top of page

Osmanlı İmparatorluğu Avrupa'dan Nasıl ve Neden Farklı

Güncelleme tarihi: 1 Nis

Giriş Notu: Bu yazı Telakki SBP Youtube Sayfasında yer alan Muhammed Hüküm - Kemal Tahir Romanlarında Devlet Algısı isimli video dinlendikten sonra yazılmıştır. İsteyen videoyu şurada bulabilir.


Avrupanın yaşadığı değişim ve dönüşümün arkasında olan altyapının Osmanlıda olmadığını söylemek doğru olabilir. Neticede onların mülkiyete bakışı ile Osmanlının bakışının aynı olmadığı ortada. Avrupa'da merkezi bir güçlü devlet olmamasının sonucu olarak geçirdikleri dönüşümün sonucunda ürettikleri kavramlar da ortada. Mesela demokrasi, özgürlük, liberalizm, sosyalizm, feodalizm ilk aklıma gelenler, bunlar bugün bizim batı dediğimiz şeyin ürettiği kavramlardan bazıları. Kavram üretmek derken, içi boş, kağıt üzerinde üretilmiş sözler değil, yaşayarak ortaya çıkardıkları sistemler, olgular, olaylar ve bilgilerin bütününü kastediyorum. Sadece aydınlanma orada ortaya çıkmadı, rönesans, sanayi devrimi, Newton, Galileo, Da Vinci de. Yani hepsi bir bütün.


Onların kendilerine ait geçirdikleri bir süreç ve ulaştıkları bir sonuç oldu. Bu sırada biz (Osmanlı İmparatorluğu) ne yaptık? Tamam mülk Allah'ındı (İslamiyetin etkisi), tamam Osmanlıda Avrupadaki gibi feodal sistem (devletin yapısı) yoktu. Marksizmin bize uygulanamamasının tek sebebi bu mudur? İşçi sınıfını ortaya çıkaran hangi gelişmeyi yaşadık ki biz? Az önce yukarıda yazdığım şeylerden herhangi biri yaşandı mı bu topraklarda? Sadece feodal düzene sahip olmamak her şeyi açıklayamıyor. Sebepler arasında mülkiyetin tek elde toplanması da var, sanayi devrimini yapamamamız da, şehirleşmemizin onlar gibi olmaması da. Biz batıda yaşanan gelişim ve değişim sürecini yaşamadık. Yada daha doğru ifade ile onların 1500 - 1600'lü yıllarda yaşadığı dönemde takılı kaldık.


İyi ama batıda yaşanan şeylerin sonucu neydi? Ağır bir eşitsizlik değil mi? Çalışan, artı değer üreten bir işçi sınıfı ve onun sırtından geçinen burjuva sınıfı. Bizde feodal sistem yoktu, işçi sınıfı yoktu ve dolayısı ile eşitsizlikte yoktu diyebilir miyiz? Keşke diyebilsek ama durum öyle değildi. Toprağa dayalı olan bir üretim biçimi o kadar uzun süre devam etti ki. Batının yaşadığı eşitsizlik halinin bir benzerini de bizler yaşadık, hala da yaşıyoruz.


Avrupa'da bir çok şey yaşanırken sanki bizim topraklarda insanlar kavanozun içindeki turşu gibi kalmışlardı, sanki olmayı, olgunlaşmayı bekliyorlardı. 1500-1600'lerde Avrupada meydana gelen gelişmeleri gördükçe insan kendisini kıyaslamaktan alamıyor. Mesela Newton’un yerçekimi kanunlarını ürettiği dönemde (1600’ler) Trabzon’da ne ile uğraşıyorlarmış diye soruyorsun kendine. Mesela Davinci Mona Lisa’yı yaptığı sıralarda (1400’ler) Çorum'da insanlar ne yapıyorlardı diyorsun. Yada Shakespeare Othello'yu yazarken (1500’ler) Mersin’de insanlar nasıl yaşıyorlardı, neler üretiyorlardı? (Özellikle İstanbul demiyorum. Çünkü Osmanlı deyince insanın aklına sadece İstanbul geliyor. Sanki bu topraklarda başka şehirler yokmuş gibi, başka insanlar yokmuş gibi. Buna da küçük bir temas etmek istedim)

