İnsanın ne olabileceğinin sınırı yok gibi. Yani insan +100 ile -100 arasında bir yerde değerlendirilecek olsa en aşağıda da yer alabilir en yukarıda da. İnsanın iyi mi kötü mü olacağının bir garantisi yok. Mizaç, zeka, genetik yapı doğduğumuz anda yüklü olarak bulunuyor. Bu alt yapıyı aile, kültür, çevre, din, devlet el birliği ile şekillendiriyorlar. Aile özellikle önemli. Ailemiz en belirleyici olan. Peki beyin jimnastiği olsun diye bir soru soralım. Dış şartların mükemmel olduğunu varsayalım her insan +100’e ulaşabilir mi? Ailemiz bizi harika yetiştirsin, içine doğduğumuz kültür, din, devlet dayatmacı, otoriter olmasın. Yani her şey en idealinde olsun insan en iyiye ulaşabilir mi? Sanmıyorum. Mizaç, genetik yapı ve özellikle zeka o kadar etkili ki her insanın maksimumu başka. Aynı şey kötü olmak için de geçerli. Kötü şartlarda büyümüş herkes psikopat olmuyor bu da mizacın, genetiğin, zekanın olumlu etkisi. Bu noktada nasıl bir "insan olacağımız"daki tesadüf faktörü hakkında kafa yormak gerek. Dini anlamda kader inancını saçma buluyorum ama bu yazdıklarım anlamında bir yol haritasının sınırları belli gibi. Tam olarak kader değil ama menzilimiz doğduğumuz anda belli oluyor. Erich Fromm potansiyel diye bunu kastediyor. Olabileceğimiz bir şey var. Doğru şartlar altında bu olabileceğimiz gizil güç tam anlamı ile kendini ortaya koyabiliyor. Ağaç metaforundan gidersek. Elimizde bir kaç tohum var. Biz hani ağacın tohumuyuz bilemiyoruz, Birisi 1 metre büyüyebilecek bir ağaç, diğeri uzun ince, bir diğeri çok dallı, birisi de yüzlerce metre olmaya haiz. İşte bu potansiyellerin ortaya çıkması gerek. İşin şans kısmı hangi tür ağaç olduğumuzu bilemiyoruz, her şey eşit olsun iki kişi arasında birisi 140 IQ diğeri 90 IQ ise ne olursa olsun nihai ürün aynı olamıyor. Diğer tüm parametreler için geçerli. O zaman kendimizi tanımak derken bunu da kast ediyor olmamız gerek. Potansiyelim her ne ise onu ortaya çıkarmam gerek. Bir söğütten sekoya olmasını beklememek gerek. Söğütsen söğüt ol ama mükemmel bir söğüt ol.
Kaldığımız yerden devam edelim.
B. BASKIYA KARŞI ÜRETKENLİK
Page 226: “The position that man is basically destructive and selfish leads to a concept which maintains that ethical behavior consists in the suppression of these evil strivings in which man would indulge without exercising constant self-control. Man, according to this principle, must be his own watchdog; he must, in the first place, recognize that his nature is evil, and, in the second, use his will power to fight his inherent evil tendencies. Suppression of evil or indulgence in it would then be his alternative.
Psychoanalytic research offers a wealth of data concerning the nature of suppression, its various kinds, and their consequences. We can differentiate between (1) suppression of the acting out of an evil impulse, (2) suppression of the awareness of the impulse, and (3) a constructive fight against the impulse."
Sayfa 239: “İnsanın temelde yıkıcı ve bencil olduğu görüşü, etik davranışın, insanın sürekli bir özdenetim uygulamadan kendini kaptıracağı bu kötü çabaların bastırılmasından ibaret olduğunu savunan bir kavrama yol açar. Bu ilkeye göre insan kendi kendisinin bekçi köpeği olmalıdır; ilk olarak doğasının kötü olduğunu kabul etmeli ve ikinci olarak da doğasında var olan kötü eğilimlerle mücadele etmek için irade gücünü kullanmalıdır. Kötülüğün bastırılması ya da ona hoşgörü gösterilmesi onun alternatifi olacaktır.
