Bu yazıya Nevzat Kaya'nın "Mitos'u Atlattık mı?" adlı videosu ilham verdi.
Tüm videoyu izledikten sonra içimde kalan, aklımda kalan şu. Aslında aydınlanma dediğimiz şey mitin devamı. Aydınlanma kötü mü iyi tam çözemedim. Sanki aydınlanma iyi değilmiş gibi bir imaj edindim ama ardından da zaten kaçınılmazdıyı da gördüm. Öyle olunca kafam karıştı. Mitosu geçemiyoruz çünkü hayatla başedebilmemizi mitos sağlıyor. Aydınlanma tanrıyı öldürdü ama yerine de bir şey koymadı. Ölüm korkumuz devam ediyor. Ölüm korkusunu yenebilmek için uydurduğumuz hikayeler ortadan kalkınca nihilizmin kucağına düşmüş oluyoruz. Umarım yanlış anlamamışımdır ama bu güzel ve akıcı sohbetten aklımda kalan bu oldu. Bir de dersleriniz sırasında size soru sorulamayacağı :).
************
Ölüm korkusu ile başedebilmek için çeşitli çözümler ürettiğimiz doğru, bunun başında da din var o da doğru. Aydınlanmayı ölüm korkusu bağlamında değerlendirmek ilginç bir fikir. Aydınlanma konusunda son zamanlardq çok kafa yoruyorum. Aydınlanmayı çok önemsiyorum. Türkiye'nin aydınlanma trenini kaçırdığını düşünüyorum. O yüzden içinde aydınlanma geçen her şey daha çok dikkatimi çekiyor.
Aydınlanma olmasaydı ne olurdu peki? Yani insanlık olarak aydınlanmasa mı idik? Odun gelip odun mu gitseydik? Bir yalan içinde mi yuvarlanıp gitseydik? Sanki aydınlandık da iyi bok mu yedik gibi bir tarz var Nevzat Kaya'nın videosunda.
Evrimsel olarak bir yol üstündeyiz ve insanlık olarak yaşamaya devam ediyoruz. Tanrı ölmek zorunda idi. Başka türlüsü mümkün değildi. Bu akıl bu şekilde evrimleşti. Yalana, kendimizi kandırmaya tahammüllümüz yok. Üzüleceğiz, depresyona gireceğiz, amaçsız kalacağız diye bir ilüzyon içinde kalamazdık ya. Kalmadık da zaten. Bir yol bulacağız, yol yoksa kendimiz yapacağız ve bir şekilde hayatta kalmaya devam edeceğiz. İster usb içine taşıyalım bilincimizi, ister multiversler yaratalım, başka çaremiz yok.
Tanrıyı ölürdük ki tanrı olabilelim. Gittiğimiz yol bizi tanrıya götürecek. Bu işin başka yolu yok. Bir kere tanrı imgesini oluşturmuşuz bu işten kurtuluş yok. Hani derler ya pembe kuyruklu tavşanı düşünme dediğin anda artık onu düşünmekten başka çaren kalmaz. Bir kere tanrıyı yaratmışız onu öldürsek de yerine bir şey koymak zorundayız.
Ateist olmanın laneti de bu. Tamam, bir yalanı yaşamıyorsun ama kendi gerçeğini yaratma sorumluluğu da senin omuzlarında. Ne yapalım bir çözüm üreteceğiz. İster kendini kandırma diyelim, ister kendini gerçekleştirme diyelim, adına ne dersek diyelim bir çözüm bulmak zorundayız. Bu dünyada var olduğumuz gerçeğini değiştiremiyoruz. Oturup ağlayacak halimiz de yok. O zaman ister sahte, ister gerçek ne olduğu önemli değil bir anlam üretmek zorundayız. Buradaki tehlike bu işin zorluğu sebebi ile boyumuzu aştığını düşünüp yalan yanlış işler yapmak. Kime göre yalan, kime göre yanlış diye de sorulabilir ama bir rol model bulmak zor değil. Birisi kendisine Einstein gibi olmayı, birisi Atatürk gibi olmayı bir diğeri de Dostoyevski gibi olmayı seçebilir. Bu insanlar kadar olamayabiliriz. Ölüm korkusunu ancak ölümsüz olarak yenebileceğimize göre ölümsüz olamasak da ölümsüz olmayı deneyebiliriz.
Bir Dostoyevski olmasan da kendi çapında bir hikaye yazıcısı, yada ressam, yada eğitimci yada bir doktor olabilirsin. Kendimi mi kandırıyorum?.. belki, ama ölümsüz olma ihtiyacını anlıyorum. Doğuştan bir dahi olmadığımın da farkındayım ne yapayım oturup ağlayacağıma küçük de olsa bir mum yakıyorum kendime. Sanırım bu sebepten dolayı da baba olmayı çok istemiştim. Kendimce harika bir çocuk yetiştirmeye çalışıyorum. Belki harika değil, olamayacak da ama yukarıda yazdığım aynı sebeplerden dolayı ona bir mum ışığı olmaya çalışıyorum. Belki dünyaya bir dahi olarak gelmedim ama harika bir baba olmamı engelleyen hiçbir şey yok.
Mitosa ihtiyacım yok, ölüm korkusunu yenmeye ihtiyacım olduğunu kabul ediyorum. Kendimce de bir çözüm ürettim. İnsanlığın içinde bulunduğu durumdan aydınlanma ne kadar sorumlu? İlla bir şeyi, bir dönemi suçlamak zorunda mıyım? Ayrıca suçlasam neye yarar, yaşıyorum zaten. Aydınlanmanın kötü olduğunu düşünmüyorum. Tanrıyı benden öncekiler öldürdü diye onlara kızmıyorum hatta beni bir yalanı yaşamaktan kurtardıkları için minnettarım. Zaten onlar öldürmeseler aynı sonuca bir zaman sonra ulaşılacaktı. Bu dönemi yaşayan bizler hazıra konmuş olduk. Şimdi insanlara düşen onların sırtına basarak daha uzaklara gitmek.
Aklıma Mevlana'nın Şems için yazdığı şiir geliyor. Şiirde "zehri şeker, şekeri zehr ediyorsun, etme" şeklinde kızıyordu. Din ile uzun yıllar uyumuş, uyuşmuş olan insanlara aydınlanma dönemi sonun acı gerçekleri yüzleri vurdular diye aydınlanma hata mı yaptı? Şekeri zehir mi etti? Yada daha doğrusu bu şekerdir bu da zehirdir diye birşeyleri yerli yerine mi koydu? Neyin şeker, neyin zehir olduğunu bilmeden yaşamaktansa neyin ne olduğunu bilerek yaşamak daha doğru değil mi? İşte bu şeker bu da zehir kendi kararını kendin ver. Ama bir yalanın içinde olma. Yıllarca sana zehri şeker diye yutturdular artık bu yalana kanma.
Mitosu Atlattık mı?: https://www.youtube.com/watch?v=BQhmhujbfEk
コメント