2. Bölüm My Life in the Unification Church / Birleşme Kilisesindeki Hayatım. Bu bölümden alıntı yapmadım. Direkt 3. Bölüme geçtim. Kendisi hakkında tarikatın onu nasıl kandırdığını, oraya nasıl girdiğini, oradan nasıl çıktığını anlattığı bir bölüm. Ben konunun daha çok teorik kısmı ile ilgili olduğum için o bölümü geçtim.
3. Bölüm
Tehdit: Günümüzde Zihin Kontrol Tarikatları
Sayfa 37: "Bu bölümün amacı, tarikatların ortaya çıktığı farklı toplum alanlarını ve üye kazanmak için kullanılan teknikleri tanımlayarak etik olmayan, zorlayıcı zihin kontrolünün yaygınlığını göstermektir. Tarikatları yıkıcı kılan şey çalışma yöntemleridir. Bir grubun nasıl üye topladığı ve üyelik sırasında neler olduğu, insanların neye inanmak istediklerini kendilerinin seçme haklarına saygı gösterip göstermediğini belirler. Eğer takipçileri kazanmak ve kontrol etmek için aldatma, hipnoz ve diğer zihin kontrol teknikleri kullanılıyorsa, o zaman insanların hakları ihlal ediliyor demektir.
Yani her tarikat illa ki yıkıcı olacak diye bir şey yok. İnsanları aldatarak, hipnoz ederek onların inanacakları şeyi seçerken manipüle etmek asıl sorun olan. Seçme hakkı konusuna özellikle dikkat çekmek istiyorum.
Sayfa 37: "Kültler" yeni değildir. Tarih boyunca, mümkün olan her türden karizmatik liderin etrafında hayran gruplar oluşmuştur. Ancak son yıllarda bunlara bir şey daha eklendi: bir kişinin iradesini azaltmak ve düşünceleri, duyguları ve davranışları üzerinde kontrol sahibi olmak için modern psikolojik tekniklerin sistematik kullanımı.
Karizmatik lider, iradenin azalması, düşünceler üzerinde kontrol sahibi olmak... bunları okuduktan sonra son yıllarda yaşadıklarımızı sadece geniş halk kitlelerinin modernleşmeye, aydınlanmaya tepkisi olarak algılayabilir miyiz? Bunları not ederek okumaya devam ediyorum.
Sayfa 37: Genellikle "kültlerin" dini olduğunu düşünsek de (Webster's Third New International Dictionary'de "kült" kelimesinin ilk tanımı "dini uygulama: ibadet" şeklindedir), aslında bunlar genellikle tamamen sekülerdir. Webster ayrıca "kült "ü "bazı sanatsal veya entelektüel programlara, eğilimlere veya figürlere (sınırlı popüler çekiciliği olan) bağlılık veya sadakatle birleşmiş genellikle küçük veya dar bir insan çevresi" olarak tanımlar. Bu ikinci tanım modern bir kültün anlamına yaklaşmaya başlar ancak biraz yetersiz kalır. Modern kültler neredeyse sınırsız popüler çekiciliğe sahiptir. Kısalık adına, bundan sonra birçok gruptan sadece "kült" olarak bahsedeceğim. Ancak bu terimi yalnızca yıkıcı olma kriterlerine uyan gruplar için kullandığımı varsayabilirsiniz."
Kültler yada tarikatlar kavramlarının farklı yükler taşıdığı ortada. Tarikat yerine kült deyince biraz daha seküler bir kavram gibi algılamak kolaylaşıyor. Ben bu satırları okurken Türkiyenin 1950'lerden bu yana yaşadığı çok partili demokrasi denemesini aklımda tutuyorum. Özellikle halkımız darbelerle bölünmesine rağmen kendisi her özgür seçimde karar verirken sağ partileri tercih etti. Bunun tek istisnası 70'li yıllardaki Ecevit seçimidir ama o dönemin ne kadar sol olduğunu ben bilemiyorum. Açıkcası adına sol denilen hiç bir partinin sol olduğunu düşünmüyorum. Bu ayrı bir tartışma konusu. Bunu geçiyorum şu an.