Yani demek istediğim, biz batının yaşadığı değişimi yaşamadık. Bizim kendimize ait bir düzenimiz vardı, o yüzden batıda oluşmuş olan kavramlarla biz kendimizi anlayamayız. Bu yüzden Türkiye'de batıdaki anlamı ile sol yok, peki, sağ var mı? Yada Demokrasi var mı, aydınlanma var mı, özgürlük var mı, siyaset var mı? Lütfen söyler misiniz bizde gerçekte ne var? Bizim kavramlarımız nedir? Osmanlıyı ne yerelim ne de övelim, anlamaya çalışalım. Yaşadığımız şey ne? Osmanlı çok sağlam bir düzen kurabilmiş olsaydı emperyal devletler tarafından yıkılır mıydı? Sonuçta kazananlar onlar olduğuna göre demek ki bir şeyler yanlış gitmiş. Bir şeyler kazanan tarafta olmamızı engellemiş.


Ne biz suçluyuz yada hatalıyız ne de batı suçlu yada doğru. Bir süreç işledi ve yaşananlar yaşandı. Osmanlı döneminde emperyalizme karşı bir mücadele verilmişti. Doğru, emperyal devletler Osmanlıyı yıkmak istiyorlardı. Başardılar da. Birileri içinde bulunulan durumun yanlışlığı gördü ve harekete geçti. Atatürk olmasaydı, daha iyi mi olurduk daha mı kötü bilemiyorum ama bugünkü gibi olamayacağımız kesin. Neden dış güçlere(!) karşı çıktılar demek çok aptalca olur. Çıktılar ve parçalanan ülkenin bir kısmını kurtardılar. Önemli olan sonuç.


Bir başka sıkıntılı konu da şu. Bizde feodal düzen yoktu ama tam olarak aynı olmasa da benzeri olan ağalık düzeni vardı. Bizim sahip olduğumuz düzen iyi miydi? Anadolu'da yaşanan ağalık düzenini övmek gerekli mi? Batının kendine has eşitsizliğinin bir başka türlüsü de bizim topraklarda vardı. Avrupa'nın ezilenleri başkaldırıp hak talebinde bulundular ve bir noktaya geldiler. Adına ne dediğimizin önemi yok. Eşitsizliği gören ve buna ses çıkaran bir grup insan vardı ve haklarını talep edip, aldılar. Bunlar serflikten, köylülüğe oradan da işçiliğe geçiş yaptılar. Yani zamanla geliştiler, değiştiler. Uygun görmedikleri bir pozisyondan farklı ve yeni bir pozisyona geçtiler. Osmanlıda bu esnada ne oldu? Hadi işçi sınıfımız yoktu doğru ama ‘serf’e benzer bir grup insanımız da mı yoktu? Mevzu birilerinin mülk sahibi olmaması ise bizim köylülerimizin de (serf desek daha mı doğru olur bilmiyorum, tamam resmi olarak kimsenin malı değillerdi ama fiilen öyleymiş gibi duruyor. Hatta doğudaki ağalık düzeninde köyle birlikte satılan maraba örneği bizde de serflik olduğuna dair bir gösterge olabilir) mal sahibi olmadığı ortada. Sonuç olarak üreten ama ürettiğinin sahibi olmayan bir grup insanımız var adına ne dediğimizin önemi yok.


Avrupa'nın sıradan halkının geçirdiği bir dönüşüm var. Onların da köylüsü var, şehirlisi var, fakiri var, zengini var, eğitimlisi var, eğitimsizi var, din adamı var, yöneticisi var. Hemen hemen bizdeki kurumların bir karşılığı onlarda da var. Onların da devletleri var bizim de. Ama onların devlet yapısı ile bizimki aynı değil. Onlarda feodal düzenin getirdiği çok başlılık ilk zamanlar aleyhlerine işlemişken zamanla kazanmalarını sağlayan bir düzen kurmalarına yol açmış. Karşılıklı rekabet ve düşmanından daha güçlü olma zorunluluğu gelişmeye yol açmış.


