top of page

Kendini Savunan İnsan, İnsan Doğası ve Karakter, Üretken Yönelim 8.Yazı

Güncelleme tarihi: 7 Eki 2022

Türkiye'de bir çok şey eksik, yanlış, sakat. Her ne kadar dindarlar kabul etmek istemese de geri kalmış olmamızın sebebi dünyayı çarpık şekilde algılıyor oluşumuz. Sadece sıradan halk da değil asıl can sıkıcı olan güya okumuş, kendini yetiştirmiş olanlarımız da bu sakat kafa yapısına sahip. Sıradan insandan çok bir şey beklemiyorum, herkesin kapasitesi belli, maalesef çan eğrisine göre toplumun ortalama zekasına 100 dersek bunun ellisi 100’ün altında olmak zorunda, istatistiki olarak böyle, Zaten günlük hayatımızda da tecrübe ettiğimiz durum bu.


Asıl sorunlu olan kısım zaten zekası, eğitim seviyesi, algılama biçimi, analitik düşünme kapasitesi düşük olan bu kesimde değil. Güya zeki, akıllı, eğitimli, olaylara çözümsel bakan insanlarımızın vasıfsızlığı. Nasıl daha iyi bir toplum olabiliriz, nasıl daha iyi bir insan olabiliriz diye tartışması gereken güya toplumun elit kesiminin rezilliği bizleri bu günlere getirdi. Son yıllarda gücü elinde tutanların vasfına bakar mısınız? Ne kadar aşağılık insanların elindeyiz görüyorsunuz değil mi? Çan eğrisinin altındaki muhasebe yeteneği sınırlı insanları sömürmenin, kullanmanın yolunu nasıl da güzel biliyorlar değil mi?


Hani anlı şanlı kanaat önderlerinin cin görmüş gibi korktukları o batılılaşma, modernleşme, aydınlanma, bilimsel düşünme konusu var ya işte tam da bununla ilgili.


1700’lerin sonuna doğru Kant aydınlanma, akıl, ergin olma ilişkisini öyle güzel tarif etmiş ki.

"Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır Sapare Aude! “Aklını kullanma cesaretini göster!” Sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır. Doğa, insanları yabancı bir yönlendirilmeye bağlı kalmaktan çoktan kurtarmış olmasına karşın (naturaliter maiorennes) , tembellik ve korkaklık nedeniyledir ki, insanların çoğu bütün yaşamları boyunca kendi rızalarıyla erginleşmemiş olarak kalırlar, ve aynı nedenlerledir ki bu insanların başına gözetici ya da yönetici olarak gelmek başkaları için de çok kolay olmaktadır. Ergin olmama durumu çok rahattır çünkü." Kaynak: https://www.istabip.org.tr/site_icerik/2017/haberler/kasim/aydinlanma_nedir_kant.pdf


Bizim gibi toplumların içinde debelendiği bu bataklıktan kurtulma şansı yok. Çünkü büyüyemiyoruz, büyümek istemiyoruz, çünkü sorumluluk almaktan korkuyoruz. Çünkü yetişkin olursak kendi ayaklarımız üstünde durmamız gerekecek, aklımızı kullanmamız gerekecek…


Çok uzattım yine, Bu kısımda iki alt başlık var ve oldukça uzun. Bakalım bir yazıda bitirebilecek miyim? Üretken Yönelim’e başlayalım.


Üretken Yönelim (Oryantasyon)

(a) Genel Özellikler


Page 83-84: “In discussing the productive character I venture beyond critical analysis and inquire into the nature of the fully developed character that is the aim of human development and simultaneously the ideal of humanistic ethics. It may serve as a preliminary approach to the concept of productive orientation to state its connection with Freud's genital character….. Man is not only a rational and social animal. He can also be defined as a producing animal, capable of transforming the materials which he finds at hand, using his reason and imagination. Not only can he produce, he must produce in order to live. Material production, however, is but the most frequent symbol for productiveness as an aspect of character. The "productive orientation" of personality refers to a fundamental attitude, a mode of relatedness in all realms of human experience. It covers mental, emotional, and sensory responses to others, to oneself, and to things. Productiveness is man's ability to use his powers and to realize the potentialities inherent in him. If we say he must use his powers we imply that he must be free and not dependent on someone who controls his powers. We imply, furthermore, that he is guided by reason, since he can make use of his powers only if he knows what they are, how to use them, and what to use them for. Productiveness means that he experiences himself as the embodiment of his powers and as the "actor"; that he feels himself one with his powers and at the same time that they are not masked and alienated from him.”


