Kitabın son kısmı bu. Burada yazılanlar biraz özet niteliğinde. Neticede bir kongrede verilen bir dersten oluşturulmuş. Bu bölümden de birkaç yerin altını çizdim, 16 sayfalık çok kısa bir bölüm. Çok kısa bir özetlemek gerekirse “trajik üçlü” adını verdiği Acı, Suçluluk, ve Ölüme rağmen iyimser kalabilme hakkında konuşmuş. Kitapta anlattığı şeyleri bir şekilde tekrarlamış.
Sayfa 154-155
“Kuralın istisnası olan örneklere başvurduğum için beni suçlamaya eğilimli olabilirsiniz. "Sed omnia praeclara tam difficilia quam rara sunt" (ama harika olan her şeyi gerçekleştirmek, nadiren bulmak kadar zordur) Spinoza'nın Etika'sının son cümlesidir. Elbette "azizlere" atıfta bulunmamıza gerçekten gerek olup olmadığını sorabilirsiniz. Sadece iyi insanlardan bahsetmek yeterli olmaz mı? Onların bir azınlık oluşturduğu doğrudur. Dahası, her zaman bir azınlık olarak kalacaklar. Yine de ben burada azınlığa katılmanın zorluğunu görüyorum. Çünkü
Dünya kötü bir durumda, ancak her birimiz elimizden gelenin en iyisini yapmazsak her şey daha da kötüleşecek.
Bu nedenle, uyanık olalım - iki anlamda uyanık olalım:
Auschwitz'den bu yana insanoğlunun neler yapabileceğini biliyoruz.
Ve Hiroşima'dan bu yana neyin tehlikede olduğunu biliyoruz.”
Kitabın son paragrafını aldım. Bu son sözler insanın gerçek doğasını görmezden gelerek yaşamamız gerektiğini düşündürtüyor bana.
Bütün dünya çan eğrisi grafiğine uygun olarak işliyor. Hemen hemen her şeyi bu normal dağılıma göre düşünebiliriz. Aramızda çok kötüler de var çok iyiler de. Aramız da çok ruh sağlığı bozuklar da var, ruh sağlığı düzgün olanlar da. Belki ortalamayı biraz yukarı çekmek yapabileceğimiz en mantıklı şey. Gerçeği görelim. Bizler aynen diğer tüm canlılar gibi hayatta kalmak için uğraşan sınırlı zekaya, bilgiye, akla, duyguya, algıya sahip canlılarız.
Kendimizi diğer canlılardan üstün görerek yaşamaktan bir an önce kurtulmalıyız. Kendimiz kandırmaktan bir an önce vazgeçmeliyiz. Hayali kurgusal şeylerin arkasına takılarak devam etmek bize zarar veriyor. Ne kadar zayıf canlılar olduğumuzu kendimize itiraf etmeliyiz ve kendimizi bu zayıflıktan kurtarmak için uydurduğumuz yalanların arkasına saklanmaktan vazgeçirmeliyiz.
İnsanın doğasını tam anlamıyla çözmeden neyi niye yaşadığımızı anlayamayacağız. İlk aklıma gelen şeyleri sıralarsam: Ölüm var; adil olmayan bir dünyadayız; güçlüler zayıfları eziyor; fırsat bulduğumuzda haksızlık yapmaktan çekinmiyoruz; bizde olmayan şeylere sahip olanları kıskanıyoruz ve o şeye sahip olmak için her şeyi yapabilme potansiyelimiz var; tek başımıza kendimizi çaresiz hissediyoruz ve grup olarak güçlüyüz; dolayısı ile grup halinde kalabilmek için diğer grup halinde olanları öldürmekten çekinmiyoruz.
Kendimizi olduğumuzdan farklı görme hastalığından kurtulmak zorundayız. Neysek oyuz. Bir hastalığı tedavi etmenin ilk koşulu doğru teşhis koymaktır. İlk olarak hastalıklı bir algılama biçimimiz olduğunu, dünyayı kendi gerçekliğinde algılamadığımızı görmeliyiz. Uydurduğumuz gerçekliğin (kültürler, dinler, ideolojiler vs...) tutsağı olmuş durumdayız. Eğer uydurulmuş şeylerin peşinden gitmeye devam edersek geleceğimiz pek parlak değil.
Hozzászólások