Bir önceki yazıda, özetle, yalnız olduğumuzu ve kendi ayaklarımız üstünde durmamız gerektiğini, ölümün kaçınılmaz bir gerçek olduğunu, ölüm korkusu ile baş etmek için dine sarıldığımızı gördük. Ölümle yüzleşerek anlamlı bir hayat yaşayabileceğimizi, otorite olarak gördüğümüz kişi yada kurumların bizi kullanmasına izin vermemiz gerektiğini gördük. Yani sorumluluğumuz kendimize ait, kimseye yaşama sorumluluğumuzun yükünü yüklemememiz gerekiyor. Güçlerimizi keşfederek yolumuza devam etmemiz gerekiyor. Akıl, sevgi ve üretkenlik bu konunun anahtar kavramları. Gelişimi engellenen kişilerin doğru yolu bulması çok zor. Asıl çaba harcaması gerekenler bu tür insanlar.
İnsanın durumunu gördük. Kişilik bu konunun neresinde, bir bakalım.
Page 50: “Men are alike, for they share the human situation and its inherent existential dichotomies; they are unique in the specific way they solve their human problem. The infinite diversity of personalities is in itself characteristic of human existence.
By personality I understand the totality of inherited and acquired psychic qualities which are characteristic of one individual and which make the individual unique. The difference between inherited and acquired qualities is on the whole synonymous with the difference between temperament, gifts, and all constitutionally given psychic qualities on the one hand and character on the other. While differences in temperament have no ethical significance, differences in character constitute the real problem of ethics; they are expressive of the degree to which an individual has succeeded in the art of living. In order to avoid the confusion which prevails in the usage of the terms "temperament" and "character" we shall begin with a brief discussion of temperament.”
Sayfa 79-80: "İnsanlar birbirine benzer, çünkü insani durumu ve onun özündeki varoluşsal ikilemleri paylaşırlar; insani sorunlarını çözme biçimleri bakımından benzersizdirler. Kişiliklerin sonsuz çeşitliliği kendi içinde insan varoluşunun karakteristiğidir.
Kişilikten ben, bir bireye özgü olan ve bireyi eşsiz kılan kalıtsal ve edinilmiş psişik niteliklerin bütününü anlıyorum. Kalıtsal ve edinilmiş nitelikler arasındaki fark, bir yanda mizaç, yetenekler ve yapısal olarak verilmiş tüm psişik nitelikler ile diğer yanda karakter arasındaki farkla eş anlamlıdır. Mizaçtaki farklılıkların etik bir önemi yokken, karakterdeki farklılıklar etiğin gerçek sorununu oluşturur; bunlar bireyin yaşama sanatında ne derece başarılı olduğunu ifade eder. "Mizaç" ve "karakter" terimlerinin kullanımında hakim olan karışıklığı önlemek için mizaç hakkında kısa bir tartışma ile başlayacağız."
Bizi biz yapan şeyler neler? Mizacımız, yeteneklerimiz, yapmızda bulunan ruhsal niteliklerimiz. Her birimizin kendine has özellikleri var. Aynı olaya her birimizin farklı tepkiler göstermesinin sebebi bu. Bir olay yaşadığımızda o olaya hangi tepkiyi vermemizin doğru olduğunu belirleyen nedir? Diyelim bir hırsızlığa, cinayete, yalana, haksızlığa şahit olduk buna karşı doğru tepki nedir? Mizacımız ne olursa olsun hırsızlığı, cinayeti, yalancılığı görmezden gelebilir miyiz? Belki birisi bu durum karşısında çok heyecanlanır, birisi soğukkanlı şekilde yaklaşır ama mizacımız ne olursa olsun bazı doğrular ve yanlışlar vardır. Bir olayın ahlaklı mı ahlaksız mı olduğunu düşünmemize yol açan mizacımız değil karakterimizdir. Hırsızlık her zaman yanlış mıdır? Hırsızlığı kimin yaptığı, kimden çaldığı, çalanın yakınımız olup olmadığı, çalma eyleminin iyi bir şey için yapıp yapmadığı. malı yada parası çalınan kişinin iyi veya kötü bir kişi olması. Tüm bunlar aynı hırsızlık olayının farklı değerlendirmelerine yol açacak faktörler değil mi?
