Şimdiye kadar çok yol katettik. Şöyle hızlı bir tekrar yaparsak, önce hümanist etiği gördük, bunun yaşama sanatı ile olan bağına baktık. Otoriter etik ve nesnel etik arasındaki farka baktık, “insan bilim” nedir, insan bilim derken neyi kast ettiğini, insan bilimin antropoloji ve psikoloji ile olan bağını gördük. Sonra diğer ana başlık olan İnsan doğası ve karakterini öğrendik. Kişilik, mizaç, karakter, üretici olan ve olmayan yönelim türlerin gördük. Son olarak da Bencillik, kendini sevme ve vicdan konularına baktık. Devam ediyoruz.
3. Haz ve Mutluluk
A. BİR DEĞER KRİTERİ OLARAK HAZ (Zevk)
Page172-173: Authoritarian ethics has the advantage of simplicity; its criteria for good or bad are the authority's dicta and to obey them is man's virtue. Humanistic ethics has to cope with the difficulty which I have already discussed before: that in making man the sole judge of values it would seem that pleasure or pain becomes the final arbiter of good and evil. If this were the only alternative, then, indeed, the humanistic principle could not be the basis for ethical norms. For we see that some find pleasure in getting drunk, in amassing wealth, in fame, in hurting people, while others find pleasure in loving, in sharing things with friends, in thinking, in painting. How can our life be guided by a motive by which animal as well as man, the good and the bad person, the normal and the sick are motivated alike? Even if we qualify the pleasure principle by restricting it to those pleasures which do not injure the legitimate interests of others, it is hardly adequate as a guiding principle for our actions.”
Sayfa 192-193: “Otoriter etik basitlik avantajına sahiptir; onun iyi ya da kötü kriterleri otoritenin buyruğudur ve bunlara uymak insanın erdemidir. Hümanist etik, daha önce de tartıştığım bir zorlukla baş etmek zorundadır: insanı değerlerin tek yargıcı haline getirmek, haz ya da acının iyi ve kötünün nihai hakemi haline gelmesi gibi görünmektedir. Eğer tek alternatif bu olsaydı, o zaman gerçekten de hümanist ilke etik normların temeli olamazdı. Çünkü kimisi sarhoş olmaktan, servet biriktirmekten, şöhretten, insanları incitmekten zevk alırken, kimisi sevmekten, arkadaşlarla bir şeyler paylaşmaktan, düşünmekten, resim yapmaktan zevk alır. Hayatımız nasıl olur da hayvanın da insanın da, iyinin de kötünün de, normalin de hastanın da aynı şekilde motive olduğu bir güdü tarafından yönlendirilebilir? Haz ilkesini, başkalarının meşru menfaatlerine zarar vermeyen hazlarla sınırlayarak nitelesek bile, eylemlerimiz için yol gösterici bir ilke olarak pek yeterli değildir.”
Burada felsefedeki haz için yaşamak tartışmasına gönderme var. Tarihte bir çok felsefeci insan mutlu olmak için yaşar görüşünü savunmuştur. İnsan haz için yaşar, yaptıklarını yapmasının sebebi budur demiştir.
Page 173: “But this alternative between submission to authority and response to pleasure as guiding principles is fallacious. I shall attempt to show that an empirical analysis of the nature of pleasure, satisfaction, happiness, and joy reveals that they are different and partly contradictory phenomena. This analysis points to the fact that happiness and joy although, in a sense, subjective experiences, are the outcome of interactions with, and depend on, objective conditions and must not be confused with the merely subjective pleasure experience. These objective conditions can be summarized comprehensively as productiveness.”
Sayfa 193: “Ancak otoriteye boyun eğme ile hazza karşılık verme arasındaki bu alternatif, yol gösterici ilkeler olarak yanlıştır. Haz, tatmin, mutluluk ve neşenin doğasına ilişkin ampirik bir analizin, bunların farklı ve kısmen çelişkili olgular olduğunu ortaya koyduğunu göstermeye çalışacağım. Bu analiz, mutluluk ve neşenin, bir anlamda öznel deneyimler olmalarına rağmen, nesnel koşullarla etkileşimlerinin sonucu olduklarına ve bunlara bağlı olduklarına ve salt öznel haz deneyimi ile karıştırılmamaları gerektiğine işaret etmektedir. Bu nesnel koşullar kapsamlı bir şekilde üretkenlik olarak özetlenebilir.”
Erich Fromm bir kaç sayfa boyunca tarihte haz nasıl değerlendirilmiş onlar hakkında bilgi veriyor. Hedonizmden bahsediyor, Platon’nun, Aristo’nun, Spinoza’nın Spencer’ın haz, mutluluk, neşe ile ilgili görüşlerini aktarıyor.
Page 178: “The concepts of Plato, Aristotle, Spinoza, and Spencer have in common the ideas (1) that the subjective experience of pleasure is in itself not a sufficient criterion of value; (2) that happiness is conjunctive with the good; (3) that an objective criterion for the evaluation of pleasure can be found. Plato referred to the "good man" as the criterion of the right pleasure; Aristotle, to "the function of man"; Spinoza, like Aristotle, to the realization of man's nature by the use of his powers; Spencer, to the biological and social evolution of man."
