top of page

Ana Hatlarıyla Logoterapi - 5. Bölüm

Logoterapi’ye devam ediyoruz. Varoluşsal Boşluk, Hayatın Anlamı, Varoluşun Özü başlıklarını geçtik. Viktor Frankl hayatın anlamını keşfedebilmek için 3 yol olduğunu söylüyordu. Birincisi üretmek ve iş yapmak ikincisi deneyimlemek, temas etmek, son yol ise acıya karşı takındığımız tavır diyordu. Bu yazı dolayısı ile Sevginin Anlamı başlığı ile başlıyor. Benim kişisel görüşüm sevgiye gereğinden fazla değer biçtiği yönünde. 

Buradan bir alıntı yapmayacağım zaten iki kısa paragraf yazmış. Bir başkasını sevmek ve başkası tarafından sevilmenin çok ideal bir durum olduğunu biliyorum ama maalesef çok gerçekci bulamıyorum. Sevginin bir  ütopya olduğunu düşünüyorum. 

Sayfa 118

“Ancak anlam bulmak için acı çekmenin hiçbir şekilde gerekli olmadığını açıkça belirtmeme izin verin. Ben sadece anlamın acıya rağmen mümkün olduğunda ısrar ediyorum - tabii ki acının kaçınılmaz olması koşuluyla. Bununla birlikte, kaçınılabilir olsaydı, yapılacak anlamlı şey, ister psikolojik, ister biyolojik veya politik olsun, nedenini ortadan kaldırmak olurdu. Gereksiz yere acı çekmek kahramanlıktan ziyade mazoşistliktir.”

Daha önce de bu konuya değinmiştik. Eğer acı kaçınılmazsa bu durumdan bile bir anlam çıkarmaktan bahsediyor. Diğer türlü acı için yaşamak gibi arabesk bir tutum yok. Kitabın önsözündeki “yaşamak acı çekmektir” tespiti o zaman da hoşuma gitmemişti hala irrite edici buluyorum ama bu paragraftan da anlaşılacağı gibi Frankl tüm aklı başında insanların söyleyeceği gibi eğer imkanınız varsa acının nedenini ortadan kaldırmak gerektiğini söylüyor.

Açıkcası acı ile ilgili tespitlerine çok fazla katıldığımı söyleyemem. Büyük ihtimalle onun acı ile kastettiği şeyle benim anladığım acı aynı değil. Bir önceki yazıda yazdığım şeyi şu an kendim yaşıyorum. Yani bilgi bir insanın içinden doğmuyorsa duyduğu, okuduğu, izlediği şeyleri içselleştiremiyor. Benim durumum da şu ana acı konusu ile ilgili böyle. Ne dediğini anladığımı sanıyorum ve anladığım şey bana uymuyor. Herşeyden bir anlam çıkar kafasına karşı değilim ama kafamda somutlaştıramadığım için bu acı konusu ile ilgili tespitlerinin yanına aldığım eleştirel notlardan başka bir şey yok. Ne sevgiden ne de acıdan benim anladığım anlamda bir varoluşsal anlam çıkarmak mümkün değil. 

Viktor Frankl Metaklinik Sorunlar başlığını atarak devam etmiş. Yani aslında tedavi konusu olmayan insani durumların ele alındığı konular olarak düşündüm. Bir Logodrama Başlığında bir örnek veriyor. Maalesef verdiği örnekler (not etmedim ama daha önce 118. sayfada geçen bir örmekte de aynı sorun vardı) 115. sayfada özellikle not ettiğim “Logoterapi ne öğretmek ne de vaaz vermektir.” tespitini kitapda verdiği  örneklerde göremiyorum. Kendisine gelen danışanlara hap gibi çözümler veriyor ve insanların dertleri bitiyor. Böyle olmasa bile Frankl sanki böyleymiş gibi anlatıyor. Karısı ölen adama ya sen ölseydin de onu yalnız bıraksaydın diyor adam kafası açılmış şekilde gidiyor. Bir anne çocuğu öldüğü için ve diğer çocuğu sakat olduğu için intihar etmeyi düşündüğünü söylüyor çünkü kadın hayatının heba olduğunu düşünüyor. Kadına hayatım heba olmadı dedirtiyor ve sorunlar çözülüyor. Belki ben fazla önyargılı bakıyorum ama büyük büyük laflarla kaya gibi tespitlerle buraya kadar geldikten sonra verilen örneklerin de daha sağlam olmasını beklerdim. 