Milliyetçilik, dindarlık çok belli ki insanlar üzerinde bağlanmak, sadakat göstermek için çok uygun bir iklim sunuyor. O yüzden de bu eğilime sahip partilerin seçmenleri sanki zihin kontrolüne uğramış gibi hareket ediyorlar. Yani siyasi kült derken ülkemizdeki dindar ve milliyetçi partileri bu başlık altında değerlendirmemiz mümkün. Basının ve medyanın bu zihin kontrolündeki etkisini mutlaka tespit etmeliyiz. Biliyorum, farkındayım yazdıklarım kitabın kastettiğini çok aşıyor ama ben bu satırları okurken aklıma gelenler bunlar.
DÖRT ANA KÜLT TÜRÜ
Sayfa 39: "Şu anda toplumun birçok farklı alanında zihin kontrolü kullanan gruplar bulunmaktadır. Bu örgütler arasında dini kültler, siyasi kültler, psikoterapi/eğitim kültleri ve ticari kültler yer almaktadır.
Dini tarikatlar en iyi bilinen ve en çok sayıda olanıdır. Bu gruplar dini dogmalara odaklanmıştır. Bazıları İncil temelli, bazıları doğu dinleri temelli, bazıları okült ilimlerden faydalanmakta, bazıları ise tamamen liderlerinin icadıdır. Çoğu ruhani alemden olduğunu iddia etse de, gerçek yüzlerini görmek için tek yapılması gereken "maddi" dünyaya ne kadar önem verildiğini incelemektir - liderlerin lüks yaşam tarzı, milyonlarca dolarlık gayrimenkuller, geniş ticari girişimler ve benzeri."
Ülkemizde mebzul miktarda tarikat mevcut. Bu konu ile ilgili bu ülkede yaşayıp da konunun ciddiyetinin farkında olmayan yoktur sanırım. Nedense bu "dini" tarikatların bir şekilde parayla çok haşır neşir olduklarını biliyoruz. Bu açıkca dini değerleri kullanarak insanları sömürmektir ama ben sömürülenlerin de bu sömürüye gönüllü olmalarını ile ilgili bir soru işaretine sahibim. Şunu demeye çalışıyorum. Zihninin yıkanmasına gerek yok. Zaten bu yaptıklarının doğru olduğunu düşünüyor. Gerçi bu söylediğim çok yanlış. Çünkü tam olarak zihin kontrolünün tanımı da bu zaten. Neyse ileride bu konulara daha detaylı değinecek zaten.
Sayfa 40: "Siyasi kültler genellikle "uç" ya da "aşırılık yanlısı" sözcükleriyle haberlere konu olur, ancak çoğu insan bu grupları sıradan fanatiklerden ayıran aldatıcı üye toplama ve zihin kontrolü uygulamalarını duymaz. Bu gruplar belirli bir siyasi dogma etrafında örgütlenirler."
Sayfa 40: "Psikoterapi/eğitim kültleri, genellikle bir otel toplantı odası ortamında "içgörü" ve "aydınlanma" sağlamak için yüzlerce dolar karşılığında atölye çalışmaları ve seminerler düzenlemektedir. Bu tarikatlar katılımcılara bir "zirve" deneyimi yaşatmak için birçok temel zihin kontrol tekniği kullanmaktadır. Bu deneyim çoğu müşterinin başına gelen tek şey olabilir, ancak diğerleri daha pahalı olan ileri düzey kurslara kaydolmaları için manipüle edilecektir. İleri düzey kurslardan mezun olanlar daha sonra gruba dahil olabilirler. Bir kez gruba bağlandıktan sonra, üyelere arkadaşlarını, akrabalarını ve iş arkadaşlarını getirmeleri ya da onlarla ilişkilerini kesmeleri söylenir. Ancak üye alım görevlilerinin program hakkında fazla bilgi vermesine izin verilmez. [........]"