Sayfa 198: “Platon, Aristoteles, Spinoza ve Spencer'ın kavramlarının ortak noktaları (1) öznel haz deneyiminin kendi başına yeterli bir değer ölçütü olmadığı; (2) mutluluğun iyi ile birlikte var olduğu; (3) hazzın değerlendirilmesi için nesnel bir ölçüt bulunabileceği fikirleridir. Platon, doğru hazzın ölçütü olarak "iyi insan”a; Aristoteles, "insanın işlevi"ne; Spinoza, Aristoteles gibi, insanın güçlerini kullanarak doğasını gerçekleştirmesine; Spencer, insanın biyolojik ve sosyal evrimine atıfta bulunmuştur.”
Page 179: “Psychoanalysis confirms the view, held by the opponents of hedonistic ethics, that the subjective experience of satisfaction is in itself deceptive and not a valid criterion of value. The psychoanalytic insight into the nature of masochistic strivings confirms the correctness of the antihedonistic position. All masochistic desires can be described as a craving for that which is harmful to the total personality. In its more obvious forms, masochism is the striving for physical pain and the subsequent enjoyment of that pain. As a perversion, masochism is related to sexual excitement and satisfaction, the desire for pain being conscious. "Moral masochism,. is the striving for being harmed psychically, humiliated, and dominated; usually this wish is not conscious, but it is rationalized as loyalty, love, or self-negation, or as a response to the laws of nature, to fate, or to other powers transcending man. Psychoanalysis shows how deeply repressed and how well rationalized the masochistic striving can be."
Sayfa 198: “Psikanaliz, hazcı etiğin muhalifleri tarafından savunulan, öznel tatmin deneyiminin kendi içinde aldatıcı olduğu ve geçerli bir değer ölçütü olmadığı görüşünü doğrulamaktadır. Mazoşist çabaların doğasına ilişkin psikanalitik kavrayış, antihedonistik pozisyonun doğruluğunu teyit etmektedir. Tüm mazoşist arzular, kişiliğin bütünü için zararlı olan şeylere duyulan özlem olarak tanımlanabilir. Daha belirgin biçimleriyle mazoşizm, fiziksel acı için çabalamak ve ardından bu acıdan zevk almaktır. Bir sapkınlık olarak mazoşizm, cinsel heyecan ve doyumla, acı arzusunun bilinçli olmasıyla ilişkilidir. "Ahlaki mazoşizm”, ruhsal olarak zarar görme, aşağılanma ve tahakküm altına alınma çabasıdır; genellikle bu arzu bilinçli değildir, ancak sadakat, sevgi veya kendini reddetme olarak veya doğa yasalarına, kadere veya insanı aşan diğer güçlere bir yanıt olarak rasyonalize edilir. Psikanaliz mazoşist çabanın ne kadar derinden bastırılabileceğini ve ne kadar iyi rasyonalize edilebileceğini gösterir.”
Açıkçası buradaki “subjective experience of satisfaction” (öznel tatmin deneyimi) ile ne kastediliyor tam olarak anlayamadım. Şu kastediliyor olabilir. Eğer ben yaşadığından tatmin oluyorsam sorun yok yaklaşımı yanlış. Çünkü öznel deneyim geçerli bir ölçüt değil.
Page 180-181: “Pain and unhappiness can also be unconscious and the repression can assume the same forms just described with regard to pleasure. A person may feel unhappy because he does not have as much success as he desires, or because his health is impaired, or because of any number of external circumstances in his life; the fundamental reason for his unhappiness, however, may be his lack of productiveness, the emptiness of his life, his incapacity to love, or any number of inner defects which make him unhappy. He rationalizes his unhappiness, as it were, and thus does not feel it in connection with its real cause. Again, the more thorough kind of repression of unhappiness occurs where there is no consciousness of unhappiness at all. In this case a person believes he is perfectly happy, while actually he is discontented and unhappy."
Sayfa 199-200: “Acı ve mutsuzluk da bilinçdışı olabilir ve bastırma, az önce zevkle ilgili olarak tanımlanan aynı biçimleri alabilir. Bir kişi arzu ettiği kadar başarılı olamadığı, sağlığı bozulduğu ya da hayatındaki herhangi bir dış koşul nedeniyle mutsuz hissedebilir; ancak mutsuzluğunun temel nedeni üretkenlik eksikliği, hayatının boşluğu, sevme konusundaki yetersizliği ya da onu mutsuz eden herhangi bir içsel kusur olabilir. Mutsuzluğunu deyim yerindeyse rasyonalize eder ve bu nedenle onu gerçek nedeni ile bağlantılı olarak hissetmez. Yine, mutsuzluğun bastırılmasının daha kapsamlı bir türü, mutsuzluk bilincinin hiç olmadığı durumlarda ortaya çıkar. Bu durumda kişi tamamen mutlu olduğuna inanırken, aslında hoşnutsuz ve mutsuzdur.”
Page 181-182: “These objections ignore the fact that happiness as well as unhappiness is more than a state of mind. In fact, happiness and unhappiness are expressions of the state of the entire organism, of the total personality. Happiness is conjunctive with an increase in vitality, intensity of feeling and thinking, and productiveness; unhappiness is conjunctive with the decrease of these capacities and functions. Happiness and unhappiness are so much a state of our total personality that bodily reactions are frequently more expressive of them than our conscious feeling."
