top of page

Kültür, Sağlık ve Eşitsizlik: İnsanlık Tarihinde Yaşam Biçimlerinin Dönüşümü ve Sonuçları

Okunduğu Gibi

Onbeşinci Yazı

Bölüm 5

Kötü Sağlık ve Acı Çekmek

Edgerton geleneksel toplumda görülen sağlık sorunlarını, hastalıkları ve erken ölümleri ele alıyor. Yoksulluk ve sömürünün sağlık üzerindeki etkileri üstünde duruyor. Özellikle çocuk ölümleri, kronik hastalıklar ve yetersiz tıbbi sistemlere dikkat çekiyor. Ayrıca, tarıma geçişin ve şehirleşmenin sağlık üzerindeki olumsuz etkilerini de görüyoruz. İnsanların tarım ve şehir hayatına geçişle birlikte sağlıklarının bozulduğunu, ancak bu yaşam biçimlerinin kaçınılmaz hale geldiğini belirtiyor.

Hastalık, Acı ve Vaktinden Evvel Ölüm - Kötü Sağlık ve Acı Çekmek başlığında geçen önemli İfadeler:

Sosyoekonomik Eşitsizlik: Sosyoekonomik eşitsizlik, gelir, eğitim, meslek, sağlık hizmetlerine erişim gibi kaynakların toplumda adaletsiz şekilde dağıtılması anlamına gelir. Bu durum, bireylerin yaşam kalitesini etkiler ve fırsat eşitsizliği yaratır. Örneğin, düşük gelirli bireyler daha kötü sağlık hizmetlerine erişirken, eğitim olanakları da sınırlı olabilir. Sosyoekonomik eşitsizlikler, toplumsal tabakalaşmayı pekiştirir ve sosyal adaletin sağlanmasını zorlaştırır. Bu, bireylerin hayat beklentisi ve yaşam koşulları üzerinde doğrudan bir etkiye sahiptir.

Toplumsal Güç İlişkileri: Toplumsal güç ilişkileri, bireyler veya gruplar arasındaki hiyerarşi ve baskıyı tanımlayan dinamiklerdir. Bu ilişkiler, toplumsal cinsiyet, sınıf, etnik köken veya diğer kimlikler temelinde şekillenebilir. Güç ilişkileri, bir tarafın diğerine kaynaklara erişim, karar alma veya yaşam biçimi üzerinde kontrol sağlamasıyla ortaya çıkar. Örneğin, bir toplumda erkeklerin kadınlardan daha fazla karar alma yetkisine sahip olması güç ilişkilerinin bir yansımasıdır. Bu tür yapılar, sosyal eşitsizliklerin sürmesine neden olabilir.

Mortalite Oranı: Mortalite oranı, bir toplulukta belirli bir zaman diliminde gerçekleşen ölüm sayısını ifade eder. Genellikle 1000 kişi başına düşen ölüm sayısı olarak ölçülür. Bu oran, toplumun genel sağlık durumunu ve yaşam koşullarını anlamak için önemli bir göstergedir. Örneğin, sağlık hizmetlerine erişimin düşük olduğu ülkelerde mortalite oranları genellikle daha yüksektir. Çocuk ölüm oranları ve bulaşıcı hastalıkların sıklığı da bu istatistikte etkili olabilir.

Hayat Beklentisi (Life Expectancy): Hayat beklentisi, bir bireyin doğumdan itibaren tahmini yaşam süresini ifade eder. Bu süre, sağlık hizmetleri, beslenme, yaşam koşulları ve çevresel faktörlere bağlı olarak değişir. Gelişmiş ülkelerde daha uzun olan hayat beklentisi, sağlık hizmetlerinin kalitesini ve toplumun refah seviyesini yansıtır. Örneğin, Japonya gibi ülkelerde hayat beklentisi oldukça yüksektir, çünkü sağlıklı yaşam alışkanlıkları ve iyi sağlık sistemleri yaygındır.

Yapısal Şiddet: Yapısal şiddet, toplumun ekonomik, politik ve sosyal sistemlerinin bireyler veya gruplar üzerinde yarattığı dolaylı baskı ve zararları ifade eder. Bu tür şiddet, insanların temel ihtiyaçlarını karşılamalarını engelleyerek sağlık, eğitim ve barınma gibi alanlarda eşitsizliklere yol açar. Örneğin, düşük gelirli bir bireyin kaliteli sağlık hizmetlerine erişememesi yapısal şiddet olarak değerlendirilebilir. Yapısal şiddet, bireylerin refahını ve toplumsal uyumu olumsuz etkiler.

