Dijital Demokrasi ve Biz: Dahlberg'in Kuramı Türkiye'yi Açıklamaya Yetiyor mu?
- Okunduğu Gibi
- 3 gün önce
- 12 dakikada okunur
Bu yıl sosyolojideki son senem. Yani bir kaç hafta sonra finallere gireceğim ve artık iki diplomam olacak. Sosyolog-Kimyager olarak hayatıma devam edeceğim. 🙂 Vizelerden sonra kendimi tekrar antropoloji ile ilgili kitaplar okumaya ve blog sitemde yazmaya adamıştım ama finallere çok az kaldı bu yüzden her ne kadar Chapais’in “İlkel Akrabalık” kitabını yazmak istesem de kendimi durdurmak zorundayım. Zaten kitapta kendimi öyle bir karmaşanın içine attım ki bu mola bana iyi gelecek. 50 kişilik hayali bir klanın akrabalık ilişkileri içine daldım. Ensest yaşanma olasılığı hesaplama derdine düştüm ve işin içinden çıkamıyorum. Her neyse sınavları atlatayım kaldığım yerden devam ederim.
Şimdi sosyolojiye dönme zamanı. Ders çalışmaya Medya Sosyolojisi ile başladım. 5. üniteyi okuyorum. Okurken Dahlberg’in dijital medya ve demokrasi arasında kurduğu ilişkiyi gösteren tablolar dikkatimi çekti. Ders kitabının 156. sayfasından alıntı yapıyorum:
“Sosyal Medyayı Siyasal ve Demokratik Söylemlere Yerleştirmek
Dijital medyanın, yeni kamusal alana erişimi mümkün kıldığı, siyasi katılımı ve serbest müzakereyi destekleyerek demokratikleşme sürecini yeniden şekillendirdiği ifade edilmektedir. Ancak, yukarıda da değinildiği üzere bu konuda farklı, söz konusu argümanlara ihtiyatlı hatta eleştirel bakan değerlendirmeler de söz konusudur. Yeni medya ile kamu alanı ve siyaset arasındaki ilişkisellikler farklı demokrasi tahayyüllerine de tekabül etmektedir. Bu noktada Dahlberg’in (2021: 147) derlediği ve demokrasi tahayyülüne dair farklılaşan konum ve argümanları özetleyen aşağıdaki iki tabloya bakmak yararlı olacaktır.
Tablo 5.1 Dört Dijital Demokrasi Pozisyonunda Özne ve Demokrasi
Özne | Demokrasi | |
Liberal-tüketici | Öznelerarası rasyonel bireysel | Rekabetçi-müşterek |
Müzakereci | Söylemsel-antagonistik | Müzakereci-rızaya dayalı |
Karşıt-kamusal | Bireysel/Kamu | Mücadeleci |
Otonom Marksist | Tikelliklerin çokluğu | Halklar ağ kurma |
Kaynak: Dahlberg, L. (2021). Dijital Demokrasiyi Yeniden Yapılandırmak: Dört Pozisyona Dair Bir Taslak, Yeni Medya Kuramları I içinde (Ed. Filiz Aydoğan), İstanbul: Der Yayınları, s. 147.
Tablo 5.2 Dört Dijital Demokrasi Pozisyonunda Olanaklar
Dijital Demokratik Olanaklar | |
Liberal-tüketici | Kümeleme, hesaplama, tercih, rekabet, ifade, bağış toplama, bilgilendirme, dilekçe verme, başvurma, iş yapma, haber iletme, oylama |
Müzakereci | Katılım, tartışma, müzakere, görüş farklılığı, bilgilendirme, toplantı, görüş oluşumu, kamusallaşma, yansıtma |
Karşıt-kamusal | İfade, iştirak etmek, kampanya, organize etme, protesto düzenleme, direnme |
Otonom Marksist | İşbirliği yapma, ortaklaşmak, dağıtım, değişim, üretim, ağ, katılım, paylaşım |
Kaynak: Dahlberg, L. (2021). Dijital Demokrasiyi Yeniden Yapılandırmak: Dört Pozisyona Dair Bir Taslak, Yeni Medya Kuramları I içinde (Ed. Filiz Aydoğan), İstanbul: Der Yayınları, s. 147.”
