3. Bölüme başlıyorum. İnsan Doğası ve Karakter başlığına sahip. İlk alt başlık İnsani Durum.
1. İnsani Durum
Page 38: “One individual represents the human race. He is one specific example of the human species. He is "he" and he is "all"; he is an individual wtth his peculiarities and in this sense unique, and at the same time he is representative of all characteristics of the human race. His individual personality is determined by the peculiarities of human existence common to all men. Hence the discussion of the human situation must precede that of personality.”
Sayfa 69: “Bir birey insan ırkını temsil eder. O, insan türünün belirli bir örneğidir. O hem "o"dur hem de "hepsi"dir; kendine has özellikleriyle bir bireydir ve bu anlamda eşsizdir ve aynı zamanda insan ırkının tüm özelliklerini temsil eder. Bireysel kişiliği, insan varlığının tüm insanlar için ortak olan özellikleri tarafından belirlenir. Bu nedenle, insani durumun tartışılması kişilik tartışmasından önce gelmelidir.”
İNSANIN BİYOLOJİK ZAYIFLIĞI
Sayfa 39: “The emergence of man can be defined as occurring at the point in the process of evolution where instinctive adaptation has reached its minimum. But he emerges with new qualities which differentiate him from the animal: his awareness of himself as a separate entity, his ability to remember the past, to visualize the future, and to denote objects and acts by symbols; his reason to conceive and understand the world; and his imagination through which he reaches far beyond the range of his senses. Man is the most helpless of all animals, but this very biological weakness is the basis for his strength, the prime cause for the development of his specifically human qualities.”
Sayfa 69-70: “İnsanın ortaya çıkışı, evrim sürecinde içgüdüsel uyumun minimuma ulaştığı noktada meydana gelmesi olarak tanımlanabilir. Ancak kendisini hayvandan ayıran yeni niteliklerle ortaya çıkar: ayrı bir varlık olarak kendisinin farkındalığı, geçmişi hatırlama, geleceği görselleştirme ve nesneleri ve eylemleri sembollerle ifade etme yeteneği; dünyayı kavrama ve anlama nedeni; ve duyularının sınırlarının çok ötesine ulaştığı hayal gücü. İnsan, tüm hayvanların en çaresizidir, ancak bu biyolojik zayıflık, onun gücünün temeli, özellikle insani niteliklerinin gelişmesinin başlıca nedenidir.”
İnsan evrimsel olarak fiziksel özellikleri ile değil akli yetenekleri ile hayatta kalabilmeyi başarabilmiş bir canlı. Dezavantajımızı avantajlı hale getirebilmek için uğraşıp durmuşuz. Bu sayede de aklımızı geliştirmişiz. İçgüdülerimize aklımız geliştikçe daha az ihtiyaç duyar hale gelmişiz. İçgüdülerle yaşamak daha az karmaşık bir süreç. Güdülerimiz ne diyorsa onu yapıyor olsak çok fazla problem çözmek zorunda kalmazdık. Bilinç dediğimiz şey (farkındalık hali) ortaya çıkınca (bu konu tartışmalı ama diğer canlılar arasında en gelişmiş bilince bizim sahip olduğumuzu düşünüyoruz). Beynimizi kullanmamızın yan etkileri ortaya çıkıyor ve bizler bu yan etkileri fark edip çözmeye çalışıyoruz. Bunu ne kadar becerebilirsek o kadar huzurlu yaşıyoruz.
İNSANIN VAROLUŞSAL VE TARİHSEL İKİLEMLERİ
Page 40: “Self-awareness, reason, and imagination have disrupted the "harmony" which characterizes animal existence. Their emergence has made man into an anomaly, into the freak of the universe. He is part of nature, subject to her physical laws and unable to change them, yet he transcends the rest of nature. He is set apart while being a part; he is homeless, yet chained to the home he shares with all creatures. Cast into this world at an accidental place and time, he is forced out of it, again accidentally. Being aware of himself, he realizes his powerlessness and the limitations of his existence. He visualizes his own end: death. Never is he free from the dichotomy of his existence: he cannot rid himself of his mind, even if he should want to; he cannot rid himself of his body as long as he is alive-and his body makes him want to be alive.