Avcı-Toplayıcı (Hunter-Gatherer): Avcı-toplayıcılar, geçimlerini doğadan yiyecek toplama ve avlanma yoluyla sağlayan toplumlardır. Genellikle göçebe bir yaşam tarzı sürdürürler, yiyecek ve kaynak arayışıyla hareket ederler. Tarım veya hayvancılık yapmazlar ve temel ihtiyaçlarını doğrudan çevrelerinden karşılarlar.Edgerton, avcı-toplayıcı toplumların idealize edilmiş bir "ilkel ahenk" içinde yaşadığı fikrine karşı çıkıyor. "İlkellerin" daha uyumlu olduğu yanlış bir kanı olsa da, bu topluluklar da çeşitli maladaptasyon örnekleri sergileyebilir. Avcı-toplayıcılar, romantikleştirilmiş bir geçmişin kalıntıları değil, karmaşık sosyal yapılara ve zorluklara sahip insan topluluklarıdır.

Avcı-toplayıcıların karşılaştığı zorluklar şunları içerebilir: Yüksek bebek ölüm oranları; Kıtlık ve açlık; Kısa yaşam süreleri; Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet ve sömürü.

Yerleşik Tarım (Sedentary Agriculture): Yerleşik tarım, tarımın keşfiyle birlikte insan topluluklarının belirli bir bölgede kalıcı yerleşimler kurması anlamına gelir. İnsanlar, tahıl gibi ekilebilir bitkiler yetiştirip hayvanları evcilleştirerek daha düzenli bir gıda kaynağı elde etmiştir. Bu yaşam biçimi, daha büyük ve karmaşık toplumların oluşumuna yol açmıştır. Ancak, tarımın yaygınlaşmasıyla sosyal eşitsizlik, özel mülkiyet ve hastalıkların yayılması gibi sorunlar da ortaya çıkmıştır. Yerleşik tarım, insanlık tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır ve modern toplumların temelini oluşturmuştur.

Maladaptif Pratikler: Bir toplumun kültürel veya toplumsal inanç ve uygulamalarının, toplumun refahını ve hayatta kalmasını olumsuz etkilemesi durumunu ifade eder. Bu pratikler, bireylerin sağlığına zarar verebilir, kaynakların verimsiz kullanılmasına yol açabilir ve hatta toplumsal çöküşe bile sebep olabilir. Yanlış sağlık inanışları ve uygulamaları; Beslenmeyle ilgili zararlı gelenekler; Çevresel kaynakların sürdürülemez kullanımı; Eşitsizlik ve sömürü bazı örneklerdir.

Beslenme Yetersizliği (Nutritional Deficiency): Beslenme yetersizliği, bir bireyin vücudu için gerekli olan temel besin maddelerini yeterince alamaması durumudur. Vitamin, mineral, protein veya enerji eksiklikleri sonucu ortaya çıkar. Bu durum, büyüme geriliği, bağışıklık sistemi zayıflığı ve çeşitli hastalıklara yol açabilir. Örneğin, demir eksikliği anemisi yaygın bir beslenme sorunudur. Beslenme yetersizliği, özellikle yoksul toplumlarda yaygındır ve sağlık sistemlerine ciddi bir yük getirir. Yeterli ve dengeli beslenme, sağlıklı bir yaşam için kritik öneme sahiptir.

Demografik Geçiş (Demographic Transition): Demografik geçiş, toplumların doğurganlık ve ölüm oranlarının değişim sürecini ifade eder. Geleneksel toplumlarda yüksek doğum ve ölüm oranları görülürken, sanayileşme ve modernleşme ile birlikte bu oranlar düşer. İlk aşamada ölüm oranlarındaki düşüş nüfus artışına neden olurken, daha sonraki aşamalarda doğurganlık oranı da düşer ve nüfus dengelenir. Bu geçiş, ekonomik kalkınma, sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi ve kadınların eğitim seviyesinin artmasıyla ilişkilidir.

Orijinal zengin toplum (Original Affluent Society):  Avcı-toplayıcı toplumların ihtiyaçlarını karşılamak için çok az çalıştıkları ve bolca boş zamana sahip oldukları fikrini ifade eder. Bu kavram, antropolog Marshall Sahlins tarafından ortaya atılmış ve avcı-toplayıcıların modern toplumlara kıyasla daha az maddi mala sahip olsalar da, gerçek zenginliğin ihtiyaçların karşılanması ve boş zaman bolluğu olduğunu savunmuştur. Ancak Edgerton, bu görüşün abartılı olduğunu ve avcı-toplayıcıların yaşamlarının zorluklarını görmezden geldiğini belirtiyor. Avcı-toplayıcılar da açlık, hastalık ve erken ölümle mücadele etmek zorunda kalırlar. Yüksek bebek ölüm oranları, kısa yaşam süreleri ve sık sık kıtlıklarla karşılaşmaları, bu toplulukların gerçekte ne kadar "zengin" olduğunu sorgulatmaktadır.