Bu iki tabloyu incelediğimde bir şeyler içime sinmedi. Ben çok uzun süredir sosyal medyadan uzak duruyorum. Bir dönem twitter ve instagramı aktif kullandım, ilk çıktığı zamanlar facebook’u da kullanmıştım. Sonradan sosyal medyanın işe yarayan bir sistem olmadığına karar verdim. Sosyal medyaya sadece ara sıra eş dost arkadaş neler paylaşmış bakmak için giriyorum. Ben belki sosyal medya konusunda iyi bir örnek değilim ama gözlemlerimle yukarıda yazılanlar arasında da bir uyumsuzluk görüyorum. Belki son zamanlarda aktif değilim ama aktif olarak kullandığım dönemlerde yaptığım tespitler vardı. Belki o tespitler bu huzursuzluğa yol açtı.
Önce Dahlbergîn sınıflamasının detayına bir bakıp neden türkiye ile örtüşmediğini aktarıp bence Türkiye'ye daha iyi olacak sınıflandırma alternatiflerini sunmak istiyorum.
Dahlberg'in Dört Dijital Yurttaşlık Pozisyonu
Liberal-Tüketici Pozisyon: Bu pozisyon, dijital medyayı bireylerin bilgiye eriştiği, tercihlerini oluşturduğu ve karar alma süreçlerine katılabildiği bir araç olarak görür. Özgürlükler bireysel düzeyde tanımlanır. İfade, bilgi edinme, dilekçe verme, oylama gibi araçlarla işleyen bir modeldir. Yurttaş, dijital alanı bir hizmet mecrası olarak kullanır. E-Devlet, online dilekçeler, kamu hizmetlerine ulaşım gibi aracılıklar bu kapsamdadır. Katılımcılık düşüktür, yurttaş daha çok bir "müşteri" gibidir.
Müzakereci Pozisyon: Bu modelde dijital medya, kamusal akıl yürütme, ortak iyiye yönelik tartışma ve toplumsal konsensüs üretimi için kullanılır. Burada temel olan şey, rasyonel tartışma ortamının varlığı ve eşit katılım koşullarıdır. Bu pozisyonda insanlar fikirlerini akılcı ve saygılı bir şekilde tartışır. Amaç uzlaşı ve ortak kamusal aklı inşa etmektir. Forumlar, nitelikli tartışma platformları bu alandadır.
Karşıt-Kamusal (Radikal) Pozisyon: Bu model, dijital medyayı marjinalleşmiş grupların sesini duyurabildiği, protesto organize ettiği, güç odaklarına meydan okuduğu bir alan olarak değerlendirir. Dijital alan bir mücadele alanıdır. Yurttaşlar mevcut iktidarı eleştirir, dijitalde protesto eder, alternatif bilgi ağları kurar. Aktivist gruplar ve kampanyalar bu kapsamdadır.
Otonom Marksist Pozisyon: Bu pozisyon, dijital alanı merkezi kapitalist ve devlet yapılarının dışında örgütlenebilen, üretim, değişim, paylaşım ve kolektif dayanışma için bir ortam olarak görür. Amacı, radikal demokratik, katılımcı ve sömürü karşıtı bir yapı kurmaktır. Bu görüş dijital alanın merkeziyetsiz yapısını savunur. Kendi medyasını, kendi örgütlenmesini kuran, yatay ilişkilerle yürüyen yapılar ön plandadır. Devlet ve sermayeye alternatif öz-örgütlülülk savunulur.
Şimdi yukarıdaki bu dört pozisyonu okuduktan sonra sizce hangisi Türkiye'de dijital mecraları kullananları temsil ediyor. Belki hepsinden bir parça var ama hiçbirisi de tam olarak yansıtmıyor. Benim gibi olanlar bu sınıflandırmada yok ve sosyal medyayı benim gözlemlediğim gibi kullananlar da bu listede yok.