Fransa'nın da kralı var, İspanya'nın da, Almanya'nın da kralı var, İngiltere'nin de. Dolayısı ile bu çok başlı durum her birinin zinde olmasına sebep olmuş. Bu durum “Tamam, biz olduk artık” şeklinde bir pozisyon almalarını engellemiş. Katoliğin karşısına Protestan çıkmış. Ortadaki pastayı tek başlarına yemelerine izin vermemişler.

O sırada bizde durum ne imiş. İstanbul'da bir padişah var ve onun dışında hiçbir yerde güçlü bir karşı kuvvet yok. Güya 3 kıtada hakimiyet var ama tamamen harita üstünde bir hakimiyet. İngiltere'nin yaptığı gibi fethettiği yerleri sömürmeye dayalı değil. Fethedilen yerlerden gelecek olan vergiye tamah ediliyor. Daha fazlasını almayı beceremiyorlar, istemiyorlar.



Osmanlıda gelişme, değişme daha iyisine sahip olma dürtüsü yok. Neden? Neden içinde bulunulan durumdan kurtulma ihtiyacı yok? Acaba içinde bulundukları durumun kötü olduğunu mu düşünmüyorlar? Değişim yaşanmadığına göre iki ihtimal var, ya hallerinden memnun olmalılar yada bir değişim talebi var ama bu engellenmiş olmalı. Değişim isteyenler arada bir bir yerlerde ayaklanıyor ama şiddetle bastırılıyor. Başka değişim isteyenler de Bu bastırılanların başına gelenleri gözlüyorlar. Sonuçta korkan ve sinen bir toplum. Bu korkaklık günümüze kadar sirayet ediyor


Yaşadığın şartları beğenmediğinde ne yaparsın? Değişmesini istersin. Değişmesi için ne yaparsın? Sorunu çözmek için yollar arasın. Sorun seni yönetenlerse, sistemse ne yaparsın? Baş kaldırırsın. Baş kaldırdın ve başarısız oldun ne olur? Öldürülürsün. Bizde böyle olmuş işte. Birileri baş kaldırmış ama başarısız olmuş baş kaldırmayanlar da bunu gözlemiş ve içine kapanmış. Şu an bu topraklarda yaşayanların ataları sinmiş olanlar (çünkü onlar hayatta kaldı). Hepimizin genetik olarak korkak olanların, sinenlerin torunlarıyız.


İnsan daha iyisi varsa ona sahip olmak ister. Eğer içinde bulunduğun durumdan memnunsan değişmene de gerek yoktur. Bizim dinimiz çok amaçlı maymuncuk gibi. Her duruma uygun bir çözümü var. Fakir birisi durumundan şikayet mi ediyor hemen ona uygun sureler, hadisler devreye sokuluyor. Fakirlik iyidir, cennete gitmek istiyorsan zengin olmamalısın. Hoop değişim talebinin başı daha küçükken eziliyor böylece. Batının ürettiği çözüm, yani protestan mezhebi batının batı olmasına ne derece katkıda bulundu? Bizim müslüman olmamız doğu medeniyeti olmamıza ne derece katkıda bulundu? Bir protestanlık mezhebi yaratamamızın sebebi ne? Merkezi bir devlet, güçlü bir padişah olmasının, padişahın aynı zamanda halife de olmasının farklı dini inanışların güçlenememesinde ne kadar etkisi var?


Zenginleşmek pozitif olarak algılansa zenginleşemez miydik? Neticede bizde de birileri para kazanacak fırsatları elde etmiş olmalı. Kazanılan bu paralar nereye gitti o zaman? Ya devlet elinden aldı bu fazla parayı ya da insanlar fazla para kazanmaya tenezzül dahi etmedi. Neden bunu söyleyebiliyoruz? Çünkü sonuç olarak bu topraklarda aşırı paraya sahip olup da bu fazla parayı ne yapayım diyen kapitalistler oluşmamış? Bunu biliyoruz. Yani sonuçta elinde aşırı para tutabilen insanlar olmamış bu topraklarda.


