Sosyoloji Bölümüne girdikten sonra aldığım ve okuduğum ilk kitap oldu. Nasıl kısa ve net bir görüş yazarım bilmiyorum. O kadar net, akıcı ve kolay bir dille yazılmış ki bir bilimsel metin değil de bir kurgusal metin okuyormuş gibi alıyor içine.
Bu notu 30 Ekimde düşmüştüm. 8 Kasımda da kitabı bitirdim. Kitabın son 50-60 sayfası başına göre daha yorucu idi. Ama sonuçta okunmaya değer bir kitap. Yazarın dili ve tarzı okumayı hem zevkli hem de kolay hale getirmiş.
Kitaba gelince, Kitap Ortaçağ'dan başlıyor. Kitabın girişi çok pitoresk yani okurken ne anlatmak istediğini gözümüzde canlandırabiliyoruz. Tarih deyince hep yönetenlerin, liderlerin, seçkinlerin hayatı aklımıza gelir ama sıradan insan kimdi, neydi, ne yerdi, ne içerdi pek bilmeyiz diyor. Kitabın ana hedefi de hep unutulan bu 3. tür insanın kim olduğunu anlatmak. Sıradan insan yani çalışan insanın gelişimini anlatmak.
Eskiden Osmanlı ile ilgili şeyler okuduğumda hep padişahlar şunu yerdi, bunu içerdi, şöyle savaşırdı böyle sevişirdi diye okuyunca kızardım. Sıradan halk gününü nasıl geçirir diye merak ederdim. Diyelim 1453 de İstanbul fethedildiği yıllarda o zaman ki Çorum'un bir köyünde yaşayan köylü nasıl yaşardı yada Eskişehir'de bir şehirlinin günü nasıl geçerdi yada Samsun'da bir tüccar nasıl hayatını kazanırdı. Maalesef buna dair bilgiler pek yok. Yada varsa bile Leo Huberman'ın yaptığı şekilde bunu araştırıp bizlere sunan tarihçiler, sosyal bilimciler yok. Varsa da ben bilmiyorum.
Reşat Ekrem Koçu'nun kitaplarını okuduğumu hatırlıyorum. Tam olarak benim kastettiğim şeyi yansıtmasa da Osmanlı'da sıradan insana dair şeyler vardı. Bir de İhsan Oktay Anar'ın muhteşem dili ile yazdığı o güzel kitaplar. Her neyse keşke Leo Huberman'ın yaptığının bir benzerini Osmanlı için de yapan olsaydı.
Feodal sitemin feodal kısmı yani çalışmadan para kazanan kısmı tanıtılıyor önce. Kimdi bu insanlar ve nasıl yaşıyorlardı. Yani nasıl köylülerin emeğini sömürüyorlardı. Bir de kilise var tabi. Nasıl bir toprak düzeni olduğunu, kilisenin nasıl toprak zengini olduğunu anlatıyor. Sonuç olarak ortaçağ boyunca toprak sahipleri (beyler ve papazlar) zenginleşirken sıradan halk sadece hayatta kalmaya çalışıyor, ilk bölüm bu şekilde başlıyor.
2. Bölümde tüccarın önceki üçlüye nasıl eklendiğini görüyoruz. Haçlı Seferleri, en büyük itici güç.
"Gelgelelim, ticaret açısından Haçlı Seferlerinin sonuçları çok önemliydi. Dua edenleri, savaşanları, çalışanları ve çoğalan bir tüccar sınıfını bütün kıtaya yayarak Batı Avrupa'nın feodal uykusundan uyanmasına katkıda bulundular..." (Sayfa 31)
Haçlı seferleri sayesinde Avrupa deniz yollarının da gücünü keşfediyor. Avrupa insanı bu etkileşim sayesinde kendilerini üretmediği eşyaları da görmüş oluyor. Bir kez bilince de talep de arkasından doğuyor. Eskiden ticaretin yapıldığı küçük pazarlar yavaş yavaş büyümeye başlıyor. Pazarlar yerlerini panayırlara bırakıyor. İnsanlar mal alıp satarken para sirkülasyonu da artıyor. Paranın devreye girmesi önceden daha çok takas yoluyla yapılan alışverişin sistematik hale gelmesine yol açıyor. Para ticaretin kolaylaşmasına yol açıyor.
Ticaretin gelişmesi şehirlerde etkisini gösteriyor. Bu dönemde özellikle İtalya ve Hollanda şehirlerinin etraflarında burg adı verilen etrafı çevrili şehirler kurulmaya başlandı. Bu burg kelimesi sanki bizim dilimize burç olarak geçmiş gibi duruyor ve bir de bu burglar, "burgjuvazi"yi de doğurmuş gibi duruyor. Kemer-burg-az, Lüle-burg-az, Ham-burg böyle içinde burg geçen bir çok şehir var.