1. Liberal-Tüketici Pozisyon ve Türkiye
Medya Sosyolojisi ders kitabına göre:
“liberal-tüketici pozisyon dijital medyayı karar alım süreçlerinde bireyler ve temsilciler arasında bilgi ve bakış açılarının etkin bir dolaşımını sağlayan araçlar olarak kavramaktadır. Bu pozisyon, cari demokratik sistemlerin yeniden düzenlenmesini, dijital medyanın aşağıdan yukarı tasarımı lehine liberal demokratik ideallerden yararlanılması ve demokrasiye bireysel katılımı teşvik etmektedir.”
Türkiye'nin durumu açısından Liberal-Tüketici Pozisyonu ele alalım. Türkiye'de internet kullanımı yaygın, bireyler sosyal medya ve dijital platformlar üzerinden haber alma, yorum yapma, dilekçe oluşturma gibi olanaklara sahip. Ancak bu pozisyonun işleyebilmesi için bilgiye özgür erişim, çoğulcu medya yapısı, güvenilir bilgi kaynakları gerekir. Türkiye'de bu açıdan sorunlar var. Ana akım medyanın büyük kısmı hükümete yakın sermaye gruplarının elinde. Dijital medyada bilgiye ulaşmak mümkün olsa da sansür, BTK engellemeleri, haber sitelerine erişim yasakları, içerik kaldırma talepleri yaygın. Liberal bireyin "tercih yapabilen bilinçli tüketici" olabilmesi için eleştirel medya okuryazarlığı gerekir, ancak Türkiye'de bu kültür zayıf. Sonuç olarak Türkiye, dijital araçların varlığı açısından bu modele kısmen uygun ancak özgürlüklerin sınırlılığı ve medyanın tekelleşmesi nedeniyle bu potansiyeli sınırlı düzeyde kullanıyor.
Belki de diğer tüm sorunlarımızda gördüğümüz asıl sorun burada gözümüze en çok batan şey. Yani demokrasi dediğimiz sistem bilinçli olmayı gerektiriyor. Ülkemizin çok büyük bir kısmı ezbere yaşıyor. Neyi niye yaptığının farkında değil. Yukarıda ifade ettiğim özgürlüksüzlük ortamını gerçekten dert edinenler o kadar az ki… Yaşadığımız gerçekliği olduğu gibi algılayan o kadar az ki… Dahlberg’in listesinin ne kadar idealize olduğu ortada. Bilmiyorum batıda da yaşadığı hayatı bu derece bilinçli yaşayan kaç kişi var. Kötü niyetli olmayayım bu sosyolog böyle bir liste yaptığına göre illa ki toplumun bir kesimi kendini bu pozisyonda görüyor olmalı.
Bu pozisyonda bir kişinin yer alması için demokrasiye bireysel katılım ön planda. Demokrasiye bireysel katılımın olması için belki ilk ama ilk olması gereken insanlarda demokrasi bilinci olmasıdır. Demokrasi bilinci deyince aklımıza ne geliyor? Çoğulculuğa saygı, hukukun üstünlüğü anlayışı, ifade özgürlüğüne hoşgörü, vatandaşların yalnızca seçim dönemlerinde değil, yerel yönetim süreçlerine, sivil toplum kuruluşlarına, sendikalara ve toplumsal karar alma mekanizmalarına aktif biçimde katılım isteği, devleti denetleme arzusu, bireysel haklar ve özgürlük bilinci. Bunlardan ne kadar ortalama bir Türkiye vatandaşında mevcut. En iyi ihtimalle nüfusun %30’unda diyelim. Yani potansiyel olarak bu pozisyona zaten ülkenin sadece 3 te biri girebiliyor. Ama bu 3 te birlik kısmın çok daha büyük dertleri var. Onu da az sonra kendi önerilerim olacak orada ele alacağım.
