Bir önceki bölümde karakter olarak inanç konusunu irdeledik. İnsanın neden bir şeye inanmaya ihtiyaç duyduğunu anlayabiliyoruz. Fakat tamamen batıl olanla akılcı olan inancı birbirinden ayırt etmek gerekiyor. İnancın zararlı olanının dünyayı algılamayı saptırtma gibi bir problemi var. Safsatanın hangi türüne olursa olsun birisine bulaştığında artık en saçma şeyler bile senin için anlamsız olmuyor. Bu bir çeşit dünyaya bakış tarzı gibi. Safsatanın büyüğü küçüğü olmuyor kısacası. Önemli olan hangi kafada olduğun. Dünyayı eğer bir kez akılcı olmayan bir bakışla yorumlayınca her şeyi bu şekilde yorumlamakta bir sakınca görmüyorsun. Depremlerin sebebi ahlaksızlık da olabiliyor bu durumda, yağmur yağması için dua da edebiliyorsun, mavi gözlülerin nazarının değdiğine de inanıyorsun, günlük hayatını devam ettirmek için yıldız falına bakıyorsun, kahve falından geleceğini görmeye çalışıyorsun. Yani bir kere bu kafaya girdiğinde dünyayı olduğu gibi algılayamıyorsun. Kader, talih, kısmet, şans, baht… saymakla bitmez safsata üzerine kuruyorsun hayatını. Bu hayat senin olmaktan çıkıyor bir edilgen nesne haline dönüşüyorsun. Bu kitap da tam olarak bunu eleştiriyor işte. Nesne olma özne ol diyor. Dayatılanları sorgulamadan yaşama, kendi hayatını kendin için yaşa.
Tanıdığım hemen hemen tüm insanlar bir hayal aleminde yaşamayı tercih ettiklerinden safsata zehirlenmesi yaşıyorum. Birkaç kişi hariç çevremdeki herkes kendini kandırarak devam ediyorlar yaşamaya. Mutsuzlar ama neden mutsuz olduklarını bile anlayamayacak kadar körelmiş durumdalar. Yapacak bir şey yok. Kalabalık olmanın verdiği özgüvenle bir sürü halinde yaşamaya devam ediyorlar. Ortak bir yanılsamanın içindeler ama herkes aynı hatanın içinde olduğu için durumun farkında değiller. Nasıl denizdeki balık su içinde olduğunu bilmez safsatalar aleminde yaşayan insanlar da nasıl bir yalan dünya ile çevrili olduklarını göremiyorlar.
Gelelim “İnsandaki Ahlaki Güçler” konusuna, bakalım burada neleri keşfedeceğiz.
5. İnsandaki Ahlaki Güçler
A. İNSAN, İYİ VEYA KÖTÜ MÜ?
Page 210-211: “The position taken by humanistic ethics that man is able to know what is good and to act accordingly on the strength of his natural potentialities and of his reason would be untenable if the dogma of man's innate natural evilness were true. The opponents of humanistic ethics claim that man's nature is such as to make him inclined to be hostile to his fellow men, to be envious and jealous, and to be lazy, unless he is curbed by fear. Many representatives of humanistic ethics met this challenge by insisting that man is inherently good and that destructiveness is not an integral part of his nature.
Indeed, the controversy between these two conflicting views is one of the basic themes in Western thought.”
Sayfa 225-226: “Hümanist etiğin benimsediği pozisyona göre insan İnsanın doğuştan gelen doğal kötülüğü doğması doğru olsaydı, neyin iyi olduğunu bilmesi ve doğal potansiyellerinin ve aklının gücüyle buna göre hareket etmesi savunulamazdı. Hümanist etiğin karşıtları, insanın doğasının, korku ile dizginlenmediği sürece, hemcinslerine karşı düşmanca davranmaya, kıskanç ve hasetçi olmaya ve tembelliğe meyilli olduğunu iddia etmektedir. Hümanist etiğin pek çok temsilcisi bu meydan okumayı, insanın doğası gereği iyi olduğu ve yıkıcılığın doğasının ayrılmaz bir parçası olmadığı konusunda ısrar ederek karşılamıştır.