Mizaçın neden etik önemi yok? Çünkü değiştirilebilir değil. Çünkü üstünde etkide bulunmak mümkün değil. Karakter ise öyle değil, onu şekillendirmek bizim elimizde. Hatta mizacımızdaki olumsuz noktaları bile bu özelliğimizle törpüleyebiliriz.
A. MİZAÇ (TEMPERAMENT)
Page 52: “Temperament refers to the mode of reaction and is constitutional and not changeable; character is essentially formed by a person's experiences, especially of those in early life, and changeable, to some extent, by insights and new kinds of experiences.”
Sayfa 81: “Mizaç, tepki verme tarzını ifade eder ve yapısaldır, değiştirilemez; karakter ise esasen kişinin deneyimleriyle, özellikle de yaşamının erken dönemlerinde edindiği deneyimlerle oluşur ve bir dereceye kadar içgörüler ve yeni tür deneyimlerle değiştirilebilir.”
Page 52: “The confusion between temperament and character has had serious consequences for ethical theory. Preferences with regard to differences in temperament are mere matters of subjective taste. But differences in character are ethically of the most fundamental importance……...................Hence, from an ethical standpoint they were equally evil. Conversely, among productive characters, one might subjectively prefer a choleric to a sanguine temperament; but such judgments would not constitute judgments of the respective value of the two people.”
Sayfa 81: “Mizaç ve karakter arasındaki karışıklığın etik teori için ciddi sonuçları oldu. Mizaç farklılıklarına ilişkin tercihler yalnızca öznel beğeni meselesidir. Ancak karakterdeki farklılıklar etik olarak en temel öneme sahiptir..”
Mizaçla ilgili insanların öteden beri bazı ön kabulleri var, hatta bilindik psikologlar da insanları mizaçlarına göre ayırmışlar. Doğuştan sıcakkanlı, soğukkanlı, iyimser, kötümser, depresif vs şeklinde sınıflandırılıyoruz. Çocuğu olan herkes bebeklerin kendilerine ait mizaçlarını gözlemlemiştir. Siz hiç bir şey öğretmediğiniz halde bazı çocuklar çabuk sinirlenir, bazıları çok güler yüzlüdür, bazıları çok sakardır vs… Bu mizaçla kişilik arasında nasıl bir bağlantı var? Fromm da zaten bu konuya girecek.
Mizaçla ilgili insanların ön kabulleri var. Hepimiz eğer mizaç olarak karşımızda bir sıcakkanlı, bir mesafeli insan varsa sıcakkanlı olanın iyi diğerinin kötü olduğunu düşünmek eğilimdeyiz, aynı şekilde mizaç olarak dışa dönük ve sıkılgan (utangaç) iki insan görünce dışadönük olmanın iyi olduğunu düşünme eğilimdeyiz. Halbuki mizacımız bize bir şeyleri dayattığından, seçmediğimiz bir şey olduğu için, olumsuz algılanan özelliklerle hayata başlamak oldukça haksızca bir durum. Sıkılgan, içine kapanık bir kişiyseniz toplum size aktif ol, hareketli ol, konuşkan ol, kendini ortaya at diye baskı yaptıkça (bunlar iyi ya, olumlu ya) senin üstündeki baskı da senin kendini sevmemene yol açıyor. Toplum tarafından olumlu karşılanan özellikler senin mizacında yok diye bir anda sevilmeyen insan durumuna düşüyorsun. Özellikle anne babalar çocuklarının hayata tutunmaları, başarılı olmaları için toplum tarafından dayatılan bu özelliklerin çocuklarında olmalarını istiyor. Yani senin mizacında olup olmaması önemli değil. Toplum hayatında sana kazanç sağlayacağını düşündükleri özelliklerin sen de olmasını istiyorlar. Değiştirmemiz mümkün olmadığı halde kendi mizacımızı yok saymak yada daha kötüsü mizacımız yüzünden yargılanmak kadar acımazsız bir şey olamaz. Hemen hemen tüm çocuklar yaşıyor bunu. Bazı küçük azınlık doğuştan süper "olumlu" mizaçla dünyaya geliyor ve onlar yargılanmadan, törpülenmeden, dışlanmadan hayata atılabiliyorlar.