Kültürel Uyum (Cultural Adaptation): Kültürel uyum, bir toplumun çevresel ve sosyal koşullara uyum sağlamak için geliştirdiği davranış ve inanç sistemlerini ifade eder. Bu uyum, hayatta kalma ve refahı artırmaya yönelik stratejiler içerir. Örneğin, tarım toplumlarında sulama sistemlerinin geliştirilmesi veya göçebe topluluklarda mevsimlere göre hareket edilmesi kültürel uyum örnekleridir. Bu süreç, zamanla değişen koşullara karşı toplumların direnç göstermesini sağlar.

Demografik Kriz: Demografik kriz, bir toplumun nüfus yapısında ani ve ciddi değişimlere yol açan durumları ifade eder. Örneğin, savaşlar, salgın hastalıklar veya kitlesel göçler, nüfus azalmasına veya dengesizliğine neden olabilir. Bu tür krizler, ekonomik ve sosyal sistemlerde ciddi sorunlara yol açabilir.

Toplumsal Hiyerarşi: Toplumsal hiyerarşi, bireylerin veya grupların toplumsal düzende farklı statü ve güç seviyelerine sahip olduğu bir yapı sistemidir. Bu hiyerarşi, genellikle gelir, eğitim, meslek veya soy gibi faktörlere dayanır. Toplumsal hiyerarşi, Maladaptasyon riskini artırabilecek eşitsizlik ve sömürüye zemin hazırlayan bir sistemdir.

Periyodik Açlık (Periodic Hunger): Periyodik açlık, genellikle mevsimsel veya ekonomik nedenlerle düzenli aralıklarla yaşanan yiyecek yetersizliğini ifade eder. Bu durum, kırsal bölgelerde sık görülür ve bireylerin sağlık durumunu ciddi şekilde etkileyebilir.

Çocuk Ölüm Oranı (Infant Mortality): Çocuk ölüm oranı, bir toplumda doğan bebeklerin ilk yıl içinde ölüm oranını ifade eder. Bu oran, toplumun sağlık koşullarını ve sağlık sistemlerinin etkinliğini gösteren önemli bir ölçüttür.

Çarpıcı bir giriş paragrafı daha:

Sayfa 108-109:

“Many folk societies are not blessed with good health or effective systems of medicine. Sickness, suffering, and premature death so plague every human population that for most people fear, grief, and mourning are as much a part of life as laughter, joy, and celebration. But some populations, far more than others, must watch their children die, live with recurring illness, and come to terms with the realization that few among them will live to be older than thirty. Among the Yanomamo Indians, mentioned earlier with regard to their perennial engagement in warfare, 43 percent of all females who were born alive died during their first year (probably more than half due to female infanticide), and only 22 percent of the population lived beyond the age of 30. Among the Xavante of Brazil, only 15. 4 percent of the population lived to be over 30. 9 And in Mexico, not the poorest of developing countries, it has been estimated that nutritional deficiencies directly account for 25 percent of the deaths of preschool children.10”

“Pek çok halk toplumu iyi bir sağlığa ya da etkili tıp sistemlerine sahip değildir. Hastalık, acı ve vaktinden evvel ölüm her insan nüfusunu öylesine rahatsız eder ki, çoğu insan için korku, keder ve yas; kahkaha, neşe ve kutlama kadar hayatın bir parçasıdır. Ancak bazı halklar, diğerlerinden çok daha fazla, çocuklarının ölümünü izlemek, tekrarlayan hastalıklarla yaşamak ve aralarından çok azının otuz yaşından fazla yaşayamayacağı gerçeğiyle yüzleşmek zorundadır. Daha önce sürekli savaşa katıldıklarından bahsedilen Yanomamo Kızılderilileri arasında, canlı doğan tüm kadınların yüzde 43'ü ilk yıllarında ölmüş (muhtemelen yarısından fazlası kadın bebek öldürme nedeniyle) ve nüfusun sadece yüzde 22'si 30 yaşın üzerinde yaşamıştır. Brezilya'daki Xavante'lerde nüfusun sadece yüzde 15'i. Nüfusun yüzde 4'ü 30 yaşın üzerinde yaşamıştır.9 Ve gelişmekte olan ülkeler arasında en fakiri olmayan Meksika'da, beslenme yetersizliklerinin okul öncesi çocuk ölümlerinin yüzde 25'inden doğrudan sorumlu olduğu tahmin edilmektedir.10