Sayfa 109:Üretken karakteri tartışırken eleştirel analizin ötesine geçiyor ve insan gelişiminin amacı ve aynı zamanda hümanist etiğin ideali olan tam gelişmiş karakterin doğasını araştırıyorum. Freud'un genital karakteri ile bağlantısını belirtmek, üretken yönelim kavramına bir ön yaklaşım olarak hizmet edebilir. ..... İnsan sadece rasyonel ve sosyal bir hayvan değildir. Aynı zamanda, elindeki malzemeleri aklını ve hayal gücünü kullanarak dönüştürme yeteneğine sahip, üreten bir hayvan olarak da tanımlanabilir. Sadece üretmekle kalmaz, yaşamak için üretmek zorundadır. Ancak maddi üretim, karakterin bir yönü olarak üretkenliğin en sık kullanılan sembolüdür. Kişiliğin "üretken yönelimi" temel bir tutuma, insan deneyiminin tüm alanlarındaki bir ilişki biçimine işaret eder. Başkalarına, kendine ve nesnelere karşı zihinsel, duygusal ve duyusal tepkileri kapsar. Üretkenlik, insanın güçlerini kullanma ve kendisinde var olan potansiyelleri gerçekleştirme yeteneğidir. İnsanın güçlerini kullanması gerektiğini söylediğimizde, özgür olması ve güçlerini kontrol eden birine bağımlı olmaması gerektiğini ima etmiş oluruz. Dahası, güçlerini ancak ne olduklarını, nasıl kullanacaklarını ve ne için kullanacaklarını bilirse kullanabileceğinden, akıl tarafından yönlendirildiğini ima ederiz. Üretkenlik, kendisini güçlerinin somutlaşmış hali ve "aktör" olarak deneyimlemesi; kendisini güçleriyle bir hissetmesi ve aynı zamanda güçlerinin maskelenmiş ve kendisine yabancılaşmış olmaması anlamına gelir.


Defalarca okunması gereken bir bölüm daha. Aslında tüm kitap boyunca anlatılmak istenenlerin özet olarak verildiği yer burası. Altını çizdiğim, koyu koyu belirtmeye çalıştığım yerleri bir daha not etmek istiyorum:

  • insan gelişiminin amacı

  • tam gelişmiş karakterin doğası

  • insan rasyonel, sosyal, aklını kullanan, hayal gücünü kullanan , üreten bir canlı.

  • Kişiliğin "üretken yönelimi" başkalarına, kendine ve nesnelere karşı zihinsel, duygusal ve duyusal tepkileri kapsar.

  • Üretkenlik, insanın güçlerini kullanma ve kendisinde var olan potansiyelleri gerçekleştirme yeteneğidir.

  • İnsanın güçlerini kullanması için özgür olması ve güçlerini kontrol eden birine bağımlı olmaması gerekir

  • güçlerini kullanabilmen için güçlerinin ne olduğunu, nasıl kullanacağını ve ne için kullanacağını bilmen gerekiyor bunun için de kendi aklını kullanman gerekiyor.

  • Güçlerine yabancılaşmamış olman gerek.

Hızlıca üstünden geçersek. İnsan gelişir yada daha doğrusu gelişmeli. Maalesef bunu pek gözlemleyemiyoruz. Fromm'un odaklandığı konu, insanın tam olarak geliştiği durumdaki karakter yapısı. İnsanın rasyonelliği bence tartışmalı. İnsan Rasyonel olma ihtimali olan ama çoğunlukla rasyonel kararlar vermeyen bir canlı. Fromm'dan sonra çok sular aktı. İnsanlar epistomolojik kopuş yaşadılar (!) ve nöro-iktisat diyor ki insan rasyonel kararlar alan bir canlı türü değil. Üretken olmak sadece maddi bir konu değil. Aslında hayata bakış ile ilgili, ahlakla ilgili, kendine olan yatırımınla ve kendini en verimli şekilde yansıtmanla ilgili. Üretkenlik zihinse, duygularında olan bir konu. Üretken olmak için güçlerini kullanman gerekiyor ve sahip olduğun potansiyeli hayata geçirmen gerekiyor. Özgür olmayan insan üretken olamıyor. Başkasının güdümünde olan üretken olamıyor. Seni boyunduruğu altına almış kişilerden (ailen gibi) yada kurumlardan (din gibi) kurtulamazsan üretken olamıyorsun. Madem güç bu kadar önemli biz gücümüzün ne olduğunu nasıl bileceğiz? Sahip olduğum güçleri aklımla keşfetmekten başka çarem yok. Belki bizi güçsüz bırakan bir geçmişimiz olabilir ama durum böyle diye oturup ağlayacak halimiz yok. Güçlerin maskelenmiş ve güçlerine yabancılaşmış olabilirsin ama bu durumu normale çevirmeden üretken olman imkansız.


Page 85: “Generally the word "productiveness" is associated with creativeness, particularly artistic creativeness. The real artist, indeed, is the most convincing representative of productiveness. But not all artists are productive; a conventional painting, e.g., may exhibit nothing more than the technical skill to reproduce the likeness of a person in photographic fashion on a canvas. But a person can experience, see, feel, and think productively without having the gift to create something visible or communicable. Productiveness is an attitude which every human being is capable of, unless he is mentally and emotionally crippled.”


Sayfa 110: Genel olarak "üretkenlik" kelimesi yaratıcılıkla, özellikle de sanatsal yaratıcılıkla ilişkilendirilir. Gerçek sanatçı, gerçekten de, üretkenliğin en inandırıcı temsilcisidir. Ancak tüm sanatçılar üretken değildir; örneğin geleneksel bir resim, bir insanın benzerliğini fotoğrafik bir şekilde tuval üzerinde yeniden üretme teknik becerisinden başka bir şey sergilemeyebilir. Ancak bir kişi, görünür veya iletilebilir bir şey yaratma yeteneğine sahip olmadan da üretken bir şekilde deneyimleyebilir, görebilir, hissedebilir ve düşünebilir. Üretkenlik, zihinsel ve duygusal olarak sakat olmadığı sürece her insanın yapabileceği bir tutumdur.”


