top of page
Okunduğu Gibi

Kadın Cinselliği ve Ataerkil Düzen

Poor Things (Zavallılar)

Yorgos Lanthimos’un filmi bir kadını merkeze alarak kadının kendisini keşfetmesini ve onun keşif macerasının başkaları tarafından nasıl algılandığını hakkında. Bunu yaparken de bir kadını toplumsallıktan, sosyalizasyondan, medeniyet algısından koparıyor ve çevresel etkilerin olmadığı durumda biyolojik olarak kadının hayatı nasıl yaşayacağını bize gösteriyor. Yani insanı oluşturan şey kültür müdür yoksa genetik midir tartışmasına bir katkı sağlamış oluyor. Film boyunca Bella'nın bir çok yerde bazen komik, bazen saf, bazen can sıkıcı pozisyonlara düşmesini bu açıdan değerlendirmek gerekiyor.

Yönetmen, çok önemli bir şey yapıyor. İnsanın hayatından toplumsallaşmayı ya da adına medeniyet dediğimiz şeyi çıkarırsak elimizde ne kalır? Bize çok keyifli ve üstünde düşünmeye değer konular veriyor. Belki Lanthimos'un bakış açısında bazı yerlerle hemfikir olmayabiliriz. Belki bazı şeyleri yanlış yorumladığını da düşünebiliriz ama bu yaptığı işin değerini düşürmüyor. Yapmaya soyunduğu iş gerçekten çok zor. Toplumsallaşma (kültür) olmaksızın bugün ulaştığımız medeniyete gelmiş olsaydık aslında özümüzde nasıl insanlar olurduk sorusu çok zorlu bir konu.  

Bu konunun kökenleri, yani insanın doğası nedir sorusu çok eskilere dayanıyor. Hobbes, Rousseau, Locke ve daha birçok düşünür bir şeyler söylemiş. Hemen hemen tüm dinlerin de bu konu hakkında görüşü var. İnsan doğuştan nasıldır? İyi midir, kötü müdür, vahşi midir, medeni midir vs. 



Bella'nın büyümesini takip ederken Lanthimos’un bize gösterdiği en irrite şey onun şiddete olan yatkınlığı idi. Özellikle kadavranın gözüne bıçak sokma sahnesi beni irkiltti. Neden bunu yapıyor diye sordum. Ya da daha basitinden Max’le ilk karşılaştıklarında ona yumruk atması. Ve filmin omurgasını oluşturan Bella'nın cinsel organından zevk almayı keşfi. Bella'nın cinselliği ve onu nasıl algıladığı sonra onun bunu keşfinin diğer insanlar üstündeki etkisi. Burada insanın gelişim aşamalarına bir gönderme olduğunu düşünüyorum.

Cinsellik dediğimiz şey nedir? İnsanın cinsel organları var ve bunlar zevk alacak hücrelerle donatılmış durumda. Bunun çok önemli bir sebebi var. Cinsellikten zevk alıyoruz çünkü insanın temel iki görevinden birisini yerine getirmemizi sağlıyor.

Bunlardan ilki hayatta kalmak. Her şeyden önce ilk derdimiz bu. Hayatta kalabilmek için sahip olduğumuz güdülerden birisi Bella'da gördüğümüz gibi, bir başka vücudu bile kolayca parçalayabilmemizi sağlayan, şiddet duygumuz. Bu en temel içgüdümüz. Gerek kendimiz korumak için olsun gerek aç karnımızı doyurmak için olsun bir başka canlıyı öldürmekten kesinlikle geri durmuyoruz. Diğer türlüsü mümkün olamazdı zaten. Eğer dünyaya bu içgüdü ile gelmesek otobur olarak hayatımıza devam ederdik. Daha mı iyi olurdu bilmiyorum ama neticede bizler böyle canlılarız, çok da tartışacak bir şey yok.

İkinci içgüdümüz de soyumuzu devam ettirmek. İşte bu noktada zevk alma organlarımız devreye giriyor. Bella'nın bir süre sonra cinsel organını keşfetmesi kaçınılmaz olarak hayat akışını da kökten değiştiriyor. O ana kadar gününü sadece yemek yiyip, oyun oynayıp, çevresini gözlemleyerek geçiren Bella bir anda kendi vücudunu keşfediyor.

Evrimin cinsel bölgeleri bu kadar zevk verici olarak tasarlarken amacı insanları seks yapmaya yönlendirmek ve bu sayede soyun tükenmeden devamını sağlamaktı. Fakat bu durum bir çatışmanın ortaya çıkmasına sebep oldu. İki temel içgüdümüz bir şekilde çarpışmak zorunda kaldı. Bir yandan hayatta kalmaya çalışıyorduk ve bunun için topluluklar halinde yaşamak üzere evrimleşmiştik ve diğer yandan da soyumuzu devam ettirebilmek için seks yapmamız gerekiyordu. Bu iki durum bir süre sonra sorunlara yol açtı ve bu sorunu iki cinsten birisinin diğeri tarafından sömürülmesi ile çözdük. Bunun adına ataerkil düzen diyoruz. Bu düzenin kurulmasında erkeğin payı kadar kadının da payı var. Bu yazı boyunca bunu tartışmaya çalışacağım.

Ataerkillik tüm eleştirilere rağmen başarısız bir çözüm müydü? Bugün dünyadaki nüfusumuz 7-8 milyarı bulduğuna göre ve hemen hemen tüm dünyada ataerkillik bir yönüyle yaşandığına göre ne kadar kızarsak kızalım evrimsel olarak işe yaramış gibi gözüküyor. Yani iki temel güdümüzü de tatmin etmiş durumdayız. İlk olarak hayatta kalmayı başardık ve besin piramidinin en üstüne tırmandık ve dünyadaki nüfusumuzun bu denli artmış olması da soyumuzu iyiden iyiye çoğaltabildiğimizin göstergesi.   

