Toplumsal statü, tabakalaşma ve/veya sosyal statü gibi kavramlar ile sosyal medyanın yükselişi arasındaki ilişkiyi görmek gerek. İster kabul edelim ister etmeyelim hiyerarşik bir toplumsal düzenimiz var. Yani "güya" hepimizin kağıt üstünde eşit olmamıza rağmen sosyal hayatta durum böyle değil. Bir tabaka içine/içinde doğuyoruz. Bu tabaka bizim seçtiğimiz bir tabaka değil. Bourdieucu kavramlarla konuşursak bir sermaye kümesi içine doğuyoruz. Bu sermaye topluluğu da ne acıdır ki sosyal statümüzü beliriyor. Belki zamana veya coğrafyaya göre toplumsal saygınlık kriterlerimiz değişiyor ama şu değişmiyor: toplumsal saygınlık olgusuna sahip bir türüz.
İnsan olarak kim olduğumuzun pek de bir önemi kalmıyor. Kendimiz seçmiyoruz ama belli bir saygınlık liginde oynamak zorunda kalıyoruz. İçine doğduğumuz toplumun saygın figürleri olmak için elimizden geleni yapıyoruz. (Yada çok kritik bir soru da şu: acaba her birey saygınlık için çabalıyor mu? Çabalamıyorsa neden çabalamıyor? Çabalama motivasyonunu kesen ne? Bu sorular da bambaşka bir yazının konusu olabilir.) Tekrar acı gerçeğimizle yüzleşelim. İçine doğduğumuz aile, sahip olduğumuz maddi imkanlar, eğitimimiz, mesleğimiz, zekamız, fiziksel özelliklerimiz bizi birilerine göre ya daha saygın yapıyor yada daha az saygın.
Sayılmak istiyoruz. İtibarlı olmak istiyoruz. Bizim gibi aristokrasi sınıfı olmayan toplumlarda, asil olma bakımından, doğuştan saygın olanlar yok. Biz de saygınlık daha çok muteber sınıfa geçilerek kazanılıyor. Bunun da en kolay yolu eğitim. Bizler üniversite okuyarak, bir meslek sahibi olarak saygın olmaya çalışıyoruz. Ama işin gerçeği bunu hepimiz beceremiyoruz. Sonuçta hepimiz hakim, pilot, cerrah, psikiyatr, diplomat, profesör olamayız. Bazılarımız da mavi yakalı olacak, bazılarımız da vasıfsız olacak. Bazılarımızın IQ’sı 140-150, bazımızın 80-90; Bazımız güzel, bazımız çirkin; Bazımız çalışkan, bazımız tembel. Yani ne kadar içimize sineceğinden bağımsız olarak hiyerarşik bir düzene göre sıralanıyoruz. Bazımız bazımıza göre daha "saygın" doğuyor, bazımız doğuştan saygın olmaya yatkın. Bazımız bazımıza göre saha “iyi” sayılıyor.
Tabakalaşma, sınıf, statü ve saygınlık ile sosyal medya ilişkisine tekrar dönmek istiyorum. Sosyal medyanın bizim hayatımıza bu kadar güçlü girmesinin bir sebebi de az önce sıraladığım hiyerarşik sistemin o ortamda çökmesi. Orada anonim bir kimlikle istediğimiz herhangi bir kişi olabiliyoruz. Gerçek hayatta bizi bir başkasına göre aşağıda yada yukarıda gösteren düzen orada yıkılıyor. Bir garson bir profesörle normal şartlarda “eş konumda” diyalog kuramayacakken orada bu çok kolay hale geliyor.
Sosyal medya sayesinde kağıt üstündeki eşitliğimiz pratiğe dökülmüş oluyor. Saygınlık orada gerçek hayatta olduğu gibi işlemiyor. Oranın kendine göre bir hiyerarşisi var. Takipçi sayınla saygınlığın artabiliyor. Normalde diyalog halinde olamayacağın bir kişiyle sohbet başlatmanın önünde engel kalmamış oluyor. Orada çirkin olman, fakir olman, engelli olman, yaşlı olman, toy olman, yeteneksiz olman farketmiyor. Orada saygınlık kazanmanı engelleyecek şeylerden kurtulmuş oluyorsun. Orada toplumsal saygınlık göstergelerine sahip olmak zorunda değilsin.
Ne kadar kabul etmek istemesek de bu dünya adil değil. Çünkü yaşamın kendisini adalet gibi bir derdi yok. Yaşamın kendisinin iyi olmak yada kötü olmak gibi bir derdi yok. Yaşam kendi mecrasında akan bir nehir bizler de bu nehre bir ara girip çıkan canlılarız. Bu nehrin doğası iyi ve ya kötü değil. Nehir bu şekilde varlığını devam ettiriyor. Bu nehir birilerini birilerine göre daha üstün kılıyor. Birileri daha iyi noktadan dalıyor nehre. Nehrin ise bu yaşananlardan en ufak haberi olmuyor. O sadece akmaya devam ediyor.
Commentaires