Sayfa 200: “Bu itirazlar, mutluluğun olduğu kadar mutsuzluğun da bir zihin durumundan daha fazlası olduğu gerçeğini görmezden geliyor. Aslında mutluluk ve mutsuzluk, tüm organizmanın, tüm kişiliğin durumunun ifadeleridir. Mutluluk, canlılıkta, duygu ve düşünce yoğunluğunda ve üretkenlikte artışla bağlantılıdır; mutsuzluk bu kapasite ve işlevlerin azalmasıyla bağlantılıdır. Mutluluk ve mutsuzluk bütün kişiliğimizin öylesine bir durumudur ki, bedensel tepkiler çoğu zaman bunları bilinçli duygularımızdan daha iyi ifade eder."
Page 182-183: “Pleasure or happiness which exists only in a person's head but is not a condition of his personality I propose to call pseudo-pleasure or pseudo-happiness. …… Pseudo-pain can be observed in many situations in which sorrow or unhappiness are conventionally expected and therefore felt. Pseudo-pleasure and pseudo-pain are actually only pretended feelings; they are thoughts about feelings rather than genuine emotional experiences."
Sayfa 201: “Yalnızca bir kişinin kafasında var olan, ancak kişiliğinin bir koşulu olmayan haz ya da mutluluk, sözde haz ya da sözde mutluluk olarak adlandırmayı öneriyorum. …… Sözde acı, üzüntü veya mutsuzluğun geleneksel olarak beklendiği ve bu nedenle hissedildiği birçok durumda gözlemlenebilir. Sözde haz ve sözde acı aslında sadece sahte duygulardır; gerçek duygusal deneyimlerden ziyade duygular hakkındaki düşüncelerdir.”
Uzun lafın kısası demek geldi içimden sadece haz almak için yaşamak doğru bir yaklaşım değil. Kendini gerçekleştirmek, üretmek asıl mutluluk kaynağıdır. Aslında mutluluğa ulaşmanın yolu üretmekten, sevmekten, paylaşmaktan, desteklemekten geçiyor. Yani mutluluğun kendisi direkt bir amaç değil sen doğruları yaptığında zaten mutluluk kendiliğinden geliyor.
Geldik ikinci alt başlığa. “Haz Tipleri” ile devam ediyoruz.
B. HAZ TÜRLERİ
Bir önceki bölümde olduğu gibi bu bölümde de ilk bir kaç sayfayı olduğu gibi geçiyorum.
Page 186-187: “ While even in the animal, surplus energy is present and is expressed in play, the realm of abundance is essentially a human phenomenon. It is the realm of productiveness, of inner activity. This realm can exist only to the extent to which man does not have to work for sheer subsistence and thus to use up most of his energy. The evolution of the human race is characterized by the expansion of the realm of abundance, of the surplus energy available for achievements beyond mere survival. All specifically human achievements of man spring from abundance."
Sayfa 205: “Hayvanlarda bile enerji fazlası mevcutken ve oyunla ifade edilirken, bolluk alanı esasen bir insan olgusudur. Üretkenliğin, içsel faaliyetin alanıdır. Bu alem ancak insanın salt geçimini sağlamak için çalışmak ve dolayısıyla enerjisinin çoğunu tüketmek zorunda kalmadığı ölçüde var olabilir. İnsan ırkının evrimi, bolluk alanının, sadece hayatta kalmanın ötesindeki başarılar için mevcut olan artı enerjinin genişlemesiyle karakterize edilir. İnsanın tüm özel başarıları bolluktan kaynaklanır.”
Yani diyor ki biti kanlanan kişi, yaratıcı faaliyetlere yönelebilir çünkü yönelme özgürlüğünü elde etmiştir. Aslında Mısır piramitlerinin yapıldığı, Yunan Felsefesinin geliştiği, Rönesans ortaya çıktığı zamanda da olan buydu. İnsanların en azından bir kısmı bir üretim fazlasının verdiği özgürlükle yaratıcı işlere yönelmek için zaman, para ve fırsat bulmuşlardı. Bu yaratıcılık alanı insanların kendilerini ifade etmelerine ve aydınlanmanın, hümanizmin, demokrasinin temelini oluşturacak ortamın doğmasına yol açmıştı. Parası ve geçinme derdi olmayan bir sınıfın oluşması bilime ve sanata olan yönelimi destekledi, Karnını doyurma derdinde olan bir kişiden hayatın gizemli soru ve sorunlarını çözmesini bekleyemezsin. Sanırım hali hazırda ülkemizdeki problemin kökeni bu. Osmanlı döneminde de buydu, hala da öyle.
Page 187- 188: “In all spheres of activity the difference between scarcity and abundance and therefore between satisfaction and happiness exists, even with regard to elementary functions like hunger and sex. To satisfy the physiological need of intense hunger is pleasureful because it relieves tension. Different in quality from satisfaction of hunger is the pleasure derived from the satisfaction of appetite. Appetite is the anticipation of enjoyable taste experience and, in distinction to hunger, does not produce tension. Taste in this sense is a product of cultural development and refinement like musical or artistic taste and can develop only in a situation of abundance, both in the cultural and the psychological meaning of the word. Hunger is a phenomenon of scarcity; its satisfaction, a necessity. Appetite is a phenomenon of abundance; its satisfaction not a necessity but an expression of freedom and productiveness. The pleasure accompanying it may be called joy.