Eğer seks yapmak bu kadar zevk vermese ve kadın ve erkeğin seksten aldıkları zevk nicel ve nitel olarak bu kadar farklı olmasa belki de ataerkil toplum düzeni gelişmeyecekti. Ama gel gör ki sonuç olarak yaşadığımız şey bu. Peki neden cinsel ilişkiden aldığımız zevk ve cinsel ilişki sonucunda yaşadığımız şeyler  ataerkilliğe yol açmış olabilir? İşte bu yazıda bunu anlamaya çalışacağım.

Biraz uzun bir giriş yaptım. Ve artık filmde anlatılanlardan yola çıkarak kadın ve erkek cinselliği temel alarak ataerkil topluma nasıl ulaştığımız incelemeye başlayabiliriz.

Kadın ve Erkek Cinselliği

Yorgos Lanthimos’un yönettiği Poor Things filminin bende uyandırdığı önde gelen düşünce kadının cinselliğini nasıl yaşadığı ve  erkeklerin bu durum karşısındaki tutumları. Konunun iki boyutu var: ilk olarak kadınlar cinselliği nasıl yaşıyor ve buna paralel olarak erkek kendi cinselliğini nasıl yaşıyor ve kadının yaşamış olduğu cinselliğe hangi gözle bakıyor. İkinci olarak kadının yaşamış olduğu cinsellik erkekler üzerinde nasıl bir etki bırakıyor ve buna paralel olarak kadın kendi cinselliğini refleksif olarak nasıl algılıyor. Uzun bir tespit cümlesi oldu ama kısacası kadın ve erkek önce kendileri açısından cinselliği nasıl yaşıyorlar sonra da karşılarındaki kişilerin kendileri ile yaşadığı bu ilişkiyi nasıl görüyorlar.

Refleksif
"Refleksif" kelimesi, "yansıtma", "geri dönüş" veya "geri yansıtma" anlamlarına gelir. Genellikle bir kişinin veya bir sürecin kendi düşüncelerini, duygularını veya deneyimlerini gözden geçirme ve değerlendirme sürecini ifade etmek için kullanılır.Sosyolojide veya psikolojide, refleksif bir yaklaşım, bireyin kendi düşünce ve davranışlarını anlamak için içsel bir geri bildirim döngüsü oluşturmasını içerir. Kişi, kendi deneyimlerini ve davranışlarını analiz ederken aynı zamanda kendi bakış açısını da değerlendirir. Bu, kişinin kendi kendini anlama ve geliştirme sürecini destekler.

Bella karakteri Duncan’la ilk kez seviştikten sonra ne diyor: “neden bunu sürekli yapmıyor insanlar?”. Bir süre dinlendikten sonra "hadi bir daha yapalım" diyor. Doğal olarak adamın pili bitmiş. Her ne kadar kendisini diğer birçok erkek gibi  dünyanın en iyi seks yapanı olarak görse de “benim de güçlerimin sınırları var” diyerek acı durumu itiraf ediyor. Kadının cinselliği nasıl yaşadığı ile erkeğin nasıl yaşadığını çok güzel ortaya seren bir durum. Cinselliğin yaşanma biçimi insanlığın evrimini bile etkilemiş olabilir. 



Kritik nokta burada: söz konusu olan cinsellik olduğunda erkeğin sınırları var. Halbuki filmde de vurgulandığı gibi erkek türü önüne gelen her kadınla (yüz kadının kokusu taşımak) yatmak istiyor. Soyunu devam ettirme içgüdüsü ona seçici olmamasını söylüyor. Bir erkek spermlerini ne kadar çok dişiye yayabilirse evrimsel olarak o kadar başarılı şekilde görevini yerine getirmiş olur. Kadın her ay tek yumurta üretebilirken erkeğin her an milyonlarca sperm taşıyabilmesi bu durumun biyolojik olarak göstergesidir.

Erkek cinsi evrimsel olarak nasıl bir bakış açısına sahip? Bütün evrimsel tarihi ona karşında potansiyel bir seks yapıcısı (çocuğunu taşıyacak kişi) varsa fırsatı kaçırma diyor. Burada erkeklerin hovardalığını rasyonelleştirme derdimizin olmadığını özellikle vurgulamak istiyorum. Yaptığımız şey, yaşadığımız hayatı sorgulamak ve neyi niye yaptığımızı çözmek için elimizdeki verileri kullanmak.

Bella’nın da vurguladığı gibi erkeğin "fizyolojik bir sınırlılığı", problemi var.  Hem her şeyi istiyor hem de bunu yapabilecek gücü sınırlı. Erkeğin bu durumu “Kifayetsiz Muhteris” sözünü hatırlatıyor. Erkek cinsi neden kifayetsiz muhteristir ve nasıl, buna rağmen (bunun sayesinde) ataerkil bir toplum düzeni oluştu. Üstünde durulması gereken bir konu. 

Kifayetsiz Muhteris
Yetersiz olduğu halde kendini beğenmiş ve kibirli olan kişileri ifade eder. Konuyla ilgili yeterli bilgi ve beceriye sahip olmasalar da, her konuda fikir beyan ederler. Eleştirilere açık değillerdir ve hatalarını kabul etmezler. Kendilerini olduğundan daha zeki ve yetenekli görürler. Başarısızlıklarını başkalarına veya dış etkenlere bağlarlar. Sürekli övülme ve takdir edilme ihtiyacı hissederler.