Sayfa 122-123

“Bir süre sonra başka bir soruya geçtim, bu sefer tüm gruba hitap ediyordum. Soru, poliomyelit serumu geliştirmek için kullanılan ve bu nedenle tekrar tekrar delinen bir maymunun çektiği acının anlamını kavrayıp kavrayamayacağıydı. Grup oybirliğiyle tabii ki anlayamayacağı yanıtını verdi; sınırlı zekasıyla insanın dünyasına, yani çektiği acının anlamının anlaşılabileceği tek dünyaya giremezdi. Bunun üzerine ben de şu soruyu yönelttim: "Peki ya insan? İnsan dünyasının kozmosun evriminde bir son nokta olduğundan emin misiniz? İnsanın dünyasının ötesinde başka bir boyut, bir dünya; insanın çektiği acıların nihai anlamı sorusunun yanıt bulacağı bir dünya olduğu düşünülemez mi?"”

İşte beni tamamen hayal kırıklığına uğratan yere geldim. Geldiğimiz nokta “nasıl ki bir maymun çektiği acının anlamını bilemez aynen bizler de çektiğimiz acının anlamını bilemeyiz”e geldi. Bu kadar tespitten sonra geldiğimiz noktanın bu olmasını ben anlayamadım. Belki ben yanlış seziyorumdur ama sanki burada biraz uhrevi, biraz metafizik bir yaklaşım var. 

Sonraki başlık Süper-Anlam yada Üst-Anlam yada Üstün-anlam.

Sayfa 123

ÜSTÜN ANLAM

Bu nihai anlam, insanın sınırlı entelektüel kapasitelerini zorunlu olarak aşar ve baskın çıkar; logoterapide, bu bağlamda bir "üstün anlam" olarak bahsedilir. İnsandan talep edilen şey, bazı varoluşçu filozofların öğrettikleri gibi, hayatın anlamsızlığını dayanmak değil, aksine koşulsuz anlamlılığını rasyonel terimlerde kavramakta ki yeteneğini taşımaktır. Logos (anlam), logicden (mantıktan) daha derindir.”

Akıldan daha üstün olan bir şey olduğuna ikna olmamızı bekliyor. Birileri kendini rahatlatmak için cenneti hayal eder, birileri reenkarnasyonu Viktor Frankl da anlaşılan işin içinden çıkamayınca üst-anlam diye yeni bir şey icat etmiş. Zaten 2 paragraf sonra dindar birisi geldiğinde eğer o kişi dinde teselli buluyorsa bırak, irdeleme diyor, o kişi o şekilde huzur bulacaksa yoluna o şekilde devam etsin. Sen ortalığı karıştırma minvalinde bir şeyler söylüyor. Dindar insanlar konusunda aslında ben de tam olarak aynı fikirdeyim. Gerçekten ölünce cennete gideceğini düşünen bir insanın hayatın anlamı ile ilgili bir problemi olamaz. Gerçi ben bunun kendini kandırmak olduğunu ve gerçek iç huzuruna kavuşamayacaklarını düşünüyorum ama zaten sıradan insanın çok da bir çaresi yok. Kendisini değiştirebilme yeteneğinden yoksun insanın dengesini bozmaya gerek yok. Fakat çok büyük bir sorun var. İlk olarak zaten hayatın anlamı problemi olan insanın bir üst anlam vb. rasyonel olmayan bir şeye ihtiyacı olmaz. Bu seküler dinlerin konusuna giriyor. Yani topu taca atmadan bir çözüm önermek gerekiyor. Bu çözüm “mağrurlanma padişahım senden büyük allah var” demek değil. Anlam mantıktan derindir diyerek Frankl’ın tama olarak yaptığı bu. 

Açıkçası bu noktadan sonra okuduklarıma eskisi kadar saygı duymam zor ama ben yine de devam ediyorum.

Sayfa 125

“HAYATIN GEÇİCİLİĞİ

İnsan hayatının anlamını ortadan kaldıran şeyler arasında sadece acı çekmek değil, ölmek de vardır. Yaşamın gerçekten geçici olan tek yönünün potansiyeller olduğunu söylemekten asla yorulmuyorum; ancak bunlar gerçekleşir gerçekleşmez, tam da o anda gerçekliğe dönüşürler; kurtarılıp geçmişe teslim edilirler ve orada geçicilikten kurtarılıp korunurlar. Çünkü geçmişte hiçbir şey geri dönülmez bir şekilde kaybolmaz ama her şey geri dönülmez bir şekilde saklanır.