Zihinsel ve duygusal olarak sakat olmadığı sürece kısmına dikkat… Üretkenlik için ne gerekiyor? İllaki bir konuda doğuştan yetenekli olmak mı gerekiyor? Üretken olmak bir kafa yapısı, bir paradigma, bir bakış açısı. Üretken bir hayat yaşamaya niyetlenen kişi bunun için ne gerekiyorsa yapmaya da hem hazırdır hem de razıdır. Bu işin sonunda çıkarım ne olacak diye değil kendisi olmak için, kendisini var edebilmek için yapar yaptıklarını. Bu işi yaparsam şöyle para kazanırım, böyle zengin olurum diye değil. Sen içinden geleni en iyi şekilde yaptığında zaten o işten para kazanmak umurunda olmaz. Peki ama geçek hayat öyle değil denilebilir. Yani ben yeteneklerim doğrultusunda yaşamak istiyorum ama bir yandan da karnımı doyurmam, kendimi geçindirmem, faturaları ödemem gerek, nasıl olacak diye sorulabilir.


Maalesef benim izlediğim yol bu noktada faydalı bir şey söylememi engelliyor. Ben yeteneklerini keşfederek hayata atılmış bir kişi değilim. Tam Erich Fromm'un gözümüze soktuğu hayatı bizzat deneyimledim. Yani bana dayatılan hayatı yaşadım, kendimi keşfetmek, yeteneklerimi bulmak ve yapabileceğim en şeyi yapmak gibi bir şansım olmadı. Ban uygun olmayan bir çok işe girdim çıktım. Benim kendimi ortaya koyabileceğim işleri bulabileceğim bir yatırım yapmamıştım kendime. ODTÜ Kimya mezunuydum ama kimyayı kesinlikle sevmiyordum. Kendime yaptığım yatırım tam bir fiyasko idi. Ne ODTÜ mezunu olmamı ne de kimya bilmemi gerektirmeyen işler yapıp durdum. Tüm hayatım sevmediğim, hatta nefret ettiğim işleri yaparak geçti.


Okumak, yazmak, öğrenmek, öğrendiklerimi aktarmak içeren bir işim olsaydı her halde çok çok mutlu olurdum ama olmadı. Şimdi önümde çok ciddi bir sınav var, oğlumu nasıl yetiştireceğim. Tüm bunları bilmeme rağmen iyi para kazanacağını düşündüğüm işe mi yönlendireceğim, oku da doktor ol, mühendis ol, hakim ol mu diyeceğim. Bu hatayı gerçekten yapabilir miyim? Peki ya yeteneklerinin peşinden koşayım derken iş güç sahibi olamazsa? Ya kendi geçimini sağlayamazsa? Bu öyle saçma bir korku ki. Başka bir ihtimali bilmediğim için tek olabilecek olasılığın bana dayatılan olduğunu zannediyorum: Sanki önümde bir ilüzyon bir yol var aslında bassam yürüyüp gideceğim ama gözümü öyle boyamışlar ki ben önümde yol değil de uçurum görüyorum. Ve oğlumu (yada kendimi) yanlış adım atarsam uçurumdan aşağı düşecekmişim sanıyorum.


Sanırım anlatmak istediklerimi en iyi anlatan sahne İndiana Jones filmindeki şu sahne olabilir. Indiana Jones - The Last Crusade (1989) - Leap of Faith



Eğer bakış açımızı değiştirmezsek aslında doğru adım attığımız halde yanlış adım atıyormuşuz hissinden kurtulamayız. Yani eğer sonunda ne olacağını düşünmeden doğru adımlar atarak yeteneklerimize uygun hayat yaşarsak mutlaka bir şeyler üreteceğiz. Bu üretim hali bize para da kazandıracaktır. En azından sadece bir kere bu dünyada oluyoruz ve onu da lanet okuduğumuz bir hayat geçirerek heba etmemeliyiz.


Page 86: “The term “productive" is also apt to be confused with "active," and "productiveness" with "activity." While the two terms can be synonymous (for instance, in Aristotle's concept of activity) , activity in modern usage frequently indicates the very opposite of productiveness. Activity is usually defined as behavior which brings about a change in an existing situation by an expenditure of energy. In contrast, a person is described as passive if he is unable to change or overtly influence an existing situation and is influenced or moved by forces outside himself. This current concept of activity takes into account only the actual expenditure of energy and the change brought about by it. It does not distinguish between the underlying psychic conditions governing the activities.”


Sayfa 110-111: "Üretken/productive" terimi aynı zamanda "etkin (active/aktif)" ile ve "üretkenlik" de "faaliyet (activity/aktivite)" ile karıştırılma eğilimindedir. Bu iki terim eşanlamlı olabilirken (örneğin Aristoteles'in etkinlik kavramında), modern kullanımda etkinlik sıklıkla üretkenliğin tam tersini ifade eder. Faaliyet genellikle enerji harcayarak mevcut durumda bir değişiklik meydana getiren davranış olarak tanımlanır. Buna karşılık, bir kişi mevcut bir durumu değiştiremiyor veya açıkça etkileyemiyorsa ve kendi dışındaki güçler tarafından etkileniyor veya hareket ettiriliyorsa pasif olarak tanımlanır. Bu mevcut faaliyet kavramı sadece enerjinin fiilen harcanmasını ve bunun getirdiği değişimi dikkate almaktadır. Faaliyetleri yöneten altta yatan psişik koşullar arasında ayrım yapmaz.”


