top of page

Birinci Kısım - Bilişsel Devrim - Adem ve Havva'nın Bir Günü - 3. Yazı

Birinci Kısım olan Bilişsel Devrimin ilk iki bölümü bitti. Önemsiz Bir Hayvan ve Bilgi Ağacı bölümlerini geçtik. Uzun bir bölüme başlıyoruz.


3. Adem ve Havva'nın Bir Günü


Sayfa 52: “DOĞAYI, TARİHİ VE PSİKOLOJİYİ ANLAMAK İÇİN avcı toplayıcı atalarımı­zın zihinlerine girebilmemiz gerekiyor. Türümüz, tarihinin neredeyse tamamı boyunca avcı toplayıcı Sapiens olarak yaşamıştır. Giderek daha çok Sapiens’in günlük besinini şehirlerde çalışarak kazandığı geçtiğimiz 200 yıl ve çoğu Sapiens’in çiftçi olarak yaşadığı ondan önceki 10 bin yıl, atalarımızın avcılık ve toplayıcılık yaparak geçindiği on binlerce yılın yanında göz açıp kapama süresidir.”


İnsan olarak bir zaafımız yada başarısızlığımız var. Bizim ömrümüz 70-80 yıl olduğu için zaman algımız çok kısa süreleri algılayabilecek şekilde gelişmiş durumda. 1000 yıl deyince, 10 bin yıl deyince bu süreleri algılamakta zorlanıyoruz. Bir de büyük evrimsel süreçleri düşünürsek 100 bin yıl, milyon yılı hiç algılayamıyoruz. 100 bin yıl toplayarak, avlanarak yaşayan ve evrimi buna göre şekillenmiş olan bir canlının sadece son 10 bin yılda bir arada yaşaması aslında çok kısa bir süre. Bu kadar mutsuz insanların yaşadığı toplumların içinde olmamızın sebebi de bu değil mi?


Sayfa 53: “Bu “tıkınma geni” teorisi genel olarak kabul görmektedir. Diğer teorilerse daha tartışmalıdır. Örneğin bazı evrim psikologları, eski avcı toplayıcı grupların tek eşli çiftlerin kurduğu çekirdek ailelerden oluşmadığını öne sürmektedir. Onlara göre çekirdek ailelerden ziyade, bu insanlar özel mülkiyetin, tek eşli ilişkilerin ve hatta babalığın bile olmadığı komünler hâlinde yaşamaktaydılar. Bu tür bir grupta, bir kadın aynı anda pek çok erkekle (ve kadınla da) cinsel ilişkiye girip yakın bağlar kurabilirken, grubun tüm yetişkinleri de çocuklara ebeveynlik ederek işbirliği yapardı. Hiçbir erkek hangi çocuğun kendisinin olduğunu kesin olarak bilemediğinden erkeklerin hepsi tüm gençlere eşit ilgi gösterirdi.”


Tarih öncesi dönemlerde insanların nasıl yaşadığına dair inanılmaz bir merakım var. Kadın erkek ilişkilerini, çocuk bakımını, günlük hayatlarının nasıl olduğunu çok merak ediyorum. Maalesef bunu bilmemizin hiç bir yolu yok. Sadece spekülasyon yapılabiliyor. Neden bu kadar merak ediyorum? Çünkü insanlar nasıl bu hale geldi merak ediyorum. Çünkü ne zaman ve nasıl kadınlar ikinci sınıf olarak görülmeye başlandı, ne zaman ve nasıl din bizim hayatımız da etkili oldu bilmek istiyorum.


Erkeğin cinsel ilişki sonucu doğan bebeğin kendisine ait olup olmadığını nasıl bilemez? Bana çok mantıklı gelmedi. Doğaya bakınca bir erkek aslan lideri devirdiğinde onun yavrularını öldürüyor. Bunu neye göre yapıyor. Soyunun devam etmesini istiyor da ondan. Aslan bile bunu yapıyorsa insanın bunu akıl edememesine inanamıyorum.


Sayfa 54-55: “Bu ihtilafı çözmek ve cinselliğimizi, toplumumuzu ve siyasetimizi anlamak için, atalarımızın yaşam koşullarıyla ilgili bir şeyler öğrenmemiz, Sapiens’in 70 bin yıl önceki Bilişsel Devrim’le 12 bin yıl önceki Tarım Devrimi arasındaki dönemde nasıl yaşadığını incelememiz gerekiyor.