Aslında, bu iki çelişkili görüş arasındaki tartışma Batı düşüncesinin temel temalarından biridir."
Bundan sonraki birkaç sayfa boyunca Sokrates’ten başlayarak, kutsal kitaplarla devam ederek iyi kötü tartışması ile ilgili bilgiler veriyor Erich Fromm. Ortaçağ, Protestanlık, Aydınlanma, Nietzsche ve Freud’la devam ediyor.
Page 214-215: “The choice between life and death is indeed the basic alternative of ethics. It is the alternative between productiveness and destructiveness, between potency and impotence, between virtue and vice. For humanistic ethics all evil strivings are directed against life and all good serves the preservation and unfolding of life.
Our first step in approaching the problem of destructiveness is to differentiate between two kinds of hate: rational, "reactive" and irrational, "character-conditioned" hate. Reactive, rational hate is a person's reaction to a threat to his own or another person's freedom, life, or ideas. Its premise is respect for life. Rational hate has an important biological function: it is the affective equivalent of action serving the protection of life; it comes into existence as a reaction to vital threats, and it ceases to exist when the threat has been removed; it is not the opposite but the concomitant of the striving for lite.
Character-conditioned hate is different in quality. It is a character trait, a continuous readiness to hate, lingering within the person who is hostile rather than reacting with hate to a stimulus from without. Irrational hate can be actualized by the same kind of realistic threat which arouses reactive hate; but often it·is a gratuitous hate, using every opportunity to be expressed, rationalized as reactive hate. The hating person seems to have a feeling of relief, as though he were happy to have found the opportunity to express his lingering hostility. One can almost see in his face the pleasure he derives from the satisfaction of his hatred.”
Sayfa 229: “Yaşam ve ölüm arasındaki seçim, gerçekten de etiğin temel seçeneğidir. Üretkenlik ve yıkıcılık, güç (potansiyel) ve acizlik (iktidarsızlık), erdem ve kötülük arasındaki alternatiftir. Hümanist etik için tüm kötü çabalar yaşama karşıdır ve tüm iyilikler yaşamın korunmasına ve gelişmesine hizmet eder.
Yıkıcılık sorununa yaklaşırken atacağımız ilk adım iki tür nefret arasında ayrım yapmaktır: rasyonel, "tepkisel" ve irrasyonel, "karaktere bağlı" nefret. Reaktif, rasyonel nefret, bir kişinin kendisinin veya başka bir kişinin özgürlüğüne, yaşamına veya fikirlerine yönelik bir tehdide tepkisidir. Öncülü yaşama saygıdır. Rasyonel nefretin önemli bir biyolojik işlevi vardır: yaşamın korunmasına hizmet eden eylemin duygusal eşdeğeridir; yaşamsal tehditlere bir tepki olarak ortaya çıkar ve tehdit ortadan kalktığında varlığı sona erer; yaşam için çabalamanın karşıtı değil, eşlikçisidir.
Karaktere bağlı nefret nitelik olarak farklıdır. Bir karakter özelliğidir, sürekli bir nefret etmeye hazır olma, dışarıdan gelen bir uyarana nefretle tepki vermek yerine düşmanca davranan kişinin içinde kalma. Mantıksız nefret, tepkisel nefreti uyandıran aynı türden gerçekçi bir tehditle hayata geçirilebilir; ancak çoğu zaman bu, ifade edilmek için her fırsatı kullanan, tepkisel nefret olarak rasyonalize edilen karşılıksız bir nefrettir. Nefret eden kişi, sanki süregelen düşmanlığını ifade etme fırsatı bulduğu için mutluymuş gibi bir rahatlama hissine kapılır. Nefretinin tatmininden aldığı hazzı neredeyse yüzünde görebilirsiniz.”