Kadının durumu nedir? Kadının sınırı (en azından yorulana kadar devam edebiliyor) yorulmak. Zevkin sınırı ise yok ancak zevk almaktan sıkılabilir. Yani fizyolojik bir engeli yok. Bu kadın için de sorunlu bir durum. Karşısında sınırları olan bir erkek var ve kendisi bunun çok ötesinde bir güce sahip. Bu durumu ifade eden deyim nedir? Yani, Kendisi çok fazla bir güce sahipken karşısındaki kişinin sınırlı güce sahip olması durumunu biz nasıl ifade ederiz. “Üstün konumda olmak”, “ağır basmak”, “domine etmek” gibi şeyler gelmez mi aklımıza? Yani söz konusu cinsel ilişkiye girmek olunca aslında kim daha üstün. Sınırlı bir güce sahip olan erkek mi, çok daha fazla güce sahip kadın mı?

Peki yaşadığımız gerçeklik böyle mi? Bütün porno endüstrisi ne üzerine kurulu? Saatlerce kadını zevk çılgınlığına boğan kaslı, güçlü, büyük penisli erkeklerin kadınların üstünde bir dominasyon sağlaması değil mi? Halbuki gerçek tam tersi iken neden bizler bunu yaşıyoruz? İki temel içgüdünün çarpışmasından hayatta kalmanın üstün geldiğini görüyoruz. Erkeğin aslında cinsel açıdan "erksiz" olması ama sanki yaşanan gerçekliğin tam tersi olmasını manidar. Bu konuyu bu yazının sonuna kadar çözmüş olacağız.

Eğer filmde de sık sık vurgulanan bir konu var. Adına medeniyet dediğimiz şey olmasa kadının cinselliğini yaşaması için önünde bir engel yok. Yani istediği sayıda farklı erkekle birlikte olabilir. Yani kadının yaşadığı özgürlüğün engellenmesi problemini film medeniyete atfetmiş. Fakat gerçek hayatta durum böyle değil. Erkeğin ciddi bir fizyolojik kısıtlılığı olduğu doğru ama kadın için de işler o kadar sorunsuz değil. Onun da kısa vadede olmasa bile uzun vadede bir fizyolojik problemi var: Hamile kalıyor. 

Yani kadın ve erkek cinselliği dikensiz gül bahçesi değil. Erkek kısa vadeli fizyolojik soruna sahipken  kadın uzun vadeli bir “sıkıntı” yaşıyor. Bu konunun ataerkillikle bağlantısı ne? 

Kadın ve erkek cinselliğini iki boyutu var. Önce erkek boyutunu sonra kadın boyutunu ele alıp neden bu iki boyutun insanlığı ataerkilliğe götürdüğünü anlamaya çalışacağım. Erkek kadınla birlikte olduktan sonra bir şey keşfeder. Kendisinin deli gibi seks yapmak isteyen bir hormonal yapısı var yani seks için can atıyor. Kadın da kendisi gibi (yada daha fazla) seksten zevk alıyor ama erkek kadar cüretkar değil. Neden yada nasıl?

Ahlak, din, töre, gelenek, kültür gibi insan uydurması kuralların olmadığı bir ortamda yani toplumsal baskının olmadığı bir ortamda aslında kadın, erkekten seks yapma konusunda daha istekli. Ama bu konuda cüretkar olmamanın tek sebebi medeniyet mi? Zavallı Şeyler filminde  bu durumu medeniyet olarak görmüşler ve  konu özgürlüğün önündeki engel olarak işlenmiş. Filmde konu sadece bu boyutu ile ele alınmış ama aslında bir o kadar önemli nokta var ve o da fizyolojik bir konu. Kadının cinsel ilişki sonrasında hamile kalması. Zaten ataerkil düzenin sebebi medeniyet değil. Medeniyet dediğimiz şey sonuç. Yani insanların özgürlüklerinin sınırlanması ve içgüdülerimize göre değil de belli kurallara göre yaşamayı seçmiş olmamız sebep değil. Hayatta kalma içgüdümüz bizi bu şekilde yönlendirdi.   

Cinsel ilişkiden zevk alma açısından ele aldığımızda esas faydayı sağlayan kadın gibi gözüküyor. Bir erkek cinsel zevkin doruğunda en fazla 3-5 saniye kalabilirken kadın öyle değil. Kadın uygun ortamda dakikalarca zevk alabiliyor. Yani konuya bu açıdan bakınca bu ilişkiden esas faydayı gören kadın. Belki de bu sayede ya da bu sebeple kadın ataerkil düzenin kıskacında kalmayı kabul etti. Cinsel ilişkiden alınan zevk belki de kadının hem lüksü hem de laneti oldu. Bu çok spekülatif bir değerlendirme ama üstünde durulması gerektiğini düşünüyorum. Az sonra ele alacağımız gibi riski alan esas olarak kadın yani cinsellikten elde ettiği ödülün maalesef çok büyük bir bedeli var. Belki de seksten bu kadar fazla zevk almasaydı kadını bir şekilde ikincil konuma iten bu düzene ikna etmek mümkün olmayacaktı. Fakat şimdi konunun erkek tarafına yoğunlaşalım sonra kadının durumuna gelebiliriz. 

Erkekler de salak değil ya durumu çözüyorlar hemen. Kendileri her ne kadar her kadınla yatmak için can atsalar da sonuçta bu işten esas faydayı gören kadın olduğunu çözmeleri çok da uzun sürmüyor. Eğer ki bir kadını özgür bırakırsan, istediği erkekle yatması için ortam uygun olduğunda (filmde buna medeniyet deniyor) kadını bugün sahip olduğumuz ataerkil düzende olduğu gibi elinde tutman mümkün değil. Kadının senin gibi fizyolojik bir sınırlılığı yok. Bir şekilde tüm erkekler bu acı gerçeği görüyor. Yani erkek “kifayetsiz muhteris”, kadın, “üstün konumda”. Durumun böyle olduğunu her iki taraf da görüyor ama bulunan çözüm tam tersi yönde.