Maalesef avcı toplayıcı atalarımızın yaşamıyla ilgili pek az şey kesindir. “Eski komün” ile “ebedi tek eşlilik” ekolleri arasındaki tartışma, genellikle zayıf kanıtlar üzerinden sürmektedir. ……. Eski avcı toplayıcılarla onların tarım ve endüstri dönemi torunları arasındaki en bariz farklardan biri, avcı toplayıcıların ellerinde çok sınırlı sayıda eşya olmasıydı; bu eşyalar da onların yaşamında daha sınırlı bir rol oynadı.


Yaşamımızın her anında ne kadar çok eşyanın olduğunu ancak yeni bir eve taşınırken fark ediyoruz. Avcı toplayıcılar her ay, her hafta hatta bazen her gün taşınırlardı ve bu sırada da neleri varsa sırtlarındaki bohçaya atarlardı. ……… en önemli varlıklarıyla idare etmek zorundaydılar. Buna bağlı olarak da, bu insanların zihinsel, dini ve duygusal yaşamlarının büyük kısmının eşyaların yardımı olmadan sürdürüldüğünü öne sürmek mantıklı olacaktır.”


Bizler, bugün yaşayanlar, o günleri hayal etmeye çalıştığımızda gözümüzde ne canlanıyor? Sürekli hareket etmek zorunda olan insanlar. Ben en çok yırtıcı hayvanlardan nasıl kendilerini koruduklarını merak ediyorum. Neticede açık alanlarda yaşıyorlar. Yırtıcılardan korunmak için ağaca tırmanabilirler ama bunu uzun zaman önce bırakmışız zaten. Barınak olarak derme çatma çadırlar mı yapıyorduk? Kıyafet giyiyor muyduk? Diyelim gecenin ortasındayız hava serin, birbirimize sokularak uyuyoruz. Bu sırada neredeyiz? Bir düzlükte miyiz? Bir tepede miyiz? Mağarada mıyız? Nehir kenarında mıyız? Güvenlikli bir yerde olmamız gerekiyor, belki de nöbetçi koyuyoruzdur. Şu anki konforlu evlerimizden 30 bin yıl önceki insanı hayal etmek de bile zorlanıyoruz. Ateşi kontrol edebilmiş olmamız bize çok büyük bir avantaj sağlamış olmalı. Ateş olmadan az önce yazdığım şeyleri hayal etmek bambaşka yerlere götürüyor hikayeyi. Çok basit gibi gelen şeyler bizim yol haritamızı çizerken çok büyük etkiye sahip olmuş olmalı.


Sayfa 55-56: “Bu yüzden de eşyalara dayanarak çıkarım yapmak, eski avcı toplayı­cı yaşamıyla ilgili yanlı sonuçlara varmaya neden olur. Bunu gidermenin bir yolu, modern avcı toplayıcı topluluklara bakmaktır. Bunlar doğrudan antropolojik gözlem yoluyla incelenebilir. Fakat günümüzdeki avcı toplayıcı topluluklardan, antik dönemlere ilişkin çıkarım yaparken dikkatli olmayı gerektiren sebepler vardır.


Birincisi, günümüzde hayatta kalmayı başarmış tüm avcı toplayıcı topluluklar, etraflarındaki tarım ve sanayi toplumlarından etkilenmiş­tir: Onlar için geçerli olan şeyin binlerce yıl önce de geçerli olduğunu iddia etmek risklidir.


İkincisi, modem avcı toplayıcı topluluklar genellikle tarıma elverişli olmayan topraklarda ve zor iklim koşullarında hayatta kalmıştır.


Üçüncüsü, avcı toplayıcı toplulukların en önemli özelliği birbirlerinden nasıl ayrıldıklarıdır. Bu topluluklar sadece dünyanın çeşitli yerlerinde farklı olmakla kalmaz, aynı bölgede bile birbirlerinden ayrılırlar.”


Eşyalardan çıkarım yapamıyoruz, günümüzde yaşayan avcı toplayıcılar da işe yaramıyor. Peki ama, nereden ulaşacağız bu bilgiye?