With regard to sex a distinction similar to that between hunger and appetite can be made. Freud's concept of sex is that of an urge springing entirely from physiologically conditioned tension, relieved, like hunger, by satisfaction. But he ignores sexual desire and pleasure corresponding to appetite, which only can exist in the realm of abundance and which is exclusively a human phenomenon. The sexually "hungry" person is satisfied by the relief from tension, either physiological or psychic, and this satisfaction constitutes his pleasure. But sexual pleasure which we call joy is rooted in abundance and freedom and is the expression of sensual and emotional productiveness."
Sayfa 205: “Tüm faaliyet alanlarında, açlık ve seks gibi temel işlevlerde bile, kıtlık ve bolluk ve dolayısıyla doyum ve mutluluk arasındaki fark vardır. Yoğun açlık gibi fizyolojik bir ihtiyacı tatmin etmek haz vericidir çünkü gerilimi azaltır. Açlığın giderilmesinden farklı olarak, iştahın giderilmesinden alınan haz da nitelik olarak farklıdır. İştah, keyifli bir tat deneyimi beklentisidir ve açlıktan farklı olarak gerilim yaratmaz. Bu anlamda zevk (beğeni), müzikal ya da sanatsal zevk gibi kültürel gelişimin ve inceliğin bir ürünüdür ve kelimenin hem kültürel hem de psikolojik anlamında yalnızca bolluk durumunda gelişebilir. Açlık bir kıtlık olgusudur; tatmini ise bir gerekliliktir. İştah bir bolluk olgusudur; tatmini bir gereklilik değil, özgürlüğün ve üretkenliğin bir ifadesidir. Buna eşlik eden haz, neşe olarak adlandırılabilir.
Seks konusunda da açlık ve iştah arasındakine benzer bir ayrım yapılabilir. Freud'un seks kavramı, tamamen fizyolojik olarak koşullandırılmış gerilimden kaynaklanan ve açlık gibi tatminle rahatlayan bir dürtüdür. Ancak Freud, yalnızca bolluk aleminde var olabilen ve yalnızca insana özgü bir olgu olan iştaha tekabül eden cinsel arzu ve hazzı görmezden gelir. Cinsel olarak "aç" olan kişi fizyolojik ya da psişik gerilimden kurtulduğu için tatmin olur ve bu tatmin onun hazzını oluşturur. Ancak neşe olarak adlandırdığımız cinsel haz bolluk ve özgürlükten kaynaklanır ve tensel ve duygusal üretkenliğin ifadesidir."
Ülkemizde kıtlık durumu var mı? Aslında yok gibi gözükse de var. Her konuda. İnce zevklerin ne kadar az gelişmiş olduğuna bakarak bu sonucu çok kolay çıkarabiliyoruz. Karnınını doyurmayı beslenmek sanan bir kafa yapımız var. Aslında o kadar acınacak haldeyiz ki. Kendini kandırma kabiliyeti diyeceğim ama o bile değil. Bu sadece cehalet, aptallık, gelişmemişlik. Kendi küçük göletini tüm okyanus zanneden kurbağanın cehaleti bizimkisi.
Geçtim cinselliği doğru dürüst yaşamayı, cinsellikle ilgili kafa yormaktan bile utanıyoruz. Kadın cinayetlerinin arkasında olan da bu, kuran kurslarında çocuklara tecavüzün arkasında olan da bu. Hamile kadınların sokakta gezmesini ayıp gören kafa da bu, kadının kalktığı koltuğa onun ısısı geçmiştir diye oturmamak gerektiğini düşünmek de bu. Bu cinsellik konusunu çözebilir miyiz bilemiyorum. Çözeceğimizi düşünmüyorum çünkü inandıkları dinin bu konu ile ilgili çok ciddi sorunları var. Yine de bu konuyu masaya yatırmak gerektiğini düşünüyorum.
Kadınlarda erkeklerde seksten zevk alıyor. Zaten bu sayede soyumuz tükenmiyor. Hayatta iki temel dürtümüz var birincisi hayatta kalmak, ikincisi de soyumuzu devam ettirmek. İlkini sürekli konuşuyoruz ama ya ikincisi? Seks yapmadan soyumuzu devam ettiremeyeceğimiz kesin. Bu kadar doğal bir ihtiyaç nasıl bu hale geldi. Çok basit erkeklerin gerizekalılığı yüzünden.
Bizler küçük gruplar halinde yaşayan insanlarken seks problem miydi? Bir şekilde çözebiliyorduk sanırım, Maalesef tarih öncesi ile ilgili toplumsal cinsiyetle ilgili bir şey bilmiyoruz. Antropologların farklı tahminleri var ama bilgi düzeyinde bir malumatımız yok. Avustralya, Afrika yerlileri incelendiğinde çok çeşitli şeyler gözlemlenmiş. Oldukça eşitlikçi olan topluluklar var, kadınların baskın olduğu topluluklar var, erkek egemen olanlar var. Demek ki her topluluk kendine göre çözmüş olayı. Günümüze gelirsek bizler modern dönemde yaşayan insanlar toplumsal cinsiyet konusuna nasıl yaklaşıyoruz?