Burada İngilizce kelimelerin kullanımlarını görüyoruz. aktif/pasif kelimelerinin nasıl yanlış kullanılabileceğini anlatıyor. Etkinliğin içinde akıl olması gerekmiyor. Bir hareket var ama bilinçli bir tercih olması gerekmiyor.


Page 86: “A common type of nonproductive activity is the reaction to anxiety, whether acute or chronic, conscious or unconscious, which is frequently at the root of the frantic preoccupations of men today. Different from anxiety motivated activity, though often blended with it, is the type of activity based on submission to or dependence on an authority. The authority may be feared, admired, or "loved" -usually all three are mixed-but the cause of the activity is the command of the authority, both in a formal way and with regard to its contents. The person is active because the authority wants him to be, and he does what the authority wants him to do. This kind of activity is found in the authoritarian character. To him activity means to act in the name of something higher than his own self. He can act in the name of God, the past, or duty, but not in the name of himself. The authoritarian character receives the impulse to act from a superior power which is neither assailable nor changeable, and is consequently unable to heed spontaneous impulses from within himself.”


Sayfa 111:Üretken olmayan faaliyetlerin yaygın bir türü, ister akut ister kronik, ister bilinçli ister bilinçsiz olsun, günümüzde insanların çılgınca meşguliyetlerinin kökeninde sıklıkla yer alan kaygıya verilen tepkidir. Sıklıkla onunla harmanlanmış olsa da, kaygı güdümlü faaliyetten farklı olarak, bir otoriteye boyun eğmeye veya bağımlılığa dayanan faaliyet türüdür. Otoriteden korkulabilir, hayran olunabilir ya da "sevilebilir" -genellikle üçü de birbirine karışır- ama faaliyetin nedeni, hem biçimsel olarak hem de içeriğiyle ilgili olarak otoritenin buyruğudur. Kişi aktiftir çünkü otorite öyle olmasını ister ve otoritenin yapmasını istediği şeyi yapar. Bu tür faaliyetler otoriter karakterde bulunur. Ona göre faaliyet, kendi benliğinden daha yüksek bir şey adına hareket etmek demektir. Tanrı adına, geçmiş adına ya da görevi adına hareket edebilir ama kendi adına değil. Otoriter karakter, hareket etme dürtüsünü, ne saldırılabilir ne de değiştirilebilir olan üstün bir güçten alır ve dolayısıyla kendi içinden gelen anlık dürtülere kulak veremez.”


Buradan şunu anlamalıyız. Yani bir otoritenin güdümünde hareket eden kişi sanki bir faaliyet içinde gibi görülebilir ama aslında kendi kararlarını kendi almadığı için bu üretken bir faaliyet değildir. Fromm böyle insanları hipnoz altında hareket eden insanlara benzetiyor. Aslında yaşıyor ama kendi hayatını değil başkasının hayatını yaşıyor. Bu bakış açısını çocuk yetiştirme konusu geldiğinde tekrar hatırlayacağız.


Sabah 8, akşam 7 şeklinde 11 saatimizi öyle bir saçma hengame içinde geçiriyoruz ki. Yaşıyoruz ama sadece yaşıyoruz. Zamanımız O kadar boş geçiyor ki yaşarken öldürüyoruz kendimizi. Yap diyorlar yapıyoruz, yat diyorlar yatıyoruz, öylesine bir hayat içindeyiz.


Ben son iki yılımı bu saçmalığa bypass atarak az da olsa telafi edebildim. Hala o dişlinin çarkında eziliyorum ama bir ihtimal doğru şeyler yapmaya devam edersem 7-8 yıl sonra bir çıkış yolu bulabileceğim. 20'li yaşlarımda yapmam gerekenleri maalesef 40'lı yaşlarımda yapmak zorunda kaldım. Hiç yapmamaktansa en azından yapmış olarak göçüp gideceğim bu dünyadan.


Page 87: “Resembling submissive activity is automaton activity. Here we do not find dependence on overt authority, but rather on anonymous authority as it is represented by public opinion, culture patterns, common sense, or "science." The person feels or does what he is supposed to feel or do; his activity lacks spontaneity in the sense that it does not originate from his own mental or emotional experience but from an outside source.”


Sayfa 112: “İtaatkâr faaliyete benzeyen otomat (robotik) faaliyetidir. Burada açık otoriteye değil, kamuoyu, kültür kalıpları, sağduyu veya "bilim" tarafından temsil edildiği şekliyle anonim otoriteye bağımlılık söz konusudur. Kişi ne hissetmesi ya da yapması gerekiyorsa onu hisseder ya da yapar; faaliyeti kendi zihinsel ya da duygusal deneyiminden değil de bir dış kaynaktan kaynaklanması anlamında kendiliğindenlikten yoksundur.