2. Müzakereci Pozisyon ve Türkiye
Medya Sosyolojisi ders kitabından devam ediyorum.
“Müzakereci pozisyon, özel bireylerin ortak yararı düşünen kamu yönelimli demokratik öznelere dönüştüğü rasyonel bir kamusal alana vurgu yapmaktadır. Demokrasi, bağımsız araçsal çıkarların toplamından ziyade müzakereci bir şekilde oluşan konsensusa dayanmaktadır.”
Türkiye'de Durumu açısından Müzakereci Pozisyonu ele alalım. Sosyal medyada farklı görüşler dile getiriliyor, insanlar dijital ortamda tartışıyor ve kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Ancak kutuplaşma, diyalog yerine çatışmayı teşvik eden bir ortam üretiyor. Tartışmalar genellikle düşmanlaştırma, hakaret, linç ve dezenformasyon üzerinden ilerliyor. Kamusal akıl yürütme yerine duygusal tepkiler ön plana çıkıyor. Sosyal medya algoritmaları tartışmaları körükleyen içerikleri öne çıkardığı için bu pozisyonun gelişmesi engelleniyor. Sonuç olarak Türkiye'de dijital alan, teorik olarak müzakere imkânı sunsa da siyasal kutuplaşma, kültürel ayrışma, eğitimsizlik ve toksik dijital kültür nedeniyle gerçek bir müzakereci kamusal alan oluşamıyor.
Bu pozisyon hakkında başka söze gerek yok. Hiç olmazsa ilk pozisyon teorik olarak mümkünken son yıllarda Türkiye'nin bu pozisyonuna girebilecek kişi sayısı Yüzde olarak bile ifade edilemeyecek kadar düşük bir orana sahip. O yüzden bu pozisyonu olduğu gibi geçiyorum.
3. Karşıt-Kamusal Pozisyon ve Türkiye
Medya Sosyolojisi ders kitabından bu pozisyonu nasıl anlatmış bakalım:
“Karşıt-kamusalcı pozisyon dijital medyanın politik grup oluşumu, aktivizm ve yarışmadaki rolünü vurgular. Buradaki özne sistemik bir dışlanma ve adaletsizlik algısına dayalı olarak hareket eder ve diğer ilk iki konumlardaki özneden daha etkilidir. Bu pozisyon, dijital iletişim teknolojilerini hem hegemonik hem de karşıt-kamusallıkları destekleyen bir unsur olarak görür.”
Türkiye'de Durumu açısından Karşıt-Kamusal Pozisyonu ele alalım. Bu pozisyonun şu ana kadar ele aldıklarımız arasında Türkiye’de en çok işleyen dijital demokratik tipi olduğunu düşünüyorum. Özellikle Gezi Parkı protestoları, Boğaziçi Üniversitesi direnişi ve kadın hareketleri gibi örnekleri biliyoruz. Sosyal medya, ana akım medyanın görmezden geldiği konuları gündeme taşıyor. Direniş ve örgütleme açısından etkili bir araç haline geliyor. Ancak bu pozisyonun etkili olmasının bedeli de yüksek oluyor. Yasal soruşturmalar, gözaltılar, fişlemeler, sosyal medya paylaşımlarından yargılanma gibi sonuçlarla karşılaşılıyor. Sonuç olarak, Türkiye’de karşıt-kamusal dijital aktivizm gelişmiştir diyebiliriz ama baskı rejimiyle karşı karşıya kalındığı da bir gerçek. Bu pozisyon toplumsal direnç için önemli bir alan yaratıyor, ancak sürdürülebilirliği hem sınırlı hem de sürdürdüğün takdirde bedeli çok ağır.
