk kez böyle bir mekana geliyor. 


İnaritu bu simgesel kullanımı her ülke için çok iyi kullanıyor. Yani kısa kısa sahnelerle izleticilere konuların geçtiği coğrafya ile ilgili bilgi vermiş oluyor ve aynı zamanda bizi manipüle de ediyor. Bir ülkenin fakirliğini, geri kalmışlığını , diğerinin keşmekeş içinde olmasını ve son olarak burada da kalabalık ve teknolojinin baskınlığını.

Sonraki sahnede yönetmen ses oyunu yapıyor bize. Parktan başlayarak devam eden müzik metroda biraz kısılmıştı ve diskoya girene kadar ses yavaş yavaş arttı ve diskoda yüksek seviyeye ulaştı ama Chiekonun algılamasını bize anlatmak için bir anda tüm sesleri kesti.

İnsanı sarsan bir etki yaratıyor. Bizim gibi duyma olayını normal gören kişiler için sesin aniden kesilmesi duymayan insanlarla empati yapmamız için bir fırsat olmuş oluyor. 

Diskoların olayı nedir? Çok yüksek bir müzik eşliğinde dans edersin. Kulağı duymayan bir kişi bu mekanı nasıl algılar.? Müziği duyamıyor ama çevresindeki herkes dans ediyorlar, Neden? Neden bu kadar insan belli ritmik hareketleri yapıyor? Onları böyle şeyler yapmaya iten şey nasıl bir şey olabilir?

Yönetmen buradaki sahneleri uzun tutmuş. Kızın önce yaşadığı şaşkınlığı sonra yavaş yavaş kendinden geçmesini görüyoruz. Çevrede algıladığı yanıp sönen ışıkların ve sürekli zıplayan insanların baş döndürücü etkisi ilaçla birleşiyor. Aslında ne olacağını tahmin edebiliyoruz. Bu kadar sarhoşluğun ve kendinden geçmenin gideceği yer tahmin edilebilir.

Ama yönetmen bir ters köşe daha yapıyor. Chieko’nun ilgilendiği erkek kız arkadaşı ile öpüşmeye başlıyor. Bu Chieko için tam bir hayal kırıklığı. Halbuki o çocukla Chieko’nun öpüşmesi gerekiyordu. En azından son 5 dakikadır filmin akış yönü böyleydi. Fakat sonuç,  ne Chieko’nun ne de bizim beklediğimiz gibi oldu. Chieko büyük bir hayal kırıklığı ile mekandan ayrılıyor.

İNSANIN BİNBİR HALİ

Yakın kız arkadaşının Chieko’nun yakınlaştığı erkeği elinden kapması bize ne anlatıyor? Gerçekten çok garip bir canlı türüyüz. Bu film boyunca bir çok çeşit insan ilişkisi biçimi görüyoruz. Bencillikler, özveriler, yardımlaşma, adam satma, aptallık, eğlence… Yani iyi yönde de kötü yönde de yapabileceklerimizin sınırı yok. Bizden her şey beklenir. 

Chieko’nun kız arkadaşının Chieko’ya attığı haince bakışın arkasında ne olabilir? O bakışta kıskançlık mı var, öç alma mı var? Chieko’nun kıskanılacak özellikleri olmalı ki kız arkadaşı elinden erkeğini aldığında gözünde o keyif oluşabilsin. Chieko henüz hazır olmadığı bir savaşı kaybediyor. İşin kötü tarafı büyük ihtimalle bir "savaş" içinde olduğunun bile farkında değil. O kendi dünyasında, hayatla baş etmeye çalışan bir ergen sadece. Üstelik engelli, üstelik kısa bir süre önce annesini kaybetmiş. "Yaşama işini" bir savaş olarak algılamak ne kadar doğru bilmiyorum ama bir çok insanın böyle algıladığını düşünüyorum.

Diş hekiminde kendisini hekime elletmeye çalışması zaten cinselliğin takıntı boyutuna geldiğini gösteriyordu bize. Sevilme ihtiyacını yanlış bir yöne sevketmiş gibi duruyor. Sanırım aslında istediği şey, sevişmekten çok sevilmek ama bunu yanlış bir şekilde çözmeye çalışıyor.  