Sayfa 40: "Ticari kültler açgözlülük dogmasına inanırlar. İnsanları zengin olma umuduyla çok az ücretle ya da hiç ücret almadan çalışmaları için kandırır ve manipüle ederler. Büyük paralar vaat eden ancak kurbanlarını kandıran birçok piramit tarzı veya çok seviyeli pazarlama organizasyonu vardır. Daha sonra şikayet etmemeleri için kurbanlarının özsaygılarını yok ederler. [...........]"
Aynı şeyleri tekrar etmemek için bu konular ile ilgili bir yorum yazmıyorum. Önceki bölümlerde bir şeyler yazmıştım. Tek söylemek istediğim insanların bir gruba üye olma istekleri çok fazla ve birileri de bunun farkında.
İŞE ALIM: NASIL YAPILIR
Sayfa 41: "Gördüğünüz gibi, insanların zihin kontrolü kullanan bir gruba dahil olabilmeleri için pek çok farklı yol vardır. Yıkıcı gruplar kasıtlı olarak zeki, yetenekli ve başarılı insanları aradıklarından, üyelerin kendileri yeni gelenler için güçlü bir şekilde ikna edici ve baştan çıkarıcıdır. Gerçekten de, yeni gelen bir kişinin karşılaştığı samimi, kendini adamış üyelerin sayısı, muhtemel bir din değiştirme için muhtemelen herhangi bir doktrin ya da yapıdan çok daha çekicidir. [..........]
Aynı şekilde, yeni gelen kişiyi ölçüp biçmeleri ve grubu ona kolayca satabilecekleri bir biçimde paketlemeleri öğretilir. Moony'lerde bana yeni üye kazanmaya yardımcı olmak için dört bölümden oluşan bir kişilik modeli kullanmam öğretilmişti. İnsanlar düşünenler, hissedenler, yapanlar ya da inananlar olarak kategorize edilirdi. Düşünenler, entelektüeller gibi hayata akıllarıyla yaklaşan insanlardır. Hissedenler duygularıyla hareket eder. İş yapanlar eylem odaklı ve çok fizikseldir. İnananlar ise ruhsal yönelimlidir.
Bu kısımlar tipik anlamda insanları kandırmaya yönelik olarak kurulan tarikatların nasıl işlediğini anlatıyor. Benim ilgi odağımdan sapılıyor olsa da önemli tespitleri görüyoruz o yüzden bu kısımlardan da yoğun bir alıntı yapıyorum.
Sayfa 41: Eğer bir kişi düşünür olarak sınıflandırılırsa, entelektüel bir yaklaşım kullanırız. Ona grubun sponsor olduğu bilim konferanslarından birinde Nobel Ödülü kazananların ya da çeşitli ilginç konuları tartışan filozofların resimlerini gösterirdik. Bilim ve akademi dünyasının bu dev isimlerinin hareketin destekçileri olduğuna dair kasıtlı bir yanlış izlenim veriliyordu. [......]
Hissedenler, kült üyelerinin sevgi dolu ve şefkatli yaklaşımlarına her zaman iyi yanıt verirlerdi. Grubum bu insanlarla birlikte duygusal refahımızın yanı sıra grubun geniş aile yönünü de vurgulardı. Bu tür insanlarla her zaman sevgi ve dünyada "gerçek" sevginin yeterince bulunmadığı hakkında konuşurduk. Hissedenler grup ortamlarında otomatik olarak başkaları tarafından kabul edilmeyi arzularlar, bu nedenle kişiye sıcak ve cazip bir koşulsuz onaylanma hissi sağlamak için elimizden geleni yaparız.
Yapıcılar zorluklardan hoşlanma eğilimindedir ve hayatlarında çok şey başarmak için çabalarlar. Eylem odaklı insanlardır. Belki de dünyada yoksulluk ve ıstırap görüyorlar ve bunların sona ermesini istiyorlar. Onlara bu doğrultuda ne kadar çok şey yaptığımızı anlatırdık. [......]