Akılcı nefret sözü ilk başta irite ediyor insanı. Nefretin hiçbir türlüsü akılcı olamazmış gibi geliyor. Nefret neticede kaçınılması gereken bir hal değil midir? Çünkü içgüdüsel olarak biliriz ki bu kadar şiddetli duygular eninde sonunda insana zarar verir. Nefret etmek sevmemek, rahatsız olmak gibi değil. Çok şiddetli bir duygu ama Fromm’un da belirttiği gibi bu duygu boşuna değil yaşamı korumaya yönelik bir duygu. Öyle olup olmadık yerde öylesine ortaya çıkan bir duygu değil.
Kadın cinayetleri ile ilgili çok kızdığım bir diyalog var. Neden öldürdün eşini diyorlar, bir anlık öfkeme yenildim diyor. Eğer bu doğru olsaydı Türkiye'de bir tane patron sağ kalmazdı değil mi? Yalan söylüyor aslında bir anlık öfke sebep olsa her ana ortaya çıkabilir. Öyle değil aslında altında çok daha şiddetli bir duygu var. Daha önce de bu konudan bahsettik ama insanların içinde sürekli taşıdığı bu nefretin çocukluğa uzanan bir nedeni var.
Page 215: “Ethics is concerned primarily with the problem of irrational hate, the passion to destroy or cripple life. Irrational hate is rooted in a person's character, its object being of secondary importance. It is directed against others as well as against oneself, although we are more often aware of hating others than. of hating ourselves. The hate against ourselves is usually rationalized as sacrifice, selflessness, asceticism, or as self-accusation and inferiority feeling.
Sayfa 230: “Etik öncelikle irrasyonel nefret sorunuyla, yaşamı yok etme ya da sakat bırakma tutkusuyla ilgilenir. İrrasyonel nefret kişinin karakterinde kök salmıştır, nesnesi ikincil öneme sahiptir. Kendimize olduğu kadar başkalarına da yönelir, ancak başkalarından nefret ettiğimizin kendimizden nefret ettiğimizden daha sık farkına varırız. Kendimize karşı duyduğumuz nefret genellikle fedakarlık, özverili olma, çilecilik ya da kendimizi suçlama ve aşağılık duygusu olarak rasyonalize edilir.”
İrrasyonel nefret yaşamı yok eden bir nefret. Yaşamak yerine sürekli içindeki nefretle boğuşarak tüketiyorsun enerjini. Halbuki eğer kafan bu nefretle dolu olmasa üretici işlere de o kadar zaman ve yer bırakmış oluyorsun. Bizzat yaşayarak deneyimledim bunu. İnsanı bir bütün olarak algılarsak bu bütünlüğün neyle dolu olduğu o kadar önemli ki. Bir kavanoz düşünün bu sizin bilinciniz olsun, bu kavanozun içi neyle dolu. Eğer kavanozda nefret gerektiğinde ortaya çıkan bir duygu değil de sürekli varlığını koruyan bir kütle haline duruyorsa kavanozu verimli şekilde kullanamıyorsun demektir. Tabii sadece nefret yok, geçmişte yaşanan kötü anılar da olabilir kavanozda en az nefret kadar enerjiyi boşa harcatan bir başka şey, başkalarına karşı duyduğunuz hınç (anne, babanız yada size kötü davranıp size zarar vermiş başka bir kişi) kavanozun ne kadarını kapsıyor.
Çok zekice ve aynı zamanda çok çıkarcı bir çözüm buldum. Eğer kafama gelen düşünceler beni aşağı çekiyorsa ne yapıp edip o düşünceden kurtulmam gerekiyor. İlk zamanlar o kadar kolay olmadı. Çünkü bu duygular, anılar, düşünceler gizliden gizliye zevk veriyordu. Yaşadığım hayatın boktanlığını düşünüyordum, daha iyi bir hayatım olabilecekken olmamasına kızıyordum, beni bu hale getirenlerden nefret ediyordum, bu dünyaya bir kez daha gelmek ve yaşayamadığım şeyleri yaşayabilmek için can atıyordum, aklıma geçmişten kötü hatıralar geldiğinde bunları en detayına kadar tekrar ve tekrar yaşıyor ve kendimi içinden çıkılmaz hale getiriyordum, çaresizlik hissi o kadar yoğundu ki felç geçirmiş gibi hissediyordum. Yaşadığım hayata lanet ediyordum. Bana bu hayatı yaşayanlara öfkemi, nefretimi kusuyordum ama yine de rahatlayamıyordum. Ne zaman başım sıkışsa, ne zaman yapmam gereken bir şeyi yapamasam, ne zaman bir şeyler benim yeteneklerimin ötesinde olsa, ne zaman sıkılganlığımdan, içime kapanıklığımdan bir fırsatı kaçırsam hep aynı senaryo yineleniyordu.