Sonraki sahnede tekrar sessizlik. Chieko sokakta yarı kendinden geçmiş yürüyor. Sokak kendi temposunda akarken o sessizce yürümeye devam ediyor ve oturduğu yere ulaşıyor. Apartman görevlisine sabah babasını soruşturan polisin kartını veriyor ve aramasını istiyor. 

Bu seferki Japonya bölümü oldukça uzun sürdü. Filmin 1:15 dakikasına geldik. Yani ortasını geçmiş olduk. Ve sahne tekrar Fas’a dönmüş oldu.

JAPONYA - 4

1:34 de sahne Japonya’ya geçiyor. En son polisin gelmesi için görevliden yardım istemişti. Chieko’nun annesi olduğunu düşündüğümüz bir kadınla açılıyor sahne. Ve yine sessizliğin yadırgatıcılığı. Kapı zili sesiyle sessizlik bozuluyor. Chieko Kedinin hareketlenmesi ile kapının çaldığını anlıyor.

Polis içeri giriyor ve konuşmaya başlıyorlar. Polisin zenginlik karşısındaki şaşkınlığını görüyoruz. Chieko bir kağıda babam annemi öldürmedi annem intihar etti diye yazıyor ama polis şaşırıyor. Birlikte balkona çıkıyorlar, çok güzel bir şehir manzarası var. Bana New York fotoğraflarını hatırlattı bu ışık ormanı.



Balkona çıktıklarında annesinin atladığını gördüğünü yazdığı bir kağıdı polise uzatıyor. Polis duyduklarına anlam veremediğini söylüyor. Evin içinden gelen bir ışık alarmı ile Chieko balkondan eve geçiyor. Sanırım telefon çalma sinyali bu. Bu sırada polis evi dolaşıyor. Duvarlarda hayvan başları asılı. Ve yanlarında da Chieko’nun babasının fotoğrafları var. Bu fotoğraflar arasında Hasan’la çekilmiş olan da duruyor. Ölü bir geyiğin başında fotoğraf çekilmişler. 

Polis fotoğraflara bakarken Chieko elinde çayla gelince anlıyoruz ki o ışık alarmı suyun kaynaması ile ilgiliymiş. Polis Chieko’ya baban hala ava çıkıyor mu diye soruyor. Chieko kafasıyla hayır benzeri bir hareket yazıp kağıda da kısa bir şey yazıp polise uzatıyor. Polis, babanın adına kayıtlı bir silahla bir kaza yaşandı diyor. O yüzden onunla konuşmak istiyoruz diyor. Chieko şaşırıyor anlaşılan o ana kadar polislerin annesinin ölümü ile ilgili konuşmak istediklerini düşünüyordu bu yeni bilgi onu şaşırttı.

Polise babasının hapse girip girmeyeceğini soruyor. Polis, Merak etme hapse girmeyecek sadece konuşmak istiyoruz diyor. Polis işinin bittiğini söyleyerek ayrılmak üzere ayağa kalkıyor ama Chieko kalmasını işaret ederek odadan çıkıyor ve döndüğünde çıplak bir halde polisin karşısına çıkıyor. Polis ne yapıyorsun derken kız ona yaklaşıyor ve adamın ellerini memesine değdirmesini sağlıyor. Adam sen daha küçük bir kızsın diyerek itiraz ediyor. Kız ısrar edince polis daha sert bir şekilde kızı reddediyor. 

Chieko kendinden, yaptığından utanarak ağlamaya başlıyor. Polis bu duruma kayıtsız kalamıyor ve şefkatli bir şekilde kızı kucaklayıp, başını göğsüne dayıyor. Sahne bu şekilde bitiyor.