Vergi düzeni ne kadar etkili oldu? Osmanlıda hristiyanlara uygulanan vergi politikası ile müslümanlara uygulanan arasında fark. İster adına müslümanlığa özendirmek diyelim ister başka bir şey neticede devlet tebasını para kazanmak için bir eşyaymış gibi algılıyor. Gayrimüslimlerden daha çok vergi toplandığı için o insanların kafası bu parayı üretmek üzerine kurulu. Müslümlerin üstünde de vergi baskısı var ama komşusu kadar değil. Bu üretim alanında, artı değer üretme anlamında bir etkide bulunmuş olmalı. İnsanların genel olarak kolay olana kaçma eğilimi var. Eğer müslümanın vergi açısından durumu daha rahatsa doğal olarak gayrimüslim kadar kafa yormasına da gerek kalmıyor.


Bir başka konu da birçoklarının jeopolitik olarak çok metettikleri konumumuz. Peki kıta Avrupasının coğrafi konum olarak durumu ne? Osmanlı mı avantajlı, kıta Avrupası mı? İçinde bulunduğumuz coğrafi konum ilk zamanlarda avantajlı olmamıza yol açmış. Tam tersi Avrupa ise ilk önceleri dezavantajlı konumda iken bunu avantaja çevirmeyi bilmişler. Avrupanın dezavantajı ne idi? Doğudan Osmanlı ve Ruslar tarafından sıkıştırılmış halde idi. Batıda ise okyanus. Yani bir çeşit sıkışmışlık hali, bir çeşit izolasyon. Bu sıkıntılı hali nasıl çözmüşler? Denizi kullanarak. İlk aklımıza gelen Amerikayı keşfetmişler, ticareti yaratmışlar, üretim yapmışlar Bir çok şey bir çok şeyi tetiklemiş ve domino taşı gibi bir etki olmuş.


Yani ister kabul edelim ister etmeyelim batının bugün bu noktaya gelmiş olmasında bizim katkımız büyük. Bizdeki kafa yapısı ile onların ki kökten farklı. Bizler sahip olduklarımızın bize yettiğini düşünürken Avrupa sıkışmış pozisyonuna çareler üretmeye çalışmış. (Bu durum Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslim, müslüman farklılığına da benziyor) Buldukları çözümler onları emperyal yaptı. Biz ise çözecek bir sorun yokmuş gibi yaşadık Osmanlı Döneminde sömürge olduk şimdi ise yarı sömürge olarak yaşamaya devam ediyoruz. Başlarda avantaj olan güçlü lider (padişah) sonraki aşamada bizim dezavantajımız haline geldi. Avrupa ile Osmanlı arasındaki Merkezi İmparatorluk farklılığı birçok sorunun cevabı.


Bize (bu topraklarda yaşayan insanlara) uygun olan sistem padişahlık mıydı? Bundan 500 yıl önce çok başarılı olan o sistemi şimdi de mi uygulamalıyız? Batının bulduğu/ürettiği sistemin bize uygun olmama ihtimali var mı? Acaba bizlerin doğasında olmayan sitemleri, kurumları almaya mı çalışıyoruz? Vücudumuz bu sitemleri, kurumları kabul etmediği için organ uyumsuzluğu sorunu mu yaşıyoruz? Biz de işçi sınıfı yok bu yüzden Marks’ın söylediği şeyler bize uymuyor öyle mi? Ağaca takılıp ormanı görememek böyle bir şey. İşin özünü kaçırmak böyle bir şey.