Sayfa 56-57: “Aynı şekilde, eski avcı toplayıcılar arasındaki etnik ve kültürel farklılıklar da muhtemelen etkileyici seviyedeydi. Tarım Devrimi’nin arifesinde ‘dünyaya yayılmış beş ila sekiz milyon arasında avcı toplayıcı, binlerce farklı dil ve kültüre ev sahipliği yapan binlerce farklı kabileye bölünmüştü. Bu zaten Bilişsel Devrim’in temel miraslarından biriydi. Kurgunun ortaya çıkışı sayesinde, aynı genetik yapıya sahip olan ve benzer çevre koşullarında yaşayan insanlar, çok farklı hayali gerçeklikler yaratabiliyor ve kendilerini farklı normlar ve değerler aracılığıyla ifade edebiliyorlardı.

……….

…….. modern avcı toplayıcıların antropolojik gözlemi, eski avcı toplayıcılar hakkında bazı muhtemel özellikleri anlamamızı sağlasa da, dönemin ihtimalleri çok daha fazlaydı ve bunların büyük kısmı da gözümüzün önünde gerçekleşmedi.Homo sapiens’in “doğal ya­şam biçimi” hakkındaki hararetli tartışmalar asıl konuyu gözden kaçırı­yor. Bilişsel Devrim’den bu yana, Sapiens için tek bir doğal yaşam biçimi olmadı. Bunun yerine, akıl almaz genişlikte bir olasılıklar evreninden seçilmiş kültürel tercihler söz konusuydu.”


Evet Harari bizi bir bilinmezlik içinde bıraktı ama merak etmeyin o kadar da bilinmezler içinde değiliz. Küçük de olsa bazı ipuçları var ve onlar da hiç yoktan iyidir.


Yukarıdaki alıntıda 5 - 8 milyon insan sayısı dikkatinizi çekti mi? Bu sayı size az mı geldi, cok mu? İnsanlık tüm dünyaya, 5 kıtaya yayılmış durumda. Sanırım en çok Afrika'da, Asya'da ve Avrupa'da olmalıyız. Tüm insanların 5 milyon olduğunu ve ortalama olarak her grubun 100 kişiden oluştuğunu düşünecek olursak kaç farklı gruptan bahsediyoruz? Birbirinden bağımsız 50 bin grup. Her grup en fazla 5-10 diğer grupla irtibat halinde olsa, bir kişi ömrü boyunca kaç farklı insan görebilirdi sizce. 500 mü, 1000 mi? Biz sadece ilk okulda görüyoruz o kadar insanı. Ne kadar sınırlı ilişkiler. Bu ilişki türü 100 binlerce yıl sürdü. Belki bugünlerde çoğunluğumuz şehirlerde yaşıyoruz ama 100 sene öncesini düşünün, köyde olduğunuzu düşünün. Çok değil 3-4 kuşak önceki atalarımız bile ne kadar az insanla muhatap oluyorlardı değil mi?


Birbirinden farklı 50 bin gruba dönersek. Bu grupların kendilerine has dilleri, inançları, mitleri, kutsalları, örfleri, gelenekleri vardı mutlaka, Bir grubun normu diğer gruba benzemiyordu mutlaka. Bugün bile Malezya’da, Uruguay’da, Senegal’de, Norveç’de yaşayanlar ne kadar farklılar. Bir de o zamanı düşünmek gerek.


Şimdiki alt başlık “ilk Müreffeh Toplum”.


İlk Müreffeh Toplum


Sayfa 57-58: “Yine de, tarım öncesi yaşam hakkında hangi genellemeleri yapabiliriz? En azından, insanların büyük çoğunluğunun birkaç düzine ya da en fazla birkaç yüz bireyden oluşan kamplarda yaşadığı ve bu bireylerin hepsinin insan olduğu söylenebilir. Bu son cümleye dikkat etmek gerekir, çünkü bu durum zannedildiği kadar kolay anlaşılabilen bir şey değildir. Tarım ve sanayi toplumları üyelerinin büyük bir kısmı evcilleştirilmiş hayvanlardır. Sahipleriyle eşit olmasalar da yine de onlar gibi topluluğun üyeleridirler. Bugün Yeni Zelanda toplumu 4,5 milyon Sapiens ve 50 milyon koyundan oluşmaktadır.