Kadının erkeğin çıkarına olan ataerkil düzeni kabul etmesine (etmek zorunda kalmasına!) dair çok büyük bir açmazı var. Bu açmaza gelmeden önce aslında şimdiye kadar değinmiş olmamız gereken bir konuya gelelim. Çok temel olan bir soruyu soralım: Cinsellik neden var? Cinsel ilişkiden zevk almak amaç değil ki o sadece esas amacı gerçekleştirmek için evrimin ürettiği bir hediye paketi. İnsanlar yada tüm canlılar kendilerine göre yöntemlerle cinsel ilişkiye giriyor çünkü soyunu devam ettirmek istiyor. Soyunu devam ettirme içgüdüsü olmasa aslında adına medeniyet dediğimiz şeyi de yaratmayacaktık. Soyunu devam ettirme kaygısı seksi sadece seks olmaktan çıkarıyor. 

Ne oldu da ataerkil düzene geçmeye karar verdik? Neden yada nasıl kadınlar bu çeşit adaletsiz bir düzeni kabul etmek zorunda kaldılar? Yani neden isteyen istediği ile seks yaparak yaşamadı da erkeğin hakim olduğu, kadınların da  erkeklerin “üstün” olduğunu kabul ettiği bir düzene geçildi? 

Açıkçası aslında ataerkillik, medeniyet, özgürlük konuları sadece sekse bağlı konular değil ama hem filmin cinselliğe çok odaklanmış olması hem de bu yazıda cinsellikle ataerkillik arasında kurmaya çalıştığım ilişki yüzünden sanki ataerkilliğin tek sebebi seksmiş gibi bir yanlış algıya yol açmamalı. Bu konunun sadece bir boyutu ama çok da yer kaplayan, önemli bir boyutu. Bu notu da düştükten sonra kaldığım yerden devam edeyim.

Ne demiştik insanın en büyük iki içgüdüsü var: Hayatta kalmak ve soyunu devam ettirmek. Hayatta kalmak bu yazının konusu değil ama ataerkil toplum düzeninin kurulmasında bu içgüdünün rol oynadığı kesin. Soyunu devam ettirmekle ilgili olarak, kadın ve erkek cinselliğini ve bu cinsel ilişki biçiminin ataerkilliğin ortaya çıkmasına nasıl katkıda bulunduğunu göstermek istiyorum. Ne demiştik asıl amaç soyunu devam ettirmek ve bunun için cinsel ilişkiye girmeyi arzulamamızı sağlayan zevk mekanizmasını evrimleştirmişiz.  



Kadın erkek ilişkisi sadece seksten ibaret değil ayrıca beğenme, aşık olma, onsuz yapamama durumları var. Seksin sadece zevkli olması yeterli değil bir de onsuz yapamama durumu var. Duncan’ı tımarhaneye kadar düşüren şeyden bahsediyorum. Ya da bir yönüyle generalin karısına klitoris kesme işkencesini yapmasından bahsediyorum. Ya da bir yönüyle Max’in her şeye rağmen Bella’yı kabul etmesine yol açan duygudan bahsediyorum. Bütün bu işlerin arkasında akıl yok. Başka bir şey var. Adına aşk dediğimiz algılama biçimini dahi saptıran bir durumdan bahsediyorum. Aşık olduğumuzda gerçeklik yeni bir boyut alıyor. İşte bu da bir şekilde soyunu devam ettirme içgüdüsünün bir başka yan ürünü olsa gerek. Günümüzde yaşanan kadın cinayetlerinin arkasında kültürün mutlaka etkisi var ama bir o kadar da erkeğin psikolojik yapısının da etkili olduğunu görmemiz gerekiyor. Erkeğin kifayetsiz muhteris yapısını en iyi yansıtan şey bu cinayetler. Medeniyetin etkisinin az olduğu bizim gibi toplumlarda içgüdüler daha çok devreye giriyor.



Kadın/erkek ilişkisinde aklın mı duygunun mu ön planda olduğunu; kadının mı yoksa erkeğin mi aklını daha çok kullandığını; duygularına hakim olamayanın kadın mı, erkek mi olduğunu incelemeye devam edeceğim. Benim hipotezim genel kanının aksine (erkeklerin aklı, kadınların duyguyu temsil ettiği görüşünün aksine) kadınların akıllarını erkeklerin duygularını kullandıklarını ileri süreceğim. Biz bu şekilde evrimleştiğimiz için soyumuzu devam ettirebildik. Bu konuya az sonra geleceğim. 

Filmde de görüldüğü üzere kadın özgür olduğunda yani sadece bir erkeğe bağlı kalmak zorunda olmadığında onu tutan bir şey de kalmıyor. İstediği erkekle birlikte olma özgürlüğü demek bir erkek için her an terkedilebilir olmak demek. Kadın seçen olduğunda kadın seçimini neye göre yapacak? Konu sadece seks olduğunda kendisine en çok zevk veren her kimse onu seçecek. Eğer başat kriteri yaşayacağı seksin kalitesi olursa bu durumda daha atletik, kaslı, güçlü, kondisyonu yüksek adamı seçecek. Gidip da hımbıl, göbekli, tıknefes, sevişirken soluk soluğa kalacak adamı seçmeyecek. 

Toplumdaki erkeklerin normal dağılımı nedir? Yani ortalama bir erkek hangi özelliklere sahip? Bunun cevabı her gün sokakta en çok gördüğümüz kişilerden kolayca anlaşılabiliyor. Ortalama erkek cinsel açıdan çekici değil. (Aynen ortalama bir kadının olmadığı gibi) Yani kadınların da ideal erkek olarak bulabilecekleri erkek sayısı sınırlı. Kimlerin kimlerle sevişeceğinin belli bir süre sonra düzeni oturacak. Eğer ki kadın cinsel ilişkiye girme konusunda özgür olursa yani başka diğer tüm parametreler göz ardı edilirse ne yaşanır? Seçilen erkekler olacak. Bu erkeklerin sınırlı sayıda cinsel ilişkiye girme gücü olacak. Az sayıda erkeğin çok sayıda kadın tarafından tercih edildiği bir düzen ortaya çıkacak. Erkek seçilen olduğu için zaten biyolojik olarak da çok seçici olmadığı için (hatırlayalım erkeğin asıl derdi spermlerini en azami sayıda kadına aktarabilmek) bu duruma, ne kadar çok kadınla seks yaparsam o kadar kar gözüyle bakacak. Söz konusu sadece kadınların seçtiği bir cinsellik düzeni olduğunda oluşacak durum buna benzer olurdu. Peki cinsel olarak atıl durumda olan erkekler bu durumda ne yapabilir?