Geçmişe küfretmek bir işe yaramıyordu, bana üzüntü yaşatanlara küfretmek işe yaramıyordu, hiçbir şeyi düzeltemesem de labirentteki fare gibi aynı yerde debelenip duruyordum. Bu öyle bir hal ki bir süre tek yapabildiğin bu oluyor. Sanki bu marifetmiş gibi bu kısır döngünün içinden çıkamıyorsun, hatta çıkmak istemiyorsun. O nefret öyle zevkli bir hale geliyor ki kendinden, çevrene herkese, her şeye öfke duyuyorsun. Haklısın da! sana o eziyeti yaşatanlardan bir çeşit öç alıyorsun. Siz nasıl benim hayatıma sıçtınız ben de bu işin kralını yapıyorum, alın size sıçış, hem de sıçışın en büyüğü. Yani kendi hayatımı mahvediyorum, bir hayat nasıl mahvedilirmiş size gösteririm ben.
Bu muhabbeti daha fazla uzatmayayım. Ben kendinden nefret etmeyi, çevremden nefret etmeyi, dünyadan nefret etmeyi iyi biliyorum. Bugünkü halime gelene kadar çok badire atlattım. Çok emek harcadım. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Bu işi, kazanmak/kaybetmek kafasında düşünmeye devam edersen bir çözüme kavuşmuyor. İçinden çok fazla öç alma isteği geçiyor ama bu his seni engelleyen his. Sana bu kötülüğü yapanların acı çekmesini isteyebilirsin ama bu hiç bir işe yaramıyor. Bu hayat senin hayatın, yaptığın her şey sadece seninle ilgili, o kavanozu gereksiz şeylerden arındırmadığın sürece potansiyelini kullanma imkanın yok. Potansiyelin tüm kavanoz ama sen onun tamamına yakınını içindeki, nefret, öfke, öç alma isteği ile doldurursan başka hiçbir şeye yer kalmıyor.
Geçmişini unutman zor, geçmişinle barışman zor, sana acı çektirenleri affetmen zor. Aslında affetmen gerekmiyor, sadece boş veriyorsun. Boşver. Bir kaç paragraf önce söylediğim zekice olan, çıkarcı olan şeyi yap. Sana faydası var mı yok mu bir değerlendir. Faydası yoksa boş ver. Şu an çok antremansız olabilirsin, hayata hazırlanmamış olabilirsin, ömrün boyunca sana hep ne yapman gerektiği söylenmiş olabilir, kendi kararlarını kendin almadığın için tembelleşmiş olabilirsin, kendini sevmiyor, kendine güvenmiyor olabilirsin. Bunların tamamı yada bir kısmı olabilir. Tek kriterimiz şu bu hayat senin hayatın ve sihirli değnek yok. Küçük adımlarla da olsa, yaşın kaç olursa olsun yeniden ayaklarının üstünde durmayı öğrenmek zorundasın. Yaşın ileri olduğu için, her şey zamanında yaşandığında daha anlamlı olduğu için geç kalmış durumdasın. İtiraf edelim bu iş kolay değil. Yılların kötü alışkanlıklarını bir anda ortadan kaldırman güç. Bir kere şunu söyleyeyim sen tembel değilsin sadece hedefin yok. Sadece yıllardır kendi seçmediğin hedeflerin peşinden gittiğin için içinde bir şeyler yapma isteği oluşmadı o kadar. Kendine güvenmediğin için ilk adımı atmak da zor. Baksana mükemmel fırtına gibi, kendine güvenini yok, kendini tembel buluyorsun, seçim yapma konusunda çok acemisin, kararlarını kendi almayı bilmiyorsun ve hadi hayata atıl diyorlar.