Bu kuralın bir tek istisnası vardı: köpek. Köpek Homo sapiens tarafından evcilleştirilen ilk hayvandı ve Tarım Devrimi’nden önce evcilleştirilmişti. Uzmanlar tam tarih konusunda anlaşamıyorlar, fakat günümüzden onbeş bin (kitapta basım hatası var, beş bin yıl yazmışlar) yıl önce evcilleştirilmiş köpeklerle ilgili gayet ikna edici kanıtlarımız var, hatta köpekler insan gruplarına binlerce yıl önce bile katılmış olabilirler.


…….


Grup üyeleri birbirlerini çok yakından tanır ve etrafları yaşamları boyunca arkadaşları ve akrabalarıyla çevrili olurdu. Mahremiyet ve yalnızlık nadirdi. Komşu gruplar muhtemelen kaynak için birbirleriyle yarışıp savaştılar, ancak dostça ilişkileri de olmadı değil. Üye takası yaptılar, birlikte avlandılar, nadir bulunan şeylerin ticaretini yaptılar, siyasi ittifaklar oluşturdular ve dini törenler gerçekleştirdiler. Bu tür bir işbirliği Homo sapiens’in başlıca özelliklerinden biriydi ve ona diğer insan türleri karşısında çok büyük bir avantaj sağladı. Bazen komşu gruplar arasındaki ilişkiler o kadar sıkıydı ki, gruplar bir araya gelerek tek bir kabile oluş­turdular, ortak bir dili, ortak mitleri, değerleri ve normları paylaştılar.”


Sayfa 59-60: “Çoğu Sapiens gıda ararken bir yerden başka bir yere göçer ve yolda yaşardı. Hareketleri, değişen mevsimlerden, hayvanların yıllık göçlerinden ve bitkilerin büyüme döngülerinden etkilenirdi. Genellikle ev kabul ettikleri ve büyüklüğü birkaç yüz kilometrekareye varan arazilerde ileri geri hareket ederlerdi.


Zaman zaman gruplar kendi sahalarının dışına çıkarak yeni yerler de keşfederdi. Bunun sebebi doğal felaketler, şiddetli savaşlar, nüfus baskı­sı veya karizmatik bir liderin önayak olması olabiliyordu. Bu gezintiler insanın tüm dünyayı keşfetmesinin motoruydu. Bir avcı toplayıcı grubu, her kırk yılda bir ikiye bölünse ve bölünen grup yüz kilometre doğuya doğru gitse, Doğu Afrika’yla Çin arasındaki mesafe 10 bin yılda katedilebilirdi.


Bu alıntılar arasında iki şey çok dikkat çekici. Avcı, toplayıcı olmak demek yiyeceğin peşinden gitmek demek. Yani gıda nerede insan orada diyelim. Doğaya bağımlı bir hayatımız varmış. 100 km2 ne demek? Gözümüzde canlandıralım.


Ankara ve İstanbul 100 kilometrekarelik alan
Ankara ve İstanbul 100 kilometrekarelik alan

İstanbul ve Ankara’dan iki örnek alan taradım. Bu yazıyı okuyanlar da kendi şehirleri için 100 km2’yi arayıp daha somut hale getirebilirler ama şu da bir yöntem 100 km2’lik alanın çevresi 35-40 km arasında değişiyor, İnsan normal hızla yürüdüğünde saatte 5 km yol alıyor. Demek ki tüm bu alanın çevresini 7-8 saatte hiç durmadan gezebiliyorum. Bu alan büyük mü küçük mü?


Bu kadar bir alan ne kadar bereketli olursa olsun kaç kişiyi doyurabilir? Her taraf bağ bahçe bile olsa bu kadar bir alanda 500-1000 kişinin karnını doyurabilir misiniz? Sanırım yeni yerlerin keşfinde yiyecek bulma baskısı çok etkili olmuştur. Bu yüzden dünyanın her yerini keşfetmek zorunda kaldık. Biraz mecburiyetten yani.


Sayfa 60: “Çoğu doğal ortamda Sapiens fırsatçı ve esnek biçimde beslenirdi: Termit arar, yemiş toplar, kök çıkarmak için toprağı kazar, tavşan kovalar, mamut ve bizon avlardı. Popüler “avcı insan” imgesi bir yana, toplayıcılık Sapiens’in ilk faaliyetiydi ve toplayıcılık hem tüketilen kalorinin büyük bölümünü, hem de çakmaktaşı, ahşap ve bambu gibi hammaddeleri sağ­lardı.