Doğu ile batı kültürlerini ayrıştıran en önemli noktaya geldik. Aydınlanmayı bir türlü kabul etmeyen, modernleşmeyi öcü gibi gören, batılılaşmayı asla kabul etmeyen kesimin bilinçaltında işte bu konu var. Net ve doğrudan söyleyelim. Kadınlar nasıl olur da seks yapacağı partnerini özgürce seçer. İnanın, söyledikleri geri kalan her şey fasa fiso. Konu budur. Çözmek zorunda olduğumuz konu budur.
Erkeklerin geri zekalılığı nereden geliyor? Seks yapmayı çok istiyoruz. Hatta öyle ki testesteronumuz yönetiyor bizi. Medeni olmakla olmamak arasındaki ayrım bu hormonun kontrolünde saklı. Testesteron devreye girince akıl devreden çıkıyor. Çok basit bir konuyu devasa hale getiriyoruz. Erich Fromm’un açlık ve iştah olarak ayırdığı iki durumu seks konusunda konuşursak, sokaklarda her gün beyin avına çıkmış zombiler gibi geziniyor erkekler. Akıllarında bir şey var: seks. Açlar ama doyuramıyorlar. Evleniyorlar ama yetmiyor. Çünkü o hormon sürekli aktif. 2 saat önce seks yapmış olsun güzel, seksi bir kadın gördüğünde canı yine çekiyor.
Erkeklerin bu konuda sınır tanımaz olduklarını köyde yaşayan tüm erkekler bilir. Hayvan tecavüzü o kadar yaygındır ki artık norm haline gelmiştir. Şimdi erkekler böyle. Kendisinin farkında ve işin kötüsü kendi kendine diyor ki eğer ben böyleysem demek diğer erkekler de böyle. O zaman ben nasıl bir kadının bacağını gördüğümde, göğsünü, ayağını, koltuk altını, kalçasını gördüğümde azıyorsam demek benim “malım olan”, “sahip olduğum” kadına da diğer erkekler öyle görüyor. Onu kapatmazsam ona sapıkça bakacaklar. Yaşanan durum bu. Bu durumdan kadının sorumluluk payı ne? Tamamen erkeğin kendi iç dünyası ile ilgili bir durum değil mi? Eğer cinselliği açlık boyutu ile değil de iştah boyutu ile yaşasa o zaman karşısındaki kadını seks yapılacak delikleri olan kadın olarak algılamayacak. Onun da bir kişiliği, karakteri, düşünceleri, fikirleri olduğunu görecek ama mümkün değil yapamaz.
Kendi cinsel açlıklarını bir normmuş gibi topluma sunuyorlar. Kadınları da bu tuzağa çekmiş durumdalar. Onlar da kapanarak kendilerini bir seks objesi olarak algılamak zorunda kalıyorlar. Günah kisvesi altında kendileri olabilmelerinin yolunu kapatıyorlar. Çok acı hayatlar yaşanıyor. Din kisvesi altında ömürler boşa harcanıyor.
Keşke cinsellik bu kadar abartılmasa. Yaşam için çok gerekli ama kapladığı alan gereğinden fazla. İnsanları o kadar meşgul ediyor ki geriye bir şey kalmıyor. Doğu toplumları ile batı toplumlarını ayıran şey bu. Bizler 100 birim yaşamı eşit ve farklı kompartımanlara böleceğimizi 70-80'lik kısmına cinselliğe ayırıyıoruz geri kalan 20-30'luk parça ile, ekonomi, siyaset, sanat, spor, bilim vs yapmaya çalışıyoruz. Dolayısı ile de yapamıyoruz.
Metroda 1 metre ötende şort giymiş bir kadın gördüğünde eğer bir zombi isen ne yaparsın. Aklın fikrin o bacakta kalır değil mi? Bir yandan ona bakmak istersin, hatta dokunmak, okşamak, öpmek vs… (daha ileri gitmeyeyim) bir yandan ona kızarsın. Orospu dersin kapalı giyinseydin de benim aklıma bunları sokmasaydın, senin yüzünden günaha giriyorum. Peki o kişi aç olmasaydı, 1 metre ötesindeki kadının bacağını gördüğünde ne düşünürdü. İşti ince zevkler ve beğenilerin alanı orada başlıyor. Bizim gibi erkeğin söz sahibi olduğu toplumlarda doğru olanın ne olduğuna erkekler karar veriyor. Dinimiz de bir erkek dini olduğu için bizlere kadınları sindirmek için fırsat veriyor.
Bu kitabı okuyan bir kadın şunu anlar herhalde. Bizim gibi otoriter toplumlarda kadın olarak yaşamak neden daha zor. Tamam, erkek olarak bizim işimiz de zor ama kadınların asıl derdi onlara dayatılanların çok daha hayati oluşu. Potansiyelini keşfetmek, yeteneklerini bulmak bizim gibi kültürlerde zor. Ailemiz, devlet, din dört bir yandan bizi köleleştirmeye çalışıyor ama en azından erkeklerin ikinci sınıf olmak gibi bir dertleri yok. Bizim derdimiz bir parça daha az. Bizim sorunumuz da (kedi deneyimimden çok iyi biliyorum) muhatabımız olan kadınların niceliksel olarak az olması. Çünkü kadınların bu bataklıktan çıkmaları daha zor. Onların erkeklerden daha çok emek harcamaları gerekiyor.