SEKS İHTİYACI/SEKS YÜKÜ/SEKS DERDİ

Chieko bir şekilde kiminle olursa olsun seks yapma derdinde. Ne yapıp edip sanki bu "yükten", bu "dertten" kurtulmak istiyor. Fakat o kadar uygunsuz zamanlarda, o kadar uygunsuz kişilerle bu ihtiyacını gidermek için girişimde bulunuyor ki her defasında duvara tosluyor. Yaşı biraz büyük olsa, herhangi bir engeli olmasa çok kolay çözeceği bir durum bir türlü çözülemeyecek bir bulmacaya dönüşmüş durumda.  Seks yapmak için seçtiği kişilerim kimliği dikkat çekici. Aslında gizliden gizliye toplumsal statüsü yüksek olan kişileri kendisi ile cinsellik yaşamaya zorlayarak olmayacak duaya amin dediğini kendisi de bilinç dışında biliyor olmalı. Muayenehanesinde çalışan bir diş hekimi, görev başında bir polis bu kişilerin herhangi bir ortalama erkekten durumları da, pozisyonları da farklı. Sanırım onun derdi herhangi bir erkekle birlikte olmak değil statüsü olan bir erkekle birlikte olmak. Aslında burada başka bir sıkıntı, kritik nokta var.

ÇAN EĞRİSİ

Şimdiye kadar erkekleri seks peşinde koşan, aklı fikri cinsellikte olan tipler gibi yazdım ama bu filmde en azından iki erkek bu teorimi yanlışlayan şeyler yaptılar. O zaman benim yazdıklarım anlamsız mı? İlk olarak, ısrarla ortalama erkek, sıradan erkek yazmamın sebebi buydu. Yani çan eğrisine göre her çeşit erkeği var olduğunu biliyoruz. Bazı erkekler hiç cinsellikle ilgilenmezken, bazı erkekler kendi kızlarını bile cinsel bir "obje" olarak görebilir. (Özellikle obje diyorum çünkü karakteri olan, yaşayan bir canlı olarak görmediklerini bu sayede kendi öz kızı bile olsa tecavüz etme konusunda sorun yaşamadıklarını düşünüyorum. Diğer türlü insanın kendi kızına cinsel istek duyması hayvanlığın en büyük göstergesi.) Bu filmdeki kızı reddeden erkekler neyse ki hala bir parça aklın olduğu yönünde bize umut veren tipler. Bu senaryo Türkiye'de yazılsa böyle olacağını garanti etmek güç. Önünde çırılçıplak duran bir genç kıza 30’lu yaşlarında bir polisin her zaman kayıtsız kalacağının garantisini vermek o kadar da kolay değil. Bu tip durumlarda çan eğrisini her zaman akılda tutmak gerekiyor.

JAPONYA - 5

Filmde 2. saate gelmek üzereyiz. Sahne Japonya'ya dönüyor.

Chieko ve polis koltuklarda oturuyorlar. Polis "özür dilemene gerek yok" diyerek kızın elini tutuyor. Kız da bu eli özenle tutup yanaklarına getiriyor. Sonra bir kağıda bir şeyler yazıp iyice katladıktan sonra adamın eline koyuyor ve adamın elini yumruk yaptırıyor. Yani yazdıklarını hemen okumasını istemediğini anlıyoruz. Polis okumak için kağıdı açmaya çalışınca kız izin vermiyor ve adamın cebine koyuyor.

Chieko üstündeki ceketi polise geri veriyor ve çıplak kalıyor tekrar. Polis hoşçakal diyerek ayrılıyor yanından. Chieko odanın ortasında öylece kalakalıyor.


Sahne birkaç Japonya sokak görüntüsünden sonra değişiyor.

JAPONYA - 6

2:08’e geldik. Chieko’yu evde çıplak ve yalnız bırakan polis asansörde gözüküyor. O asansörden çıktığı anda apartmana Chieko’nun babası giriyor. Polisle baba konuşuyorlar. Polis adama tüfeği soruyor. Baba bir ara sahip olduğunu söylüyor. Hasan’a iyi bir rehberlik yaptığı için minnetini göstermek üzere verdiğini anlatıyor. Polis silahın bir cinayet girişiminde kullanıldığını Fas hükümetinin silahı bir karaborsa ticaretinde kullanılıp kullanılmadığını öğrenmek istediğini söylüyor. Baba kendisi hakkında bir suçlama olup olmadığını soruyor. Yok ama bir ara karakola gelmeniz gerekebilir diyor polis.