Sanırım benim otomatik pilotta yaşamak dediğim şey buna benziyor. Okula git diyorlar gidiyoruz, askere git diyorlar gidiyoruz, işe gir diyorlar giriyoruz, evlen diyorlar evleniyoruz, anne baba ol diyorlar oluyoruz. Kısacası hiçbir şeyi düşünerek, taşınarak yapmıyoruz. Ezbere yaşıyoruz. Zihinsel ve duygusal deneyimin olması için hayatın içinde olmalısın, düşe kalka, hata yapa yapa yaşamalısın. Boks maçını izleyen değil dayak yeme pahasına dövüşen olmalısın. Bu şekilde sana dayatılanı değil de kendi hayatını yaşayabilirsin. Fakat tüm çocukluğu, gençliği baskılanarak geçmiş olan bir yetişkin için bu o kadar zor ki. Doğrunun ne olduğunu bilmek ama uygulayamamak... hepimizin başına gelen bu.


Korkak bir insana cesaret dışarıdan verilebilir mi?


Page 87: “Among the most powerful sources of activity are irrational passions. The person who is driven by stinginess, masochism, envy, jealousy, and all other forms of greed is compelled to act; yet his actions are neither free nor rational but in opposition to reason and to his interests as a human being. A person so obsessed repeats himself, becoming more and more inflexible, more and more stereotyped. He is active, but he is not productive.”


Sayfa 112: “En güçlü faaliyet kaynakları arasında irrasyonel tutkular yer alır. Cimrilik, mazoşizm, haset, kıskançlık ve açgözlülüğün diğer tüm biçimleri tarafından yönlendirilen kişi harekete geçmeye zorlanır; ancak eylemleri ne özgür ne de rasyoneldir, aksine akla ve bir insan olarak çıkarlarına karşıdır. Bu kadar saplantılı bir kişi kendini tekrarlar, gittikçe daha esnek olmayan, gittikçe daha kalıplaşmış bir hale gelir. Aktiftir ama üretken değildir.”


İrrasyonel (akıldışı, mantıksız) tutkularımızı tanıyabilir miyiz? Bizde neyin yanlış olduğunu görebilir miyiz? Burada insanın kendisini tanıması çok önemli hale geliyor. Diyelim, Bir insan cimri, sen arkadaşı olarak ona cimri olduğunu söylersin ama mümkün değil ikna edemezsin. Çünkü onun cimrilik olarak algılamadığı o şeyin kendisine göre mutlaka makul bir açıklaması var. Bunu tüm sağlıksız davranışlarımız için söyleyebiliriz. Zaten insanın değişememesinin önündeki en büyük engel de bu. Bir türlü kötü huyları kendimize konduramıyoruz.


Yaptığımız şeylerin altında doğru olmayan bir şeyler varsa yaptığımız her ne ise üretim olmuyor. Sadece zaman geçirmiş oluyoruz, sadece bir şeyler yapmış oluyoruz ama anlamlı şeyler olmuyor bunlar.


Neyin üretkenlik olmadığını gördük. Şimdi asıl meseleye gelelim, üretkenlik nedir?


Page 87-88: “Productiveness is man's realization of the potentialities characteristic of him, the use of his powers. But what is "power"? It is rather ironical that this word denotes two contradictory concepts: power of= capacity and power over =domination. This contradiction, however, is of a particular kind. Power= domination results from the paralysis of power= capacity. "Power over" is the perversion of "power to." The ability of man to make productive use of his powers is his potency; the inability is his impotence. With his power of reason he can penetrate the surface of phenomena and understand their essence. With his power of love he can break through the wall which separates one person from another. With his power of imagination he can visualize things not yet existing; he can plan and thus begin to create. Where potency is lacking, man's relatedness to the world is perverted into a desire to dominate, to exert power over others as though they were things. Domination is coupled with death, potency with life. Domination springs from impotence and in turn reinforces it, for if an individual can force somebody else to serve him, his own need to be productive is increasingly paralyzed.”


Sayfa 113:Üretkenlik, insanın kendisine özgü potansiyelleri gerçekleştirmesi, güçlerini kullanmasıdır. Peki ama "güç" nedir? Bu kelimenin iki çelişkili kavramı ifade etmesi oldukça ironiktir: kapasite gücü (power of= capacity) ve hükmetme gücü (power over =domination). Ancak bu çelişki özel bir türdedir. Güç= tahakküm, güç= kapasitenin felç edilmesinden kaynaklanır. "Üzerindeki güç (power over)", "yapma gücünün (power to)" saptırılmış halidir. İnsanın güçlerini verimli bir şekilde kullanabilmesi onun kudretidir; yetersizliği ise iktidarsızlığıdır. Akıl gücüyle olguların yüzeyine nüfuz edebilir ve onların özünü anlayabilir. Sevgi gücüyle bir insanı diğerinden ayıran duvarı aşabilir. Hayal gücüyle henüz var olmayan şeyleri gözünde canlandırabilir; plan yapabilir ve böylece yaratmaya başlayabilir. Kudretin eksik olduğu yerde, insanın dünyayla olan ilişkisi hükmetme arzusuna, başkaları üzerinde sanki onlar bir şeymiş gibi güç (dominasyon) uygulama arzusuna dönüşür. Hakimiyet (dominasyon) ölümle, kudret ise yaşamla birleşir. Tahakküm iktidarsızlıktan doğar ve onu pekiştirir, çünkü bir birey başkasını kendisine hizmet etmeye zorlayabilirse, kendi üretken olma ihtiyacı giderek felç olur."