Sayfa 61: ”Bir başka deyişle, ortalama bir avcı toplayıcının etrafı hakkında, torunları olan modern insanların çoğundan daha geniş, derin ve çeşitli bilgisi vardı…….. Kolektif insan bugün eski grupların bildiğinden çok daha fazlasını biliyor. Ama birey olarak bakıldığında, eski avcı toplayıcılar tarihteki en becerikli ve bilgili insanlardı.


Avcı toplayıcılık devrinden beri insan beyninin küçüldüğüne dair kanıtlar var. O dönemde hayatta kalabilmek, herkesin muhteşem zihinsel

becerilere sahip olmasını gerektirirdi. Tarım ve sanayi ortaya çıkınca, insanlar hayatta kalabilmek için giderek diğer insanların becerilerine daha fazla güvendiler ve “embesiller için yeni fırsatlar” ortaya çıktı. Üretim bandında çalışan bir işçi olarak, sıradışı olmayan genlerinizle hayatta kalabilir ve bunları bir sonraki nesle aktarabilirsiniz.”


Evet, bu tespit çok önemli. Evrim o zamanlar işliyordu. Beceremeyen, yapamayan, çözemeyen hayatta kalamıyordu. Bir çeşit doğal seleksiyon. Ama günümüzde artık doğan herkes çoğunlukla hayatta kalıyor. Ve işin kötüsü de becerikli, zeki, akıllı olup olmadığımıza bakılmaksızın ürüyoruz. Her nesil eskiden olduğu gibi sürekli ileriye gitmiyor yani. Aramızda çok zekiler var ama bir o kadar da “embesiller” var.


Sayfa 62:Avcı toplayıcıların yaşamı, bölgeden bölgeye ve mevsimden mevsime ciddi şekilde değişirdi ama genel olarak kendilerinden sonra gelen çoğu köylünün, çobanın, işçinin ve ofis çalışanının yaşamından daha konforlu ve ödüllendiriciydi.


Burada konfor derken neyi kastettiğini anlamadım. O kadar modern hayatın konforuna alışmış durumdayım ki, o kadar emek harcamadan bir şeylere ulaşmaya alışmış durumdayım ki, kendi yiyeceğimin peşinde koymak bana hiç konforlu değilmiş gibi geliyor.


Sayfa 63:Ortalama yaşam süresi, anlaşıldığı kadarıyla 30-40 yıldı ama bu da yüksek oranda çocuk ölümleriyle alakalıydı. İlk baştaki zorlu yılları geçen çocukların, yaklaşık 60 yıl yaşama şansı yüksekti ve bazıları 80’li yaşlarına kadar yaşayabiliyordu. Modern avcı toplayıcılarda 45 yaşındaki kadınların bir 20 yıl daha yaşaması beklenir ve nüfusun yüzde 5 ila 8’i de 60 ya­şın üzerindedir.”


Açıkcası ben bu tespiti şüpheli buldum. Bu kadar fiziki güce dayalı bir hayatın insanın bu kadar uzun yaşamasına izin vereceğini düşünmek bana zor geliyor. Belki sürekli gezmene sebep olan bir hayat seni fiziksel olarak daha güçlü yapabilir diye düşünebilirsin ama bana zor gibi geliyor. Bu konuyu teyit etmek gerekiyor gibi.


Sayfa 63:Avcı toplayıcıların başarısının sırrı yiyeceklerinin çeşitli olmasıydı ve bu da onları açlıktan ve yetersiz beslenmekten korumuştu. Çiftçilerse genellikle sınırlı ve dengesiz beslenirler.”


Sayfa 63-64:Eski avcı toplayıcılar aynı zamanda bulaşıcı hastalıklardan da daha az etkileniyorlardı. Tarım ve sanayi toplumlarını etkileyen bulaşıcı hastalıkların çoğu (tüberküloz, çiçek ve kızamık gibi) evcil hayvanlarda ortaya çıkmış ve insanlara Tarım Devrimi’nden sonra bulaşmıştır.