Kadını sadece seks yapılacak canlılar olarak görmemek bir gelişmişlik konusu. Plajda çevrende yüzlerce mayolu kadın varken şöyle bir göz ucuyla bakarsın geçer gidersin, aynı mayolu kadını bir otobüste görünce tek yapacağın o kadını izlemektir. Bol olan yerde odaklanacağın şey bol olan şey olmaz.
Ben konunun kadın tarafına hakim değilim. İçinde bulunduğumuz toplumda kadınların işinin daha zor olduğunu biliyorum. Bu yüzden de feministleri destekliyorum, Ülkemizin gelişmesinin en önemli koşulu kadınların durumunun iyileşmesi. Bu biraz bencilce ama kadınların durumu iyi olursa, kendini keşfeden kadın sayısı artarsa böylece ben de sadece seks odaklı yaşamayan, güzellik odaklı bakmayan kadın sayısının artmasından faydalanabilirim. Çuvaldızı erkeklere batırdım biraz da iğneyi kadınlara batırayım.
Kadınların ülkemizdeki durumu ortada ama evrimsel yasalar devreye giriyor ve erkekleri tanıyan, çözen bir kısım kadın durumu avantajlarına çeviriyor. Şimdi erkeklerin kadınları cinsel obje olarak gördüğü ve aç olduğunu biliyoruz durum bu olunca zeki(!), uyanık kadın ne yapıyor, madem sen kadına ihtiyaç duyuyorsun al sana kadın diyor. Kadınların bir kısmı da bu sebeple güzellik, kıyafet, kozmetik gibi konularda kendine yatırım yapıyor. Madem geçer akçe bu o zaman bunu değerlendireyim diyor. Karşısına çıkan aç erkeği tuzağına düşürmesi bu yüzden çok kolay oluyor.
Twiter da karşımıza çıkan (artık iyice geyiğe dönen) “kızlar sevgilinizi elinizden almam 1 dakika sürmez”ler, Yeni kıyafetim nasıl olmuş diyerek vücudunu sergilemeler, deniz kenarında atılan bacak fotoğrafları vs… Bu mudur yani? Ortadaki sığlığa tepki göstereceğini kendini pazarlamak mıdır çözüm. Tabi ki bu küçük bir ayrıntı ama kadınların ya kendini kapatıp cinsel obje olmayı zımnen kabul etmeleri yada açılıp, saçılıp al sana cinsel obje demeleri. İfratla tefrit arasında kalıyoruz.
Konuyu çok uzattım. Uzun lafın kısas, cinsellik de en az diğer konular kadar önemli ama tek önemli şey değil. Erkeklerin ilgisini cinselliğini kullanarak çekmeye çalışan bir kadın nasıl bir tuzağa çekiyor hem kendisini hem karşısındakini. Hayatta en ve tek önemli şey cinsellik gibi davranırsan o bittiğinde, yani cinsellik bittiğinde ilişki de bitiyor. Neden yaşıyoruz sorusunun cevabı cinsellik olamaz. Gereğinden fazla değer biçmemek gerekiyor. Tamam, çok zevk alıyoruz, tamam cinsel ihtiyaçlarımız gidince rahatlıyoruz ama o 1 saat geçtikten sonra hayat tüm şiddeti ile yine karşımızda. Yeteneklerini keşfet tek yeteneğinin seks yapmak olmadığına eminim. Biraz zorlarsan yapmaktan zevk aldığın, yaparken zamanın nasıl geçtiğini anlamadığın bir şeyi mutlaka bulursun.
Hem erkeklerin hem de kadınların bu konuyu ne küçümsemeleri ne de abartmaları doğru değil. Şu an ülkemizde sanki tek derdimiz cinsellikmiş gibi bir algı var. LGBTİ ler de bu sebeple kullanılıyor, İstanbul sözleşmesi de. Sanki bu konunun çözümü dindarlıkmış gibi aptalca bir kafa yapısı var. Halbuki dindarlık asıl sorunun sebebi bunu görmekten kaçıyoruz ama gerçek bu.
Page 188-189: “Nonproductive or irrational love can be, as I have shown before, any kind of masochistic or sadistic symbiosis, where the relationship is not based upon mutual respect and integrity but where two persons depend on each other because they are incapable of depending on themselves. This love, like all other irrational strivings, is based on scarcity, on the lack of productiveness and inner security. Productive love, the closest form of relatedness between two people and simultaneously one in which the integrity of each is preserved, is a phenomenon of abundance, and the ability for it is the testimony to human maturity. Joy and happiness are the concomitants of productive love."