Reason, man's blessing, is also his curse; it forces him to cope everlastingly with the task of solving an insoluble dichotomy………. Man is the only animal for whom his own existence is a problem which he has to solve and from which he cannot escape. He cannot go back to the prehuman state of harmony with nature; he must proceed to develop his reason until he becomes the master of nature, and of himself.”
Sayfa 70-71: “"Öz farkındalık, akıl ve hayal gücü, hayvansal varoluşu karakterize eden "uyumu" bozmuştur. Bunların ortaya çıkışı insanı bir anomali, evrenin bir ucubesi haline getirmiştir. O doğanın bir parçasıdır, onun fiziksel yasalarına tabidir ve onları değiştiremez, ama yine de doğanın geri kalanını aşar. Bir parçası olduğu halde ayrı tutulmuştur; evsizdir ama tüm yaratıklarla paylaştığı evine zincirlenmiştir. Tesadüfi bir yer ve zamanda bu dünyaya fırlatılmış, yine tesadüfi bir şekilde bu dünyadan çıkmaya zorlanmıştır. Kendisinin farkında olarak, güçsüzlüğünün ve varlığının sınırlarının farkına varır. Kendi sonunu hayal eder: ölüm. Varoluşunun ikileminden asla kurtulamaz: istese bile zihninden kurtulamaz; hayatta olduğu sürece bedeninden de kurtulamaz - ve bedeni onu hayatta olmaya zorlar.
İnsanın lütfu olan akıl, aynı zamanda onun lanetidir; onu, çözülmez bir ikiliği çözme göreviyle sonsuza kadar başa çıkmaya zorlar………. İnsan, kendi varoluşunun çözmesi gereken ve kaçamayacağı bir sorun olduğu tek hayvandır. Doğayla uyum içinde olduğu insan öncesi duruma geri dönemez; doğanın ve kendisinin efendisi olana kadar aklını geliştirmeye devam etmelidir."
Yukarıdaki alıntılarda aslında benim az önce söylediğim şeyin tekrarı gibi oldu. Ben prematürelik yapmış oldum. Yani kısacası öleceğimizin farkındayız ve aklımızla dertlerimizle baş etmeye çalışıyoruz. Bu yüzden aklımız hem bir lütuf hem de lanet. Hem onun sayesinde hayata tutunabiliyoruz hem de onun yüzünden başa edebileceğimizden büyük sorunlarla uğraşıyoruz. Öleceğinin farkında olan bir canlı olarak bu derdimizi bir türlü çözemiyoruz.
Doğayla uyum konusunu şu şekilde ele almak gerekir diye düşünüyorum. Diğer canlılardan bir farkımızın olmadığı durum, besin zincirindeki bir halka olma halimiz. Yani ne diğer canlılardan üstünüz ne de aşağıyız. Varız ve o şekilde devam ediyoruz. Uyumdan bunu kastettiğini düşünüyorum. Yoksa Sapiens olarak nereye gitsek yıkım götürmüşüz. Erich Fromm sapiens öncesi atalarımızı kast ediyor olmalı bu tespitinde.
Hayal gücümüzün gelişmiş olmasının hayatımızdaki en büyük etki nedir? Hayal gücü ile neleri yarattık? Yıldırım çarptığında ona bir sebep bulmak istedik yada deprem olduğunda yada fırtına çıktığında. Yani doğa olaylarının arkasında yatan sebepleri bilmek istedik. Henüz bilim diye bir şey ortada olmadığından (150 - 200 bin yıl daha beklememiz gerekecek) anlayamadığımız şeylere hayal gücümüzle cevaplar üretmeye çalıştık. Din dediğimiz şeyin arkasında olan bu hayal edebilme yeteneğimiz değil mi?
Page 41-42: “The most fundamental existential dichotomy is that between life and death. The fact that we have to die is unalterable for man. Man is aware of this fact, and this very awareness profoundly influences his life. But death remains the very opposite of life and is extraneous to, and incompatible with, the experience of living. All knowledge about death does not alter the fact that death is not a meaningful part of life and that there is nothing for us to do but to accept the fact of death; hence, as far as our life is concerned, defeat.* "All that man has will he give for his life" and "the wise man," as Spinoza says, "thinks not of death but of life." Man has tried to negate this dichotomy by ideologies, e.g.. the Christian concept of immortality, which, by postulating an immortal soul, denies the tragic fact that man's life ends with death.”