İnananları Tanrı'yı arayan ya da yaşamlarında manevi bir anlam arayan insanlar olarak görürdük. Bize genellikle ruhani deneyimlerinden -rüyalar, vizyonlar, vahiyler- bahsederlerdi. [.....]
Kamuoyundaki algının aksine, işe aldığımız insanların çoğu inanan kategorisine girmiyordu. Çoğu ya hissedenler ya da yapanlardı. Düşünen olarak adlandırılan insanların birçoğu sonunda organizasyon içinde lider oldular."
İnsanları neyin motive ettiğini bulmak ve onun üstüne oyun kurmak. Ben herhangi bir tarikat yada külte hiç bir zaman yönelmedim. Dolayısı ile burada yazılı olanlar bana çok havada geliyor. Ama eminim işin içinde olanlar için oldukça anlamlı şeyler söyleniyordur. Sadece toplum içindeki insanları nasıl kategorize ettiklerini görmek açısından faydalanıyorum.
Sayfa 42-43-44:
NEDEN BU KADAR BAŞARILI OLUYORLAR?
Zihin kontrol tarikatları tehdidine karşı neden yaygın bir kayıtsızlık söz konusudur? Her şeyden önce, etik olmayan zihin kontrolünün herkesi etkileyebileceğini kabul etmek, insanın rasyonel bir varlık olduğu, her eyleminden sorumlu olduğu ve her eylemini kontrol ettiği şeklindeki asırlık felsefi düşünceye (mevcut yasalarımızın dayandığı) meydan okumaktadır. Böyle bir dünya görüşü herhangi bir zihin kontrolü kavramına izin vermez. İkinci olarak, hepimiz kendi dokunulmazlığımıza inanırız. Birinin zihnimizi kontrol altına alabileceğini düşünmek çok korkutucudur. Üçüncüsü, etki süreçleri doğduğumuz andan itibaren başlar, bu nedenle her şeyin zihin kontrolü olduğu pozisyonunu almak kolaydır. O halde basitçe "Neden endişelenelim ki?" demek kolaydır.
Bir sonraki alıntıya geçmeden doğduğumuz andan itibaren zihin kontrolünün etki alanının içinde olduğumuz tespitini tekrar vurgulamak istiyorum.
İnsanın rasyonel bir varlık olduğu fikriyle başlayalım. Eğer insanlar böyle bir bakış açısıyla hareket ediyorlarsa, basitçe üyelerin sapkın bir yaşam tarzını rasyonel olarak "seçtiklerine" inanırlar. Eğer bu kişi yetişkinse, o zaman istediği şekilde yaşamaya hakkı vardır. Bir kişinin "seçimini" haksız yere etkilemek için kullanılan aldatıcı teknikler olmasaydı bu argüman doğru olurdu.
Çok açık olsa da, biz insanlar tamamen "rasyonel" yaratıklar değiliz. Tam rasyonellik duygusal ve fiziksel doğamızı reddeder. Duygularımız olmadan işlevimizi yerine getiremeyiz. Hepimiz hayatımızda sevgiye, arkadaşlığa, ilgiye ve onaya ihtiyaç duyarız. [……]
Rasyonel olmadığımız konusunda artık kimsenin itirazı olmadığını düşünüyorum. Yaşadığımız herşey bizim akılsızca kararlar almaya meyilli olduğumuzu gösteriyor. Yada daha doğru ifade etmek gerekirse aldığımız her kararın arkasında "akıl" olduğunu iddia edemeyiz. (Ne söylediğin kadar nasıl söylediğin de önemli değil mi? )
Tabii bir de kendi dokunulmazlığımıza olan inancımızdan kaynaklanan sorunlarımız var. Hepimiz hayatlarımızın kontrolünün bizde olduğunu hissetmeye ihtiyaç duyarız. Olayların kontrolden çıktığını hissetmekten hoşlanmayız, bu yüzden gerçekliği bize mantıklı gelen bir düzene sokarız. Birinin başına kötü bir şey geldiğini duyduğumuzda (belki gasp ya da tecavüze uğramak), genellikle o kişinin neden kurban olduğunu açıklayacak bir neden bulmaya çalışırız. "Kötü" bir mahallede "yanlış" bir zamanda mı yürüyordu? İnsanlar olanlara doğrudan bir neden-sonuç ilişkisi atfetmeye çalışır: eğer başına kötü bir şey geldiyse, o zaman yanlış bir şey yapmış olmalıdır. Bu tür davranışlara kurbanı suçlamak denir.