Page 53: “In the application of C. G. Jung's concepts of temperament, those of "introvert" and "extrovert," we often find the same confusion. Those who prefer the extrovert tend to describe the introvert as inhibited and neurotic; those who prefer the introvert describe the extrovert as superficial and lacking in perseverance and depth. The fallacy is to compare a "good" person of one temperament with a "bad" person of another temperament, and to ascribe the difference in value to the difference in temperament.”
Sayfa 82: “C. G. Jung'un mizaç kavramları olan "içe dönük" ve "dışa dönük" kavramlarının uygulanmasında da sıklıkla aynı karışıklıkla karşılaşırız. Dışa dönük olanı tercih edenler içe dönük olanı çekingen ve nevrotik olarak tanımlama eğilimindedir; içe dönük olanı tercih edenler ise dışa dönük olanı yüzeysel, azim ve derinlikten yoksun olarak tanımlar. Buradaki yanılgı, bir mizaçtaki "iyi" bir insanı başka bir mizaçtaki "kötü" bir insanla karşılaştırmak ve aradaki değer farkını mizaç farkına bağlamaktır.”
Bir eleştiri yapmam gerekirse Erich Fromm mizaç konusunu bir parça hafif geçmiş diyebilirim. Tamam etik açıdan mizaç sorumlu tutulamaz çünkü bu bir karar değil bir tarzdır ama insan ilişkilerinde ne söylediğimiz kadar nasıl söylediğimiz de çok önemlidir. Ne söylediğimizin içeriğini karakter doldurabilir ama nasıl söylediğimiz daha çok mizacımızla ilgili. Belki çok doğru bir şey söyleyip bunu aşırı heyecanlı, fevri, panik halinde, korku ve telaşla, sinirli şekilde söylersen söylediğin şeyin karşındaki insandaki etkisi hiç de beklediğin gibi olmaz.
B. KARAKTER
( 1 ) Dinamik Karakter Kavramı
Page 54: “Character traits were and are considered by behavioristically orientated psychologists to be synonymous with behavior traits. From this standpoint character is defined as "the pattern of behavior characteristic for a given individual," while other authors like William McDougall, R. G. Gordon, and Kretschmer have emphasized the conative and dynamic element of character traits.
Freud developed not only the first but also the most consistent and penetrating theory of character as a system of strivings which underlie, but are not identical with, behavior. In order to appreciate Freud's dynamic concept of character, a comparison between behavior traits and character traits will be helpful. Behavior traits are described in terms of actions which are observable by a third person.”
Sayfa 83: “Karakter özellikleri, davranışçı yönelimli psikologlar tarafından davranış özellikleriyle eş anlamlı olarak görülmüş ve görülmektedir. Bu bakış açısına göre karakter, "belirli bir birey için karakteristik olan davranış biçimi" olarak tanımlanırken, William McDougall, R. G. Gordon ve Kretschmer gibi diğer yazarlar karakter özelliklerinin kavramsal ve dinamik unsurunu vurgulamışlardır.
Freud, davranışın altında yatan, ancak onunla özdeş olmayan bir çabalar sistemi olarak yalnızca ilk değil, aynı zamanda en tutarlı ve en derine nüfuz eden karakter kuramını da geliştirdi. Freud'un dinamik karakter kavramını anlamak için davranış özellikleri ile karakter özellikleri arasında bir karşılaştırma yapmak faydalı olacaktır. Davranış özellikleri, üçüncü bir kişi tarafından gözlemlenebilen eylemler olarak tanımlanır.”