* maalesef bu cümleyi anlamakla birlikte çevirmekte çok zorlandım.
Sayfa 72: "En temel varoluşsal ikilem yaşam ve ölüm arasındaki ikilemdir. Ölmek zorunda olduğumuz gerçeği insan için değişmezdir. İnsan bu gerçeğin farkındadır ve bu farkındalık onun yaşamını derinden etkiler. Ancak ölüm yaşamın tam zıddı olarak kalır ve yaşama deneyimine yabancıdır ve onunla bağdaşmaz. Ölüm hakkındaki tüm bilgiler, ölümün yaşamın anlamlı bir parçası olmadığı ve ölüm gerçeğini , yaşamımız söz konusu olduğunda, yenilgiyi kabul etmekten başka yapabileceğimiz bir şey olmadığı gerçeğini değiştirmez; "İnsan sahip olduğu her şeyi yaşamı için verir" ve Spinoza'nın dediği gibi "bilge insan" "ölümü değil yaşamı düşünür." İnsanoğlu bu ikilemi ideolojilerle, örneğin ölümsüz bir ruh varsayarak insanın yaşamının ölümle sona erdiği trajik gerçeğini reddeden Hıristiyan ölümsüzlük kavramıyla ortadan kaldırmaya çalışmıştır."
Öleceğini bilmek büyük stres kaynağı ve ölümden korkmak insanın çözmesi gereken bir sorun. Öleceğinin farkında olma problemini dinler işe yarar şekilde çözmüşler. Kimisi aslında ölüm yok dünyaya yeniden geleceğiz diye kandırmış kendini, (reenkarnasyon) kimisi de ölüm son değil, öldükten sonra iyi olursan cennete, kötü olursan cehenneme gideceksin diye kandırmış. Bütün olay öleceğini biliyor olmanın getirdiği o korkunç duygudan kurtulmak. Ölüm olmasaydı yaşamın bir anlamı olmazdı. Sonsuza kadar yaşadığınızı hayal edin her hangi bir şeyi yapmak için her hangi bir sebep bulabilir miydiniz? Ölüme bir lanet gibi değil de yaşadığımız hayatı anlamlı hale getiren bir durum gibi bakmak bizi rahatlatabilir. Madem yaptığım şeyin bir sonu var bunu en iyi şekilde yapmalıyım. Madem bu dünyadayım ve yaşıyorum o zaman elimden gelenin en iyisini yapmalıyım. Ölümden sonra tekrar yaşayacağım kafasına girdiğinde elinde olan tek fırsatı da boşa harcıyorsun. Nasıl olsa ölünce tekrar dirileceğim diye kendini kandırarak elindeki tek fırsatı çöpe atıyorsun. Ölümsüz olmak istiyorsan bir eser bırak. Nesiller boyu seni anacakları şeyler üret. Bundan daha iyi ölümsüzlük olur mu?
Page 42: “That man is mortal results in another dichotomy: while every human being is the bearer of all human potentialities, the short span of his life does not permit their full realization under even the most favorable circumstances. Only if the life span of the individual were identical with that of mankind could he participate in the human development which occurs in the historical process.”
Sayfa 72: "İnsanın ölümlü olması başka bir ikilemle sonuçlanır: her insan tüm insani potansiyellerin taşıyıcısı olsa da, yaşamının kısa süresi en elverişli koşullar altında bile bunların tam olarak gerçekleşmesine izin vermez. Ancak bireyin yaşam süresi insanlığınkiyle özdeş olsaydı, tarihsel süreçte meydana gelen insani gelişime katılabilirdi."