Türkiye'de bu pozisyonda olmak onurlu bir hayatın da ön koşulu gibi. Çünkü hükümetin anti-demokratik, baskıcı ve hukuk tanımaz duruşuna karşı aklı başında bir kişinin takınacağı tutum da bu pozisyon olacaktır. Peki ama ödenecek bedele rağmen insanların bu pozisyon içinde hareket etmesini beklemek ne kadar doğru. İnsanlar hükümetle mücadele etmek yerine alternatif yollar deniyor diye onları suçlayabilir miyiz? İşte Dahlberg’in pozisyon listesi ile ilgili görüşlerimi yazdıktan sonra kendi önerilerimi sunacağım. O liste de tam olarak bu pozisyona girmekten çekinen insanların bir kısmının bulduğu çözüm yollarını içerecek.
4. Otonom Marksist Pozisyon ve Türkiye
Son olarak Medya sosyolojisi kitabından bu pozisyonla ilgili kısmı alıntılayayım ve Türkiye'nin durumu ile karşılaştırayım ve kendi önerilerime geçeyim.
“Otonom Marksist pozisyon ise dijital iletişim ağlarını doğası gereği anti-demokratik olarak anlaşılan merkezi devlet ve kapitalist sistemi by-pass eden genel üretim faaliyetlerine kendiliğinden organize olmuş, geniş katılım anlamında radikal demokratik siyasetin oluşumunu mümkün kılan bir yapı olarak görmektedir (Dahlberg, 2021: 135-143).”
Türkiye'de Durumu açısından Otonom Marksist Pozisyonu ele alalım. Neyse ki Türkiye'de bu pozisyona dahil edilebilecek bazı örnekler var. Özgür Gelecek, 140journos, Medyascope vb. gibi Alternatif medya kolektifleri var. Açık kaynak platformları, bağımsız sanat ve içerik üretimi yapan mecralar var. Ancak bu yapıların yaygınlığı sınırlı çünkü ekonomik bağımsızlık sağlamak zor. Devlet baskısı ve yasal denetim bu tür girişimleri engelliyor. Ayrıca kapitalist sistemin dijital platformlarda yeniden üretimi (Instagram, YouTube gibi algoritmaların ticarileşmesi) bu yapıları baskılıyor. En son eski twiter yeni X’in İmamoğlu’nun hesabını Türkiye'den erişime engellediği gibi. Sonuç olarak Türkiye'de bu pozisyon küçük ölçekli ve marjinal düzeyde yaşanıyor. Sistemik değişimi sağlayacak yaygınlık ve güçte değil.
Türkiye'nin tarihsel olarak sol bacağı hep kısa kalmış. Bir şekilde halkın en temel duygularına hitap eden siyasetçiler hep halktan çok oy almış. Bu duygular tabi ki din ve milliyetçilik. Bu iki ana dalga üstüne binen sağ politikacılar halkı manipüle etmekte hiç zorlanmamışlar. Türkiye'de bu pozisyona girmek de zaten tarihsel olarak pek mümkün değil. Yani kısacası şu an içinde bulunduğumuz durumu açıklamak için bu pozisyon da yeterli değil.
İlk ikisinin Türkiye için zaten çok kullanışlı olmadığını düşünüyorum. 3. ve 4. pozisyonlar ise aslında bizim bir ülkede çok daha ön planda olmalı ama bunu da engelleyen çok güçlü bir iktidar var. Demokrasi yok denecek kadar az, hukuk askıya alınmış durumda, güçlünün güçsüzü ezdiği bir dönem içindeyiz. Tüm bu şartlar altında halkın takındığı tutumların da batıda olduğundan farklı olması kaçınılmaz. Şimdi yukarıda da bahsettiğim Türkiye'ye daha uygun pozisyonlara geçeyim.
Bu Dörtlü Türkiye'yi Anlatmaya Yetiyor mu?
Dahlberg'in bu kuramsal dört pozisyonu Batı demokrasileri için oldukça açıklayıcı olabilir. Ben batıyı bilmiyorum şahsen birkaç turistik gezi dışında orası ile ilgili tecrübem yok. Sadece Dahlberg için demiyorum son 4 yıl boyunca bunu hep hissettiğim bir şey var. Şimdiye kadar sanırım 50 ye yakın ders aldım ve bu derslerden neredeyse 400 e yakın ünite okudum ve hemen hemen hepsinde bu anlatılanlar Türkiye’ye uymuyor hissini yaşadım. Şimdi aynı hissi Dahlberg’in Dijital Demokrasi Pozisyonları için de hissettim. Her neyse bu liste bence Avrupa ve Amerika için açıklayıcı olabilir ama Türkiye için yetersiz kalıyor.