Psikanalitik araştırmalar bastırmanın doğası, çeşitli türleri ve bunların sonuçlarına ilişkin zengin veriler sunmaktadır. (1) Kötü bir dürtünün harekete geçirilmesinin bastırılması, (2) dürtünün farkındalığının bastırılması ve (3) dürtüye karşı yapıcı bir mücadele arasında ayrım yapabiliriz."
Bu bastırma konusunu, yapmadığımız şey her ne ise onu Allah korkusu ile yapmadığımız ön yargısını aklımızda tutarak okumalıyız. İçinden bir kötülük yapmak geliyor, yapmayı veya yapmamayı seçiyorsun. İşte etik ve/veya ahlakın temel konusu da bu. Sana kötü olan şeyi yapmamanı söyleyen ses nereden geliyor?
Page 226: “In the first kind of suppression not the impulse itself is suppressed but the action which would follow from it. "
Sayfa 239: “Birinci tür bastırmada dürtünün kendisi değil, ondan kaynaklanacak eylem bastırılır.”
Kitapda sadistlik örnek verilmiş. Ben pedofiliyi örnek vereceğim. Daha 1 hafta bile olmadı. Sapık zihniyetli adam ne dedi. Çocuklarınızı açık kıyafetler giydirmeyin. Sonra pedofili oluyor diyorsunuz. Ne diyor bir çocuğun kolunu bacağını görünce onunla seks yapmak istiyoruz, çocukları kapatın ki bu istek içimde doğmasın. Yani aslında bir çocuğu seks objesi olarak görmekte sorun yok bakın açık saçık giyiniyorlar bizim de canımız çekiyor. Günah olarak algılamasa belki de yapacak. Yani bu istek yanlış demiyor da çocukların kıyafeti sorunlu diyor. O kadar aşağılık ki aynı çocuğa milyonlarca erkek bakıyor ama içinden o çocukla sağlıklı her erkeğin olacağı gibi seks yapmak gelmiyor. Ama sen ve senin gibi ruh hastaları bunu normal görüyorsunuz. Kendinize sormuyorsunuz yahu diğer erkekler neden/nasıl bu çocukları seks objesi olarak görmüyorlar. Aslında bu konu daha çok ikinci bastırmaya giriyor ama bu konu ile de ilgili.
Page 227: “By far the more effective way to deal with evil strivings would seem to be to hinder them from becoming conscious, so that there is no conscious temptation. This kind of suppression is what Freud called "repression." Repression means that the impulse, although it exists, is not permitted to enter the realm of consciousness or is quickly removed from it.”
Sayfa 240: “Kötü arzularla başa çıkmanın en etkili yolu onların bilinçli hale gelmesini engellemek gibi görünmektedir, böylece bilinçli bir ayartma söz konusu olmaz. Bu tür bir bastırma Freud'un "bastırma" olarak adlandırdığı şeydir. Bastırma, dürtünün var olmasına rağmen bilinç alanına girmesine izin verilmemesi ya da hızla bilinç alanından uzaklaştırılması anlamına gelir.”
Az önceki çocuk istismarı örneğini bu aşamada kullanamamamızın sebebi o kadar cesurlar ki bastırmaya bile gerek duymuyorlar. Adam o kadar pervasız ki bir sapıklığı din kisvesi altında dile getirmekten çekinmiyor. İşte bu adam güya Allah korkusuna sahip.