Bu karışık paragrafta ne deniyor? Üretkenlik ile güç arasında bağlantı var. Üretken olmak için gücünü kullanman gerekiyor ama burada kastedilen güç nedir (hangi tür güç)? İki çeşit güç var birisi fizikte de gördüğümüz potansiyel enerji olarak ifade edilen güç. Bir topu 30 metre yüksekliğe çıkarırsam o topa bir potansiyel enerji yüklemiş olurum. Bu yüzden topu bıraktığımda sahip olduğu bu enerjiyi (potansiyel) harekete dönüştürebilirim. (kinetik enerji) Kapasite derken gücün bu depolanabilme özelliği kast ediyor. Power over diyerek bir de başkaları üstünde sahip olduğumuz hükmetme gücünü kullanıyor. Burada sosyal olarak güç anlamında kullanılıyor. Hükmetme, domine etme, tahakküm altına alma ne zaman ortaya çıkıyor kapasite felç olduğunda. Potency (kudretli) ve impotence (kudretsiz) halleri var. Potency istenen durum yani üretken olma hali, impotance ise üretken olamama durumu.


Üç çeşit güçten (power) bahsediyor: Akıl gücü, sevgi gücü ve hayal gücü. Bunlara sahip olmak gerekiyor. Gerçekliği olduğu gibi algılamamız için aklımızı iyi kullanmalıyız. Sevgi sayesinde insanlarla aramızdaki duvarı yıkabiliriz. Hayal gücümüz sayesinde de plan yapıp, geleceğimizi organize edebiliriz. Bu üç gücü doğru ve verimli bir şekilde kullanmamız gerekiyor. Bunların olmadığı yerde diğer güç işi ele alıyor yani hakimiyet kuran, domine eden güç. Hakimiyet kurma ilişkisi aslında sağlıksız, gerçek güç değil tam tersi aslında iktidarsızlık hali. Üretken olmayı engelleyen bir hal.


Bu önemli bir paragraftı. Çünkü bu kitabın ana konularından birisi içimizdeki bu potansiyeli keşfetmek. Potansiyelin, gücün ne olduğunu iyi anlamak gerekiyor.


Page 88: “How is man related to the world when he uses his powers productively?


The world outside oneself can be experienced in two ways: reproductively by perceiving actuality in the same fashion as a film makes a literal record of things photographed (although even mere reproductive perception requires the active participation of the mind); and generatively by conceiving it, by enlivening and re-creating this new material through the spontaneous activity of one's own mental and emotional powers. While to a certain extent everyone does react in both ways, the respective weight of each kind of experience differs widely. Sometimes either one of the two is atrophied, and the study of these extreme cases in which the reproductive or the generative mode is almost absent offers the best approach to the understanding of each of these phenomena.”


Sayfa: 113-114: “İnsan, güçlerini verimli bir şekilde kullandığında dünyayla nasıl bir ilişki içindedir?


Kendi dışındaki dünya iki şekilde deneyimlenebilir: bir filmin fotoğraflanan şeylerin gerçek bir kaydını yapması gibi gerçekliği algılayarak yeniden üreterek (sadece yeniden üretme algısı bile zihnin aktif katılımını gerektirse de); ve kişinin kendi zihinsel ve duygusal güçlerinin kendiliğinden faaliyeti yoluyla bu yeni malzemeyi canlandırarak ve yeniden yaratarak onu tasarlayarak üreterek. Belli bir dereceye kadar herkes her iki şekilde de tepki verse de, her bir deneyim türünün ağırlığı büyük ölçüde farklılık gösterir. Bazen ikisinden biri körelir ve üreme ya da üretme modunun neredeyse hiç olmadığı bu uç durumların incelenmesi, bu fenomenlerin her birinin anlaşılmasına yönelik en iyi yaklaşımı sunar.”


Karışık anlaması güç bir alıntı oldu bu. Yani ya gerçekliği olduğu gibi değiştirmeden algılayıp yada algılayıp kendi süzgecimizden geçirip yeniden üretiyoruz. Lafta kolay ama uygulamada çok zor bir konudan bahsediyor. Dünyada olup bitenleri nasıl algıladığımız çok önemli. Hepimiz bir sürü savunma mekanizması ile başımıza gelen şeyleri bertaraf etmeye çalışıyoruz. Yaşadığımız şeylerin baskısından kurtulabilmek için gerçeği çarpıtıyoruz ve hazmedeceğimiz bir hale getiriyoruz. Bütün mesele komplekslerimizden arınıp gerçekte ne olduğunu görebilmek. Fromm yeniden üretim derken bu çarpıtarak algılama halini kast ediyor sanırım.


Bir önceki alıntıda üç çeşit gücümüz olduğunu görmüştük. Bu güçleri tam olarak kullanabildiğimizde aslında sağlıklı bir yapıya da kavuşmuş oluyoruz. Sebep sonuç ilişkisini görmek gerek bu güçleri olduğu gibi kullandığımızda gerçeği de çarpıtmadan algılayabiliyoruz demektir. Zaten neyin uydurma, neyin kurgusal, neyin yalan, neyin sanal olduğunu anlayabilsek, yaşadığımız şeyleri kendi çarpık algımızla değil de olduğu gibi görebilsek olaylara, insanlara, maruz kaldığımız her şeye

doğru tepki verebiliriz. Doğru tavır alıp, doğru tutum takınabiliriz. Dünyayı olduğu gibi algılayabilen insan zaten ne zaman nerede ne yapması gerektiğini de bilir.


