top of page
Okunduğu Gibi

Eşitsizlik, Maladaptasyon ve İnsanlık: Kültürel Evrim ile Kendini Gerçekleştirme Arayışı

Ondördüncü Yazı

Bölüm 5

Hastalık, Acı ve Vaktinden Evvel Ölüm

Bu yeni yazıya geçmeden önce bir önceki bölümle ilgili kafama takılan, çözmeye çalıştığım ama tam da beceremediğim konuya biraz daha değinme ihtiyacı hissediyorum. 

Sorunum şu idi. Eşitsizliği anlıyorum. Tüm dünyada görülmesi ve neredeyse her zaman var olması sebebiyle eşitsiz olmanın bizim doğamızın bir parçası olduğunu düşünüyorum. Bizler bu dünyada hayatta kalabilmeyi eşitsizliğimizle birlikte (belki ona rağmen, belki onun sayesinde) başardık. Bu duruma olumlu yada olumsuz bir anlam yüklemiyorum. Durum bu: bizler eşitsiz olarak hayatta kalabilen bir canlıyız.

Aslına bakacak olursak eşitsizlik gözükmeyen herhangi bir canlı türü var mı? Hangi canlı türünde bir çeşit hiyerarşi yok? Hangi canlı türünde roller yok? Hangi canlı türünde görev dağılımı yok. Yaşayan bütün canlılar farklı yeteneklerle doğuyor. Canlı türü kompleksleştikçe kendine has mizaçlar, zekalar, yetenekler daha belirgin hale geliyor. Çok uzatmayacağım. Bu kadar yaygın ve evrensel olduğuna göre eşitsizlik hayatta kalmak için belki de gereklidir. 

Bu tespiti yaptıktan sonra maladaptasyon konusuna dönelim. Edgerton maladaptasyonun ortaya çıkma sebeplerini sıralarken ne demişti? 

  • Yanlış veya Zararlı İnançlar: 

  • Verimsiz veya Zararlı Geleneksel Uygulamalar: 

  • Eşitsizlik ve Sömürü: 

  • Cinsiyetler Arası Çatışma: 

  • Kültürel Değişime Uyum Sağlayamama: 

  • İrrasyonel Davranışlar ve İnançlar: 

Eşitsizlik bizim doğamızın bir parçası ve bu maladaptasyona yol açıyor, maladaptif uygulamalara zemin hazırlıyor. Bu durumda şu sonuca ulaşabiliriz: bizler maladaptifliğe mahkum bir canlı türüyüz. Yani maladatiflikle birlikte yaşıyoruz. Maladaptiflik bizim doğamızda var. Bizler maladaptif olan şeylere rağmen, şeylerle birlikte belki de şeyler sayesinde hayata tutunuyoruz. 

Bu konuyu Hegelin diyalektiği bağlamında ama içindeki erekselciliği çıkararak ele almak istiyorum. Kısaca Hegel’in diyalektiğine bu  konu ile ilgili olarak nasıl geldim onu bir söyleyeyim.

Hegel’in insanın kendini gerçekleştirmek için yaşadığı fikrini beğeniyorum. Kişisel olarak bir insanın değil de tüm insanlığın aslında bir kendini gerçekleştirme uğraşı içinde olması çok abartılı bir bakış olabilir. Bu konu çok spekülatif. Ben kesinlikle onun söylediği gibi insanlığın bir mutlak ruha doğru ilerlediğini düşünmüyorum. Yani önceden belirli bir hedef var da insanlık olarak o hedefe doğru ilerliyoruz görüşüne katılmıyorum. Ama insanın geliştiğini, dönüştüğünü görüyorum. Bu evrimsel bir değişim. Tarihsel olarak bir yerden bir yere doğru gidiyoruz. Bundan 300 bin yıl önce bir yerdeydik, 20 bin yıl önce bir yerde ve şu anda buradayız. Yani bizler bir süreç içinde yolumuza devam ediyoruz. 

Belki de daha fazla ilerleyemeden kendi kendimizin soyunu tüketeceğiz. Yada bir göktaşı çarpacak ve dünyada yaşam sona erecek. Bunu bilemeyiz. Bildiğim bir şey varsa bir dönüşüm geçirdiğimiz. Bu dönüşüm nereye doğru gidecek bilemiyoruz. Hayatta kalmak için karşımıza çıkan sorunları çözüyoruz. Bu çözümler çoğunlukla maladaptif oluyor. Aslında yaşandığı sırada o uygulamaya maladaptif demiyoruz. Hayatta kalmamız için gerekli gördüğümüz şeyi yapıyoruz ama bir süre sonra bazı uygulamalarımız maladaptif durumuna düşüyor.  