Ayrılırken polis, kızınızdan,  karınızın balkondan atlayarak öldüğünü öğrendim üzüntümü bildirmek isterim diyor. Babanın canı sıkılıyor ve balkondan atlamadı kafasına kurşun sıkarak intihar etti diyor. Onu kızım buldu diyor. Bunu defalarca polise anlattım diyor.

KÜRESELLİĞİ VERMEK İÇİN Mİ?

Chieko annesinin intiharı hakkında neden yalan söyledi? Aslında kendisi mi o şekilde intihar etmeyi planlıyor? Bir çocuğun annesinin ölü bedenini görmesi onun üzerinde nasıl bir etki bırakır? Engelli olarak hayata karşı dezavantajları olan bir kız annesinin ölümüyle nasıl baş eder? Baş edebilir mi? Chieko çok zengin bir ailede, babası sırf zevk için hayvan öldüren bir “insan”, annesinin ne iş yaptığını bilmiyoruz, neden öldüğünü bilmiyoruz? Bir çok şey havada kalmış durumda. Zaten filmdeki Japonya bağlantısı da o kadar zayıf ki.

Yönetmenin Japonya'yı kullanarak dünyanın küreselliğini bize göstermek istediğini düşünüyorum. Başka türlü bir anlamı yok. Yani bu sahneleri de filme ekleyerek nereden, nereye duygusu yaşamamızı istemiş olmalı. Dolayısı ile Chieko ile ilgili, yaşadıkları ile ilgili çok derin analizler yapmaya gerek var mı bilemiyorum. Yine de şu soru geçerli: neden filmin dörtte birini kapsayacak kadar çok biz bu sahneleri izledik? Tüm bunlardan ne görmüş olduk, ne öğrendik, ne aldık? 

Polis özür dileyerek Chieko'nun babasının yanından ayrılıyor. Baba asansörle evine çıkarken poliste sokakta yürürken görülüyor. Sonraki sahnede polisi bir barda içerken görüyoruz. Cebinden kızın verdiği notu çıkarıyor. Uzunca bir yazı yazmış kız onu okumaya başlıyor. Bu sırada televizyonda Fas’taki olayla ilgili haber veriliyor.




Kızın notta ne yazdığını çok merak ediyorum ama biz göremiyoruz. Oldukça uzun bir yazı. Yani bir kaç kelimeden oluşan bir not değil. İnsan, bu hikaye ile bağlantılı olması gerekiyor diye düşünüyor. Sadece tek bağlantı Fas'ta bir kadını yaralayan silahın bir Japon'a ait olması olmamalı. Eğer kızın yazdığı şey bir itirafsa, yani aslında annesini kazara kendisinin öldürdüğünü yazdıysa bu hiç şaşırtıcı olmaz. Hatta belki kaza değildi belki de bilinçli şekilde vurdu ve sonra intihar ettiğini söyledi. Bir şekilde o silahın cinayet silahı (yada intihar da olabilir) olduğunu bilen babası da evden onu uzaklaştırmak istedi. 

Fotoğrafını çekip google ile tercüme etmeye çalıştım ve bölük pörçük bir kaç kelimeyi çevirdi. Çevirince az önceki spekülasyonlarımın doğru olmadığını anladım. Metinin parça parça çevirisi şu şekilde: ”İnsanlar nasıl bağlanır”; “işe yarayıp yaramayacağını bilmiyorum ama”; “onu bulmam lazım”; “onlardan bir mesajım var”; “annem tarafından çok sevildim”. Bu küçücük alıntılar bize az da olsa bir izlenim veriyor. Büyük ihtimalle yanlış bir yolda olduğunu fark ettiğini yazıyor ve hayata tutunmak için elinden geleni yapacağını söylüyor. 

Polisin izlediği haberden "bu sabah silahla yaralanan Susan Jones Casablanca'daki hastaneden taburcu edildi" bilgisini alıyoruz.. "5 gündür devam eden telefon görüşmelerinin ardından Amerikalılar mutlu sona ulaştı"' diyor.