İlk iş neyin ne olduğunu, resmin bütününü görmek. Erich Fromm neden irrasyonel, akıldışı, mantıksız diye adlandırıyor bu duyguyu çünkü senin faydana değil. O kadar basit. Sana iyi geliyormuş gibi duruyor ama aslında sana zarar veriyor bu yüzden akılsızca. Sana faydası olmayan bir şeyi devam ettirdiğin için akılsızca. Tabi ki kendine göre makul sebepleri var, üstte bir kaç paragraf boyunca yazdım. Fakat sana göre makul diye akıllıca olduğunu söyleyemeyiz. Yıllarca seni kötü yetiştiren ailen yüzünden olayları olduğu gibi görme yeteneğin zaten körelmiş durumda, tabi ki yaşadığın hayat kolay değildi ama yaptığın şeylerin sana faydası yok demek ki her ne yapıyorsan yapmaya devam etmemen gerekiyor. Bir de büyük ihtimalle ortalamadan oldukça zekisin. Zaten bu zeka seni diğerlerine göre daha fazla etkiledi. Yoksa senin yaşadığına benzer şeyleri yaşayan bir çok insan var ama onlar bu durumdan senin kadar etkilenmiyorlar. Çünkü yaşadıkları şeyleri senin gibi algılamadılar.
Sherlock Holmes bir keresinde şöyle demişti. Benim yeteneğim aynı zamanda benim lanetim. Çünkü kimsenin görmediği şeyleri görüyor olmak büyük bir yük. Tamam, belki Sherlock kadar da zeki değiliz ama içinde bulunduğumuz duruma gelmemizde yaşadığım şeyleri derinlemesine algılamamızın büyük katkısı var. Bir çok insanın görmediği şeyleri gördüğümüz için daha duyarlıyız. Keşke her şeyi bu kadar çok algılamasaydık. Oldu bir kere, artık bu zekayı daha verimli şekilde kullanmanın zamanı geldi.
Böyle ortada kesmek hiç hoşuma gitmiyor ama yazı uzadıkça konsantre olması zor oluyor. irrasyonel nefretten bahsettik biraz da akılcı nefrete bakacağız ama onu da bir sonraki yazıda ele alacağız artık. Kitabın alıntılarını ingilizce üzerinden yaptığım için onu çevirmesi zaten yeterince yorucu iken bir de her alıntı sonrası kendi deneyimlerimi de aktarmak bu yoruculuğu artırıyor. Aslında Erich Fromm çok güzel yazmış ama benim bu kitabı neden bu kadar taparcasına sevdiğimi ifade etmek istiyorum. Tamam, sadece bu kitap değil tabi ki öncesinde okuduğum yüzlerce kitabın da katkısı ve etkisi olmuştur ama bu kitap son noktayı koymuş olması açısından çok değerli. Belki de neyin ne olduğunu net bir şekilde soktu kafama. Yoksa burada yazılanları, Engin Geçtan, Doğan Cüceloğlu, Gülseren Budayıcıoğlu, Freud, Jung, Adler Horney, Maslow ve adını hatırlayamadığım (direkt katkısı olduğunun farkında olmadığım ama eminim etkileyen) birçok psikiyatr ve psikolog, romancıdan okumuştum. Ama sanki Fromm kendime yaptığım bu yatırımın somutlaşmasını sağlamış oldu.
İçimdeki heyecan şu. Ben yaptım yani demek oluyor ki bir yolu var. Yani bu hayatı daha anlamlı yaşamanın bir yolu var. Bu hayatı boşa yaşamamanın bir yolu var. Geçen her anımı çok zevkli geçiriyorum, sağlıklı olduğum her an'a şükrediyorum, geçen her an’ın tekrar gelmeyeceğinin farkındayım ve bu yüzden kimse için değil kendim için yaşıyorum.
Kitabın son 30 sayfası ama neredeyse altını çizmediğim bir paragraf yok gibi o yüzden biraz dinlenip öyle devam edeceğim.
Comments