Potansiyelini keşfedemeden, yapabileceklerini yapamadan ölüp gitmek işin bir başka acı tarafı. Burada da dinler devreye giriyor. Bu hayatın ne kadar boşa geçmiş olursa olsun nasıl olsa bir şansın var duygusu kurtarıcı oluyor. Bu öyle büyük bir yalan satışı ki değme gitsin. Sadece bir kere elimize geçmiş olan bir fırsatı, bir hiç uğruna, bir yalan uğruna feda etmek... Nietzsche yi bu noktada anmak gerekir diye düşünüyorum. Onun Über Mensch olarak adlandırdığı Üst İnsan ile sıradan, sürü halinde yaşayan insan arasındaki ayrımı... Aslında beceriksiz, kapasitesiz, az zekalı olan bir insan (yani çoğunluk) için tam bir kurtarıcı bu bakış açısı. Salla gitsin, uğraşıp da becerememektense hiç denemezsin bile, olur biter. Böylece başarısız olma ihtimalin de kalmaz. Sevdiğim bir söz var, "hiç bir şey yapmazsan hata da yapmazsın."
Page 43: “Man is alone and he is related at the same time. He is alone in as much as he is a unique entity, not identical with anyone else, and aware of himself as a separate entity. He must be alone when he has to judge or to make decisions solely by the power of his reason. And yet he cannot bear to be alone, to be unrelated to his fellow men. His happiness depends on the solidarity he feels with his fellow men, with past and future generations.”
Sayfa 73: “İnsan yalnızdır ve aynı zamanda bağlantılıdır. Eşsiz bir varlık olduğu, başka kimseyle özdeş olmadığı ve kendisinin ayrı bir varlık olduğunun bilincinde olduğu kadar yalnızdır. Yalnızca aklının gücüyle yargılamak veya karar vermek zorunda kaldığında yalnız olmalıdır. Yine de yalnız kalmaya, hemcinsleriyle ilişkisiz olmaya dayanamaz. Mutluluğu, hemcinsleriyle, geçmiş ve gelecek nesillerle hissettiği dayanışmaya bağlıdır.”
İşte hem birey olma hem de birileri ile yaşama dikotomisi. Burada yalnız olma halini iyi anlamak gerekiyor. Yalnızlık çok zor ama birey olabilmenin de koşulu. Bir çocuğun kendi ayakları üzerinde durabilmesi, kimseye muhtaç olmaması, asıl en önemlisi iyisiyle, kötüsüyle kararlarının kendisine ait olduğunun farkında olması. Yani bu hayat senin hayatın, başarılarından da, başarısızlıklarından da sen sorumlusun. Tamam, tek başımıza hayatta kalmak yerine birileri le birlikteyken bu iş daha kolay ama yaşama sorumluluğumuz kendi ellerimizde, diğer insanlar sadece bizim eşlikçilerimiz. Bu ayrımı çok iyi yapmamız gerekiyor.
İnsan kendisini geliştirdikçe çevresindeki insanların ne kadar basit kaldıklarını da görmeye başlıyor. Sen öğreniyorsun, gerçeği olduğu gibi görmek için çaba harcıyorsun, insan olmanın gereğini yerine getirmek için beynini kullanıyorsun ama çevrende senin gibi insanlar olmadığını gördüğünde bu sefer başka bir yalnızlığın içine düşüyorsun. Hemcinslerinle ilişki kurmak istiyorsun ama sıradanlığın kabalığı ile karşılaşıyorsun.
Ben bu konuda çok dertliyim. İnsanların insan olmalarının hakkını vermelerini istiyorum ama küçük dertleri içinde debelenip duruyorlar. Açıkcası bir dönem ben de bu debelenmenin içine gönüllü olarak dalmıştım. Kolay olanı seçmiştim. Sıradan insanların, sıradan dertleri içinde yuvarlanıp gidiyor ve kalabalık içinde kendimi bir sanal mutluluk ve huzur içindeymiş gibi hissettirmeye çalışıyordum. Bu işe de yarıyordu. Günler geçiyor, düşüncesiz, bilgi biriktirmesiz, öğrenmesiz günler birbirini kovalıyordu. Sadece zaman öldürmek bir süre sonra kendimi değersi,z hissetmeme yol açtı. Ömrümü bu şekilde tüketecek olma ihtimalim beni anlamsız ve boşlukta hissettirdi. Kadınlarla birlikte olmak, yemek, içmek, konserlere gitmek ve zamanın nasıl geçtiğini anlamadan yaşamaya çalışmak. Neyse ki bu tuzaktan kurtardım kendimi.