Batının yaşadığı süreci yaşamadık dolayısı ile orada oluşan düzen burada oluşmadı ama oradaki eşitsizliğin bir benzeri burada da oluştu. Avrupa’nın zengini ile fakiri arasında ne kadar eşitsiz durum varsa bizde de var. Orada bu eşitsizliği aşmak için çareler aradılar ve bir şekilde az yada çok başardılar (sosyalist düşüncenin hayal ettiği eşit bir topluma ulaşılamadı ama en azından Kuzey Avrupa ülkelerinde, Almanya’da, Hollanda’da ideal olmasa da bir noktaya gelmiş durumdalar ) ama burada eşitsizlik devam ediyor.


Oranın zenginleri bundan 300-400 yıl önce zenginleşmeye başladıklarında yani aristokrasiye karşı ve rağmen bir burjuva sınıfı oluşmaya başladığında geri dönüşü olmayan değişim ve dönüşüm de başladı. (Bu arada burjuva, köylü, işçi dediğimiz zaman sanki gerçek olmayan hayali bir şeylerden bahsediyormuşuz gibi davranıyoruz halbuki burjuva dediğimiz de insan. Senin benim gibi insan. Sadece içinde bulunduğu durumdan çıkar sağlamayı bilmiş, ticarete, para kazanmaya kafası çalışan, belki meşru yollarla belki meşru olmayan yollarla para kazanmış olan insan. Aynen bir işçi gibi, köylü gibi insan. Sırf zengin diye, sırf benim sahip olmadığım şeylere sahip diye kötü değil ama iyi de değil. O öyle ben böyleyim o kadar. Ne ben daha iyiyim ne o daha kötü. Belki her şey yolunda giderse ben de bir gün para kazanıp içinde olduğum gruptan ayrılabilirim. Bu beni daha kötü de yapmaz iyide.) Avrupada bir değişim yaşandı ve sonuçları oldu. Bu dönemlerde bizim yaşadığımız coğrafyada neler oldu? Bizde neden burjuva sınıfı oluşmadı? Bizde feodal düzen olmadığını bu yüzden de Avrupadan farklı olduğumuzu tespit ettik. Burjuva sınıfı neden oluşmadı?


Bizde de para kazananlar vardı. Bizde de ticaret yapanlar vardı. Kimdi onlar? Bizde şehirler Avrupadaki gibi miydi? Çünkü burjuva sınıfı şehir ortamının ürünü. Bizde İstanbul hariç hangi şehir Avrupa'daki şehirler gibiydi. Bursa mı? Konya mı? İzmir mi? Kendine has bir gücü etkisi olan şehrimiz var mıydı? İstanbul (merkez/Padişah) buna izin verir miydi? Nasıl aristokrasi olmadıysa aynı sebeple burjuvanın oluşmasına da izin verilmemiş gibi duruyor. Varsa yoksa vezirler, paşalar yani İstanbuldakiler. Mülke sahip olan olmayınca, üretimin ve üretilenin de sahibi hep devlet olunca birey gelişemiyor. Yani Osmanlı kişilerin gelişmesine imkan tanımayan bir sistem kurmuş oluyor. Bir çeşit fakirlikte eşitlik.


Fakirlikte eşit olan insanların motivasyonu da kalmıyor. İtici güç rekabette idi. Rekabet ise birisini birisinden daha iyi durumda olmasından kaynaklanıyordu. Kimse kimseden üstün olmayınca doğal olarak gelişim, değişim de ortaya çıkmıyordu. Çıkmadı da. Tamam batının ürettiği kavramlar Türkiye’ye uymuyor ama Türkiye’ye ne uyacak? Ortada insanın doğasına uymayan bir düzen var. Osmanlı dediğiniz olmaması gereken bir düzenin, zorla, inşası. Zaten 1600’lerden sonra yavaş yavaş gücünü kaybedip 1800’lere gelindiğinde çökmüş bir düzen, bir sistem. Çünkü insanın doğasına aykırı bir düzen. Daha iyiyi talep edenin ezildiği, etmeyenin fakirliği kanıksayarak hayatına devam ettiği bir düzen. Hadi kendi kavramlarımızı yaratalım.


