top of page
Okunduğu Gibi

Modern Ve Geleneksel Karışımı Moderneksel Toplumlar

Batıda geleneksel toplumdan modern topluma geçiş süreci Doğu toplumları ile ne ölçüde benzerlikler ve farklılıklar göstermektedir? *


4 ayrı kavram içeren bir soru.

  1. batı

  2. doğu

  3. geleneksel

  4. modern

ilk önce sosyolojik açıdan bu kavramların ne ifade ettiğini tespit ederek soruya cevap aramanın doğru olacağını düşünüyorum.


Batı toplumlarının kimler olduğu ve neden onlara batı toplumu dendiğini tespit etmek gerekiyor. Batı toplumundan kastın coğrafi batı olmadığı aşikardır. Burada batı ile kastedilen, kökenini Yunan felsefesinden alan, aydınlanma dönemini geçirmiş, bilim devrimi ile bunu perçinlemiş toplumlardır.


Bu sebeple batı toplumu dediğimizde Avustralya da batı içinde yer alabiliyor (coğrafi olarak doğuda yer almasına rağmen).


Peki doğu toplumları deyince hangi toplumlar giriyor bu listeye? Örneğin batıda yer almasına rağmen Güney Amerika ülkelerini bu gruba dahil edebilir miyiz? Yada Japonya doğu toplumuna mı daha yakındır, batı toplumuna mı? İsrail batı toplumunun bir üyesi midir, doğu toplumunun mu? Peki ya Türkiye… Kendini kimler batıda görür kimler doğuda görür? Bir Fransız için Yunanistan, Bosna, Arnavutluk'ta yaşayanlar batı toplumunun bir üyesi midirler?


Din bir toplumun batı da mı doğuda mı yer alacağı konusunda ne kadar etkilidir? Hangi toplumu nerede, nasıl sınıflandıracağımız konusunda hangi kritere göre karar verebiliriz?


Batı/doğu ayrımının göreceli olduğu söylemekte bir sakınca yok gibi duruyor. Kimine göre batı diyeceğimiz bir toplumun kimine göre doğu olması ihtimali vardır. Homojen, tek tip bir durumdan bahsetmek mümkün değil. Kimi toplumlar kültürel olarak doğuda ama siyasi olarak batıda yer alabilir, kimi toplumlar tarihsel olarak batıda ama uygulamaları ile doğuda yer alabilir.


Aynen batı nasıl coğrafi bir konumlandırmayı değil de bir birikimin adlandırılmasını ifade ediyorsa doğu da başka bir birikimin adlandırılmasıdır. Batıda olmayan şeyleri ifade eder. Batı aydınlanma döneminden geçmişse, doğu geçmemiştir; batı sanayi devrimini yapmışsa doğu yapmamıştır; batı bilim devrimi ile batı olmuşsa doğu bu devrimi yaşamadığı için doğu olarak kalmıştır.


Geleneksel/modern ayrımına gelirsek sanki işimiz biraz daha kolay gibi duruyor. Tarihsel olarak belli aşamalardan geçmiş devletler ve bu devletlerde yaşayan kişileri geleneksel toplum, modern toplum ayrımına tabi tutarak değerlendirebiliriz.. Zaten bu ayrım yapıldığında yani kimlerin geleneksel, kimlerin modern olduğu ayrımını yaptığımızda hangi toplumların batı, hangi toplumların doğu toplumu olduğunu da görebilmiş olacağız.


Bir kaç tespitle devam edelim Comte ve Durkheim kendilerine göre toplumları sınıflandırmışlardır. 3 hal yasası ve mekanik organik ayrımı gibi. Weber rasyonalite kavramı ve Tönnies'in Cemaat (topluluk) ve Cemiyet (Toplum) ayrımı gibi toplumları modern ve geleneksel şeklinde ayıran tespitleri mevcuttur.

Geleneksel toplum devletlerinde iktidarın kaynağını ya tanrıya ya da karizmatik bir lidere dayandırıyordu. Modern toplumda devlet, ‘ulus’ kavramı çerçevesinde oluşmakta ve iktidarın kaynağını halka dayandırmaktaydı.

Modern toplumlar, dünyevileşmeyi bütünüyle sonuna kadar hayat gayesi yapmışken, geleneksel toplumlarda ise uhrevi ümitleri esas alınmıştır.


Aydınlanma döneminden geçmiş, bilim ve sanayi devrimini lafta değil gerçekten yaşamış toplumlar modernken aydınlanma dönemini geçememiş toplumlar moderneksel (modern ile geleneksel arasında kalmış) toplum olarak kalmışlardır. Belki sanayi ve bilim açısından modern toplumların ürünlerini tüketiyor olabilirler ama içselleşmiş bir aydınlanma yaşamadıkları için bilim ve sanayi bu tür ülkelerde yamaymış gibi durmaktadır.