Page 89: “The relative atrophy of the generative capacity is very frequent in our culture. A person may be able to recognize things as they are (or as his culture maintains them to be), but he is unable to enliven his perception from within. Such a person is the perfect "realist," who sees all there is to be seen of the surface features of phenomena but who is quite incapable of penetrating below the surface to the essential, and of visualizing what is not yet apparent. He sees the details but not the whole, the trees but not the forest. Reality to him is only the sum total of what has already materialized. This person is not lacking in imagination, but his is a calculating imagination, combining factors all of which are known and in existence, and inferring their future operation.


On the other hand, the person who has lost the capacity to perceive actuality is insane. The psychotic person builds up an inner world of reality in which he seems to have full confidence; he lives in his own world, and the common factors of reality as perceived by all men are unreal to him.”


Sayfa: 114: “Üretme kapasitesinin göreceli olarak körelmesi kültürümüzde çok sık rastlanan bir durumdur. Kişi şeyleri olduğu gibi (veya kültürünün gerektirdiği şekilde) tanıyabilir, ancak algısını içeriden canlandıramaz. Böyle bir kişi, fenomenlerin yüzey özelliklerinde görülebilecek her şeyi gören, ancak yüzeyin altından esasa nüfuz etmekten ve henüz görünür olmayanı görselleştirmekten tamamen aciz olan mükemmel "gerçekçi"dir. Ayrıntıları görür ama bütünü değil, ağaçları görür ama ormanı değil. Gerçeklik onun için yalnızca halihazırda gerçekleşmiş olanların toplamıdır. Bu kişi hayal gücünden yoksun değildir, ancak onunki hesapçı bir hayal gücüdür, hepsi bilinen ve var olan faktörleri birleştirir ve bunların gelecekteki işleyişine dair çıkarımlarda bulunur.


Öte yandan, gerçekliği algılama kapasitesini kaybetmiş olan kişi delidir. Psikotik kişi, tam güven duyduğu bir iç gerçeklik dünyası kurar; kendi dünyasında yaşar ve tüm insanlar tarafından algılanan ortak gerçeklik faktörleri onun için gerçek dışıdır.”


Neyin ne olduğunu olduğu gibi algılayabilmek sadece karakterle ilgili bir konu mu, ne kadar oranda zeka da gerekiyor bilemiyorum. Bir şeylerin altında yatan sebepleri görmek bir parça da zeki olmayı gerektirmez mi? Bu konu gerçekci olup olmamakla, hayal gücünü kullanıp kullanmamakla ilgili mi bilemiyorum. Ben bu konuyu bu şekilde ele almazdım. Savunma mekanizmalarını ne oranda kullandığımız konusuna odaklanırdım.


Page 90: “The true opposite of both "realism" and insanity is productiveness. The normal human being is capable of relating himself to the world simultaneously by perceiving it as it is and by conceiving it enlivened and enriched by hit own powers. If one of the two capacities is atrophied, man is sick; but the normal person has both capacities even though their respective weights differ. The presence of both reproductive and generative capacities is a precondition for productiveness; they are opposite poles whose interaction is the dynamic source of productiveness. With the last statement I want to emphasize that productiveness is not the sum or combination of both capacities but that it is something new which springs from this interaction.”


Sayfa 115:Hem "gerçekçiliğin" hem de deliliğin gerçek karşıtı üretkenliktir. Normal bir insan aynı anda hem dünyayı olduğu gibi algılayarak hem de onu kendi güçleriyle canlanmış ve zenginleşmiş olarak tasavvur ederek kendini dünyayla ilişkilendirebilir. Bu iki kapasiteden biri körelmişse, insan hastadır; ancak normal insan, ağırlıkları farklı olsa da her iki kapasiteye de sahiptir. Hem üretici (reproductive) hem de üretme (generative) kapasitelerinin varlığı üretkenlik için bir ön koşuldur; bunlar etkileşimleri üretkenliğin dinamik kaynağı olan zıt kutuplardır. Son ifadeyle, üretkenliğin her iki kapasitenin toplamı ya da bileşimi değil, bu etkileşimden doğan yeni bir şey olduğunu vurgulamak istiyorum.”


Burada iki ayrı üretme anlamına sahip kelime kullanıyor. Hem reproductive hem de generative, reproductive daha çok üreme ile ilgili iken generative yaratma ile ilgili ama her ikisi de sonuç olarak üretim anlamına sahip.


Page 91: “We have described productiveness as a particular mode of relatedness to the world. The question arises whether there is anything which the productive person produces and if so, what? While it is true that man's productiveness can create material things, works of art, and systems of thought, by far the most important object of productiveness is man himself.”


Sayfa 115-116: “Üretkenliği dünya ile belirli bir ilişki biçimi olarak tanımladık. Üretken kişinin ürettiği bir şey olup olmadığı ve eğer varsa ne olduğu sorusu ortaya çıkmaktadır. İnsanın üretkenliğinin maddi şeyler, sanat eserleri ve düşünce sistemleri yaratabileceği doğru olsa da, üretkenliğin açık ara en önemli nesnesi insanın kendisidir.