Nasıl davranıyorsan karakterinde öyledir demek biraz kolaycılık değil mi? Zaten davranışçıları ilk okuduğumdan beri sevmememin sebebi de bu sanırım. Çünkü eğer davranışı değiştirirsek karakteri de değiştiririz diye kulaklarını tersten gösteriyorlar. Belki bazı konular için bu geçerli olabilir ama karakter o kadar da basit bir konu değil. Yüksekten korkan bir insana davranışçı yaklaşımla artık korkmamasını öğretebilirsin ama devleti soyanları, rüşvet alanları, adam kayıranları haklı bulan, onların yaptıklarını hatalı görmeyen kişinin davranışını ne yaparak değiştirirsin? Bu tamamen ahlaki bir tutum alma konusudur. Bir hatayı düzeltmek için önce sorunun kaynağını doğru tespit etmek gerekiyor. Bu yüzden psikanalizi davranışçı ekole göre daha faydalı buluyorum.
Page 56: “Closely related to Freud's concept of unconscious motivation is his theory of the conative nature of character traits. He recognized something that the great novelists and dramatists had always known: that, as Balzac put it, the study of character deals with "the forces by which man is motivated"; that the way a person acts, feels, and thinks is to a large extent determined by the specificity of his character and is not merely the result of rational responses to realistic situations; that "man's fate is his character." Freud recognized the dynamic quality of character traits and that the character structure of a person represents a particular form in which energy is canalized in the process of living.”
Sayfa 85: “Freud'un bilinçdışı motivasyon kavramıyla yakından ilişkili olan, karakter özelliklerinin doğasına ilişkin teorisidir. Freud, büyük romancıların ve tiyatro yazarlarının her zaman bildiği bir şeyin farkına varmıştır: Balzac'ın ifade ettiği gibi, karakter incelemesi (araştırması) "insanın motive olduğu güçlerle" ilgilenir; bir insanın hareket etme, hissetme ve düşünme şekli büyük ölçüde karakterinin özgüllüğü tarafından belirlenir ve yalnızca gerçekçi durumlara verilen rasyonel tepkilerin sonucu değildir; "insanın kaderi onun karakteridir". Freud, karakter özelliklerinin dinamik kalitesinin ve bir kişinin karakter yapısının, yaşam sürecinde enerjinin kanalize edildiği belirli bir formu temsil ettiğini fark etti."
Karakterimiz bilinçdışı olmadan ele alınamaz, bizi neyin motive ettiğini incelememiz gerekir; ne yaptığımız, ne hissettiğimiz ve ne düşündüğümüz karakterimiz tarafından belirleniyor; insan her zaman rasyonel tepki vermez; karakterimizin kalitesi, niteliği, yapısı enerjimizi neye kanalize ettiğimize göre değişir. Yukarıdaki cümlelerden benim anladığım bu. Bu tespitler doğrultusunda karakterimizi kaliteli hale getirmek ana hedefimiz olmalı. Bunun için de kendimiz olmalı ve kendimiz için yaşamalıyız.
Page 57: “Freud tried to account for this dynamic nature of character traits by combining his characterology with his libido theory. ....... He interpreted the dynamic nature of character traits as an expression of their libidinous source.”
Sayfa 85: "Freud karakter özelliklerinin bu dinamik doğasını kendi karakterolojisini libido teorisiyle birleştirerek açıklamaya çalıştı. ....... Karakter özelliklerinin dinamik doğasını onların şehvetli (libidinal) kaynaklarının bir ifadesi olarak yorumladı.”
Page 57: “The progress of psychoanalytic theory led, in line with the progress of the natural and social sciences, to a new concept which was based, not on the idea of a primarily isolated individual, but on the relationship of man to others, to nature, and to himself. It was assumed that this very relationship governs and regulates the energy manifest in the passionate strivings of man. H. S. Sullivan, one of the pioneers of this new view, has accordingly defined psychoanalysis as a "study of interpersonal relations."”
