“Yaşamak acı çekmektir” bana çok arabesk geliyor.
Henüz sadece Önsöz'ü okudum ve hemen hissettiklerimi sizinle paylaşayım dedim. Bu cesareti biraz da Ceren'den aldım açıkçası. Dikkat ettiyseniz ben bu ortamı şimdiye kadar özelimi yazmak için kullanmadım. Yine çok özelimden bahsetmeyeceğim ama bir küçük paylaşımda bulunayım.
20 yaşlarımı kendimi tedavi ederek geçirdim. Okuduğum psikoloji, psikiyatri, kişisel gelişim, NLP aklınıza gelebilecek her türlü kitabı okuyarak geçirdim. Engin Geçtan, Doğan Cüceloğlu, Freud, Jung, Adler, Horney, Maslow, Fromm... buraya yazmaya sığdıramayacağım kadar çok yazarın hemen hemen tüm kitaplarını okudum. Aklınıza gelebilecek tüm klasikleri okudum. Ve sadece okumakla kalmadım yazdım da.
Çooooook uzun süredir bu yönde kitaplar okumuyorum. Şimdi size nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum. Açıkçası tam olarak ne hissettiğimi de bilemiyorum ama biraz içim acıyor. Biraz duygum demlensin bir ad bulurum. Bu girişti :) Önsözü okuduktan sonra kitabın kenarına küçük bir not yazdım ve o not da beni kısa bir yazı yazmaya sevk etti. Aslında çok uzun bir şeyler yazma niyetinde değildim ama bir kere yazmaya başlayınca duramıyorum.
****************
Kendi seçimlerimizi yaşıyoruz (varoluşçuluğun temeli) ve geçmişte yaptığımız seçimlerin acı sonuçları ile yüzleşiyoruz. İlla ki, elimizde olmayan şeylerin dayatması altında ezilen pasif kabul ediciler olmamız gerekmiyor. Geçmişte yaptığımız yanlış seçimler de bizim bugün "acı" şeyler yaşamak zorunda bırakmış olabilir. Buradan şu sonuç çıkmamalı, elimizde olmayan şeylerin dayatması altında olduğumuz durumlar da yok mu? O da var. Hatta hayatımızın ilk yıllarında yaşadığımız tüm acıların sebebi bu elimizde olmayan sebepler ama yaşımız ilerledikçe bazı şeyleri bizler seçiyoruz ve daha sonra başımıza gelenler de bu seçimlerin sonucu oluyor.
O zaman hayatımızı iki ayrı devirde ele almamız mümkün: ilk devir elimizde olmayan dönem; ikinci devir hayatımızın iplerini elimize aldığımız dönem.
Benim 20’li yaşlarımı kendimi tedavi etmek için harcadığım zamanlar işte bu ilk dönemin sonucu di. Travmatik bir çocukluk ertesinde, yaşamayı beceremeyen bir insanı ayakta tutma çabası. Bu dönem “yaşamak acı çekmektir”i iliklerimde hissettiğim dönemdi. Peki, madem bu cümleyi tanıyorum, o zaman şu anda bu cümle bende neden arabesk hissi uyandırıyor? Biraz buna kafa yormalıyım.
Peki, bugün hayatım acısız mı? Hayır her zamanki kadar acılı ama bugünlerde bu acıyla yüzleşirken eskisi gibi kendimi mağdur hissetmiyorum. Eskiden çektiğim acıların sorumlusu olarak çevremi görüyordum ama bugün bu sorumluluğu üstlenmiş durumdayım. Gerçi işin doğrusu eskiden mağdurdum da. Yani çektiğim acıların gerçekten sorumlusu ben değildim. Bunu bahane ederek yaşamamayı seçiyordum ve üstüne üstlük kendimi de haklı görüyordum. Boktan hayatımın sebebi “onlar”dı ve onlar yüzünden “acı” çekiyordum. Bu yüzden de yaşayamıyordum.
Çok kritik bir nokta var. Çocukken yaşanan travmalar insanın tüm hayatını etkiliyor. Yaşanması gereken şeylerin, yaşanması gereken zamanda yaşanmasının engellenmesi insan da çok derin izler bırakıyor. Yani 10’lu yaşlardaki travmalar 20’li yılları etkiliyor. 20’li yaşlarda yaşayamadığın şeyler 30’lu yaşlara aksediyor ve böyle sürüp gidiyor. Hep bir açlık içinde yaşıyorsun. Sürekli bir doyumsuzluk hali.
Yaşanmamış yılların yasını tutmak zorundasın. Eğer geçen yılların yasını doğru dürüst yaşamazsan, sanki hiç bir şey olmamış gibi yaşamaya devam edersen, sürekli borçlu esnaf gibi başın eğik gezmek zorunda kalıyorsun. (metafor içinde metafor. yuh artık!) Yani kabul etmek zorundasın. Kendini de, geçmişini de affetmek zorundasın. Geçen yılların öldüğünü ve artık geri gelmeyeceğini kabul etmek zorundasın. Eğer geçmişe takılıp kalırsan, geçmişinle vedalaşmazsan bugünü yaşayamıyorsun.
İşte bu cümle yani “yaşamak acı çekmektir” ben de biraz çaresizlik, biraz çözümsüzlük hissi uyandırdı. Belki sadece önsözde geçen bir cümle o kadar. Belki kitabın genel yapısı bu değil ama bende oluşturduğu his bu oldu.
Yaptığımız yanlış seçimlerin arkasında da yine kendi geçmişimiz var. Şunu kabul edelim ideal hayatlar yaşamıyoruz. Kimse mükemmel şartlar altında değil. Herkesin kendine göre derdi var. Bunun adına ister “acı” diyelim ister başka bir şey. Hayat engellerle dolu. Kimimiz bu engelleri aşmak için doğru donanıma sahibiz kimimiz ise sahip değiliz. Doğru donanıma sahip olma durumuna kültürel, sosyal, ekonomik, beşeri sermaye adını verirsek doğduğumuz aile çok önemli oluyor. Bazılarının hayatı daha sorunsuz yaşamalarının arkasında bu sermayeler bulunuyor.
Her neyse, bir cümle bir sürü kapı açtı. Bakalım kitap boyunca fırsat buldukça yazarım artık.
Comments