İnsanın kendisini üretmesi. Basit gibi geliyor, tabi ki öyle olacak başka türlüsü mümkün mü tarzı bir şey söylenebilir. Ama biliyoruz ki biz oluşurken bizi biz yapan şeyler bizim dışımızda. Şu anda bunları okuyanların tamamına yakını için tren kaçmış durumda. Bizler çoktan oluştuk, üretildik. Belki çocuğu olanlar kendileri için yapılan hataları çocukları için yapmamak için okuyabilirler ama bizler çoktan üretilmiş durumdayız. O yüzden işimiz çok daha zor. Bitmiş bir bina var fakat sakat bir bina, bunu görmek, binayı ya tamir etmek yada yıkıp sağlamını yapmak gerekiyor. Yani kendini sağlıklı bir şekilde üretmen gerekiyor.


Şu acı ama gerçek durumu görmek gerek. Her ne kadar kendimizi üretmemiz gerek desek de bunu yapamayacağımız da ortada. Karakterimizi oluşturan ilk 5-6 yıl içinde bir çok olup bitiyor. Kendi başımızın çaresine bakacağımız zaman ise zaten çok da sağlıklı bir alt yapımız olmadığı için yarım yamalak üretilmiş bir insan olarak atılıyoruz hayata. Bir noktadan sonra kendi başımıza kaldığımızda, iş başa düştüğünde yani artık bu hayat benim hayatım, doğru dürüst yaşamalıyım dediğimizde ez cümle kendimizi üretme zamanımız geldiğinde bu kitapta anlatılanları akılda tutmamız gerektiğini görüyoruz.


Page 91: “Birth is only one particular step in a continuum which begins with conception and ends with death. All that is between these two poles is a process of giving birth to one's potentialities, of bringing to life all that is potentially given in the two cells. But while physical growth proceeds by itself, if only the proper conditions are given, the process of birth on the mental plane, in contrast, does not occur automatically. It requires productive activity to give life to the emotional and intellectual potentialities of man, to give birth to his self. It is part of the tragedy of the human situation that the development of the self is never completed; even under the best conditions only part of man's potentialities is realized. Man always dies before he is fully born.”


Sayfa: 116: “Doğum, gebe kalma ile başlayan ve ölümle biten bir süreklilikteki belirli bir adımdır. Bu iki kutup arasındaki tek şey, kişinin potansiyellerini doğurma, iki hücrede potansiyel olarak verilmiş olan her şeyi hayata geçirme sürecidir. Ancak fiziksel büyüme, yalnızca uygun koşullar sağlandığında kendiliğinden ilerlerken, zihinsel düzlemdeki doğum süreci bunun aksine kendiliğinden gerçekleşmez. İnsanın duygusal ve entelektüel potansiyellerine hayat vermek, benliğini doğurmak için üretken bir faaliyet gerekir. Benliğin gelişiminin asla tamamlanmaması insani durumun trajedisinin bir parçasıdır; en iyi koşullar altında bile, insanın potansiyellerinin yalnızca bir kısmı gerçekleşir. İnsan her zaman tam olarak doğmadan ölür.”


Aslında bu benim gibi ileri yaşlarında olan insanlar için bir umut. Ya hiç ayıkmadan ölüp gitseydim. Şimdi en azından kendimce anlamlı bir şeyler yapıyorum. Ya buna bile fırsat bulamasaydım. Kendi oğlumun başına benim maruz kaldığım şeyler gelmesin diye çaba harcıyorum. Geri kalan her şeyi boşveriyorum sadece bu bile anlamlı. Ki son 1 yılda kat ettiğim gelişim inanılmaz. Tek sebebi bu kitap değil ama çok büyük bir katkısı var. Ölmeden önce en azından az da olsa bir yol kat etmiş olacağım. Bu yazdıklarımı okuyacak olan torunuma sesleniyorum. Makus talihimizi kırdım, üstümüzdeki lanet kırıldı artık. (ironik bir göz kırpma hareketi ile) Bu salak kısır döngüyü pozitif yöne çevirdim. Artık "iyi ama, elimden gelenin en iyisi buydu" diyen gerizekalı bir atanız yok. Hayatının boktanlığını geçmişine, ailesine, maddi yetersizliklere, eğitim olanaklarının eksikliğine atan bir atanız yok. Benim babam da bana şöyle kötü şeyler yaptı o yüzden ben böyle oldum, elimden gelenin en iyisini yaptım yalanına başvuran bir atanız yok. Bu hayat sizin olacak, boktan yaşarsanız da sorumlusu sizsiniz, iyi yaşarsanız da… Hodri meydan.


Bu alt başlığı da burada bitiriyorum. Bu bölümün sonunda bir kaç şiir var ama oldu bitti şiir anlayamıyorum, hele ki çeviri şiiri hiç hazzetmiyorum. İtiraf ediyorum şiir anlama yeteneğim yok. Sevmek için çok uğraştım ama olmadı. Orhan Veli’den ötesi fazla geliyor bana. Yorucu bir bölümdü. Çok alıntı yaptım. ama çok önemliydi. Üretken Sevme ve Düşünme bölümüne sonraki yazıda geçerim.


İnsanlar aklını başkasına emanet etmekten çekinmiyorlar
İnsanlar aklını başkasına emanet etmekten çekinmiyorlar

bottom of page