Değişim Arzusu ile Hayatın Gerçekliği Arasında
- Okunduğu Gibi
- 4 Eyl
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 7 gün önce
Ölüm Korkusunun Gölgesinde Anlam Arayışı

Kendimi boşlukta hissediyorum. Son iki aydır hayat bana hızlı değişim arzumun aslında ne kadar zor olduğunu gösterdi. Kendi içimde bir sürü şey yaşadım. İçimde hem umut hem de hayal kırıklığı bir aradaydı. Bir şeylerin değişmesini çok istedim ve hem de hızlı bir değişim olsun istedim ama sanırım hayatın acı gerçeği yüzüme çarptı.
Evet, değişmek istiyorum. Evet, yolunda gitmeyen şeyler var. Evet, belki değişeceğim de. Ama maalesef hayatın kendi akış hızı var. Ben bazı şeylerin hemen şimdi olmasını istiyorum ama belki hiçbir zaman olmayabilir de.
İçinde bulunduğum halden memnun değilim. Farklı olmak istiyorum. Şu ana kadar yapamadıklarımı yapmak istiyorum. Derin bir ölüm korkusu içindeyim. Zamanın hızla geçtiğini görüyorum ve bu bende çok güçlü bir ölüm korkusu yaratıyor. Yapmak istediklerimi yapamadan ölmek istemiyorum. Kalan zamanımda çok iyi yaşamak istiyorum. Bunu yapabilecek güce ve yeteneğe sahip miyim bilmiyorum. İçimden gelen his yapabileceğim doğrultusunda ama maalesef bu sadece bana bağlı değil.
Ben de diğer insanlar gibi etkileşim halindeyim ve çözemediğim şeylerin bir kısmı da diğer insanlar. Ben değişsem bile diğerleri her zamanki gibi kalacak. İçimdeki kötü his beni gerçekten anlayacak insanı bulamamak. Sanki bu hiç gerçekci bir istek değilmiş gibime geliyor. Sanki dünya üzerinde benimle aynı frekansta kimse yokmuş gibi hissediyorum. Bunun doğru olmadığını tahmin ediyorum.
İlla ki bir yerde dürüst, şeffaf, duyguları ile temas etmeye çabalayan, olduğu gibi olmaya çalışan, kendisini gerçekleştirme derdinde olan insan var. Bir yerde sahte ve yapmacık değil gerçek ve doyurucu ilişkiler kurabilecek kişi var. Bir yerde neden yaşıyorum, ne yapıyorum, neden buradayım diyen bir kişi var. Bir yerde birlikte olduğu insanı yüceltmek isteyen, birlikte inşa etmek isteyen kişi var. Mutlaka olmalı. Sorun şu ki böyle kişilerin ancak filmlerde, romanlarda, bir araya geldiklerini görüyoruz. Gerçek hayatta tesadüfen karşına çıkacak kişiyi bulman ve ayağına gelen o kısacık fırsatı kaçırman o kadar olası ki.
Tabi ki bir yerde bir kişi var. Hatta bir çok kişi var. Bu kişiler de aynen benim gibi kendilerini anlayacak insan arayışındalar. Ama nerede, ne zaman, nasıl bir araya gelinebilir ki. Her birimizin kendine ait dertleri, telaşı, hengamesi var. Her birimiz bize biçilen rolleri yerine getirerek yolumuza devam ediyoruz.
Para kazanmak, işe gitmek, buzdolabını doldurmak, çocuklarımızı büyütmek… Günlük yaşamın yükümlülükleri hepimizi aynı sert gerçeklikle karşı karşıya bırakıyor. Hayat taş gibi duruyor. Bundan 100 bin yıl önceki atalarımızdan aslında çok da farklı değiliz: onlar da hayatta kalmak için çabalıyordu, biz de. Tek fark, onların bunu yüz kişilik topluluklarda dayanışarak yapmalarıydı. Biz ise milyonluk şehirlerde yaşıyor, temas ettiğimiz insanların yalnızca milyonda birkaçını tanıyarak ayakta kalmaya çalışıyoruz.
Ve çoğu zaman sonuç: yabancılaşma ve yalnızlık. Ama belki bu hisleri paylaşmak bile bir bağın başlangıcıdır.