Sayfa 206: “Üretken olmayan ya da irrasyonel aşk, daha önce de gösterdiğim gibi, ilişkinin karşılıklı saygı ve dürüstlüğe dayanmadığı, ancak iki kişinin kendilerine güvenemedikleri için birbirlerine bağımlı oldukları her türlü mazoşist ya da sadist ortak yaşam olabilir. Bu aşk, diğer tüm mantıksız çabalar gibi, kıtlığa, üretkenlik ve iç güvenlik eksikliğine dayanır. İki insan arasındaki en yakın ilişki biçimi olan ve aynı zamanda her birinin bütünlüğünün korunduğu üretken sevgi bir bolluk olgusudur ve buna yönelik yetenek insanın olgunluğunun ifadesidir. Neşe ve mutluluk üretken sevginin eşlikçileridir.”
Bütünlüğünü korumak ne kadar güç değil mi? Eğer siz de benim gibi başarısız bir evlilik yaptıysanız bunun ne demek olduğunu bilirsiniz. Bizim ilişkilerimiz sürekli ödün verme üzerine kurulu. O kadar yorucu ki. Sen benden bunu aldın ben de senden bunu alacağım ki ödeşelim. Bu yıpratma bir süre sonra tükenmeye yol açıyor. Karşındakini geliştirip, yücelteceğine onu da kendinle birlikte çekiyorsun aşağıya. Biliyorum bu bir ütopya ama karşımda benim yücelteceğim ve karşımdakinin de beni yücelteceği bir ilişki yaşamak isterdim. Yani benim potansiyelim gören ve bunu hayata geçirmek için bana destek olan ve aynı şekilde benim karşımdakinin potansiyelini hayata geçirebilmesi için desteklediğim bir ilişki. Benim şimdiye kadar çevremdeki insanlara yaklaşımım hep onların da kendilerini keşfetmeleri için yardımcı olmak yönünde oldu. Hatta bu yazıları da aynı dürtü ile yazdığımı biliyorum. Birilerine yardımcı olmak, eğer becerebildiysem kılavuzluk yapmak istiyorum ama şimdiye kadar başarılı olduğumu söyleyemem. Neden? Çünkü insanlar ne kadar beceremiyor olurlarsa olsunlar kendilerini değiştirmek için çaba harcamıyorlar. En iyi niyetlisi bile bu işe soyunmak istemiyor. O kadar kendilerine alışmışlar ki bir şeylerin yanlış gittiğini bildikleri halda değiştirmeye uğraşmıyorlar. Kendilerine o kadar aşıklar ki kendilerini bırakamıyorlar. Bir de maalesef acı gerçek şu ki bu iş, yani yaşama işi, yaşama sanatı biraz da zeka istiyor. Eğer sen sana söyleneni algılayamıyorsan zaten baştan kaybediyorsun. Her şeyin başı önce istemek sonra da çaba harcamak. Çaba harcamak ise zor. Daha iyiye ulaşmaya yönelik harcanması gereken çaba fazla geliyor insanlara.
Beni ben olduğum için kabul etmeni talep ediyorum senden ama daha ben kendimi kabul etmemişim ki senden bunu istiyorum. Üretken yönelimde bir liste vardı. Olumlu ve olumsuz tavırlar listesi. Hem kendisinden memnun değil hem de benim onu öyle kabul etmemi istiyor. Sen diyorsun ki bak şöyle yaparsan daha iyi olur. Ne durumuna düşüyorsun, ukala, bilmiş, kibirli ne diyorlar sana. Bir süre sonra sen de vazgeçiyorsun. Hiçbir şey bir anda olmuyor. İnsan bir anda merdümgiriz olmuyor.
Page 189: “Happiness is an achievement brought about by man's inner productiveness and not a gift of the gods. Happiness and joy are not the satisfaction of a need springing from a physiological or a psychological lack; they are not the relief from tension but the accompaniment of all productive activity, in thought, feeling, and action. Joy and happiness are not different in quality; they are different only inasmuch as joy refers to a single act while happiness may be said to be a continuous or integrated experience of joy; we can speak of "joys" (in the plural) but only of "happiness" (in the singular)."
Sayfa 207: “Mutluluk, tanrıların bir armağanı değil, insanın içsel üretkenliğinin getirdiği bir başarıdır. Mutluluk ve neşe fizyolojik ya da psikolojik bir eksiklikten kaynaklanan bir ihtiyacın tatmini değildir; gerilimden kurtulma değil, düşüncede, duyguda ve eylemde tüm üretken faaliyetlere eşlik etmedir. Sevinç ve mutluluk nitelik olarak farklı değildir; sadece sevinç tek bir eyleme işaret ederken, mutluluğun sürekli veya bütünleşmiş bir sevinç deneyimi olduğu söylenebilir; "sevinçlerden" (çoğul olarak) ama sadece "mutluluktan" (tekil olarak) bahsedebiliriz.”
Neden mutlu olmak ahlaki bir durumdur işte bundan dolayı. Emek harcamadan, doğru şeyleri yapmaya çalışmadan, olduğun yerde bekleyip mutlu olmayı bekleyemezsin. Mutluluğunu dışarıdan bir kişi yada nesneye bağladığın an bitmişsin demektir. Çünkü kişi yada nesne ortadan kalkınca mutsuzluk da kaçınılmaz olur.
Page 189-190: “Happiness is the indication that man has found the answer to the problem of human existence: the productive realization of his potentialities and thus, simultaneously, being one with the world and preserving the integrity of his self. In spending his energy productively he increases his powers, he "burns without being consumed."