Beni anlayan, sözlerime kulak veren, benim anlayabileceğim, bir şeyler bilen insanlarla birlikte olmak isterdim. Olmadı, olmuyor. Artık vazgeçtim. İnsanları aramaktan sıkıldım ve yoruldum. Ben derdimi yazarak ve artık video çekerek anlatıyorum. Birileri bunlara ulaşır ve benimle hemfikir olursa belki bir noktada kesişiriz ama olmadığı takdirde de kendimi üzecek değilim. Ben denize oltamı atıyorum. Bir ihtimal birileri takılır oltaya.
Tüm bu yazı çizi işine ölünce arkamda bir şeyle bırakma isteği motive etmişiti. Ne kadar zamanım kaldı bilemiyorum. Elimden geldiği kadar öğrenmeye ve öğrendiklerimi aktarmaya çalışıyorum. Ben öldükten yıllar sonra bile birileri bunlara ulaşabilir. Bu bile bir şeydir.
Page 44: “It is one of the peculiar qualities of the human mind that, when confronted with a contradiction, it cannot remain passive. It is set in motion with the aim of resolving the contradiction. All human progress is due to this fact. If man is to be prevented from reacting to his awareness of contradictions by action, the very existence of these contradictions must be denied. To harmonize, and thus negate. contradictions is the function of rationalizations in individual life and of ideologies (socially patterned rationalizations) in social hfe. However, if man's mind could be satisfied only by rational answers, by the truth, these ideologies would remain ineffective. But it is also one of his peculiarities to accept as truth the thoughts shared by most of the members of his culture or postulated by powerful authori· ties. If the harmonizing ideologies are supported by consensus or authority, man's mind is appeased although he himself is not entirely set at rest.”
Sayfa 74: "İnsan zihninin kendine özgü niteliklerinden biri, bir çelişkiyle karşı karşıya kaldığında pasif kalamamasıdır. Çelişkiyi çözmek amacıyla harekete geçer. Tüm insani ilerlemeler bu gerçeğe bağlıdır. Eğer insanın çelişkilere dair farkındalığına eylem yoluyla tepki vermesi engellenmek isteniyorsa, bu çelişkilerin varlığı inkar edilmelidir. Çelişkileri uyumlulaştırmak ve böylece yadsımak, bireysel yaşamda rasyonelleştirmelerin, toplumsal yaşamda ise ideolojilerin (toplumsal olarak kalıplaşmış rasyonelleştirmeler) işlevidir. Ancak insanın zihni yalnızca rasyonel cevaplarla, hakikatle tatmin olabilseydi, bu ideolojiler etkisiz kalırdı. Ancak kültürünün çoğu üyesi tarafından paylaşılan ya da güçlü otoriteler tarafından öne sürülen düşünceleri hakikat olarak kabul etmek de onun özelliklerinden biridir. Uyumlaştırıcı ideolojiler fikir birliği ya da otorite tarafından destekleniyorsa, insanın kendisi tamamen huzura kavuşmasa da zihni yatışır."
Yani insan kanmak istiyor, kandırılmak istiyor, acı gerçekle yüzleşmek yerine kendisine sunulan yalanı kabul etmek daha kolayına geliyor. Tüm dinler bunun üzerine kurulu. Karşımıza çıkan, çözemediğimiz, üstesinden gelemediğimiz her ne varsa dinler bunları bir güzel çözmüşler. Eğer bu çözüm benim ilerlememi sağlıyorsa ne kadar saçma sapan olursa olsun yoluma devam ediyorum.
Eğer bir ekonomik kriz yaşıyorsan ve bunun sebebi senin sevdiği liderse iki ihtimal var ya o lideri sevsen de terk edeceksin yada o lider sana bir çıkış yolu sunacak. Derse ki bu yaşananların sorunlusu ben değilim dış güçler o zaman sana açtığı bu kapıyı gönül rahatlığıyla kullanabileceksin. Kendinle barışık bir şekilde gece yastığa kafanı koyduğunda dış güçlere küfürler ederek, zihnin yatışmış bir şekilde, mışıl mışıl uyuyabileceksin. Yeter ki otorite olarak algıladığın figür sana bir şey desin. Ne dediğinin önemi yok. (Aya dört şeritli yol yapacağız dahi deseler) Yalanın en büyüğünü bile söylese senin için sorun olmaz. O otorite söylediyse kafan rahat bir şekilde devam edebilirsin hayatına. Tamam "Über Mensch" olma ama biraz olsun beynini kullan değil mi? Ama yok ki öyle bir organ kullansın.