Tüm bu senaryoları sayısallaştırmamız belki konuyu somutlaştırmamız açısından yardımcı olur. 100 kişilik bir grubumuz olsun. Bunların 50'si kadın, 50'si de erkek olsun. Ve hepsi de cinsel olgunluğa erişmiş olsunlar. Bu gruba “Pareto Prensibini” uygularsak ne görürüz? Bu gruptaki cinsel açıdan çekici erkeklerin grubun %20’si olduğunu farzedelim. Yani 10 erkek cinsel açıdan çekici. Yani 40 erkek atıl durumda. 50 kadının 40’ı çekici erkeklerle birlikte olursa ve diğerlerini görmezden gelirse ne olur? Sanırım bu soru Bella’nın Paris’te yaşadığı şeylerin de arkasındaki şeylerin cevabı. Yani kendisine partner bulamayan erkek bu sorunu çözmek zorunda kalır. Ve çözüm olarak da seçim yapmayan (yada bir sebeple yapamayan) kadınlara mahkum hale düşer.

Pareto Prensibi
Pareto kuralı, "az sayıda şeyin, çok sayıda şeyden daha önemli olduğu" fikrini savunan bir ilkedir. Bu ilke, İtalyan ekonomist Vilfredo Pareto tarafından 19. yüzyılda ortaya atılmıştır. Pareto, servetin %80'inin nüfusun %20'sine ait olduğunu gözlemlemiş ve bu gözlemini diğer birçok alana da uyarlamıştır. Örneğin, bir grup insan arasında cinsel çekicilik ve cazibe yönünden öne çıkan kişiler genellikle diğerlerine kıyasla daha fazla ilgi görürler.

İnsanlık tarihinin  eski mesleklerinden birisini fahişelik olduğu söylenir. Bunun sebebi nedir? Neden kadınlar kendini satar da erkekler için bu geçerli değil? Bella genelevde “aslında seçenler kadınlar olsa daha iyi olmaz mıydı” derken safça bir istekte bulunmuş oluyordu. Toplumun gerçekliğinden kopuk bir istekti. 

Erkeklerin seçici olmadıkları bazı çalışmalarda gösterilmiş. Kadınların erkeklerden bekledikleri erkeklerin kadınlardan bekledikleri aynı değil. 

Arzunun Evrimi: İnsan Eşleşme Stratejileri
"The Evolution of Desire: Strategies of Human Mating" (Arzunun Evrimi: İnsan Eşleşme Stratejileri) adlı kitap, David M. Buss tarafından kaleme alınmış bir çalışmadır. Kitap, insanların eşleşme stratejilerini ve cinsel seçim sürecini evrimsel psikoloji perspektifinden ele almaktadır. Bu kitapta, erkeklerin ve kadınların karşı cinsten ne beklediklerine dair birçok araştırma sonucuna yer verilir. İşte bu kitaptan bazı önemli bulgular:
Evrimsel Psikoloji Perspektifi: Erkekler ve kadınlar çiftleşme stratejilerini genetik olarak farklı şekillerde evrimleştirmişlerdir.
Cinsel Seçim Kriterleri: Araştırmalar, erkeklerin genellikle fiziksel çekicilik, gençlik ve üreme yeteneği gibi fiziksel özelliklere daha fazla önem verdiğini göstermektedir. Kadınlar ise genellikle sosyal statü, kaynak sağlama yeteneği ve koruyuculuk gibi kaynaklara daha fazla değer verir.
Sadakatsizlik ve Cinsel Kıskançlık: Kitap, erkeklerin ve kadınların farklı nedenlerle cinsel kıskançlık yaşadığını ve bu duyguların evrimsel kökenlerine odaklanır. Örneğin, erkekler genellikle çocuklarının biyolojik babası olup olmadığından endişe duyarken, kadınlar genellikle eşlerinin kaynaklarını ve korumasını başka bir kadına kaptırma endişesi yaşarlar.
Ebeveynlik Yatırımı: Kitap, ebeveynlik yatırımının erkekler ve kadınlar arasında farklı şekillerde tezahür ettiğini inceler. Erkekler genellikle çocuk sahibi olma konusunda daha fazla cinsel istek gösterirken, kadınlar genellikle daha seçici olurlar ve çocuklarının iyi bir bakım ve kaynak sağlama garantisi almak isterler.
Erkeklerin Kadınlardan Bekledikleri:
Fiziksel çekicilik: Çalışmalar, erkeklerin genellikle çekici buldukları kadınlarda belirli fiziksel özelliklere (örneğin, simetrik yüz, uzun saç, ince bel) daha fazla önem verdiğini göstermiştir.
Gençlik: Erkeklerin, kendilerinden daha genç kadınlara ilgi duyma eğiliminde olduğu da gözlemlenmiştir.
Kadınların Erkeklerden Bekledikleri:
Maddi kaynaklar: Çalışmalar, kadınların genellikle maddi açıdan güvenilir ve istikrarlı erkekleri daha çekici bulduğunu göstermiştir.
Sosyal statü: Kadınların, yüksek sosyal statüye sahip erkekleri daha çekici bulabilir.
Koruma ve destek: Kadınlar, kendilerini güvende hissedebilecekleri ve zor zamanlarda destek olabilecekleri erkekleri daha çekici bulabilir.
David M. Buss. (2003). The Evolution of Desire: Strategies of Human Mating. Basic Books.