Sanayisi olmayan bir ülkenin burjuvası yok, işçisi yok kim kiminle çatışacak. Kim kimin rakibi. Bir güçlü devlet var ve ona tabi olan bir grup halk var. Buradan çıkan sonuç. Avrupanın serflik düzeninin bizdeki yansıması. Tek bir feodal lord (padişah) ve ona tabi olan mülksüz halk. Eğer geçilmesi gereken evreyi, aşılması gereken engeli aşabilmiş olsak bizde de zenginler oluşacak ve fakirleri ezecekti. Fakirler de bu duruma başkaldırıp daha çok özgürlük, daha çok hak talep edecekti ama başkaldıracağı kendisi gibi insan olan bir zümre yoktu ki karşısında. Başını kaldırdığında gördüğü rakip devletin kendisi (padişah) idi. Kaldıramadı, kaldırmadı ve sonuçta sebebi olmadığı bir yıkıntının altında kaldı. Atatürk ve kuşakdaşları da bu durumu bir şekilde değiştirdiler. İster beğenin ister beğenmeyin, ister doğru deyin ister demeyin, bir şeyler yaptılar.


Aslında yaptıkları doğanın zorla engellenmiş olan akışını tekrar rayına oturtmaktı. Serf olan bir grup halkı ara aşamaları atlayıp direkt vatandaş haline getirdiler. Bu durum kozasından çıkmaya çalışan kelebeğe yardım eden adamın yaptığı işe benziyor. Henüz kanatları gelişmemiş kelebeğe kozasından çıkmasına yardım edersen olacak budur. Hayatta kalamaz. Çünkü hayatta kalmak için gerekli donanıma sahip değildir ve ölür. Biz ülke olarak öldük mü? Ölmedik, peki sağlıklı şekilde olması gerektiği gibi hayatta kaldık mı, kalmadık. Sakat bir şekilde yolumuza devam ediyoruz. Atatürk yanlış mı yaptı, devreye girmese miydi? Biz ülke olarak tamamen yıkılıp yerle bir olsak daha mı iyi olurdu?


Türk Toplumu Geçirmesi Gereken Aşamaları Geçmeden Vatandaş Haline Geldi. Uzun yıllar boyunca baskı ile sindirilmiş olan bir toplum talep etmediği haklara sahip olunca ne yapacağını bilemez. Toplum doğal akışında bir değişim ve gelişim gösteremedi.
Türk Toplumu Geçirmesi Gereken Aşamaları Geçmeden Vatandaş Haline Geldi

Bizler, İçinde bulunduğumuz coğrafyada, bugünlerde yaşayan kişileriz. Hasbelkader bu günleri yaşıyoruz. Bir şeyleri miras olarak aldık ve yolumuza devam ediyoruz. Ülkeler de aynen aileler gibi. Diyelim bir aile içine doğuyorsun, anne/baban ilkokul mezunu, baban esnaf, annen ev hanımı, cahiller, ezbere yaşıyorlar. Yaşadıkları hayat üzerinde herhangi bir etkileri, güçleri yok. Yuvarlanıp gidenlerden. Sen de o ailenin bir parçası olarak bir şekilde büyüyüp gidiyorsun. Ulaşabileceğin menzil belli. İstisnai bir durum olmadığı sürece anne/babandan bir düzey daha iyi bir konuma geleceksin. Diyelim seninle aynı dönem doğan bir başka çocuk da başka bir aile içine doğuyor. Profesör bir anne babanın çocuğu, eğitimliler, ne istediklerini biliyorlar, çocuklarına doğru yön veriyorlar ve istikametleri net. O çocuğun menzili de belli, o çocuk da ailesini düzeyinin üstüne çıkacak (istisnaları hesaba katmıyorum, ideal durumlardan bahsediyorum) Örnekler çoğaltılabilir, esnaf bir baba zengin olabilir ama yine eğitimsiz olabilir, eğitimli bir aile ama madden zayıf olabilir. Her çeşit olasılık mümkün. Bizim ülkemizde bugünlerde doğan nesillerin içinde bulunduğu durum bu. Yani nasıl ailemizi seçemiyorsak, ülkemizi de seçemiyoruz. Nasıl dedelerimizin, ninelerimizin yaptığı şeyler, onların tercihleri bizi bugünlere getirdiyse içinde bulunduğumuzun devletin yöneticileri de geçmişten günümüze bizi bir yerlere getirdiler. Bizler yani bugün hayatta olanları yeni doğan bir çocuğa benzetsek ne tür bir ailede doğduğumuzu hissederdik. Eğitimli ailede mi, cahil ailede mi? Fakir ailede mi, zengin ailede mi? Cevap maalesef olumsuz olanlar. Dolayısı ile menzilimiz de belli.