Jared Diamond bulaşıcı hastalıklar konusunu “Tüfek, Mikrop, Çelik” kitabında çok etkiyeyici şekilde anlatıyor. Amerika kıtasında büyükbaş hayvan olmaması ve onların hayvanları evcilleştirmemiş olmalarının nasıl bir sona yol açtığını görüyoruz.


Sayfa 64:Yeterli ve çeşitli gıda, görece kısa çalışma saatleri ve bulaşıcı hastalıkların olmaması, pek çok uzmanın tarım öncesi avcı toplayıcı topluluklarını “ilk müreffeh toplumlar” olarak tanımlamasına sebep olmuştur. Yine de, bu eski insanların yaşamını idealize etmek hatalı olacaktır. Tarım ve sanayi toplumlarındaki çoğu kişiden iyi yaşasalar da, yine de zor ve hata kabul etmeyen bir hayatları vardı. Zaman zaman açlık ve kıtlık çekiyorlardı, çocuk ölümleri yüksekti ve bugün küçük sayılabilecek bir kaza ölüm sebebi olabiliyordu. Çoğu kişi grubun yakın samimiyetini yaşıyordu, ama grubun düşmanca veya alaycı tavırlarına maruz kalan şanssızlar, muhtemelen çok sıkıntı çekiyorlardı.”


Bu yaşam tarzının en özenilecek yanı kendi sorumluluğun kendinde olması. Kimseye bağımlı olmamak. Zorunluluklar hep kendi ihtiyacından. Saçma sapan görevin yok. Zor mu? Zor. İster miydim? Sanmıyorum. Yine de bir parça cezbedici yanı yok dersem yalan söylemiş olurum.


Konuşan Hayaletler

Sayfa 65-66: “Eski avcı toplayıcıların ruhani ve zihinsel yaşantıları hakkında ne söyleyebiliriz? Avcı toplayıcı dönemi ekonomisinin temelleri birtakım nesnel ve ölçülebilir etkenlere dayanarak yeniden oluşturulabilir. Örneğin, bir insanın hayatta kalabilmek için günde kaç kaloriye ihtiyaç duyduğunu, bir kilogram cevizden kaç kalori elde edilebileceğini ve bir kilometrekarelik bir ormandan ne kadar ceviz elde edilebileceğini hesaplayabiliriz.”


Sayfa 66: “Çoğu araştırmacı, animist inançların eski avcı toplayıcılarda yaygın olduğu konusunda birleşir. Animizm (Latince ruh anlamına gelen “anima” dan) temel olarak her yerin, her hayvanın, her bitkinin ve her doğa olayının farkındalığı ve hisleri olduğuna ve insanlarla doğrudan iletişim kurabildiği fikrine dayanır. …… Animist dünyada, ruhu olan varlıklar sadece nesneler ve canlı şeyler değildir. Bir de fiziksel olmayan varlıklar vardır. Bugün bizim şeytanlar, melekler ve periler olarak adlandırdığımız ölülerin ruhları, dost canlısı veya kötü niyetli varlıklar.


Animistler insanlarla diğer varlıklar arasında sınır olmadığına inanır. Onlara göre bu varlıkların hepsi konuşma, şarkı söyleme, dans ve tö­ren aracılığıyla iletişim kurabilir.”


Yani bugünkü inançların kökeni o döneme kadar gidiyor. Ruh kavramının ortaya çıkışını o dönemlere kadar takip edebiliyoruz.


Sayfa 66-67: “İnsanlarla diğer varlıklar arasında bir sınır olmadığı gibi belirli bir hiyerarşi de yoktu. İnsan dışı varlıklar sadece insanın ihtiyacını gidermek için değillerdi. Dünyayı istedikleri gibi yöneten sonsuz güç sahibi tanrı­lar da yoktu. Dünya insanların veya başka herhangi bir canlı varlığın etrafında dönmüyordu.


Animizm belirli bir din değildir. Birbirinden çok farklı binlerce din, kült ve inanç için ortak bir tanımdır. Bunların hepsini “animist” yapan şey dünyaya ve insanın dünyadaki yerine karşı ortak yaklaşımlarıdır. Eski avcı toplayıcıların muhtemelen animist olduğunu söylemek modern öncesi tarım toplumlarının muhtemelen teist olduğunu söylemek gibidir. Teizm (Yunanca tanrı anlamında “theos”tan), evrensel düzenin insanlar ve ruhani varlık olan tanrılar arasındaki hiyerarşik ilişki üzerine kurulu olduğuna inanır.”