Tekrar 100 kişilik grubumuza dönersek. 40 erkek açıkta kalmıştı. Topluluk halinde yaşayan bir çok memelinin yaşadığı şey de bu. Bir grupta bir alfa erkek olur ve grubundaki dişilerle çiftleşme hakkı onlarındır. Bir başka erkek grubun liderliğini aldığında kendinde önceki erkeğin yavrularını öldürür ki kadınlar sadece kendisi ile ilgilensin. İnsanlarda buna benzer bir süreçten geçmiş olmalı. 10 erkek kadınların çoğunluğu ile seks yapma hakkına sahipken atıl durumdaki 40 erkeğin bir şey yapmadığını düşünmek yanlış olur.  

Yani sadece tek kriterimiz seks yapmak olduğunda ve bunu kadınların eline verdiğimizde çoğunluk erkek partnersiz kalacak. Bu durumu çözmek gerekiyor. Bu çoğunluk erkek için bir sorun. Aslında uzun vadede seçilmeyen kadınlar için de bir sorun. 

Erkeklerin bu soruna bulduğu çözüm kadınları sahiplenmek ve başkasına vermemek olmuş. Bunu da kadının erkekten zayıf, akılsız, düşüncesiz olduğunu iddia ederek yapmış. Bildiğimiz üzere kadını bazı toplumlar insan olarak bile görmemiş ve hali hazırda aynı zihniyet bir çok toplumda yaşamaya devam ediyor, örn. Afganistan. Fiziksel olarak güçlü olmasının getirdiği avantajı kendisine koz olarak kullanmış ve kadını kendisine tabi insan haline getirmiş. Diğer türlü eğer kadın seçilen değil de seçen olmaya devam etseymiş durum çok daha değişik olurmuş. Bu konunun bir boyut idi şimdi diğer boyuta geçelim.

Kadının Fizyolojik Sorunu

Kadının fizyolojik sınırlılığını yada daha doğrusu yükünü ele alma zamanı geldi. Günümüzde yaşanan toplumsallaşmayı, medenileşmeyi bir süreliğine kenara atarsak, yani sadece içgüdülerimiz ve hormonlarımızın yönlendirdiği bir hayatı yaşarsak ne olur? Erkekler ve kadınlar her bulduğu fırsatta sevişir. Bir erkek günde en fazla 2-3 farklı kadınla sevişir, bir kadın ise sayısına kendisi karar verir ama diyelim 2-3 farklı erkekle sevişir. Bu sevişmelerin sonucunda bir süre sonra kadınlar hamile kalmaya başlar.  Sevişirken sorun yok, hiç durmadan yapmak istediğin bir şey, ama ya sonrası? Sonrasında yük kadının omuzlarında.  

Bu zevkli eylemin bir yan ürünü var: bebek. Bu bebeğin sahibi kim? Birisi kesinlikle bebeği doğuran anne, peki diğeri kim? İşte bu bir sorun. Bebek büyütmek diğer canlılarda olduğu gibi çok meşakkatli olmasa çok sorun değil. Ama bir insan bebeğinin hayatta kalabilecek derecede olgunlaşabilmesi için en az 6-7 yıl gerekiyor. Ve bu 6-7 yılın özellikle ilk 3-4 yılı tam bir bağımlılık hali. Yani bebeği bir kenara koysan mümkün değil hayatta kalamaz. Bu bebeğe kim bakacak? “Tabi ki” anne. Çünkü o çocuğun %100 sahibinin o olduğu belli. Ama tek başına üstesinden gelmek çok güç. Bir destekçiye ihtiyaç var. Bu kim olacak? Diğer kadınlar da kendisi gibi ya çocuk büyütme derdinde ya da hamile o yüzden hemcinslerinden alabileceği yardım kısıtlı. Ve doğa şartlarında hayatta kalmak hiç de kolay değil. Yani sıradan, tarih öncesi kadın Bella gibi bir otel odasında ekmek elden su gölden yaşamıyor. Tartları ağzına tepe tepe yemek gibi bir şansı yok. Eğer 1-2 gün yemek bulamazsa kendisi de bebeği de ölür.  



Seks yaparken erkeğin fizyolojik dezavantajı vardı. En fazla bir günde 3-4 kere seks yapabiliyordu ve kadın kesin bir üstünlüğe sahipti ama bu üstünlüğün de bir bedeli olduğunu görüyoruz. Tek amaç hamile kalmak olsa sorun yok ama asıl amaç hamile kalmak mı seksten zevk almak mı? Tam bir ikilem oluşmuş durumda. Hamile kalmak için yapılmayan bir eylemin yükü de çok ağır oluyor. Seksle hamileliğin ilişkisini çözebildiğin anda seks yapmanın cazibesi yerini korkuya bırakıyor. Madem seks sonrasında hamile kalınıyor ve bir bebek ortaya çıkıyor o zaman seks yaptığın kişi de doğal olarak bebeğin babası olmuş oluyor. İşte bu ilişki kurulduğu anda cinselliğe atfedilen anlam da değişiyor. Seks yaptığın kişinin kim olduğu bu andan itibaren çok önemli hale geliyor. Yani sadece zevk için seks yapmak büyük riskleri de yanında getiriyor. Seks eylemi artık sadece performansa dayalı bir eylem olmaktan çıkıyor. Seks için seçtiğin partnerin kim olduğu çok önemli hale geliyor.

Hatta bazı feministlerin kadının ikincil pozisyonunun sebebi olarak anne olmayı gördükleri ve sırf bu sebeple ataerkil düzenin yıkılması için kadının doğurganlık özelliği ortadan kalkarsa ataerkilliğin ortaya çıkmasına sebep olan durumun da ortadan kalkacağını söylüyorlar.