Sayfa 85: “Psikanalitik teorinin ilerlemesi, doğa ve sosyal bilimlerin ilerlemesine paralel olarak, öncelikle yalıtılmış bir birey fikrine değil, insanın başkalarıyla, doğayla ve kendisiyle olan ilişkisine dayanan yeni bir kavrama yol açtı. Bu ilişkinin, insanın tutkulu çabalarında tezahür eden enerjiyi yönettiği ve düzenlediği varsayılmıştır. Bu yeni görüşün öncülerinden biri olan H. S. Sullivan, psikanalizi "kişiler arası ilişkilerin incelenmesi" olarak tanımlamıştır.”
Freud bu işlerin kapısını açan kişi olarak çok değerli ama tüm teorisini kısıtlı bir kavram yelpazesi çerçevesinde tartıştığı için bir parça yetersizlikler içeriyor. Erich Fromm onun görüşlerinden yola çıkarak başka bir boyuta taşıyacak psikanalitik yaklaşımı. İnsan hem özerklik talep eden ama aynı zamanda başkaları ile de yaşamı paylaşmak zorunda kalan bir canlı. Hem kendimizle hem de diğer insanlar baş etmeye çalışıyoruz. Bir yanda hormonlarımız diğer yandan medeni hayat bizi iki köşeden sıkıştırıyor. Yaşama sanatı, bu sıkıştırmayla en uygun şekilde baş etmenin uzmanlığı.
Pages 58-59-60: “The main difference in the theory of character proposed here from that of Freud is that the fundamental basis of character is not seen in various types of libido organization but in specific kinds of a person's relatedness to the world. In the process of living, man relates himself to the world ( 1 ) by acquiring and assimilating things, and (2) by relating himself to people (and himself). The former I shall call the process of assimilation; the latter, that of socialization. Both forms of relatedness are "open" and not, as with the animal, instinctively determined. Man can acquire things by receiving or taking them from an outside source or by producing them through his own effort. But he must acquire and assimilate them in some fashion in order to satisfy his needs. Also, man cannot live alone and unrelated to others. He has to associate with others for defense, for work, for sexual satisfaction, for play, for the upbringing of the young, for the transmission of knowledge and material possessions. But beyond that, it is necessary for him to be related to others, one with them, part of a group. Complete isolation is unbearable and incompatible with sanity. Again man can relate himself to others in various ways: he can love or hate, he can compete or cooperate; he can build a social system based on equality or authority, liberty or oppression; but he must be related in some fashion and the particular form of relatedness is expressive of his character.
These orientations, by which the individual relates himself to the world, constitute the core of his character; character can be defined as the (relatively permanent) form in which human energy is canalized in the process of assimilation and socialization. This canalization of psychic energy has a very significant biological function. Since man's actions are not determined by innate instinctual patterns, life would be precarious, indeed, if he had to make a deliberate decision each time he acted, each time he took a step. On the contrary, many actions must be performed far more quickly than conscious deliberation allows…….. The character system can be considered the human substitute for the instinctive apparatus of the animal. Once energy is canalized in a certain way, action takes place "true to character." A particular character may be undesirable ethically, but at least it permits a person to act fairly consistently and to be relieved of the burden of having to make a new and deliberate decision every time. He can arrange his life in a way which is geared to his character and thus create a certain degree of compatibility between the inner and the outer situation. Moreover, character has also a selective function with regard to a person's ideas and values. Since to most people ideas seem to be independent of their emotions and wishes and the result of logical deduction, they feel that their attitude toward the world is confirmed by their ideas and judgments when actually these are as much a result of their character as their actions are. This confirmation in turn tends to stabilize their character structure since it makes the latter appear right and sensible.”