Tüccarlar ile feodaller arasındaki çatışma buralarda başlıyor. Tüccarlar aslında köken itibari ile sıradan halk yani soylu sınıfından değil ama zamanla bu kişiler para kazandıkça o zamana kadar para sahipliğini tekellerinde tutan feodallere rakip olmaya başlıyorlar. Feodallere karşı kendilerini korumak üzere bir araya geliyorlar ve lonca adı verilen birlikler kuruyorlar.
Yeni bir kültür ortaya çıkıyor. Yeni şehirler kendi kurallarını da ortaya çıkarmaya başlıyor. Para kazandıkça şehirler büyüyor ve cazibe merkezi haline gelmeye başlıyorlar.
Şu ana kadar Kitabın konusunu teşkil eden kişileri, gördük. Beyler, din adamları ve köylüler ve sonradan eklenen tüccarlar. Ticaretin de şehirleri oluşturması... Bir değişim yaşanıyordu, insanlar hayatta kalmak için her zaman olduğu gibi çözümler üretiyordu. Bu çözümler yeni fikirlerin de oluşmasına yol açtı.
Para faizi getirdi. O zamana kadar faiz günah olarak kabul ediliyordu. Din adamları faiz konusuna hoş bakmıyorlardı ama ticaret için faiz gerekliyse bu da caiz olmak zorundaydı.
Bu değişimler köylünün hayatına da yansıdı. Şehirler büyüyordu ama şehirler kendi gıdasını üretemiyordu bu anlamda köylüye yani kırsala bağımlıydı. Daha çok tarım, daha çok üretim, daha çok köylü emeği anlamına geliyordu. Ekilecek toprakların artması gerekiyordu. Artırdılar da. Ekebildikleri her yere bir şeyler ekmeye başladılar.
Köylü aslında toprak sahibinin bir çeşit kölesi konumunda iken yavaş yavaş pozisyonunu güçlendirmeye başladı. Bir değişim yaşanıyordu ama bu değişimi bir kısım toprak sahibi gibi kilise de karşı çıkıyordu. Bir şekilde özgür köylülerin emeği ile daha fazla para kazanma imkanını gören toprak ağaları bu değişimi kabul etseler de din adamları eski düzenin devam etmesini istiyorlardı.
Özgürleşen köylüler daha çok hak istediler ve başkaldırdılar. Kara vebanın yayılması da özgürlüğün gelmesine katkıda bulundu. Çünkü çok çok sayıda insan öldü. Kalanların emeği çok değerli hale geldi. Çalışıp, üretecek insan sayısı çok azaldı. Eskinin sömürülen köylüsü artık değerli hale gelmişti. Köylü de toprak sahibi olma hakkını başkaldırarak, dövüşerek elde etti.
"Toprağın herhangi bir meta gibi böylece alınıp satılması, serbestçe mübadele edilmesi eski feodal dünyanın sonu demekti. Değişimi yaratan güçler Batı Avrupayı boydan boya taramış ve yüzünü tamamen değiştirmişti." (Sayfa 65)
Sonraki dönüşüm endüstiride oldu. Önceden köylü her ihtiyacını kendisi üretiyordu ama şehirlerin büyümesi uzman çalışan ihtiyacını da beraberinde getirdi. Eskinin çiftçisi artık zanaatle uğraşabiliyordu. Şehirde bir çok iş alanı ortaya çıkıyordu, kasaplar, fırıncılar, mumcular vb. Eskiden insanlar kendileri için mal üretirken artık satmak için de üretim yapmak gerekiyordu.
Loncalar usta, kalfa, çırak şeklinde bir düzene sahipti. O işin ustası sanatını başka insanlara öğretiyor bir süre sonra onlar da usta oluyordu. Lonca sistemi kendi kurallarını oluşturdu. Ortaçağda şehirler arasında çıkan savaşlarda loncaların etkisi vardı. Çünkü diğer şehirler rekabet karlarını düşürüyordu. Bunu istemiyorlardı.
Loncalar çok güçlendi. Yaşadıkları şehirleri yönetmeye talip oldular. Şehirlerinin yönetimine talip olmanın anlamı neydi? Artık para onlardaydı.
Yeni bir grup insan daha ortaya çıkıyordu: İşçiler. Köylü, Bey, Papaz, Tüccar, Sanayici ve İşçi. Takım yavaş yavaş kuruluyor.
Commentaires