Hayatımızın kontrolünün bizde olmadığını aslında biliyoruz ama bunu itiraf edemiyoruz Zaten bu belirsizliğin de dinlerin ortaya çıkmasına katkısı olduğunu düşünüyorum. Bu tespiti de bir kenara not etmek gerek.
Muhtemel dikkatsiz davranışları değerlendirmeye çalışmanın bir değeri olsa da (aslında, hayatın trajedilerinden ders almalıyız), gerçek şu ki, kişi yanlış zamanda yanlış yerde olabilir. Kurbanı suçlamak, incinen kişiyle aramıza mesafe koymamızı sağlayan önemli bir psikolojik rol oynar. Bu şekilde kendimize şöyle deriz: "Böyle bir şey benim başıma gelemez çünkü ben farklıyım. Ben daha iyisini bilirim." Çoğu zaman insanlar bir tarikat kurbanına bakıp yanlışlıkla "Ne kadar zayıf fikirli bir insan; sorumluluktan kaçmak ve hayatını birilerinin kontrol etmesini sağlamak için bir yol arıyor olmalı" derler. Bu şekilde insanlar aynı şeyin kendi başlarına da gelebileceği gerçeğini inkar ederler.
Açıkcası mavi renge çevirdiğim tespiti aynen yapıyorum. İnsanların yetişkin olamadığına dair bir yargım var. İnsanların büyük kısmının kendi ayakları üstünde durmakta zorlandıklarını ve hayata tutunabilmek için bir grubun desteğine, bir otoritenin kucağına ihtiyaç duyduklarını düşünüyorum. Şu anda "paranoyak olmam takip edilmediğim anlamına gelmez" sözünü yaşadığımı düşünüyorum. Benim tespitimin yanlış olduğunu düşünmüyorum. Bir başkasının yanlış yaptığını tespit ediyor olmam benim bu hatayı yapmayacağıma dair bir kibir olmadığını düşünüyorum. Can Yücel'in dediği gibi "kıça kıç (içimden gerçek kelimeleri yazmak gelmedi) demek de mi suç" durumu var burada.
İnsanlar "bunun asla kendi başlarına gelmeyeceğine" inanırlar çünkü tarikatların zihin kontrolüne kurban giden milyonlarca kişiden daha güçlü ve daha iyi olduklarına inanmak isterler. Ancak savunmasız olduğumuza inanma ihtiyacımız aslında tarikat üyeleri tarafından kolayca kullanılabilecek bir zayıflıktır. Örneğin, bir üye toplayıcı şöyle diyebilir: "Bill, sen bana çok zeki ve dünyevi bir insan gibi görünüyorsun. Kimsenin seni istemediğin bir şeyi yapmaya zorlamasına asla izin vermezsin. Kendi kararını kendin vermeyi seviyorsun. Bu yüzden taraflı medyanın zihin kontrolü gibi tuhaf iddialarla sizi korkutmasına izin vermezsiniz. Bunun için fazla zekisiniz. Ders için ne zaman gelmek istersin?"
Son olarak, "her şey zihin kontrolüdür" şeklindeki felsefi görüşe ne demeli? Hayatımız boyunca etkilendiğimiz kesinlikle doğrudur. Ancak, bir uçta iyi huylu etkilerle başlayan (bir arkadaşın belirli bir filmi izlememizi önermesi) ve diğer uçta bir kişinin kendisini öldürmesi veya başkalarına zarar vermesi için telkin edilmesi (Jonestown) gibi yıkıcı etkilerle sona eren bir etki süreci sürekliliği vardır. Benim ilgilendiğim grupların çoğu, sürekliliğin bu yıkıcı ucuna yakındır.
