top of page
Okunduğu Gibi

Oğluma Mektup

Uzun bir aradan sonra buradayım. Biriktirdim geldim. İnsan kendisine anlamlı gelmeyen şeyleri yapmakta zorlanıyor. Bunu bir kez daha yaşayarak gördüm. Anlam yittiği an eylem de duruyor.


Düşündüm, çözmeye çalıştım. Ben böyleyim. İdeal bir mizacım yok ama yapabileceğim başka bir şey de yok. Kendimi kabul etmem uzun yıllarımı aldı. Hala tam anlamıyla başardım diyemem ama çok yol kattettiğim kesin. Hayatım sinüs dalgası şeklinde devam ediyor.


Sinüs dalgasının zorluğu, bu iniş çıkışlara insanın adapte olmakta zorlanması. Frekans yüksek olduğunda yaşanan ani değişime uyum sağlamak da güç olduğundan dengesiz hale geliyorsun. Çok soyut oldu biraz somutlaştırayım. Genel olarak hedefi olmakla ilgili bir durum. Kendine bir hedef koyuyorsun ve o hedefe ulaşmaya çalışıyorsun. Hedefine ulaşmaya çalıştığın o anlar işte hayatın anlamını bulduğunu sandığın anlar. Koyduğun hedefe ulaştığın anda inişe geçiyorsun. Eğer kısa sürede yeni bir hedef belirleyemezsen anlamsızlık girdabına düşüyorsun. Engin Geçtan'ın kitapların VAROLUŞ VAKUMU dediği şey.

Aslında çok da sıkıntılı bir durum olmayabilirdi bu yaşam biçimi; hayatı bu şekilde yaşamak. Kendine hedef bulmak zor olmasaydı herşey yolunda giderdi. Kendini kandırmadan, sana anlamlı gelen hedefler bulmaktan bahsediyorum. Dışardan bakınca maymun iştahlı, şıpsevdi deniyor benim gibilere. Belki doğruluk payı da var. Hatta belki değil durum bu ama ne yapalım. Kabul etmek zorunda olduğumuz durum bu. Yazının girişinde demiştim "Ben böyleyim. İdeal bir mizacım yok ama yapabileceğim başka bir şey de yok. Kendimi kabul etmem uzun yıllarımı aldı." bu cümlenin altını doldurmuş oldum sanırım. Yani maymun iştahlı bir mizaç ideal olmayabilir ama değiştirmeye çalışmak yerine kabul etmek ve buna göre yaşamakta fayda var.


Gelelim bir diğer konuya mizaç nedir? Google layınca çıkan tanım bu. Genetik kodlarımızda yüklü olan karakterimiz. Değiştiremediğimiz iskeletimiz. Kendimizi bu mizaç üzerine inşa ediyoruz. İşte, kabul etmeliyiz dediğim şey. Söylemesi kolay yapması zor olan şey.



İnsanın kendi mizacını görmesi, bilmesi, tanıması, anlaması o kadar önemli ki. Nasıl bir insansınız: içe kapanık, dışa dönük, utangaç, hoşgörülü, bağnaz, kıskanç, sempatik, iyimser, kötümser, maymun iştahlı, şıpsevdi, çalışkan, tembel, komik, şefkatli, merhametsiz, vicdanlı, pratik zekalı, ağırkanlı, ilgi budalası, kurnaz.... saymakla bitmez. Sizi tanımlayan olumlu ve olumsuz mizaçların kompleks bir karışımısınız. Bazısı çok baskın bu huyların, bazısı hiç yok, bazısı sadece size özgü ama bu önemli olan şu: siz doğduğunuz anda bunlar sizde var. Kimden alıyorsunuz? Annenizden, babanızdan dedelerinizden, ninelerinizden. Yani ailenizden.