Bir ast üst ilişkisinin, hiyerarşinin, olmaması neden önemli? Diğer canlılardan üstün olmama duru neye yol açıyor. Hiç düşündünüz mü dünyada binlerce yıl nasıl bazı insanlar bazı insanların kölesi oldu ve şu an bize iğrenç gelen bu durum neden bu kadar uzun süre ayakta kaldı. Geçtim diğer canlı türlerini insanlar arasında bile bir ast üst ilişkisini makul gördük. Şimdilerde güya resmi olarak kölelik yok ama uygulamada öyle mi? Tamam resmi olarak kimse bizlerin sahibi değil ama bunu bir de bankaya 100 bin TL kredi borcu olana sor, çocuğunu özel okula gönderen veliye sor yani belki resmen sahiplerimiz yok ama hayata tutunabilmek için kendimizi bağladığımız zorunlulukları düşünürsek hiç de özgür insanlar gibi değiliz.


Bir hiyerarşi ne işe yarar? Neden çoğunluk olan kitle bir grup azınlığın üstünlüğünü ses çıkarmadan kabul eder? Bu işten kimin çıkarı var? Sıradan insanlar neden bazılarının saraylarda sefahat içinde yaşamasına göz yumuyor? Asıl soru neden değil nasıl göz yumuyor? Çünkü bir kere ikna edilmişiz. Çünkü bir kere kafamızda üstün varlıkların olabileceğine dair fikir oluşmuş. Nasıl iki boyutlu bir evrende alt üst yoktur ya, yani iki boyutlu evrende yaşayanın zihninde alt üst kavramı olmadığı için böyle bir durumu dert de edinmez ya, öyle işte, Ama iki boyuttan 3. boyuta geçince artık kaçınılmaz olarak alt ve üst kavramlarına sahip olursun. Ok yaydan çıkmıştır bir kere. İnsan üstün varlıkların varlığına bir kez inanınca artık geriye dönüşü olmayan yola da girmiş oldu. Buna biz şimdilerde din diyoruz.


Sayfa 68: “Avcı toplayıcıların sosyopolitik dünyası da neredeyse hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bir alan. Yukarıda açıklandığı gibi, akademisyenler özel mülkiyetin varlığı, çekirdek aileler ve tek eşli ilişkiler gibi en temel konularda bile anlaşamıyor. Farklı grupların farklı yapılar oluşturmuş olması çok muhtemel. Bazıları hiyerarşik, yoğun ve en vahşi şempanze grubu gibi şiddete meyilli iken, diğerlerinin bir grup bonobo gibi rahat, barışçıl ve şehvet düşkünü olmaları muhtemeldir.”


Savaş mı Barış mı?


Sayfa 70: “Sonuç olarak, avcı toplayıcı toplumlarda savaşın rolünün ne olduğuna dair bir mesele de mevcuttur. Bazı araştırmacılar eski avcı toplayıcı toplulukları barışçıl olarak hayal ederlerken, savaş ve şiddetin de ancak Tarım Devrimi’nden, insanlar özel mülkiyet edinmeye başladıktan sonra ortaya çıktığını iddia ederler. Diğer araştırmacılar ise eski avcı toplayıcı yaşantısının olağanüstü zalim olduğunu ve şiddet içerdiğini öne sürerler. Her iki düşünce de gerçeğe, zayıf arkeolojik kalıntılarla ve günümüz avcı toplayıcılarının antropolojik gözlemleriyle bağlıdır; adeta gökyüzüne inşa edilmiş şatolardır.”


Bu konu ile ilgili benim tahminim en temel güdümüz üzerine kurulu. Hayatta kalmak ve soyumuzu devam ettirmek istiyoruz. Bu ihtiyaçlarımız engellenmesi riski doğarsa gerekirse öldürür ve ölürüz. Bu durum o zaman da böyle idi bence. Bugün toplumda var olan her karakterde insan türünün bir benzeri o gün de vardı. Bazıları çok sinirli, bazıları sakindi, bazıları içine kapanık, bazıları ise dışa dönüktü. Bu özellikler genler aracılığı ile bize aktarıldı. Burada bir şeyi gözden kaçırmamak gerekiyor.