Page 227: “Repressing an impulse means removing it from awareness but it does not mean removing it from existence. Freud has shown that the repressed impulse continues to operate and to exercise a profound influence upon the person although the person is not aware of it. The effect of the repressed impulse on the person is not even necessarily smaller than if it were conscious; the main difference is that it is not acted upon overtly but in disguise, so that the person acting is spared the knowledge of what he is doing. "
Sayfa 240: “Bir dürtüyü bastırmak, onu farkındalıktan çıkarmak anlamına gelir, ancak varoluştan çıkarmak anlamına gelmez. Freud, bastırılmış dürtünün kişi farkında olmasa da işlemeye ve kişi üzerinde derin bir etki yaratmaya devam ettiğini göstermiştir. Bastırılmış dürtünün kişi üzerindeki etkisi, bilinçli olduğu durumdakinden daha az bile değildir; temel fark, açık bir şekilde değil, kılık değiştirerek hareket edilmesidir, böylece hareket eden kişi ne yaptığının bilgisinden kurtulur. "
Ne kadar önemli ve hayati bir şey. Bastırıyor ve bastırdığının bile farkında değil. Cehalet mutluluktur dediğimiz gibi farkında olmamak da özgürlük veriyor. Adam aslında ruh hastası ama kendisini oldukça normal görüyor. Sadece az önce örnek olarak yazdığım konu için değil hemen hemen her konu için geçerli.
Page 228-229: “Entirely different from suppression and repression (there) is a third type of reaction to destructive impulses. While in suppression the impulse remains alive and only the action is prohibited, and while in repression the impulse itself is removed from consciousness and is acted upon (to some extent) in disguised fashion, in this third type of reaction the life-furthering forces in a person fight against the destructive and evil impulses. The more aware a person is of the latter the more is he able to react. Not only his will and his reason take part, but those emotional forces in him which are challenged by his destructiveness.”
Sayfa 241: “Gizleme (supression) ve bastırmadan (repression) tamamen farklı olarak, yıkıcı dürtülere karşı üçüncü bir tepki türü daha vardır. Gizlemede dürtü canlı kalır ve yalnızca eylem yasaklanırken ve bastırmada dürtünün kendisi bilinçten uzaklaştırılır ve kılık değiştirmiş bir şekilde (bir dereceye kadar) harekete geçirilirken, bu üçüncü tür tepkide kişinin içindeki yaşamı ilerleten güçler yıkıcı ve kötü dürtülere karşı savaşır. Bir kişi ikincisinin ne kadar farkındaysa o kadar fazla tepki verebilir. Yalnızca iradesi ve aklı değil, yıkıcılığına meydan okuyan duygusal güçleri de buna katılır. ”
Repression ve suppression kelimeleri Türkçede bastırma olarak karşılanıyor bu sebeple çevirirken karışıklık oluyor. Ben bu sebeple suppresion’u gizleme, repression’u baskılama olarak kullanmaya karar verdim. Fakat internetten ikisi arasındaki fark neymiş görmek için bir küçük bilgi aktarmak istedim. (Bastırma (repression) genellikle bir başka savunma mekanizması türü olan bastırma (suppression) ile karıştırılır. Represyon istenmeyen düşünce ve dürtülerin bilinçsizce engellenmesini içerirken, supresyon tamamen gönüllülük esasına dayanır. Özellikle supresyon, kasıtlı olarak acı veren veya istenmeyen düşünceleri unutmaya veya düşünmemeye çalışmaktır.)
Page 229: “It follows from the standpoint of humanistic ethics that the ethical alternative is not between suppression of evil or indulgence in it. Both-repression and indulgence-are only two aspects of bondage, and the real ethical alternative is not between them but between repression-indulgence on the one hand and productiveness on the other. The aim of humanistic ethics is not the repression of man's evilness (which is fostered by the crippling effect of the authoritarian spirit) but the productive use of man's inherent primary potentialities. Virtue is proportional to the degree of productiveness a person has achieved. If society is concerned with making people virtuous, it must be concerned with making them productive and hence with creating the conditions for the development of productiveness. The first and foremost of these conditions is that the unfolding and growth of every person is the aim of all social and political activities, that man is the only purpose and end, and not a means for anybody or anything except himself.