Eğer kötü bir bebeklik ve çocukluk geçirmişseniz olumlu mizaçlarınız körelirken, olumsuz olanlar güç buluyor. Kötü bir çocukluk geçirdiğiniz aileniz de zaten kendi mizaçlarını hem size aktarıyorlar ve o bozuk mizaçla sizi yetiştiriyorlar. Dolayısı ile genetik olarak yanlış bir mizaca sahip aileye doğmuşsanız o laneti devam ettiriyorsunuz. Diyelim sinirli mizaca sahip bir baba ile kıskanç mizaca sahip bir annenin çocuğusunuz çok büyük ihtimalle siz de öyle olacaksanız. Hem aileniz size genetik olarak bunu aktaracak hem de sizi o şekilde yetiştirecekler, size o şekilde örnek olacaklar. Siz de sinirli ve kıskanç bir insan olarak büyüyüeceksiniz. Aileniz bilinçli ve kendisini kontrol etmeye çalışan bireylerden oluşuyorsa kendilerinde gördükleri bu olumsuzlukları size yansıtmamaya, daha siz bebekken ortaya çıkan bu eğilimleri olumlu bir yaklaşımla törpülemeye çalışabilirler ama çok gerçekci bir senaryo değil bu. Olsa bile istisna niteliğinde kalacak kadar az olacaktır. Yaşam deneyimlerim ve gözlemlerim bu yönde.



Anlamlı bir hayat yaşamak için uğraşıyoruz. Bazı şanslı insanlar için hayatı anlamlı yaşamak kolay. Ben öyle insanlardan değilim. Anlam arayışım hiç bitmiyor. Bazen bulduğumu sanıyorum sonra....

Biraz dağıldım, çok şey söylemek isteyip ne diyeceğimi bilemediğim anlarımdan birisini yaşıyorum. Kafamda net bir şey olmadığında oluyor bu. Yada kendime bile söylemekten, itiraf etmekten korktuğum, dile getirdiğimde beni üzecek bir şey varsa oluyor. Kaçmak istiyorum, görmek istemiyorum, deve kuşu gibi eğer dile getirmezsem yok olacakmış gibi kendimi kandırmaya çalışıyorum. Böyle anlar kendini bulma anları. Size de tavsiye ederim. Bir şey konuşurken veya yazarken eğer akışınız kesiliyorsa bilin ki orada üstünü örtmeye çalıştığınız bir falso vardır. Bir kaç dakika durun ve dinleyin kendinizi. Neyi görmek istemiyorsunuz, dile getirdiğinizde sizi üzecek olan o şey ne?

Anlam? Beni öyle yıpratıyor ki? Hemingway'in kitabı mıydı? İhtiyar Balıkçı... bir kılıç balığı ile destansı bir mücadeleye girişiyordu. Sonunda yakalıyordu değil i o muhteşem balığı... Balıkçının kaybetmesini ne çok istemiştim. Balık kazansız ve ölmesin demiştim. Sonunda balıkçı kazanmıştı. Kendimi neden balıkçı yerine değil de balık yerine koymuştum? Neden kazanan tarafta olmayı seçmemiştim? Balıkçıyı kıskanmış olabilir miyim? Onun azmini mi kıskandım? Yada onun acımazsızlığına mı kızdım? Bir şekilde taraf tuttum. Tuttuğum tarafın kaybedeceğini bile bile yaptım bunu. Bir çeşit mağduru sevme, mağduru tutma psikolojisi. Dünya kupası maçlarında her zaman Afrika takımlarını da bu yüzden tutarım. Avrupa takımları yenilsin isterim.

Anlamla ne ilgisi var bu yazdıklarımın? Neden ihtiyar balıkçıyı hatırlıyorum? Eğer hayatın anlamı o kılıç balığı ise ben de balıkçı isem balığı yenememekten sıkıldım. Başaramamaktan sıkıldım. Hah tamam diyorum bu sefer balık elimde ama bir bakıyorum kaçırmışım. Kazanmak denen duyguyu tatmak istiyorum. Kazanmanın ardından yaşayacağım o coşkuyu tatmak istiyorum.