Yani Japonya'daki olaylar Fas ve Meksika ile eşgüdümlü değilmiş. Gerçi Meksika'daki olaylar da eşgüdümlü değildi. Meksika'daki olaylar Susan hastaneye kaldırıldıktan sonra yaşanmaya başlamış. Hatta belki bir gün sonra çünkü ikinci telefon görüşmelerini Amelia yataktan kalkıyor ve ondan sonra konuşuyorlardı böylece iznini kullanamayacağını öğreniyordu. 

Barda oturan polisin izlediği haberin arkasından görüntü Chieko’nun babasına geçiyor. Baba eve giriyor ve kızına bakınıyor. Onu balkonda çıplak şekilde dikilirken buluyor. Yavaşça kızın yanına yürüyor. Chieko onu görünce elini tutuyor. Ve sonra dönüp sarılıyor. Babası da sevgi dolu bir şekilde kucaklıyor onu.



Film bu sahneyle bitiyor. Son yazı filmin odak noktalarından birisine işaret ediyor: Çocuklara.



HAYATA NASIL TUTUNACAĞIZ?

Meksika bölümlerinin bitişinde de hiddetlenmiştim ama burada da yakın bir duyguya kapılıyor insan. Aradaki fark çok zengin bir ailenin ferdinin yaşadığı kötü bir hayat. Bu zenginlik içinde bile hayata tutunmak ne kadar zor. Başkalarının hayatını dışarıdan görüyoruz ve çok yüzeysel bilgilerle yargılarda bulunuyoruz. Meksika'da 16 yıl ömrünü verdiği çocuklardan bir kalemde ayrılmak zorunda kalan bir Amelia vardı. Belki hayata tutunabilmek için kendi çocuğunu bile yetiştirme imkanı bulamadı. Para için başkasının çocuklarını büyüttü. 

Burada da bir zenginlik var ama mutsuzluk da var. Hayatı doya doya yaşayamamak var.

Fas da olanların durumu daha da içler acısı. Dağın başında yaşayan küçücük bir grup insan. Belki ömrü boyunca sadece 50-100 kişi ile muhatap olup göçüp gidecek bir grup insan. Ve bir şekilde amacı dışında kullanılan bir silah. Nasıl bir hayat bu? Bir yerde hormonlarına söz geçiremeyip kız kardeşini dikizleyen bir çocuk, bir başka yerde hormonlarına söz geçiremeyip orada burada cinsel organını gösteren, kendisini elleten bir başka çocuk. Birisi fakirliğin dip noktası diğeri oldukça zengin bir ortam. Ama sorunlar benzer: Hayata nasıl tutunacağız?

SONUÇ

Bu film insana hayati sorgulatması bakımından çok değerli. Her kültür kendine has kurallar geliştiriyor. Ortak noktamız şu: hayatta kalmak için ne gerekiyorsa onu yapıyoruz. Çoğu zaman yanlış kararlar veriyoruz. Çoğunlukla etkide bulunamayacağımız şartların diktası altındayız. Seçmediğimiz şeyleri yaşamak zorunda olan canlılarız. Bu dünya adil değil ve bunun da farkındayız ama bu adaletsizliğe rağmen yaşamanın yollarını buluyoruz yada daha doğrusu bulmak için çabalıyoruz. Başımıza bir şeyler geliyor, çoğunlukla tamamen tesadüfen orada olduğumuz için geliyor. Yani iyi yada kötü, doğru yada yanlış bir sebebi yok sadece yaşıyoruz. Yani yaşamaya maruz kalıyoruz. Bizim seçimimiz olmayan şey başımıza geliveriyor. 

Binlerce yolunda giden şeyi farkına bile varmadan yaşayıp gidiyoruz. Ne zaman ki canımızı yakan, bize zararı dokunan bir şey yaşıyoruz işte o şey dünyanın merkezi haline geliyor. Kısacası her şey yolunda gittiği sürece sorun yok. 


bottom of page