İnsanlık tarihi boyunca milyarlarca uygulamalar, inançlar, geliştirdik. Bunların bir kısmı maladaptif de oldu? Eğer oranlarsak tüm uygulama, inanç, geleneklerimiz içinde maladaptif olanların oranı ne kadardır? Bir zamanlar yamyamlık vardı artık yok, kölelik de öyle, İnsan kurban etme de öyle. Belki saysak 100 adet yada 100 adet maladaptif uygulamadan bahsedebiliriz. Ama maladaptif olmayan milyarlarcası, trilyonlarcasının var olduğunu da biliriz. Aslında oranlanamayacak kadar düşük bir sayıdan bahsediyoruz. 

Eşitsizlik, maladaptasyon, Hegel, kendini gerçekleştirme ve sonunda insanın kendi gibi olması durumu. Tüm bunlar bana insanlık olarak amacı olmayan bir yere doğru gittiğimiz fikrini doğuruyor. Bir şeyler olacağız ve olduğumuz şey bugünden daha iyi olacak (umarım). Geçmişte yaşadıklarımıza bakıp, bugünle kıyaslayınca bir çok yanlış, zararlı uygulamaya rağmen bugünlere ulaştığımızı grüyoruz. O zaman buradan yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır diyerek ilerde bugün maladaptif olan şeylerden de kurtulacağız diye umut edebiliriz.  

Biraz uzun bir yazı oldu ama şu an bir önceki duruma göre daha dengeli hissediyorum kendimi. Belki hala kafam karışık ama daha düzenli ve kontrol altına alınmış bir karışıklık diyelim. Beni neyin huzursuz ettiğini daha net görüyorum şu an. Öyleyse devam edelim. 



##################

Bu bölüm 4 alt başlığa sahip. Okuduğum ingilizce kaynakta 27 sayfalık bir kısım. İlk alt başlık Hastalık  ve Acı Çekme; ikincisi Maladaptif Sağlık İnançları ve Uygulamaları; üçüncüsü Stres ve İyi Yaşam ve sonuncusu Akıl Hastalığı. Bunlardan en uzunu Maladaptif sağlık inançları adını taşıyan. 

Bu bölümde Edgerton, geleneksel toplumların sağlık uygulamalarının her zaman uyumlu ve faydalı olmadığını, aksine bazen tehlikeli olabileceğini anlatıyor. Modern Batı tıbbının da kusurları olmasına rağmen, geleneksel tıbbın çoğu durumda etkisiz veya zararlı olduğu aktarıyor. Hijyen ve hastalıklarla ilgili bilgi eksikliği, özellikle enfeksiyon ve hastalıkların yayılmasına yol açtığını görüyoruz..

Hastalık, Acı ve Vaktinden Evvel Ölüm başlığında geçen önemli İfadeler:

Geleneksel Toplumlar: Geleneksel toplumlar, genellikle modernleşmeden önceki sosyal organizasyon biçimlerini temsil eden topluluklardır. Bu toplumlar, akrabalık, gelenek ve ritüellerin etrafında örgütlenmiştir. Ekonomik faaliyetler çoğunlukla tarım, avcılık ve el sanatlarına dayanır. Toplumsal yapı, genelde hiyerarşik değildir ve bireyler arasında yüz yüze ilişkiler önemlidir. Bilgi, nesilden nesile sözlü gelenek yoluyla aktarılır. Geleneksel toplumlar, çevresel ve kültürel değişimlere dayanıklı olsalar da, modernleşme ve küreselleşme ile ciddi dönüşümlere uğramışlardır.

Tıbbi Antropoloji: Tıbbi antropoloji, sağlık, hastalık ve iyileşme süreçlerini kültürel, biyolojik ve toplumsal bağlamda inceleyen bir disiplindir. İnsanların sağlıkla ilgili uygulamaları ve inançları, çevre, ekonomi ve toplumsal normlarla ilişkilendirilir. Antropologlar, farklı toplumların sağlık sistemlerini, halk tıbbı uygulamalarını ve modern tıbbi müdahalelerin etkilerini araştırır. Bu alan, sağlık eşitsizliklerini, kültürel adaptasyonları ve biyomedikal yaklaşımların yerel halklarla etkileşimini anlamaya yardımcı olur.