Dolayısıyla, varlığımızın geçiciliği onu hiçbir şekilde anlamsız kılmaz. Ancak bizim sorumluluğumuzu oluşturur; çünkü her şey bizim esasen geçici olan olasılıkları fark etmemize bağlıdır. İnsan sürekli olarak mevcut potansiyeller yığınına ilişkin seçimini yapar; bunlardan hangisi yokluğa mahkum edilecek ve hangisi gerçekleştirilecektir? Hangi seçim bir kez ve sonsuza dek gerçekleşecek, ölümsüz bir "zamanın kumlarındaki ayak izi" olacaktır? İnsan her an, iyi ya da kötü, varoluşunun anıtının ne olacağına karar vermelidir.

Genellikle, emin olmak için, insan yalnızca geçiciliğin anız tarlasını düşünür ve bir kez ve herkes için eylemlerini, sevinçlerini ve aynı zamanda acılarını kurtardığı geçmişin tam tahıl ambarlarını göz ardı eder. Hiçbir şey geri alınamaz ve hiçbir şey ortadan kaldırılamaz. Olmuş olmanın, var olmanın en kesin türü olduğunu söylemeliyim.

Logoterapi, insan varoluşunun temel geçiciliğini akılda tutarak kötümser değil, aksine aktivisttir........

Hayatın seçimlerden oluştuğunu ve yaptığımız seçimlerin çok değerli olduğunu biliyorum. Hatta yaşlandıkça seçimler çok daha fazla önem kazanmaya başladı. Gençken umrumda olmayan şeyler son yıllarda çok önemsiyorum. Fırsat maliyeti konusu tüm can alıcılığı ile her an önüme çıkıyor. Yaptığım her şeyin, yaptığım her seçimin çok değerli olduğunu düşünüyorum Yada şöyle diyeyim. eğer önüme çıkan seçeneklerden yanlış olanı seçersem zaman kaybetmiş gibi hissediyorum kendimi. Zaman azaldıkça boşa geçen şeyler yapma lüksüm de azalıyor. 

Fakat bu bilince gençken ulaşılabilir mi? Sanmıyorum. Önünde harcayacak çok fazla zamanı olan kişinin bu bilince ulaşması mümkün değil. Eğer bu bilince çok genç yaşlarda bir insan ulaşmışsa zaten yaptığı şeylerin anlamlı olduğunu düşünüyordur. O kişi anlamlı bir hayat yaşıyordur. Öncelik sıralamasında en değerli bulduğum şeyleri hep öne çekiyorum son zamanlarda. Çoğu zaman yapmaya çalıştığım şeyler için zamanımn yetmiyor. Gençken kesinlikle böyle hissetmezdim. Hatta yapacak şey bulamadığım için sürekli canım sıkılırdı. O geçen yılları geri getirmem mümkün değil. 

Viktor Frankl’in alıntıladığım bu yerden sonraki uzunca paragrafına bu sebepten dolayı kesinlikle katılmıyorum. O ideal olanı söylüyor. Geçmişine bakınca ne kadar harika seçimler yapmışım demek ancak romanlarda olur herhalde. Bir insanın ilk gençliğinden itibaren doğru seçimler yaparak hayatını devam ettirmesi milyonda bir yaşanacak bir durumdur herhalde. İdeal olanı söylemek başka bunu hayat geçirmek başka. Sanki hayatı anlamlı bir şekilde yaşamak kolaymış gibi bir yaklaşım içinde Frankl ve bu bana çok romantik geldi. 

Anlam akıldan üstündür derken bir şeyi atlıyor sanırım. Aklını kullanmadan bir insanın hayatın anlamını keşfetmesi mümkün değil. Yaşadığı her anın anlamlı geçebilmesi için katedilmesi gereken çok yol var ve o kadar da pembe gözlükle alıncak bir yol değil. Biraz gerçekci olmakda fayda var.


Bir sonraki başlık Bir Teknik Olarak Logoterapi. Bu yazıyı da burada bitireyim. Sonraki yazıda devam ederim.



bottom of page