Happiness is the criterion of exceilence in the art of living, of virtue in the meaning it has in humanistic ethics. Happiness is often considered the logical opposite of grief or pain. Physical or mental suffering is part of human existence and to experience them is unavoidable. To spare oneself from grief at all cost can be achieved only at the price of total detachment, which excludes the ability to experience happiness. The opposite of happiness thus is not grief or pain but depression which results from inner sterility and unproductiveness.”
Sayfa 207: “Mutluluk, insanın varoluş sorununa cevap bulduğunun göstergesidir: potansiyellerini üretken bir şekilde gerçekleştirmek ve böylece aynı anda hem dünyayla bir olmak hem de benliğinin bütünlüğünü korumak. Enerjisini üretken bir şekilde harcayarak gücünü arttırır, "tüketilmeden yanar".
Mutluluk, yaşama sanatındaki mükemmelliğin, hümanist etikteki anlamıyla erdemin ölçütüdür. Mutluluk genellikle keder veya acının mantıksal karşıtı olarak kabul edilir. Fiziksel ya da zihinsel acı insan varoluşunun bir parçasıdır ve bunları deneyimlemek kaçınılmazdır. Kendini her ne pahasına olursa olsun kederden uzak tutmak, ancak mutluluğu deneyimleme becerisini dışlayan tam bir kopuş pahasına başarılabilir. Dolayısıyla mutluluğun karşıtı keder ya da acı değil, içsel kısırlık ve verimsizlikten (üretimsizlikten) kaynaklanan depresyondur.”
Varoluş sorununa cevap bulmak için önce böyle bir sorun olduğunu görmek gerekiyor. Neden yaşıyorum, niye bu dünyadayım sorusu yeni bir soru değil. İnsan bilinçli bir varlık olduğu günden bu yana (diyelim 100 bin yıldır) bu soruyu soruyor. Ama ne acıdır ki günümüzdeki insan bu soruyu sormaktan vazgeçmiş durumda yada daha doğrusu böyle bir sorunun varlığından bile bihaber. Çevrenize bir bakın insanların yüzde kaçı benim bu dünyada ne işim var diyor. Çok çok az değil mi? Peki ama neden? Çünkü bu cevap ona hazır olarak sunulmuş. İyi insan ol, günah işleme, sevap işle ve ödül olarak cennete git. Bu kadar basit. Hem ölüm korkusunu da yeniyorsun bu sayede. Bir taşla iki kuş. Aslında güzel çözüm ama bir kusuru var. YANLIŞ. Hatta maalesef YALAN, KANDIRMACA, SAFSATA… daha gider bu liste. Bu konuyu çok uzatmayacağım, biraz dinler tarihi okuyan bilir bunun neden böyle olduğunu biz asıl sorumuzu dönelim.
“Mutluluk, insanın varoluş sorununa cevap bulduğunun göstergesidir.” Varoluş sorununa ve sorusuna sahipsin diyelim, yani benim bu dünyada ne işim var diyorsun. Bu anlamsızlığa bir anlam bulmaya çalışıyorsun ve bunun için için de sana sunulan yalanlara, efsanelere kanmıyorsun. Mutluluğun karşıtı neymiş? “ içsel kısırlık ve verimsizlikten kaynaklanan depresyondur.” Yani içsel kısırlık ve verimsizlikten kurtulursan neden var olduğun sorusuna da cevap bulmuş oluyorsun. Bunun için de bu kitap yeteneklerini keşfet diyor.
Çevremizde neden bu kadar çok mutsuz insan var? Neden hazır cevapları da ellerinde ikin üstelik. Yani iyi, dürüst, namuslu olurlarsa cennete gidecekler ya…. neden yetmiyor bu onlara çünkü kendilerine itiraf etmeseler de onlarda içgüdüsel olarak bunun bir kandırmaca olduğunu biliyorlar. Bu yüzden inandıklarını söyledikleri kitabı (Kuran’ı) bir kez bile açıp okumadılar. İki sebepten dolayı bir okuduklarında anlamayacaklar çünkü o kitap basılsın diye ortada değil yani yazı metni değil, Muhammedin ağzından o sözler çıkarken birilerinin onları yazıya geçireceğini düşünmemişti. Yani yaz kızım durumu yok. O öldükten çok uzun zaman sonra güya hafızası güçlü olanlara güvenerek kaleme alındı. Anlayamadığın ama içinde yazılı olanlara inandığın bir kitaba sahipsin buradan samimi ve dürüst bir yaşama amacı çıkar mı? Bazı din büyükleri var eğer inanırsan onlar sorduğun sorulara cevap veriyorlar ama bu da yetmiyor. Senin dertlerinle onların anlattığı uyuşmuyor. Yahu diyorsun koskoca Allah bu kadar karmaşık yapmamalıydı bu işleri. Her neyse uzatmayayım. Kendi aklını kullanman gerektiğini hissediyorsun kısacası ama o kadar antremanssızsın ki aklın yetmiyor sana.
***********
Çok yorucu. Doğru mu yapıyorum bilmiyorum. Ben bu kitabı çok değerli ve önemli buluyorum. Herkesin okuması ve öğrenmesi gerek ama bu doğru yöntem mi bilemiyorum. Kaş yapayım derken göz çıkarmıyorumdur umarım.
Comments