Atalarımız 50-60 kişilik gruplar halinde yaşıyor ve çok izoleler. Yani bu grup içindeki bireyler akraba. Belki 5-6 kuşak öncesi hepsinin anne babası ortak. Yani şimdiki gibi bir sınırsız aralık değil de oldukça birbirine benzeyen insanlar bir ardalar. Yani hepsinin ortak atası cevvalse onlar da öyle olmalı. korkusuzsa, cesursa, tembelse, ağırkanlı ise… Her ne ise öyle olmalılar. Asıl mesele bir başka grupla karşılaştıklarında ne yapıyorlardı. Düşman mı dost mu olduğunu nasıl anlıyorlardı. Kendilerinin topladığı yiyeceği istediklerinde veriyorlar mıydı? Vermedikleri takdirde açlıktan ölme riski olan grubun saldırma olasılığı yüksek. Bu konular hakkında kafa yormak eğlenceli. Sınırsız olasılık arasından seç seçebildiğini. Artık limit senin hayal gücün bu noktadan sonra.


Sayfa 72: “Avcı toplayıcılar nasıl çok de­ğişik dinler ve toplumsal yapılar inşa ettilerse, muhtemelen aynı şekilde çok değişik seviyelerde şiddet uyguluyorlardı. Bazı bölgeler, belli dö­nemlerde barış ve sükunet içinde yaşadıysa da, son derece şiddetli çatış­malara sahne olanlar da olmuştu.”


Sessizlik Perdesi


Sayfa 72-73: “Bu sessizlik perdesi, ardında on binlerce yıllık tarihi gizler. Bu uzun yıllar boyunca elbette savaşlar ve devrimlere, mutlulukla dolu dini hareketlere, derin felsefe teorilerine, emsalsiz sanat eserlerine tanık olunmuştur. ……. Bu sessizlik perdesi öylesine kalındır ki, böylesi şeylerin detaylı tanımını yapabilmeyi bir kenara bırakın, bunların kesin olarak olduğundan bile emin olamayız.


Araştırmacılar yalnızca mantıklı bir şekilde cevaplayabileceklerini umdukları soruları sorarlar. Henüz elimizde olmayan yeni araştırma araçları keşfedilmezse, eski avcı toplayıcıların neye inandığını veya nasıl siyasi olaylar yaşadıklarını belki de hiç bilemeyeceğiz. Yine de herhangi bir cevabı olmayan sorular sormak can alıcı önem taşır, aksi hâlde 60 ila 70 bin yıllık insanlık tarihini, “o tarihlerde yaşayan insanlar kayda değer hiçbir şey yapmadı” bahanesiyle yok saymaya meyilli oluruz.”


Sayfa 73: “Bir sonraki bölümde, avcı toplayıcıların ilk tarım yerleşimi kurulmadan çok önceleri, gezegenimizin ekolojisini nasıl baştan aşağı şekillendirdiklerinden bahsedeceğiz. Hikayeci Sapiens’in gezgin grupları, hayvanlar krallığının ürettiği en önemli ve en yıkıcı güçtü.”


3. Alt baylık da böylece bitti. Biraz havada kaldı her şey değil mi? Maalesef ne kadar merak edersen et elinde veri olmadığı için sadece tahminlerde bulunabildiğin bir alan. 100 bin yaşında bir fosil buluyorsun ve o fosil üzerinden Sherlock Holmes’cülük yapmaya çalışıyorsun.


Harari’nin de dediği gibi belki cevap yok ama bu soru sormamızı engellemeli. Burada bir şey var, bunu biliyoruz. Bu şeyin detaylarına vakıf değiliz ama bu şeyler yokmuş gibi davranmak tam bir budalalık. İki seçenek var ya henüz cevabını bilmediğimiz ama bulmaya çalıştığımız sorular sorarız yada yalan yanlış efsaneleri gerçek diye kabul edip bir yalan dünyada yaşarız. Birincisini seçmek çok keyifli, zor ama keyifli. İkincisi ise tam bir kandırmaca.

Bu kısımın en uzun alt başlığı da böylece bitti. Sonraki yazı, Bilişsel Devrim Kısmının son alt başlığı olan “Sel” olacak.


bottom of page