Türkiye gibi hem otoriter yapıların güçlü olduğu, hem de sosyal medya kullanımının yaygın olduğu bir ülkede bu sınıflama bazı yerlerde yetersiz kalıyor. Sosyal medya yapısı gereği çok özgürlükçü bir ortam, oldukça demokratik denilebilecek bir yer ama Türkiye özellikle son yıllarda özgürlüğün sınırlandırıldığı bir ülke haline dönüştü. “Silivri soğuktur” lafını duymadığımız gün yok. Ben bile bu kadar masum şeyler yazarken aklımın bir köşesinde acaba yazdıklarımı birisi okur da başıma iş açılır mı diye korkarak yazıyorum. Neticede çok bilindik sosyal medya ortamlarını kullanmıyorum ama benim de kendime ait bir internet sitem var orada yazılarımı yayınlıyorum. Ortalama olarak her ay 1500-2000 kişi sitemi ziyaret ediyor. Belki çok çok küçük bir gruba hitap ediyorum ama sonuç olarak ben de internet ortamında üretim yapan bir kişiyim. Her neyse Türkiye'nin otoriter yapısı ve özgürlükçü olması gereken sosyal medya arasında bir gerilim mevcut. Bu durumdan sıyrılmak için insanlar bazı çözüm yolları üretmiş durumdalar yada bazıları bu durumu fırsata çevirmiş haldeler. Yani Türkiye'de yurttaşların dijitaldeki davranışları sadece "katılımcı" ya da "karşıt" olmakla sınırlı değil.
Bazısı dijitalde sadece mizahla yaşıyor, bazısı dua ve tevekküle çekiliyor, bazısı devleti eleştiriyor ama aynı zamanda ondan medet umuyor. Kimisi ise Türkiye'de yaşamasına rağmen kendini dijitalde yurtdışında gibi konumlandırıyor. Bu sebeple Dahlberg'ün çerçevesini genişletmek gerekiyor.
Türkiye Gerçekliği: Alternatif Dijital Yurttaşlık Pozisyonları
Şimdi tüm yazı boyunca yazacağımı söylediğim Türkiye'deki sosyal medya kullanıcılarının daha spesifik pozisyonları hakkındaki tespitlerime geçeyim.
İronik-Tepkici (Bir bok Olmazcılar) Pozisyon
Benim de içinde olduğum ilk grup: Siyasete güven azalmış, değişim umudu tükenmiş kişi ne yapar? Yurttaş siyasete katılmak yerine mizah, alay, ironiyle pasif direniş geliştiriyor. "Zaytung haberi gibi oldu" diyerek gerçeği tiye alıyor. Ama bu durum uzun vadede siyasal edilgenliği artırıyor. Ülkeden umudunu kesenleri bu sınıfa koymayı düşünüyorum. Ama umudum yok desem de hala yazı yazarak olsun, bildiklerimi paylaşarak olsun nabız vermeye çalışıyorum. Belki aklım artık bu ülkeden bir bok olmaz dese de gönlüm razı değil. Sanırım benim gibi olanların sayısı da hiç de az değil. Dalga geçmeyi bir savunma mekanizması gibi kullananlar burada. Eleştirilerini direkt yapmak yerine başlarına hukuki bir sorun gelmemesi için konular hakkında mizah yaparak baş etmeyi seçenler bu pozisyonda yer alıyor.