Sayfa 241-242: “Hümanist etiğin bakış açısından, etik alternatifin kötülüğün gizlenmesi ya da ona müsamaha gösterilmesi arasında olmadığı sonucu çıkar. Her ikisi de - bastırma ve hoşgörü - esaretin yalnızca iki yönüdür ve gerçek etik alternatif bunlar arasında değil, bir yanda bastırma-hoşgörü diğer yanda üretkenlik arasındadır. Hümanist etiğin amacı insanın kötülüğünün bastırılması değil (ki bu otoriter ruhun sakatlayıcı etkisiyle teşvik edilir), insanın doğasında var olan birincil potansiyellerin üretken bir şekilde kullanılmasıdır. Erdem, bir insanın ulaştığı üretkenlik derecesiyle orantılıdır. Toplum insanları erdemli kılmakla ilgileniyorsa, onları üretken kılmakla ve dolayısıyla üretkenliğin gelişmesi için gerekli koşulları yaratmakla da ilgilenmelidir. Bu koşulların ilki ve en önemlisi, her insanın gelişmesinin ve büyümesinin tüm sosyal ve politik faaliyetlerin amacı olduğu, insanın tek amaç ve sonuç olduğu ve kendisinden başka hiç kimse veya hiçbir şey için bir araç olmadığıdır."
Burada bize düşen ne? Bir şeyi bastırdığımızı nereden biliriz? Çünkü bastırdığımıza göre durumun farkında değiliz. Belki gizlediğimiz şeyleri bilinçli tercihimiz olduğu için görmemizde sorun yok ama bastırma öyle değil? Kötülüğü bastırmak derken neyi kast ediyoruz?
Benim Allah korkusu olmayan insanlar kötüdür sözüne kızmamın altında da tam olarak bu var. Asıl tam tersi Allah korkusu olanlar kötüdür, neden? Çünkü yapmamayı kendisi seçmiyor, içinden yapmak dahi gelse, o şeyi Allah korkusu yüzünden yapmıyor. Yani aslında içinde kötü bir şeyler var bunun bir şekilde farkında ama bunu kendisine itiraf edip düzeltmeye çalışacağı yerde bastırıp, içindeki korkunun onu engelleyeceğini düşünüyor. Halbuki o istek hala orada duruyor, sorun çözülmüş değil, sadece üstü örtülmüş. Allah korkusu ile aslında yapacağı bir kötülüğü yapmamanın nesi yanlış, sonuçta bir kötülük engellenmiş durumda değil mi? Doğru değil bu. O kötülüğün kaynağına inmeni engelleyen bir durum bu. Kendi muhakeme yeteneğini körelten bir durum bu. Neyin iyi neyin kötü olduğunu görmeni engelliyor. Beyin antremanla gelişen bir organ, kullanmadığın takdirde bir süre sonra saman yığınına dönüşüyor. Eğer neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bulmak için eğitmezsen kendini, yaptığın yada yapmadığın şeyleri bir korkuyu bastırmak için kullanırsan o zaman bir süre sonra otomatik pilotta giden uçak gibi oluyorsun. Karşına bir kriz anı çıktığında beynin hazırlıksız olduğu için apışıp kalıyorsun.
Yine aynı soruyu soralım neyi bastırıp neyi bastırmadığımı nereden bileceğim? Devam edelim Fromm bir şey diyor mu bu konu hakkında bakalım.
Page 229-230: “The productive orientation is the basis for freedom, virtue, and happiness. Vigilance is the price of virtue, but not the vigilance of the guard who has to shut in the evil prisoner; rather, the vigilance of the rational being who has to recognize and to create the conditions for his productiveness and to do away with those factors which block him and thus create the evil which, once it has arisen, can be prevented from becoming manifest only by external or internal force."
Sayfa 242: “Üretken yönelim özgürlüğün, erdemin ve mutluluğun temelidir. Teyakkuz (uyanıklık) erdemin bedelidir, ama kötü mahkumu içeri kapatmak zorunda olan gardiyanın teyakkuzu değil; daha ziyade, üretkenliğinin koşullarını tanımak ve yaratmak ve onu engelleyen ve böylece bir kez ortaya çıktıktan sonra ancak dışsal veya içsel bir güçle ortaya çıkması engellenebilecek kötülüğü yaratan faktörleri ortadan kaldırmak zorunda olan rasyonel varlığın teyakkuzudur.”