Sayfa 86-87-88: “Burada önerilen karakter kuramının Freud'un kuramından temel farkı, karakterin temel dayanağının çeşitli libido örgütlenmelerinde değil, bir kişinin dünyayla ilişkisinin belirli türlerinde görülmesidir. Yaşam sürecinde insan, (1) şeyler edinerek ve özümseyerek ve (2) kendini insanlarla (ve kendisiyle) ilişkilendirerek dünyayla ilişki kurar. İlkine özümseme (asimilasyon), ikincisine ise sosyalleşme süreci diyeceğim. Her iki ilişki biçimi de "açık" olup, hayvanlarda olduğu gibi içgüdüsel olarak belirlenmemiştir. İnsan bir şeyleri dış bir kaynaktan alarak ya da kendi çabasıyla üreterek elde edebilir. Ancak ihtiyaçlarını karşılamak için onları bir şekilde edinmeli ve özümsemelidir. Ayrıca insan tek başına ve başkalarıyla ilişkisiz yaşayamaz. Savunma, iş, cinsel doyum, oyun, gençlerin yetiştirilmesi, bilgi ve maddi mülkiyetin aktarımı için başkalarıyla ilişki kurmak zorundadır. Ancak bunun ötesinde, başkalarıyla ilişkili olması, onlarla bir olması, bir grubun parçası olması gereklidir. Tam izolasyon dayanılmazdır ve akıl sağlığı ile bağdaşmaz. Yine insan kendini başkalarıyla çeşitli şekillerde ilişkilendirebilir: sevebilir veya nefret edebilir, rekabet edebilir veya işbirliği yapabilir; eşitlik veya otorite, özgürlük veya baskıya dayalı bir sosyal sistem kurabilir; ancak bir şekilde ilişkili olmalıdır ve belirli bir ilişki biçimi onun karakterinin göstergesidir.
Bireyin kendisini dünyayla ilişkilendirdiği bu yönelimler, karakterinin özünü oluşturur; karakter, özümseme (asimilasyon) ve sosyalleşme sürecinde insan enerjisinin kanalize edildiği (nispeten kalıcı) biçim olarak tanımlanabilir. Psişik enerjinin bu kanalizasyonu çok önemli bir biyolojik işleve sahiptir. İnsanın eylemleri doğuştan gelen içgüdüsel kalıplar tarafından belirlenmediğinden, her hareket ettiğinde, her adım attığında kasıtlı bir karar vermek zorunda olsaydı, yaşam gerçekten de tehlikeli olurdu. Aksine, pek çok eylem bilinçli düşünmenin izin verdiğinden çok daha hızlı bir şekilde gerçekleştirilmelidir. ........ Karakter sistemi, hayvanın içgüdüsel aygıtının insani ikamesi olarak düşünülebilir. Enerji belirli bir şekilde kanalize edildiğinde, eylem "karaktere uygun" olarak gerçekleşir. Belirli bir karakter etik açıdan istenmeyebilir, ancak en azından kişinin oldukça tutarlı davranmasına ve her seferinde yeni ve bilinçli bir karar verme yükünden kurtulmasına izin verir. Yaşamını karakterine uygun bir şekilde düzenleyebilir ve böylece içsel ve dışsal durum arasında belirli bir uyumluluk derecesi yaratabilir. Ayrıca karakter, kişinin fikirleri ve değerleri açısından da seçici bir işleve sahiptir. Çoğu insan için fikirler duygularından ve isteklerinden bağımsız ve mantıksal çıkarımların sonucu gibi göründüğünden, dünyaya karşı tutumlarının fikirleri ve yargıları tarafından onaylandığını hissederler, oysa aslında bunlar da eylemleri kadar karakterlerinin bir sonucudur. Bu doğrulama da karakter yapılarını istikrarlı hale getirme eğilimindedir, çünkü karakter yapılarının doğru ve mantıklı görünmesini sağlar.”