Şamanizm: Şamanizm, birçok geleneksel toplumda bulunan bir inanç sistemidir. Şaman adı verilen ruhani liderler, topluluklarına rehberlik eden ve ruh dünyasıyla iletişim kuran kişilerdir. Şamanlar, genellikle hastalıkları iyileştirmek, kötü ruhları kovmak ve topluluk için rehberlik sağlamak amacıyla ritüeller düzenler. Şamanizm, animizmle bağlantılıdır ve doğayla güçlü bir manevi ilişkiyi vurgular. Şamanların gücü, ritüel bilgisi ve ruhlarla kurduğu iletişimden kaynaklanır.

Halk Tıbbı: Halk tıbbı, yerel bilgeliğe dayanan, modern tıp dışındaki geleneksel iyileştirme uygulamalarını ifade eder. Bitkisel ilaçlar, ritüeller ve alternatif terapiler halk tıbbının yaygın örneklerindendir. Genellikle nesilden nesile sözlü olarak aktarılır ve toplumsal değerlerle sıkı sıkıya bağlıdır. Halk tıbbı, bireylerin yaşadığı çevreye uyum sağlamasına yardımcı olan kültürel bir adaptasyon olarak kabul edilir ve birçok toplumda modern tıbbi sistemlerle bir arada varlığını sürdürür.

Tabular: Tabular, belirli davranışları, objeleri veya durumları yasaklayan sosyal ve kültürel kurallardır. Tabular genellikle dini, ahlaki ya da toplumsal inançlarla ilişkilidir. Tabulara uyulmaması toplumsal cezalara veya ruhsal zararlara yol açabileceği inancıyla, bireylerin davranışlarını sınırlar. Örneğin, belirli yiyeceklerin yenilmesinin yasaklanması ya da belli bir mekana girilmesinin tabu olarak kabul edilmesi birçok toplumda yaygındır. Tabular, toplumun düzenini ve ahlaki yapısını korumada önemli bir rol oynar.

Kültürel Adaptasyon: Kültürel adaptasyon, toplumların çevresel, ekonomik ve sosyal değişimlere uyum sağlamak için geliştirdiği stratejilerdir. Bu adaptasyonlar, yaşam biçimi, teknoloji, inanç sistemleri ve toplumsal yapılar üzerinde etkili olabilir. Örneğin, kurak bölgelerde yaşayan toplumların su kaynaklarını verimli kullanmaya yönelik tarımsal teknikler geliştirmesi kültürel adaptasyona bir örnektir. Kültürel adaptasyon, toplumların sürdürülebilirliğini ve çevreye uyumunu destekler.

Toplumsal İnanç Sistemleri: Toplumsal inanç sistemleri, bir toplumun üyeleri tarafından paylaşılan ve toplumsal düzeni destekleyen fikirler, değerler ve normlar bütünüdür. Bu sistemler, dini inançlar, ahlaki kurallar ve dünya görüşlerinden oluşur. İnanç sistemleri, bireylerin davranışlarını yönlendirmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı ve kimliği pekiştirir. Farklı kültürlerde inanç sistemleri, toplumsal organizasyonun ve bireyler arası ilişkilerin şekillenmesinde önemli rol oynar.

Maladaptif Uygulamalar Maladaptif uygulamalar, bir toplumun çevresel veya sosyal ihtiyaçlarına uygun olmayan ve uzun vadede zarar verici etkiler doğuran kültürel pratiklerdir. Örneğin, ormanları aşırı derecede tahrip eden tarım yöntemleri ya da sağlık açısından tehlikeli geleneksel ritüeller bu kategoriye girer. Maladaptif uygulamalar, toplumların sürdürülebilirliğini tehlikeye atabilir ve sosyal ya da çevresel krizlere yol açabilir.

Toplumsal Dayanışma: Toplumsal dayanışma, bireylerin ve grupların bir arada çalışarak topluluğun bütünlüğünü ve işleyişini koruma kapasitesini ifade eder. Dayanışma, genellikle ortak değerler, normlar ve hedefler etrafında şekillenir. Geleneksel toplumlarda ritüeller, festivaller ve karşılıklı yardımlaşma, dayanışmayı güçlendiren önemli unsurlardır. Toplumsal dayanışma, bireylerin bir arada daha güvenli ve anlamlı bir yaşam sürmesini sağlar.