Yani ne diyor Fromm uyanık olmak gerekiyor. Alarm halinde, farkında, dikkatli olmak gerekiyor. İnsanların çok büyük bir kısmı ezbere yaşıyor bunu tekrar edip duruyorum, otomatik pilotta yaşamak diyorum bazen. İnsanlar neyi, niye yaptıklarını sorgulamıyorlar. Geçen şahit olduğum çok çok basit bir olayı anlatacağım. Aslında her gün yüzlercesine şahit oluyorum ama bu çok dikkat çekici. 4-5 arkadaş bir arkadaşı dinliyoruz, Konu hekimlerin bazen işgüzar olabildikleri. Arkadaşım çocuklarının doğumu sırasında yaşananları anlatıyordu. Eşi ile doktora gidiyorlar ve hekim plasentada kireç olduğunu söylüyor. Yanımda duran kadın kimyager, 30’lu yaşlarında ve bu konuşmayı dinlerken şu tepkiyi verdi. “Allah Korusun” Şimdi yaşanan olay 10 yıl önce olmuş, çocuk sağlıklı doğmuş ve şu anda da hiçbir sorunu yok. Yani onun kafa yapısına göre bile Allahın koruyacağı bir durum yok. Arkadaş konuşmaya devam ediyor. İkinci doğum öncesinde de hekimlerin nasıl küçük olayları büyüttüğünü söylüyor. Bebeğiniz kalbi delik olabilir dedi diye anlatırken aynı kadın arkadaş yine “Allah korusun” diyor. Ki arkadaşın bahsettiği çocuğu kendisi de tanıyor ve kalbinin delik olmadığını biliyor. Yani olmuş bitmiş ve herhangi bir olumsuzluk yaşanmamış bir olayı dinlerken bile kafa yapısı bu. Bu tepki nereden geliyor, o arkadaş neden sanki 70’lik bir hacı teyze gibi dinliyor konuyu?
Hangi durumda, neye nasıl tepki verdiğimizi, bu tepkinin doğru mu, yanlış mı, makul mu olduğunu kendimize sormamız gerekiyor. Teyakkuz halinde olarak sürekli neyi neden yaptığının farkında olarak yaşamak gerekiyor. Ben neden böyle heyecanlandım, panik oldum, kaygılandım vs… her tepkimiz aslında bir ipucu. Daha önce vicdan konusunu anlatırken de neyin doğru olduğunu içimizde bildiğimizi, vicdanımızın sesini dinlesek doğru olanı yapacağımızı yazmıştık. İşte aslında eğer kendimizi gözlemlersek tepkimiz doğru mu, yanlış mı anlayabiliriz. Bunun için kendimizi eğitmemiz gerekiyor. İlk adım uyanık olmak.
Az önceki anekdota dönersek olup bitmiş bir olayı dinlerken neden ikide bir Allah korusun deme ihtiyacı hissediyorum diye sormak gerekiyor. Yaşanan olumsuzlukları, yada yaşanabilecek olumsuzluklara göğüs gerebilecek kadar güçlü değil misin? Sorunlar olur ve can sıkıcı şeyler yaşanır, Allah korusun deyince bunlar ortadan mı kalkacak? Sorunlarla karşılaşmaktan neden korkuyorsun? Sen onları görmeyince sorunlar ortadan kalkıyor mu? Neden Allahın korumasına bu kadar ihtiyaç hissediyorsun. Senin neden korunmaya ihtiyacın var? Sorular sormakla bitmez. Önemli olan doğru soruları sorup görmekten korktuğumuz, kaçtığımız şeyi görmek. Eğer göremezsek çözemeyiz de. Üretken olalım diyoruz ama önce bizi pranga altına almış olan, üretken olmamızı engelleyen şeyleri görüp ortadan kaldırmalıyız. Bu iş ise lafla olmuyor, emek harcamadan olmuyor.