Doğuştan sahip olduğumuz yeteneklerimizle yaşamaya devam ediyoruz. Bu yetenekler bizi ileriye de taşıyabiliyor, geri kalmamıza da sebep olabiliyor. Devletlerin sahip olduğu yetenekler de var. Doğuştan sahip olduğu yetenekler. Tüm toplumu oluşturan bireylerin ortak eğilimleri. Bu da seçilimle hayatta kalanların sahip olduğu özelliklerin toplamı. Nasıl bir insan dedelerinin, ninelerini özelliklerini yansıtıyorsa toplum olarak da durum aynı. Bir değişim ve hayatta kalma serüveni. Yaşamaya devam ediyoruz. Yaşanması gerekenleri yaşayacağız. Hasbelkader biz bu dönemin içindeyiz o kadar. Biz bize ait özelliklerle yolumuza devam ediyoruz. Batı kendisine ait özelliklerle bugünlere geldi. Onların coğrafyası, kültürü, dini, ekonomisi onlara onları yaşattı. Bizim coğrafyamız, kültürümüz, dinimiz, ekonomimiz bizlere bunları yaşatıyor. Karahanlılar, Germiyanoğulları, Dulkadiroğulları yıkılmak yerine baş edebilselerdi. Osmanoğulları tek lider olmak yerine eşitler arasında birinci olarak liderliğini devam ettirseydi. Belki de kapitalizm bizde de gelişecekti. Belki de şehirler çevresinde ticaret gelişecek ve mülk sahipleri zenginleşecek ve bizde de burjuva olacaktı. Biz de de bir aristokrasi sınıfı oluşacak ve sonra burjuvalarla aristokratların çıkarları çelişecek ve burjuvalar aristokratları ezecekti. Bu sırada sanayi gelişecek, bilim gelişecek, aydınlanma devrimi bizim coğrafyamızda yaşanacaktı. AMA OLMADI. Bizim düzenimiz öyle yürümedi.


Asya tipi üretim tarzı mı olur, Anadolu tipi mi adının önemi yok bizim kendine has koşularda kendine has bir yavaşlık ve diğerine göre geri kalmışlık durumumuz var. Geriyiz çünkü kuralı onlar koyuyor, geriyiz çünkü onlara tabiyiz, geriyiz çünkü onların imkanlarına sahip değiliz, geriyiz çünkü onlardan gerideyiz. Bunu aşağılanacak bir durum olarak görmek yerine bir durum tespiti olarak görmek gerekir. Bizim evrimimiz de bu şekilde oluyor.


Bazı böcekler var. Kendi yavrularını bir diğer böceğin içine yumurtluyorlar ve yumurtadan çıktıklarında doğan bebek böcekler besinleri hazır halde bulmuş oluyorlar. Bu böcekler diğer böceği yavaş yavaş tüketiyor ama bu sayede kendisi hayatta kalabiliyor. Birisinin yeteneği bir diğerinin zayıflığını kullanma üzerine kurulu. Bizim sırtımızdan geçinen, bizi sömüren ülkelerin patronlarını görünce sömürülen böcek olarak sömüren böceğe bakıp, “bu yaptığın yanlış diyoruz”. Tabi ki sorma hakkımız var ama o bu şekilde hayatta kalıyor. O besin hiyerarşisinde bizden üstte demek ki. Bu durumda bizi yemek isteyene bizi neden yemek istiyorsun diye sormak yerine durumu doğru değerlendirip çözüm üretmemiz daha doğru olmaz mı? Daha akıllıca olmaz mı?