Upuzun bir alıntı, bölemedim, Fromm karakter dediğinde ne anlamalıyız belirtmek istedim. Hayvanın içgüdüsünün ikamesi fikri ilginç. Aslında karakterimiz tüm hayatımızı şekillendiriyor. Fikirlerimiz, değerlerimiz, eylemlerimiz yani kısacası her şey karakterimizle bağlantılı. Karakterimiz aracılığıyla her yaptığımız şeyi tekrar tekrar düşünmek zorunda kalmıyoruz. Karakterimiz bozuksa yaptığımız şeyler de bozuk oluyor. Çevemize baktığımızda ne kadar çok sağlıksız insan olduğunu görüyoruz değil mi? Çünkü yanlış karakterli birisinin doğru şeyi yapması beklenemez. İçine doğduğumuz toplum bizi çok kötü yetiştiriyor. O kadar sağlıksız bir yapının içindeyiz ki gelişimini tamamlayamamış anne babaların gelişimini tamamlayamamış çocukları olarak hayata atılıyoruz ve bu saçma sapan kısır döngü devam ediyor. Sağlıklı ve doğru yetişmiş bir kaç nesil olsa belki durum düzelebilir ama bu sadece safça hatta salakça bir temenniden öteye gidemez. 78. sayfadaki şu tespiti tam olarak bu noktada tekrar etmek istiyorum: "olgun, üretken ve rasyonel kişi, olgun, üretken ve rasyonel olmasına izin veren bir sistemi seçecektir. Gelişimi engellenen kişi ise ilkel ve irrasyonel sistemlere geri dönmek zorunda kalacak, bu da onun bağımlılığını ve irrasyonelliğini uzatacak ve arttıracaktır." Konu tam olarak burada düğümleniyor işte.
Aziz Nesin Yıllar önce ülkenin %60'ı aptal demişti. Az bile söylemişti. 30 yıl önceki durum daha vahim şekilde devam ediyor. Ruh hastaları ile dolu bir toplumda yaşamak zorundayız. Otorite ile olan sakat ilişkimiz yüzünden, bağımsız, doğru değerlere sahip, erdemli insanlar haline gelemiyoruz. Beyni yıkanmış bir toplum olarak zombi gibi yaşamaya devam ediyoruz.
Page 60: “Not only has character the function of permitting the individual to act consistently and "reasonably"; it is also the basis for his adjustment to society. The character of the child is molded by the character of its parents in response to whom it develops. The parents and their methods of child training in turn are determined by the social structure of their culture. The average family is the "psychic agency" of society, and by adjusting himself to his family the child acquires the character which later makes him adjusted to the tasks he has to perform in social life. He acquires that character which makes him want to do what he has to do and the core of which he shares with most members of the same social class or culture. The fact that most members of a social class or culture share significant elements of character and that one can speak of a "social character" representing the core of a character structure common to most people of a given culture shows the degree to which character is formed by social and cultural patterns. But from the social character we must differentiate the individual character in which one person differs from another within the same culture. These differences are partly due to the differences of the personalities of the parents and to the differences, psychic and material, of the specific social environment in which the child grows up. But they are also due to the constitutional differences of each individual, particularly those of temperament. Genetically, the formation of individual character is determined by the impact of its life experiences, the individual ones and those which follow from the culture, on temperament and physical constitution. Environment is never the same for two people, for the difference in constitution makes them experience the same environment in a more or less different way. Mere habits of action and thought which develop as the result of an individual's conforming with the cultural pattern and which are not rooted in the character of a person are easily changed under the influence of new social patterns. If, on the other hand, a person's behavior is rooted in his character, it is charged with energy and changeable only if a fundamental change in a person's character takes place.”