Moderneksel toplumlar aydınlanma aşamasını geçmediklerinden arafta kalmış bir durumdadırlar. Ne tam anlamıyla modern ne de tam anlamıyla geleneksel. Maalesef Türkiye tam da bu tür bir toplum durumundadır. Bazı kurumları ile modern bazı kurumları ile gelenekseldir. Devletin idare edilmesinden başlayarak, eğitim kurumlarında da hatta yeri geldiğinde hukuk sisteminde dahi modern olamamanın etkileri görülmektedir.


Türkiye kuruluş felsefesi olarak aydınlanmayı hedeflemiş olsa da toplumda karşılığını tam görebilmiş değildir. Hedef “muasır medeniyet”ler seviyesine çıkmak olarak belirlenmiş ama bunun için yapılması gerekenlere sıra gelince geleneksel yapı buna karşı çıkmış ve tam anlamı ile bir batı toplumu olmak yerine kendine has bir doğu toplumu olarak kalmıştır.


Eğer modernlik hedeflenmemiş olsa ne olurdu? Onun da örnekleri var. Bir çok Orta Doğu ülkesi modernleşmeyi hedeflemeden yaşamlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Onlar bile ülkelerinde yaşayan insanlara “batı icadı(!)” olan özgürlükleri vermekten kaçamıyorlar. Kadınların araba kullanmasına son yıllarda izin verenler buna örnek olarak gösterilebilir.


Peki, kaçınılmaz olanı yaşamak ne kadar ötelenebilir? Ötelenebilir mi? İnsanlığın gittiği bir istikamet var mı? Eğer değişme, ilerleme kaçınılmazsa bazı toplumlar neden değişime direniyorlar?


Nüfus artıyor. Etkileşim kanalları çoğalıyor. Her geçen gün insanlar daha bilinçleniyor. İster doğu olsun ister batı, ister modern olsun ister geleneksel yada moderneksel neticede bir değişim süreci içindeyiz.


Tarihin hiçbir döneminde toplumlar hiçbir zaman aynı seviyede olmadı yani bir toplum ilk çağı yaşarken bir diğer toplum aynı dönemde ortaçağı yaşıyor olabilir. Günümüzde de durum bundan ibaret. Dünyanın bir yerinde Marsta hayat kurma tartışılırken bir başka yerinde hamile kadınların sokağa çıkıp çıkmaması gerektiği tartışılabilir.


Ülkemiz için konuşursak, gözü batıda olan bir doğu toplumu olarak toplumda ikiye bölünmüş durumda. Bir kısım kendisini batıda görürken bir kısım ise yerini doğuda görmekte bu da toplumda kutuplaşmaya yol açmakta. Bir kısım modern olmanın doğru olduğunu düşünürken, bir kısım ise geleneksel olmanın doğru olduğunu düşünüyor.


Bir mücadele alanı gibi ülkemiz. Siyasal tarihimiz çok sıçramalı bir süreç yaşadığımızı gösteriyor. Bir grup modernleşmek için uğraştıkça bir başka grup geleneksel bir toplum olarak yaşamakta diretiyor. Aydınlanmanın yaşanmaması her şeyi yarım yamalak yaşamamıza sebep oluyor. Din, din olarak kalmak yerine bir hukuk sistemi dayatmaya çalışıyor, sosyal hayatı biçimlendirmeye uğraşıyor.


Son olarak, batı denilen modern ülkeler ile doğu denilen geleneksel ülkeler arasındaki fark kapanacak gibi durmuyor. Aşılması gereken bir eşik var ve bu eşik, din gibi yıkılması çok güç bir tarihi kurum tarafından korunuyor.


Not; Bu yazıyı bir hafta boyunca yazmaya uğraşırken bugün Bahattin Akşit’in "Sosyoloji Nedir?" adlı bir youtube videosuna denk geldim. Yazmaya çalıştığım şeyler tabi ki daha önce bir çok sosyolog tarafından tespit edilmiş. Benim kelimelerimle değil tabi ki ama neticede geri kalmış ülkelerin neden bu durumda oldukları veya kapitalizmin 3. dünya ülkelerinde nasıl yaşandığı, gelişmiş ülkeler ile geri kalmış ülkeler arasındaki etkileşimin nasıl olduğunu yazmışlar. Henüz o sosyologların yazılarını ve kitaplarını okumadım. Elbette okuyacağım. O zamana kadar cahil cesareti ile yazmaya devam edeceğim sanırım.


Bir çok konu hakkında fikirlerimi sosyolojiye dayanarak değil de kendi okumalarıma ve birikimime göre yazıyorum. Cephanem neyse onunla idare ediyorum kaçınılmaz olarak. Bu yolda bir çok hata yapacağımı da biliyorum ama motivasyonumu kaybetmek istemiyorum, Yani hata yapma korkusu ile hareketsiz kalma riskim var. O riski ancak cüret ederek olarak yenebilirim. Hata yapma korkusu ile bir şey yapmamak yerine hata yaparak öğrenmek daha doğru diye düşünüyorum.





* Bu makale Sosyolojiye Giriş Dersi 2. Ünite, Sosyolojide Temel Yaklaşımlar, İlişkilendir Etkinliği için yazılmıştır.


Comentarios


bottom of page