Doğurganlığın Ataerkilliği Nasıl Etkilediğine Dair Görüşleri Olan Feministler:
1. Shulamith Firestone: "The Dialectic of Sex" (1970) adlı eserinde, ataerkil düzenin temelini biyolojik cinsiyet farklılığında gören radikal feminist bir teorisyendir. Firestone'a göre, üreme işlevi kadınları erkeklere bağımlı hale getirir ve bu durum ataerkil tahakkümün temelini oluşturur. Bu nedenle, ataerkil düzeni yıkmak için üreme teknolojisinin gelişmesi ve kadınların biyolojik işlevlerinden özgürleşmesi gerektiğini savunur.
2. Mary Daly: "Gyn/Ecology" (1978) adlı eserinde, ataerkil düzeni "kadın düşmanı" olarak nitelendiren radikal feminist bir teorisyendir. Daly, doğurganlığı ve anneliği ataerkil tahakkümün araçları olarak görür ve kadınların bu araçlardan kurtularak özgürleşmeleri gerektiğini savunur.
3. Donna Haraway: "A Cyborg Manifesto" (1985) adlı eserinde, postmodern feminist bir bakış açısıyla doğurganlık ve cinsiyet kimliği gibi kavramları sorgular. Haraway, biyolojinin kader olmadığını ve teknolojinin cinsiyet rollerini dönüştürmek için kullanılabileceğini savunur.

Az önceki 100 kişilik grupta 10 erkeğin partner olduğu 40 erkeğin atıl durumda olduğu senaryoda bir süre sonra gruptaki 50 kadın hamile kalır ve bebeklerini doğururlar. Yani sahip olduğumuz ikinci içgüdü işini yapmış oldu. 100 kişilik grubumuz şartların mükemmel olduğu durumda bir nesil sonra 150 kişi olabilme olasılığına sahip. Fakat bu 50 bebek nasıl büyüyecek? Bu bebeklerin bakım yükü kimin omuzlarında?



Şimdilik bu konuyu bir kenara bırakıp kadınların partner olarak hangi özelliklere sahip erkekleri seçtiğine bakalım. Bella Max’in evlenmek için iyi bir aday olduğunu kabul ediyordu ama içinde macera yaşamaya yönelik çok büyük bir istek de vardı. Max’den ayrılırken ne dedi? Sen beni bekle ben macera yaşayıp geleceğim ve sonra seninle evleniriz. Bir adamın bunu kabul etmesinin sebebi ne olabilir? Adına aşk dersek doğru cevabı vermiş olur muyuz? Çok bildiğimiz bir klişe vardır, "evlenilecek kadın vardır, eğlenilecek kadın vardır" diye. Aynı durum erkekler için de geçerli ve hatta iddia ediyorum ilk klişeden daha  geçerli bir şeyden bahsediyoruz. Ve ataerkilliğin sebeplerinden birisi de bu acı gerçek. Yani "eğlenilecek erkekle, evlenilecek erkeğin" varlığı. 

Kadınlara hangi tür erkekleri evlenmek için seçtikleri sorulduğunda ilk sırada poposu güzel, kaslı erkek çıkmıyor, neden? Neden statü sahibi, güçlü, dürüst, korumacı, güven veren erkekler evlenmek için tercih edilirken sevişmek için başka türlü erkekler seçiliyor? Çok basit, kadının evrimsel olarak, kucağında bir bebek varken bir de hamile kaldığında bir başka kadın için terk edilme korkusu var. O zaman aradığı birinci kriter birlikte olacağı adamın seksi olması olmuyor. Hatta adamın alfa olması, tam aksine ona zarar verme riski yüksek olduğu anlamına geliyor. Çok yakışıklı olmasa da babacan, halim, selim, uysal, güven verici bir adam onun için daha önemli özellikler haline geliyor. Onu yarı yolda bırakmasın yeter.

Yukarıda kadının akılcı erkeğin duygusal olduğunu yazmıştım işte sebebi bu gerçek. Kadın akıllı olmak zorunda. Diğer türlü yarı yolda, yüzüstü bırakılabilir. Her zaman bir Max bulmak zor. Hatta hemen hemen Max bulmak imkansız gibi. 

Cinsiyet

Cinsel Açıdan Sınırı

Fizyolojik Sorun

İstekler

Pozisyonu

Kadın

Çok geniş

Hamilelik

Bebeğine sahip çıkacak bir partner

Üstün Konumda

Erkek

Daha dar (3-4)

Cinsel güç

Çok sayıda partnerle ilişkiye girerek maksimum sayıda çocuk sahibi olmak

Kifayetsiz Muhteris

Ataerkillik

Şu ana kadar yazdıklarımı kısaca özetleyeyim ve  konuyu nasıl ataerkilliğe bağladığımla devam edeyim. 

Kadın ve erkeğin cinselliği nasıl yaşadığına odaklandım. Kadın cinselliğinin sınırının çok geniş olduğunu, istediği erkekle istediği kadar cinsel ilişkiye girebilme gücüne sahip olduğunu, bu yüzden kadınların cinsel açıdan üstün konumda olduklarını yazdım.  Erkeklerin fizyolojik sınırlılıklarının olduğunu ve çok sayıda partnerle ilişkiye girmek istemesi ve sınırlı sayıda cinsel ilişkiye girme gücünün çakıştığını ve bu yüzden erkeklerin kifayetsiz muhteris olduğunu yazdım. Kadınların hamilelik gibi bir sorunları ve yükleri olduğunu yazdım. Seks yapmanın doğal sonucu olan hamilelik ve bebek bakımının kadınlar üzerindeki yükü ele aldım. Kadınların evlenmek için seçtikleri erkeklerin genellikle güvenilir, koruyucu ve dürüst olmasının nedenleri inceledim. Kadınların eş seçiminde akıllarının ön plana çıktığı yazdım.