Geleneksel Tıp: Geleneksel tıp, çeşitli kültürlerde gelişmiş olan ve genellikle bitkisel tedaviler, spiritüel uygulamalar ve masaj gibi yöntemleri içeren bir sağlık sistemidir. Geleneksel tıp, nesilden nesile aktarılan bilgiye dayanır ve genellikle çevresel kaynakları kullanır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), geleneksel tıbbı birçok toplumda modern tıbbın yanında tamamlayıcı bir unsur olarak tanır. Geleneksel tıp, bireylerin fiziksel ve ruhsal sağlığını desteklerken kültürel kimliği de pekiştirir.

Sayfa: 105

“A prevailing assumption among anthropologists who study the medical practices of small, traditional societies is that these populations enjoy good health and nutrition. 1 Instead of finding fault with their medical beliefs and practices, many anthropologists have emphasized the ways in which traditional medical systems function positively to explain the causes of ill health, prescribe remedial action, and offer reassurance to those who are suffering from illness or are fearful of doing so. Indeed, we are often told that seemingly irrational health practices such as food taboos will, once fully understood, prove to be adaptive. 2 It cannot be denied that the traditional medical practices of some small non-Western societies are sometimes effective or that some small, preliterate societies have developed ingenious and effective drugs and therapies that even include some surgical procedures. For example, although admittedly they are atypical of folk societies, the Maasai of East Africa had some relatively skilled surgeons, and other populations, such as the Tungus of Siberia or the Aleut, had specialists who possessed extensive anatomical knowledge of the human body. Many small societies have utilized medically effective drugs: ephedrine, Rauwolfia serpentina, curare, coca, quinine, emetine, and many others. Nevertheless, many traditional medical practices were not only useless but could be downright dangerous. People's faith in the skill of native practitioners, along with the use of confession, suggestion, catharsis, and group support, could lead to positive treatment outcomes, but for many infectious diseases and organic pathologies, available treatments could do more harm than good.”

“Küçük, geleneksel toplumların tıbbi uygulamalarını inceleyen antropologlar arasında hakim olan varsayım, bu toplumların iyi bir sağlık ve beslenme düzeyine sahip olduklarıdır.1 Birçok antropolog, bu toplumların tıbbi inanç ve uygulamalarında kusur bulmak yerine, geleneksel tıp sistemlerinin hastalığın nedenlerini açıklamak, iyileştirici önlemler önermek ve hastalıktan muzdarip olan ya da bundan korkan kişilere güvence vermek gibi olumlu işlevler gördüğünü vurgulamıştır. Gerçekten de, gıda tabuları gibi görünüşte mantıksız olan sağlık uygulamalarının, tam olarak anlaşıldığında, uyum sağlayıcı olduğu sık sık söylenir.2 Batılı olmayan bazı küçük toplumların geleneksel tıp uygulamalarının bazen etkili olduğu ya da bazı küçük, okuma yazma bilmeyen toplumların bazı cerrahi prosedürleri de içeren ustaca ve etkili ilaçlar ve tedaviler geliştirdiği inkar edilemez. Örneğin, halk toplumları için tipik olmadıkları kabul edilse de, Doğu Afrika'daki Maasai'lerin nispeten yetenekli cerrahları vardı ve Sibirya'daki Tunguzlar ya da Aleutlar gibi diğer toplumlar da insan vücudu hakkında kapsamlı anatomik bilgiye sahip uzmanlara sahipti. Birçok küçük toplum tıbbi açıdan etkili ilaçlar kullanmıştır: efedrin, Rauwolfia serpentina, kürar, koka, kinin, emetin ve diğerleri. Bununla birlikte, birçok geleneksel tıbbi uygulama sadece yararsız değil, aynı zamanda düpedüz tehlikeli de olabiliyordu. İnsanların yerli uygulayıcıların becerilerine olan inancı, itiraf, telkin, katarsis ve grup desteğinin kullanımı ile birlikte olumlu tedavi sonuçlarına yol açabilirdi, ancak birçok bulaşıcı hastalık ve organik patoloji için mevcut tedaviler yarardan çok zarar verebilirdi.”

Sözkonusu sağlık olduğunda bilgi çok değerli diye düşünüyorum. Aslında bilgi her konuda önemli ama sağlık uzmanlık gerektiren bir konu ve direkt olarak hayatta kalmamızla ilgili olduğu için daha da önemli. Yaşadığımız bir sağlık problemine çözüm üretmezsek ölüm çok kolay kapımızı çalabiliyor. Doğru ve bu kadar önemli bir konuya bilgi olmadan ulaşabilmek mümkün değil. Hem çok kritik bir konu hem de bilgiye çok muhtaç bir konu dolayısı ile de hataya da, zarara da çok müsait.