Page 44-45: “Man can react to historical contradictions by annulling them through his own action; but he cannot annul existential dichotomies, although he can react to them in different ways. He can appease his mind by soothing and harmonizing ideologies. He can try to escape from his inner restlessness by ceaseless activity in pleasure or business. He can try to abrogate his freedom and to turn himself into an instrument of powers outside himself, submerging himself in them. But he remains dis$atisfied, anxious, and restless. There is only one solution to his problem: to face the truth, to acknowledge his fundamental aloneness and solitude in a universe indifferent to his fate, to recognize that there is no power transcending him which can solve his problem for him. Man must accept the responsibility for himself and the fact that only by using his own powers can he give meaning to his life. But meaning does not imply certainty; indeed, the quest for certainty blocks the search for meaning. Uncertainty is the very condition to impel man to unfold his powers. If he faces the truth without panic he will recognize that there is no meaning to life except the meaning man gives llis life by the unfolding of his powers, by living productively; and that only constant vigilance, activity, and effort can keep us from failing in the one task that matters-the full development of our powers within the limitations set by the laws of our existence. Man will never cease to be perplexed, to wonder, and to raise new questions. Only if he recognizes the human situation, the dichotomies inherent in his existence and his capacity to unfold his powers, will he be able to succeed in his task: to be himself and for himself and to achieve happiness by the full realization of those faculties which are peculiarly his-of reason, love, and productive work.”
Sayfa 74-75: "İnsan tarihsel çelişkilere kendi eylemiyle onları ortadan kaldırarak tepki verebilir; ancak varoluşsal ikiliklere farklı şekillerde tepki verebilse de onları ortadan kaldıramaz. Zihnini yatıştırıcı ve uyumlu ideolojilerle yatıştırabilir. Zevk ya da iş ile ilgili bitmek bilmeyen faaliyetlerle içsel huzursuzluğundan kurtulmaya çalışabilir.. Özgürlüğünden feragat etmeye ve kendini kendi dışındaki güçlerin bir aracı haline getirmeye, kendini onların içine daldırmaya çalışabilir. Ama yine de tatminsiz, endişeli ve huzursuz kalır. Sorununun tek bir çözümü vardır: gerçekle yüzleşmek, kaderine kayıtsız bir evrendeki temel yalnızlığını ve tek başınalığını kabul etmek, sorununu onun yerine çözebilecek, onu aşan hiçbir güç olmadığını kabul etmek. İnsan kendi sorumluluğunu ve yalnızca kendi güçlerini kullanarak hayatına anlam katabileceği gerçeğini kabul etmelidir. Ancak anlam kesinlik anlamına gelmez; aslında kesinlik arayışı anlam arayışını engeller. Belirsizlik, insanı güçlerini ortaya çıkarmaya iten koşulun ta kendisidir. Panik olmadan gerçekle yüzleşirse, insanın güçlerini açığa çıkararak, üretken bir şekilde yaşayarak hayata verdiği anlam dışında hayatın bir anlamı olmadığını anlayacaktır; ve yalnızca sürekli uyanıklık, faaliyet ve çaba bizi önemli olan tek görevde -varlığımızın yasaları tarafından belirlenen sınırlar içinde güçlerimizi tam olarak geliştirmekten- başarısız olmaktan alıkoyabilir. İnsanın kafası karışmaktan, merak etmekten ve yeni sorular ortaya atmaktan asla vazgeçmeyecektir. Ancak insanın içinde bulunduğu durumu, varoluşuna içkin olan ikilemleri ve güçlerini ortaya çıkarma kapasitesini fark ederse, görevinde başarılı olabilir: kendisi olmak ve kendisi için olmak ve kendine özgü olan akıl, sevgi ve üretken çalışma yetilerini tam anlamıyla hayata geçirerek mutluluğa ulaşmak."