Edgerton’un üstünde durduğu şeyler sanırım bizi biz yapan yada adına kültür dediğimiz şeyleri oluşturmamıza sebep olan şeyler. Daha da spesifik olmak gerekirse bu tespitler aslında din dediğimiz kurumun da arkasındaki şeyler. Özellikle “Hastalık, acı ve vaktinden evvel ölüm” ve “korku, keder ve yas” ve “çocuklarının ölümünü izlemek, tekrarlayan hastalıklarla yaşamak”. İnsanın boyunu aşan şeyler bunlar.  Edgerton tüm bunları din bağlamında söylemiyor ama din dediğimiz şeye neden ihtiyaç hissettiğimiz ve hangi derdimizi çözdüğünü görmemiz önemli. 

Edgerton bu ilk girişte ve daha sonraki paragraflarda bir çok farklı yerdeki bir çok ölüm oranlarını sıralıyor. Brezilya’nın şeker kamışı işçileri gibi sömürülen grupların, yoksulluk ve ekonomik sistemlerin neden olduğu kısa, şiddet dolu ve sağlıksız yaşamlar sürdüğünü aktarmış. Bazı yoksul bölgelerde çocuk ölüm oranı yüzde 40’a ulaşmış. 1980’lerde UNICEF, her yıl 14 milyon çocuğun önlenebilir hastalıklar ve yetersiz beslenme nedeniyle öldüğünü rapor etmişt. ABD ve Kanada gibi refah seviyesi yüksek ülkelerde dahi yoksul ve dezavantajlı gruplar, daha düşük yaşam beklentilerine sahiptir diyor.

Sayfa 109-110:

“Although poor populations often maintain beliefs and practices that endanger their own health, their overall ill health and high mortality are consequences not primarily of their own maladaptive practices but of external socioeconomic forces that they are relatively powerless to change. Other populations, however, are more clearly responsible for developing and maintaining practices that adversely affect their own well-being.”

“Yoksul nüfuslar genellikle kendi sağlıklarını tehlikeye atan inanç ve uygulamaları sürdürseler de, genel sağlık durumları ve yüksek ölüm oranları öncelikle kendi maladaptif uygulamalarının değil, değiştirmek için nispeten güçsüz oldukları dış sosyoekonomik güçlerin sonucudur. Ancak diğer nüfuslar, kendi refahlarını olumsuz etkileyen uygulamaların geliştirilmesinden ve sürdürülmesinden daha açık bir şekilde sorumludur.”

Yoksulluk illa ki maladaptasyonla ilgili olmak zorunda değil. Biraz da dışarıdan etki eden, kendi kontrollerinde olmayan diğer toplumlarla ilgili. Maalesef  bir çok toplum büyük balık küçük balığı yer politikasının kurbanı. 

Edgerton, insanların tercih ettiği yaşam biçimlerinin sağlık üzerindeki etkilerine de değiniyor. Avcı-toplayıcı toplumlar daha sağlıklı iken, yerleşik tarım ve şehirleşme sağlık sorunlarını artırmıştır. Kentucky’de yapılan bir arkeolojik araştırma, tarım yapan toplumların avcı-toplayıcı toplumlardan daha düşük yaşam beklentisine, yüksek bebek ölüm oranına ve daha fazla hastalığa sahip olduğunu göstermiştir. Ayrıca, tarih boyunca tarım topluluklarının artan nüfuslarının sağlık ve uzun ömürle değil, yüksek doğurganlıkla ilişkili olduğu belirtilir. Kentleşmenin de sağlık koşullarını kötüleştirdiği, örneğin Roma ve Aztek şehirlerinde yaşam beklentisinin kırsal kesimlerden çok daha düşük olduğu aktarılır. Edgerton, eşitsizliklerin ve yaşam tarzı değişimlerinin sağlık üzerindeki olumsuz etkilerini vurguluyor.

Sayfa 111:

“It would be absurd to say that people knowingly chose to impair their health and shorten their life span by living on farms or in cities. Whatever the allure of agriculture or urban living may have been for those who initially took up farming or moved to towns-a more regular food supply, more excitement, or the depletion of resources for hunting or gathering, to suggest a few possibilities-once the process of intensive farming and urban growth was established, the people involved had no viable option of returning to a hunting or gathering mode of life, nor could they be expected to understand that by living so closely together in growing numbers they were allowing dangerous microorganisms to flourish as they could not do in smaller, more mobile groups of people.”