Sayfa 88-89: “Karakter yalnızca bireyin tutarlı ve "makul" şekilde hareket etmesine izin verme işlevine sahip olmakla kalmaz; aynı zamanda topluma uyumunun da temelidir. Çocuğun karakteri, kendisine tepki olarak geliştiği ebeveynlerinin karakteri tarafından şekillendirilir. Ebeveynler ve onların çocuk yetiştirme yöntemleri, kültürlerinin sosyal yapısı tarafından belirlenir. Ortalama aile, toplumun "ruhsal aracıdır" ve kendini ailesine göre ayarlayarak çocuk, daha sonra sosyal hayatta yerine getirmesi gereken görevlere uyum sağlamasını sağlayan bir karakter kazanır. Yapması gerekeni yapmasına neden olan ve özünü aynı sosyal sınıf veya kültürün çoğu üyesiyle paylaştığı karakteri kazanır. Bir sosyal sınıfın veya kültürün çoğu üyesinin karakterin önemli unsurlarını paylaşması ve belirli bir kültürün çoğu insanı için ortak olan bir karakter yapısının çekirdeğini temsil eden bir "sosyal karakter"den söz edilebilmesi, karakterin sosyal ve kültürel kalıplar tarafından oluşturulma derecesini gösterir. Ancak sosyal karakterden, aynı kültür içinde bir kişinin diğerinden farklılaştığı bireysel karakteri ayırt etmeliyiz. Bu farklılıklar kısmen ebeveynlerin kişilik farklılıklarından ve çocuğun içinde büyüdüğü belirli sosyal çevrenin psişik ve maddi farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Ancak aynı zamanda her bireyin yapısal farklılıklarından, özellikle de mizaç farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Genetik olarak, bireysel karakterin oluşumu, bireysel ve kültürden gelen yaşam deneyimlerinin mizaç ve fiziksel yapı üzerindeki etkisiyle belirlenir. Çevre iki insan için asla aynı değildir, çünkü yapılarındaki farklılık aynı çevreyi az ya da çok farklı bir şekilde deneyimlemelerine neden olur. Bireyin kültürel kalıba uyması sonucunda gelişen ve kişinin karakterinde kökleşmemiş olan salt eylem ve düşünce alışkanlıkları, yeni sosyal kalıpların etkisi altında kolayca değiştirilebilir. Öte yandan, bir kişinin davranışı karakterine dayanıyorsa, enerji yüklüdür ve ancak kişinin karakterinde temel bir değişiklik meydana gelirse değişebilir.”
Karakterin genetik yapımız, mizacımız kadar içinde bulunduğumuz toplum tarafından da şekillendiğini söylüyor. Özellikle okulun bu konudaki etkisi çok fazla. Maalesef içinde yaşadığımız devlet bir şekilde bizlerin ne tür karakter yapısında olacağımızı da belirliyor. İçine doğduğumuz din, içine doğduğumuz iklim, coğrafya. Yani bir insan sadece tek başına bir insan değil. Nasıl bir insan olduğumuzu (olacağımızı) Çok fazla parametre etkiliyor.
İçine doğduğumuz topluma uyumlu olma pahasına ne kadar çok ödün veriyoruz. Sırf dışlanmamak için ne kadar çok kendimiz olmayan şeyleri yapmak zorunda kalıyoruz. Sosyal karakterimizi hiç sevmiyorum. Tam bir geri kalmış ülke karakteri. İnceliklerden anlamayan, kafasını günah sevap konularına takmış, iki lafında birisi Allah Korusun olan, tüm hücrelerine korku ve sevgisizlik aşılanmış bir toplum. Herkesi düşman olarak gören, kendisini bir grubun üyesi olmadan anlamlı göremeyen bir toplum. Benim adamım yapıyorsa doğrudur kafasında olan. Hırsızlık bile yapıyor olsa kendisinden gördüğü kişi yapıyorsa ses çıkarmayan bir toplum. Din ile bu kadar sarmaş dolaş olup dinle ilgili en ufak kafa yormayan bir toplum. İnandığını söylediği kitabın kapağını açmayan bir toplum. Sosyal karakter bu kadar sakatken nasıl uyumlu ve huzurlu bir hayat yaşayabilirsin ki?
Acı bir gerçek olarak toplumsal canlılarız ama toplumsal yaşamda başka bir sanat. Bu kitap yaşama sanatı derken kişisel yaşamı kastediyor ama bir de toplumsal yaşama sanatından bahsetsek çok da yanlış olmaz. Sen dünyanın en iyi bale sanatçısı ol, eğer dans edeceğin salon çamur içindeyse sanatını ne kadar mükemmel icra edersen et çamur içinde kalman kaçınılmaz. Toplum olarak yaşamayı sanat olarak algılayıp yeniden başlamalıyız bu işe.
Sonraki bölüm “Karakter Türleri: Üretken Olmayan Yönelimler” bir kaç alt başlığı var: Alımlayıcı Yönelim, Sömürücü Yönelim, İstifçi Yönelim, Pazarlayıcı Yönelim… Bu kısmı da bir yazı ile ele alacağım.
Comments