Yukarıdaki böcek örneği aslında tam olarak durumumuzu yansıtmıyor. Çünkü besin olarak kullanılan böcek eninde sonunda ölür. Bizden faydalananlar bunu istemez. Tam olarak durumumuz şu. Ahırdaki inek gibiyiz. Bizi sağıp duruyorlar, sütümüzü alıyorlar, derimizi kullanıyorlar arada bir bazılarımızı sürüden çekip kesiyorlar ve etini kullanıyorlar. Ama bizi tamamen tüketmiyorlar. Zamanla onlar da uyanıklaştı. Öldürmek yerine evcilleştirmenin daha akıllıca olduğunu gördüler. Bu durumu bir anda gelmedik, karşılıklı evrimleştik.


Süreç bizi bu noktaya getirdi. 1. Dünya savaşı sırasında Bufalo idik üstümüze atlayıp yemeye çalıştılar. Atatürk ve arkadaşları bu vartayı atlatmamızı sağladılar ama dış güçler (!) emellerinden vazgeçmediler. Madem bufolayu indiremedik o zaman evcilleştirelim de öyle faydalanalım dediler. Sanırım durum bu. Avrupa, batı, kapitalistler bu şekilde davranarak kendi yeteneklerini sergiliyorlar. Çok da kızacak bir durum yok. Kızsak da bir şeye yaramıyor. Yaşıyoruz zaten. Sorun bizde, ya inek olduğumuzu görüp sağılmamak için elimizden geleni yaparız yada oturup ağlarız halimize.


Son olarak, toplum olarak değişiyoruz, değişeceğiz de. İnsanız ve doğamızda kendimizi kıyaslamak var. Daha iyisini gördüğümüz anda iyi olana ulaşmak doğamızda var. Zaten bunun adına gelişim diyoruz. Daha iyisine ulaşma dürtüsü bizi bugünlere getirdi. Sahip olduğumuz yetenekler, potansiyelimiz ne kadarına ulaşmamıza yetecek kestirmek güç. Atalarımızdan aldığımız genetik miraslar çok da umut verici değil. Evcilleşen hayvanların ortak özelliği hırçın olmamaları, başkaldıran olmamaları, dik başlı olmamaları, özgürlük içgüdüsüne sahip olmamaları, sürü halinde yaşamaya elverişli olmaları. Bir bakacak olursanız biz de bunların hemen hemen hepsi hakim durumda. Bu özelliklere sahip olanlar şimdiye kadar hayatta kalabilmiş. Bizler de sahip olduğumuz bu yeteneklerle yaşamaya devam edeceğiz.


Bazılarımız yaşananlara karşı. Neticede her sürünün içinde de dik başlı bir kaç hayvan olur. Bazılarımız daha fazlasını talep ediyor. Bazıları dediğim insanların sayısı her geçen nesilde nicelik ve nitelik olarak da artıyor, büyüyor.


Eğer batının sanayi toplumuna geçmesinin üstünden yaklaşık 250 yıl geçmişse ve biz en azından bu kadar geride bu yarışa başlamışsak şimdi farklı adaptasyonlar geçirerek yolumuza devam edeceğiz. Ne yapalım biz de böyle hayatta kalabileceğiz. Belki diğer toplumlardan farklı olarak ama bir yolunu da bularak.

Son söz. İçinde bulunduğumuz toplum homojen değil. Bunun farkındayım. Aldığı eğitimle, aile yapısı ile, genetik kodları ile Norveçli kafasına sahip olan da var, Suudi Arabistan kafasına sahip olan da. Çok garip bir ülkeyiz. Ortak paydalarımız yok. Bir şekilde ortak paydalar üretmemiz, keşfetmemiz gerekiyor. Neden bu kadar farklıyız, neden bir toplum olamıyoruz o da başka bir yazının konusu olur artık.


Bu yazıya ilham veren Youtube videosu:https://www.youtube.com/watch?v=6m9f53O7JDE


bottom of page