Devlet (Hükümet) Manipülasyon (Troller) Pozisyonu
Benim en nefret ettiğim grup bu. Tam bir fırsatçı ordusu. Maaşlı olarak çalışıyorlar ama o kadar çoklar ki. Sıradan insanlar onları gerçek görüşleri olan gerçek kişiler zannediyor ama maalesef oyuna geliyorlar. Hükümet dijital alanda yurttaşların katılımını sadece yönlendirmekle kalmıyor, aynı zamanda algıyı da yönetiyor. Sosyal medyada bot hesaplar, trol orduları, TT manipülasyonları bu pozisyonun örneği. Yurttaş gerçek tartışma alanına erişemiyor, gözetim altında tutuluyor. Benim gibi birinci pozisyonu tercih edenler bu açmazı gördükleri için o pozisyona girmek zorunda kalıyorlar. Çünkü ortada bir oyun dönüyor ve sen bu oyuna müdahil olamıyorsun. Oyunun kurallarını değiştiremiyorsun ve oyunu da böyle oynamak istemiyorsun o zaman oyunla dalga geçmekten başka çaren kalmıyor. Bu pozisyon şu an ülkedeki en güçlü pozisyon. Arkalarına devletin tüm desteğini alarak hareket ediyorlar. Yeri geliyor hedef gösteriyorlar, yeri geliyor tehdit ediyorlar, linç ediyorlar. Bu grubun eline düşmek demek başın belaya girecek demek. Dahlberg kendi pozisyonlarını ele alırken böyle bir dijital medya kullanıcısı kitlesinin ortaya çıkabileceğini hayal edememişti sanırım.
Kültürel-Kabilevi (Başını Kuma Gömenler) Pozisyon
Siyasete girmek tehlikeli olunca başka çözümler üretmeye çalışıyor insanlar. Silivri soğuktur lafını duymaktan bıkanlar kendilerini her çeşit siyasi konudan çekmek zorunda hissediyorlar. Ama sosyal medyadan da kopmak istemiyorlar. Hala bir şeyler paylaşmak ve kendilerini ifade etme ihtiyacı içindeler. Siyaset yerine kimlik odaklı dijital dayanışma öne çıkıyor. Futbol takımları, etnik/dini gruplar, hayran kitleleri gibi dijital "kabileler" bireyin ana referansı oluyor. Bu aşamadan sonra ortak kamusal alandan bahsetmek mümkün değil, "biz ve onlar" kutuplaşması her yeri sarmış durumda. Kendini iyi hissettiğin bir grup buluyorsun ve hayatın tüm kötülüklerini, haksızlıklarını, acımasızlıklarını yokmuş gibi yaşamaya devam ediyorsun. Yani başında fırtına kopuyor ama sen sanki her şey yolundaymış gibi yaşamaya devam ediyorsun. Sanırım ülkemizdeki insanların çok büyük bir kısmı kendisini bu pozisyonda hissediyor. Aslında burada da aynı çaresizliğin dışa vurumu var. Siyaset artık çok tehlikeli. Çünkü hükümetin hoşuna gitmeyenler hapse atılıyor, malına el konuluyor, hukuk yok, hakimler vicdanlarıyla değil siyaseten karar alıyorlar. Bu durumda en iyi çözüm başını kuma gömmek.
İnanca Dayalı Kaderci (Siyasetin Dinileşmesi) Pozisyon
İnternet, bazıları için aktif siyasal katılım alanı değil, dua, sabır, tevekkül gibi manevi tutumların paylaşıldığı bir mecra. Dijital alan bir teselli aracı haline gelmiş. Benim en çok uzak durduğum grup bu grup. Aslında çok yaygınlar ama ben onlardan o kadar kaçıyorum ki bana ulaşamıyorlar. Her cuma cumayı kutlayanlar, her mevlit, kandil, mübarek günü çiçekler, böcekler, cami resimleri ile tebrik edenler grubu. Bu kişilerin ne siyasetle, ne ekonomi ile, ne Türkiye'nin sorunları ile ilgisi var. Çoğunlukla hükümet destekçileri oldukları için zaten eleştirecek bir durum gördükleri yok. Sosyal medyayı sadece bir tüketim mecrası olarak gördüklerini söyleyebiliriz. Hallerinden memnun olmasalar bile bunu dert etmediklerini gözlemliyoruz. Siyaseti bir din olarak algılıyorlar. Nasıl ki din sorgulanamaz onlar için siyasette sorgulanamaz. İnandıkları liderleri bir şeyi yapıyorsa mutlaka makul bir sebebi vardır. Bu pozisyondakilerin aslında siyasi bir duruşları yok. Tüm hayatlarını yönlendiren bakış bu dünyanın gelip geçici olması üstüne kurulu. Beyinleri öyle yıkanmış durumda ki inandıkları şeyin dışında hiçbir şeyi ne görüyorlar, ne algılıyorlar ne de dolayısı ile kabul ediyorlar. Türkiye'nin %40’lık bir grubu bu pozisyona giriyor. Dahlberg bu pozisyonu da hayal dahi edemezdi sanırım.