Gelelim ataerkillikle tüm bu anlattıklarımın ilişkisine. Nasıl oldu da böyle bir toplumsal düzene evrildik? Sanırım kaçınılmaz olanı yaşadık. İki temel içgüdümüz bizi bugünlere getirdi. Hayatta kalmak için topluluk halinde yaşama zorunluluğumuz ve soyumuzu devam ettirebilmek için seks yapabilme yeteneğimiz. Kadının soyu devam ettirme konusundaki mutlak üstünlüğü (zaafı) onun dezavantajı haline gelmiş gibi duruyor. 

Sadece kadına kalsa yani erkeğin desteğine ihtiyaç duymasa aslında ikincil konumda olmayı da kabul etmesi için sebep yok. Fakat bir bebek büyütmek, bir çocuğun bakımını üstlenmek çok zor. Emek isteyen ve asıl önemlisi istikrarlı ortam isteyen bir iş. Toplumsal düzenin kadının sömürüsü üzerine kurulmuş olmasının arkasında bu bağımlılık hali var. Kadın hayatta kalmak istiyor ve aynı zamanda soyunu da devam ettirmek istiyor. Fakat bir destek olmaksızın soyunu devam ettirirken hayatta kalabilmek çok güç. Erkek kadını koruma, kollama, eve yemek getirme, çocukların ve kadının hayatta kalması için gerekli desteği verme görevini alarak kadının özgürlüğünü de elinden almış oluyor. 

Bir evin tüm işlerinin kadının üstünde olması, çocuğun bakımının ve büyütülmesinin tüm yükünün annenin üstünde olması ve erkeğin tüm bu zor işlerden kendini sıyırması anlamına gelen ataerkil düzen çok adaletsiz.  Sarı öküzü bir kere kaptıran kadın sürekli ödünler vermek zorunda kalmış. Erkek aldıkça daha çok almak istemiş. İş o noktaya varmış ki tarih boyunca birçok toplumda kadın insan olarak bile görülmemiş. 

Erkekler “Kifayetsiz Muhterisliğin” sonuçlarını tüm insanlığa yaşatmışlar. Cinsel açıdan çok şey isteyip bir çok şeyi yapabilme gücünden yoksun olan erkek çok tehlikeli bir hale dönüşüyor. Hem yapabilme gücünden yoksun hem de yapmayı çok istiyor. Konu seks olunca psikiyatrik bir problem haline dönüşüyor. Kadını hapsederek, bir mal gibi alıp satarak onun karşısındaki zayıflığını kapatmaya çalışıyor. Çünkü fizyolojik olarak sınırlılığı olan bir erkek hormonal olarak tam tersi bir dürtüye sahip. Elinden gelse sürekli sevişecek ama gücü buna yetmiyor. Bu zayıflığın sonucu da kadına karşı bir öfke.

Bir kadına sahibi olduğunu hissetmek istiyor. Bir kadın kendisinin olduğunda onu kimseyle paylaşmak istemiyor. Bu yüzden saçının, teninin başkaları tarafından görülmesine bile tahammül edemiyor. O kadın sadece onun olmalı. Erkek de biliyor ki seçme şansı kadına bırakılsa kendisini seçilme şansı çok düşük. 

Evet, "Poor Things" filmi eşliğinde ataerkil düzenin sebeplerini incelediğim bir yazı kaleme almış oldum. Evrimsel Psikolojiyi temel alarak yol aldım. Kadın cinselliğini öne çekerek erkeğin cinselliği nasıl yaşadığını çözmeye çalıştım. Ataerkil düzenin günümüzde kadınlar adına kabul edilemez olduğu bir gerçek ama ortaya çıkmış olmasının sebeplerini de görmek gerekiyor. Ataerkillik de durup dururken ortaya çıkmadı. Ortaya çıkmasında erkeğin payı olduğu kadar kadının da payı var. Erkekler de kadınlar da çuvaldızı diğerine batırırken iğneyi de kendilerine batırmalılar.

Doğru teşhis tedaviyi de getirir. Kabul edelim çocuk sahibi olmak zor iş. Çocuk büyütmek zor iş. Bu tek başına altından kalkılması kolay olmayan bir iş. Bu durumda ne erkekler kadınları, ne de kadınlar erkekleri kullanmalı. Aynı gemide olan kişilerin işbirliği yapmaktan başka çaresi yok.

Özellikle dinleri eşitsizliğin meşrulaştırma aracı olmaktan çıkarmak zorundayız. Erkeklerin yazdığı tüm kutsal kitaplar ortadan kaldırılmalı ve eşitlikçi bir kültür oluşturmalıyız. Bu konunun başka çözüm yolu yok. Artık erkekler kendi zayıflıklarını kadınlar üzerinden tatmin etmekten vazgeçmek zorundalar. Fiziksel güçlerini kullanarak kadınları ikincilleştirmekten vazgeçmek zorundalar. Kadınlar da sırtlarını erkeklere dayayıp ekmek elden su gölden yaşamaktan vazgeçmemeliler. Bedava peynir fare kapanında bulunur. Eğer kendi ayaklarının üstünde durmaktan vazgeçip hayatın maddi yükümü erkeğin üstüne yıkarsan o da seni kullanır.

Yaşam evrim geçirmeye devam ediyor. Artık tarım toplumlarında yaşamıyoruz. En azından bizim ülkemiz öyle. Şehirleşmenin getirdiği dönüşümü yaşadık, yaşıyoruz. Kendi parasını kazanan kadının önünde bir engel yok. Elimizde olan tek hayatı heba etmeden yaşamak zorundayız.

Son Söz, kadınlar erkekleri erkeler de kadınları idare etmek zorunda.

Commentaires


bottom of page