Page 242: “Authoritarian ethics has imbued people with the idea that to be good would require a tremendous and relentless effort; that man has to fight himself constantly and that every false step he makes could be disastrous. This view follows from the authoritarian premise. If man were such an evil being and if virtue were only the victory over himself, then indeed the task would seem appallingly difficult. But if virtue is the same as productiveness, its achievement is, though not simple, by no means such a laborious and difficult enterprise. As we have shown, the wish to make productive use of his powers is inherent in man, and his efforts consist mainly in removing the obstacles in himself and in his environment which block him from following his inclination. Just as the person who has become sterile and destructive is increasingly paralyzed and caught, as it were, in a vicious circle, a person who is aware of his own powers and uses them productively gains in strength, faith, and happiness, and is less and less in danger of being alienated from himself; he has created, as we might say, a "virtuous circle." The experience of joy and happiness is not only, as we have shown, the result of productive living but also its stimulus. Repression of evilness may spring from a spirit of self-castigation and sorrow, but there is nothing more conducive to goodness in the humanistic sense than the experience of joy and happiness which accompanies any productive activity. Every increase in joy a culture can provide for will do more for the ethical education of its members than all the warnings of punishment or preachings of virtue could do."
Sayfa 242-243: “Otoriter etik, insanlara iyi olmanın muazzam ve amansız bir çaba gerektireceği fikrini aşılamıştır; insan sürekli kendisiyle savaşmak zorundadır ve attığı her yanlış adım felakete yol açabilir. Bu görüş otoriter önermeden kaynaklanmaktadır. Eğer insan kötü bir varlık olsaydı ve erdem sadece kendine karşı kazanılan bir zafer olsaydı, o zaman bu görev gerçekten de korkunç derecede zor görünürdü. Ancak erdem üretkenlikle aynı şeyse, erdeme ulaşmak basit olmasa da hiçbir şekilde bu kadar zahmetli ve zor bir girişim değildir. Gösterdiğimiz gibi, güçlerini üretken bir şekilde kullanma arzusu insanın doğasında vardır ve çabaları esas olarak kendi içinde ve çevresinde bu eğilimini takip etmesini engelleyen engelleri ortadan kaldırmaktan ibarettir. Kısırlaşan ve yıkıcı hale gelen kişinin giderek felç olması ve deyim yerindeyse bir kısır döngüye yakalanması gibi, kendi güçlerinin farkında olan ve bunları üretken bir şekilde kullanan kişi de güç, inanç ve mutluluk kazanır ve kendine yabancılaşma tehlikesiyle giderek daha az karşılaşır; deyim yerindeyse, bir "erdemli döngü" yaratmıştır. Sevinç ve mutluluk deneyimi, gösterdiğimiz gibi, üretken yaşamın yalnızca sonucu değil, aynı zamanda uyarıcısıdır. Kötülüğün bastırılması kendini cezalandırma ve üzüntü ruhundan kaynaklanabilir, ancak insani anlamda iyiliğe, herhangi bir üretken faaliyete eşlik eden neşe ve mutluluk deneyiminden daha elverişli bir şey yoktur. Bir kültürün sağlayabileceği her neşe artışı, üyelerinin ahlaki eğitimi için tüm ceza uyarılarının veya erdem vaazlarının yapabileceğinden daha fazlasını yapacaktır.”
Yeteneklerini keşfeden, amacı potansiyelini maksimum seviyede yaşamak olan ve bu ikisi ile birlikte üreten bir yaşamı hedefleyen kişi mutluluğa ulaşmaya uğraşmaz zaten mutludur. Ama güçlerini olduğu gibi yansıtamayan aslında bir kuş iken yüzmesi istenen kişinin de mutlu olması imkansızdır. Bize düşen şey bu. Bir kuşun uçması, bir balığın yüzmesi gerekir. Bu kadar basit. Siz balık mısınız, kuş musunuz keşfetmek zorundasınız.
Bu bölüm de bitti. Bastırdığımız şeyler bizi neden ve nasıl üretken olmaktan alıkoyuyor gördük. Şimdi de “Karakter ve Ahlaki Yargı” bölümüne geçiyoruz.
Comentários