Bu son satırları tekrar tekrar okuyun, her şeyin özeti burada. Gerçekle yüzleşmek, yalnızlığını kabul etmek, bir tanrının varlığını yok saymak, kendi sorumluluğunu almak, hayatına ancak kendinin anlam katabileceği, belirsizliğin motive edici olduğu, üretken bir şekilde yaşama gerekliliği, emek harcamadan başarının da olamayacağı… Yukarıda yazılı olanları iyice sindirmek gerekiyor.
İlk koşul "kendisi olmak" konusunda farkındalık sahibi olmak. Başka türlü olabilir demek. Ne yaparsam içinde bulunduğum durumu değiştirebilirim demek. Beyninin yıkandığını anlamak kadar zor bir iş yok. Beyni yıkanmış kişiye senin beynini yıkamışlar dediğinde sana nasıl tepki göstereceğini tahmin etmek güç değil. Matriks filmini izleyen bir insanın aklına nasıl acaba içinde olduğum hayat başka türlü olabilir miydi sorusu gelmez.
Page 49: “The conclusion to which we are led w1th regard to the general problem of human motivation is that while the need for a system of orientation and devotion is common to all men, the particular contents of the systems which satisfy this need differ. These differences are differences in value; the mature, productive, rational person will choose a system which permits him to be mature, productive and rational. The person who has been blocked in his development must revert to primitive and irrational systems which in turn prolong and increase his dependence and irrationality. He will remain on the level which mankind in its best representatives has already overcome thousands of years ago.”
Sayfa 78: "İnsan motivasyonuna ilişkin genel sorunla ilgili olarak vardığımız sonuç, bir yönlendirme ve bağlılık sistemine duyulan ihtiyaç tüm insanlar için ortak olsa da, bu ihtiyacı karşılayan sistemlerin belirli içeriklerinin farklı olduğudur. Bu farklılıklar değer farklılıklarıdır; olgun, üretken ve rasyonel kişi, olgun, üretken ve rasyonel olmasına izin veren bir sistemi seçecektir. Gelişimi engellenen kişi ise ilkel ve irrasyonel sistemlere geri dönmek zorunda kalacak, bu da onun bağımlılığını ve irrasyonelliğini uzatacak ve arttıracaktır. En iyi temsilcileriyle insanlığın binlerce yıl önce çoktan aşmış olduğu seviyede kalacaktır."
Yani pozitif kısır döngüye yada negatif olana gireceğiz. Hayatla baş etmekle zorlananlar zırvaların eline düşecek… Bu tuzaklardan kurtulmak için hayata bakış açımızı doğru yöne kanalize etmek zorundayız. Kolay olanla doğru olan arasında kaldığımızda kolay olanı seçmemeliyiz. Gelişimi engellenen kişi bunu bir şekilde aslında bilir. Bir şeylerin yanlış olduğunu bilir ama beyni öyle yıkanmıştır ki sen kendi aklınla düşünmüyorsun sana dayatılanları gerçekmiş gibi yaşıyorsun dediğinde çocukluğundan beni içine sindirilmiş olan korkular gerçeği görmesini engeller. En zeki, okumuş, bilgili olanlar bile yalan da olsa ölüm korkusuna rahatlatıcı bir cevap veren dinin elinden yakasını kurtaramaz.
Kitabın tamamını alıntılamamak için zor tutuyorum kendimi. Bence alıp eğer varsa ingilizcesinden okumalısınız. Eğer illa Türkçe okuyacaksanız da hem Erdem ve Mutluluk baskısını hem de Kendini Savunan İnsan baskısını temin edip her ikisini de karşılıklı okumanızda fayda var, Birisinin eksikliğini diğeri ile kapatıp en azından bir şeyler okuyabilirsiniz.
Bu bölümün ilk alt başlığını bitirdim. Sonraki başlık “Kişilik”. Yine her tarafını çizdiğim bir bölüm daha. Her ne kadar az alıntı yapmaya çalışsam da olmuyor. En azından kitap bize ne anlatmak istiyor aktarmaya çalışıyorum.
Comments