Dijital Gezgin Pozisyonu
Bu pozisyondakiler çok fazla değiller ama yine de bazen karşıma çıkıyorlar. Bu gruba çok gıcık oluyorum çünkü sanki bu ülkede yaşamıyorlarmış gibi yaşıyorlar. Bunlar ne sistemi eleştirirler, ne kabul ederler, ne değiştirmeye çalışırlar. Türkiye'de yaşayan ama dijitalde adeta yurtdışında gibi var olan bir grup bu grup. VPN kullanırlar, yabancı platformlarda varlık gösterirler, bu kişiler göç etmeyi dijitalde başlatmış kişilerdir. Fiziksel konum ile dijital kimlik arasında bir ayrışmaları var. Yurt dışına istediği an giderler. Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik, hukuksal durumdan muhaftırlar. Bu kişiler fiziken ülkemizde yaşarlar ama dijital olarak başka bir mecradadırlar. İnstagramda sürekli tatil fotoğraflarını görürüz bunların. Siyasetsizlik bu kişilerin pozisyonunu en iyi tarif eder sanırım. Yukarıdakiler de siyasetsizler ama onlar siyasetçilere taptıkları için siyaset umurlarında değil. Bu pozisyondakiler de siyasetsizler ama bunların siyaset umurlarında değil.
Sonuç
Benim gözlemlerim bunlar. Tüm bu sosyal medya kullanıcılarının ortak noktası nefes alma ihtiyacı. Ben de dahil olmak üzere tüm sosyal medya kullanıcılarını suçlamalı mıyız? Aslında diğerlerinin tamamı gibi kimsenin kimseyi suçlayacak bir durumu yok. Hepsinin, hepimizin ortak derdi aynı. Eline güç geçirmiş kötü bir grup tüm insanlar üstünde tahakküm kurmuş durumda. Ülkenin bir kısmı bu tahakkümü normal görüyor ve pozisyonunu ona göre alıyor, bir kısmı bu tahakkümden ne ekonomik ne de hukuki olarak etkilenmiyor pozisyonunu ona göre alıyor ve bir kısım da nefes alabilmek için çözüm üretme derdine düşmüş durumda. Bu tahakküm altında bir grup çözüm üretme derdinde. Ülke pozisyon açısından da diğer pek şey de olduğu gibi kutuplaşmış durumda. Her bir bir birey de kendi kişisel sermayeleri ölçüsünde bu durumdan kurtulmak için çözümler bulmaya çalışıyor.
Dahlberg'in çerçevesi bize dijital yurttaşlık konusunda temel bir kavramsal altyapı sağlıyor. Ancak Türkiye gibi siyasal istikrarsızlığın, kutuplaşmanın, otoriterliğin, kanunsuzluğun, hukuksuzluğun, dijital baskının ve aynı zamanda sosyalleşme ihtiyacının ve mizahın bu kadar yoğun yaşandığı bir coğrafya için bu dörtlü listeleme yetersiz kalıyor. Bu nedenle bence dijital yurttaşlık tiplerinin, yerel siyasal ve kültürel dinamiklerle genişletilmesi gerekiyor.

コメント