Zihin kontrolü derken gerçekten neyi kastediyorum? Bu terim bir kişinin nasıl düşündüğünü, hissettiğini ve hareket ettiğini etkileyen bir dizi tekniği ifade eder. (Bkz. Bölüm 4.) Çoğu bilgi gibi, doğası gereği ne iyi ne de kötüdür. Zihin kontrol teknikleri bir bireyi daha fazla seçim yapabilmesi için güçlendirmek amacıyla kullanılırsa ve yaşamı üzerindeki otorite kendi içinde kalırsa, etkileri çok faydalı olabilir. Örneğin, insanlar sigarayı bırakmalarını sağlamak için hipnoz kullanmışlardır. Ancak, zihin kontrolü bir kişinin inanç sistemini bilgilendirilmiş rıza olmaksızın değiştirmek ve onu dışarıdaki otorite figürlerine bağımlı hale getirmek için kullanılırsa, etkileri gerçekten yıkıcı olabilir.
İşte burada itiraz edilmesi çok zor olan bir tespit var. Ben tüm hayatımız boyunca zihin kontrolüne maruz kaldığımızı düşünüyorum. Zihin kontrolüne öncelikle ailemiz sonra eğitim kurumlarımız ve belki de en önemlisi içine doğduğumuz toplumsal kültür aracılığı ile maruz kalıyoruz. Keşke doğru seçimler yapabilmemiz, kendimizi tanımamız, yeteneklerimizi keşfetmemiz yönünde zihnimizi kontrol edebilsek ama öyle olmuyor. Bize dayatılanları yaşamak durumunda kalıyoruz.
Bazı yıkıcı gruplar esasen üyelerini bağımlı hale getirmektedir. Alkolizm ve madde bağımlılığı tedavisinin bu kadar gündemde olduğu günümüzde, ruh sağlığı uzmanlarının bu eski tarikat üyesi nüfusa dikkat etmesi önemlidir. Her gün aşırı (saatler süren) meditasyon veya zikir teknikleri uygulamaya telkin edilen kişiler zihin kontrol tekniğine psikolojik ve fizyolojik olarak bağımlı hale gelebilir. Bu tür bir zihin uyuşturma, sadece ayrışmış bir zihinsel duruma değil, aynı zamanda yasadışı uyuşturucular tarafından yaratılana benzer bir "yüksekliğe" neden olan güçlü beyin kimyasalları salınımına neden olur. Bu teknikleri yıllarca kullanan bazı eski üyeler, şiddetli baş ağrıları, istemsiz kas spazmları ve hafıza, konsantrasyon ve karar verme yeteneği gibi bilişsel yetilerde azalma dahil olmak üzere çok çeşitli zararlı yan etkiler bildirmektedir.
Açıkca itiraf etmek gerekmiyor mu? Çocukları çok küçük yaşlarda alıp kuran kurslarına tıkmak yada ülkü ocaklarına götürmek onlar üzerinde nası bir etki yaratıyor. Bunlar sistematik zihin kontrolleri. Bir de eğitim sistemi aracılığı ile beynimizin yıkanması durumu da var. Her türlü ister sistematik olsun ister toplumsal bir şekilde zihin kontrolüne maruz kalıyoruz. Tarikatlar yada ocak ve dernekler insanları bağımlı hale getiriyorlar. Bu insanlar robot gibi ne denirse yapacak hale geliyorlar. Doğru ile yanlışı ayırt edecek vicdandan yoksun hale gelen insanlar çıkıyor ortaya.
Bu yazıyı da burada bitireyim. Daha önceki yazı deneyimlerimden biliyorum ki yazmaya başlayınca duramıyorum ve çok uzun yazılar yazıyorum. 3. Bölüme sonraki yazıda devam ederim artık.
Comentários