Geldim ilk paragraftaki ikinci cümleye "Hala tam anlamıyla başardım diyemem ama çok yol kattettiğim kesin." Kabul etmek lafta kolay ama hayata geçirilmesi çok güç bir eylem. Aslında balığı kaçırıp sürekli balık avlamayla uğraşmak da bir hayat tarzı ki ben onu bizzat tecrübe ediyorum ama kafamdaki hayatla uyuşmuyor. Sinüs eğrisi değil bildiğin sabit hız grafiği şeklinde yaşamak istiyorum. Belki arada bir küçük iniş çıkışlar olabilir ama istikrarlı ve stabil hayatım olsun istiyorum.


İhtiyar balıkçı gibi bir hayatım olsun demiyorum. O tarz da bana uygun değil. Sanırım saçmalamaya başladım. Hem konseri en önden izleyeyim hem de para vermeyeyim diyorum. Yok öyle bir şey. Hayat zor ve sen de bu zorluklarla mücadele etmek zorundasın. Daha yetenekli ve becerikli olmayı isterdim. Ne yapayım ben de böyleyim. Hem yeteneklerim sınırlı hem de çok şey istiyorum. Zekam başka bir şey diyor karakterim başka bir şey. Bu uyumsuzluk içinde inip çıkarak yaşamaya devam.

Sahip olduğum zeka hem lanetim hem şansım. Hem bir çok şeyi görmemi sağlıyor hem de ne kadar zayıf ve yetersiz olduğumu... Ölüp gittiğimde çok şey yapmak istedi ama hiç bir şey yapamadı diye yazabilirler mezar taşıma.


Yazının sonuna geldim. Gelelim bu yazıya neden Oğluma Mektup başlığını seçtiğime. Anlam, anlam, anlam diye debelenip dururken şunu göz ardı ediyorum bazen ve kızıyorum kendime: benim en büyük anlamım oğlum. Yaşama sebebim o. Onun kadar anlamlı hiçbir şeyim olmadı şimdiye kadar. Ne zaman bir boşluğa düşsem toparlanmak ve yoluma devam etmek için onu düşünmem yetiyor. Bu yazdıklarımı büyüyünce okur mu bilmem. Bu yazılar o yetişkin olduğunda hala varlığını sürdürebilir mi bilmiyorum. Mektubu ona yazıyorum ama hedefim o değil. Hedefim kendimim. Bazen rotadan sapıyorum. Olsun. Neticede evrenin bu kısmında zamanın bu diliminde bu şekilde bir yer kaplayıp göçüp gideceğim. Şimdiye kadar yaşamış olan milyarlarca insandan hiçbir farklı yanım yok. Kendimce bir anlam savaşı veriyorum. Benim için çok anlamlı ama büyük düşününce komik bile denemeyecek kadar hazin bir çaba. Bütün evreni kendimden ibaret olarak düşündüğümde ne kadar da özel bir durum olacak olsa da gerçek bu değil. Bırakın evreni dünyada kapladığım hacim bile o kadar küçük ki. Ben ancak beni tanıyanlar, bilenler kadar anlamlıyım. Şu anda çevremdeki 3-5 kişi için varım gerisi benim varlığımdan haberdar bile değil. Ayrıca ben de onların varlığını umursamıyorum. Evet birileri bir yerlerde yaşamını tüketiyor. Bazen benimle temas ediyorlar sonra yollarına devam ediyorlar. O kadar. Ne daha az değerli ne de daha çok. Durum bu

Oğlum. umarım seni güzel yetiştirebilirim. Umarım kendi mizacımın iyi yanlarını sana aktarmışımdır. Umarım ilerde benim yaşlarıma geldiğinde iyi bir babam vardı dersin. İşte bunu demişsen anlamlı bir hayat yaşamışım demektir.


Comments


bottom of page