Edgerton ilerleyen sayfalarda bir çok toplumdan farklı sağlık hatalarını aktarıyor. Edgerton, farklı kültürlerin geleneksel tıp uygulamalarının sıklıkla etkisiz veya tehlikeli olduğunu örneklerle gösteriyor. Apache şamanlarının, hastalarına mümkün olduğunca az müdahale etmeyi tercih ettiğini görüyoruz. Yoruba halkının çocuklardaki kasılmaları tedavi etmek için kullanılan nikotin yüklü karışımlarının, çocukları bilincini kaybedecek kadar etkilediğini aktarıyor. Papua Yeni Gine'deki Mae Enga halkının yetersiz cerrahi becerileri nedeniyle, yaralı erkeklere uygulanan tedavilerin genellikle daha fazla zarar verdiğini öğreniyoruz. Bolivya’daki Sirion halkının, hastalık korkusuna rağmen etkili tıbbi tedaviler geliştiremediği ve bazen zararlı alışkanlıklar nedeniyle hastalığı daha da kötüleştirdiğini anlatıyor. Modern Batı tıbbının da geçmişte zararlı uygulamalar içerdiğini, örneğin 19. yüzyılda bebekleri yatıştırmak için kullanılan afyon bazlı ilaçların binlerce bebeğin ölümüne yol açtığını öğreniyoruz. 

Edgerton 1847’den kalma çok enteresan bir tarihi vakayı bize aktarıyor. Ignaz Semmelweis'in antiseptik uygulamalar sayesinde doğum sırasında ölüm oranını %18'den %2'ye düşürdüğü, ancak fikirlerinin reddedildiği ve ölüm oranlarının tekrar arttığını öğreniyoruz. Bu durum çok ilginç. Bahsi geçen konu 200 yıl bile geçmemiş ve olay Avrupa'da yaşanmış. Ve adamın önerisini pozitif faydaları da ortada. Ölüm oranlarının düşmesi bile işe yaramamış. Bir hastalığın hastalığı tedavi etmeye çalışan kişi tarafından bulaştırılması fikrini ya anlamamışlar yada anlasalar bile bir şekilde el yıkamak gibi basit bir şeyi yapmak zorlarına gitmiş.

Benzer şekilde, Başkan Garfield'in hijyenik olmayan cerrahi müdahaleler nedeniyle enfeksiyon sonucu öldüğünü aktarıyor. Sirion halkı gibi enfeksiyon kaynaklarını bilmeyen toplulukların, dışkıyla temas ve kirli su tüketimi gibi zararlı uygulamalarının hastalık ve ölüme yol açtığını belirtiyor. Ayrıca, Maasai gibi bazı toplulukların, çocuklarının gözlerine sineklerin konmasına izin vererek trahoma ve körlüğü önleyemediğini örneklendirmiş. 

Bu yazıyı burada bitireceğim. Zaten kitapda da çok kısa olan bir bölümdü yazacak çok bir şey yok. Bu yazı aslında 5. bölüme kadar anlatılanları tartıştığım bir bölüm oldu. Bir sonraki alt başlık “Hastalık  ve Acı Çekme” adını taşıyor. Bu alt başlık 5. bölümün ana başlığı ile küçük bir farklılık taşıyor. Ana başlıkta da “Hastalık” geçiyordu ama o kelime “Sickness”ın karşılığı olan hastalıktı. Bu Alt başlıkta “Hastalık” ise “Ill Health” kelimesinin karşılığı olarak çevriliyor. Belki de “Ill Health” karşılığı olarak “Kötü Sağlık” desek daha doğru olur. 

Her Neyse bu yazı da bu kadar.


“Geleneksel ve modern tıp uygulamalarının karşıtlığının sembolik bir tasviri. Bir tarafta bir şaman, ormanlık bir kabile ortamında, küçük geleneksel toplumların uygulamalarını simgeleyen doğal ilaçlarla bir hastayı tedavi ediyor fakat uygulamanın sonucu ölümcül. Diğer tarafta ise modern bir doktor steril bir hastane ortamında ameliyat yapmakta ve çağdaş tıbbi gelişmeleri temsil etmektedir. Arka plan yoğun, yemyeşil bir ormandan klinik, parlak beyaz bir tıp odasına kademeli olarak geçiş yaparak geleneksel ve modern sağlık yaklaşımları arasındaki zıtlığı vurguluyor.”
Geleneksel ve modern tıp uygulamalarının karşıtlığının sembolik bir tasviri

Comments


bottom of page