İnsanların çiftliklerde ya da şehirlerde yaşayarak sağlıklarını bozmayı ve yaşam sürelerini kısaltmayı bilerek seçtiklerini söylemek saçma olur. Başlangıçta çiftçilikle uğraşan ya da kentlere taşınan insanlar için tarımın ya da kentsel yaşamın cazibesi ne olursa olsun -daha düzenli gıda temini, daha fazla heyecan ya da avcılık veya toplayıcılık için kaynakların tükenmesi gibi birkaç olasılık sayılabilir- yoğun tarım ve kentsel büyüme süreci yerleştikten sonra, ilgili insanların avcılık ya da toplayıcılık yaşam tarzına geri dönmek gibi geçerli bir seçeneği yoktu ve artan sayılarda birbirine bu kadar yakın yaşayarak tehlikeli mikroorganizmaların daha küçük, daha hareketli insan gruplarında yapamayacakları şekilde gelişmesine izin verdiklerini anlamaları da beklenemezdi.”

Bu paragrafta yazılanlar benim bir önceki yazıda uzun uzun tartıştığım konu ile ilgili. Ne görüyoruz? Aslında avcı toplayıcı iken daha sağlıklıymışız, daha uzun ömürlüymüşüz vs. Yani aslında tarıma geçmek durumunu, o dönem yaşayan bir antropolog olsaydı ve içinde olduğu toplumu değerlendirseydi kesinlik kendilerini geçmişle kıyaslayıp maladaptif bir uygulama içinde olduklarını söylerdi. Fakat görüyoruz ki uzun dönemde tarım ve yerleşik hayat avcılık ve göçebeliğe göre dezavantajlı değilmiş. Bugün yaşam süresi 80-90 yıl ve o dönemlerde öldüğümüz hastalıkların çözümünü artık biliyoruz. Gerçi yerleşik hayata geçmemiş olsak o hastalıklar hayatımıza girmeyecekti ve böyle bir derdimiz olmayacaktı ama bu sonucu olmayan bir tartışmaya götürür bizi. Sonuç olarak maladaptasyonun ne olduğunu veya maladaptasyonun sınırlarını iyi belirlemek gerekiyor. Aslında uzun vadede hayatta kalmamızı engellemeyen şeyler maladaptif değil diyebiliriz. 

Edgerton, avcı-toplayıcı toplulukların sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürdüğü algısının abartılı olduğunu vurgular. Marshall Sahlins’in "orijinal zengin toplum" tanımına rağmen, bu grupların yaşam beklentisi genellikle 20-40 yıl arasında değişir ve bebek ölüm oranları yüksektir. Avcı-toplayıcılar, sık sık açlık ve kıtlık dönemleri yaşar; çocuklarının ölümü gibi acılarla başa çıkmak zorunda kalır. 


Metin, insanlık tarihindeki kültürel, sağlık ve eşitsizlik temalarını ele alıyor. İnsanların yaşam biçimleri, avcı-toplayıcı toplumlardan tarım toplumlarına, ardından sanayi ve modern toplumlara geçiş sürecinde büyük dönüşümler yaşamıştır. Bu değişimler, sağlık, beslenme ve sosyal eşitlik üzerinde karmaşık etkiler yaratmıştır. Tarım, gıda üretimini artırırken beslenme çeşitliliğini azaltmış; sanayileşme ise refahı artırırken çevresel ve sosyal sorunlara yol açmıştır. Sağlık ve eşitsizlik bağlamında, bazı toplumlar gelişimden fayda sağlarken diğerleri dezavantajlı konumda kalmıştır. Metin, bu dönüşümlerin sonuçlarını inceleyerek insanlığın kültürel ve biyolojik evriminde karmaşık etkileşimleri vurgulamaktadır.
sağlık, beslenme ve sosyal eşitlik

Bu alt başlık bu şekilde burada bitiyor. Edgerton, yoksulluk, sömürü, gelişmişlik, şehirleşme, avcı toplayıcılık, yerleşik hayat gibi çok çeşitli alanlarda daldan dala atlayarak sağlık, ölüm, bebek ölümü, hastalık konularını inceledi. Ben avcı toplayıcılık mı yerleşik hayat mı iyi tartışmasını bir toparlamak istiyorum. Gerçi bunu biraz saçma buluyorum ama geçmişi anlamak adına belki bir beyin jimnastiği olarak görebiliriz? Neden saçma buluyorum? Çünkü sonuç olarak bugün dünyanın tamamına yakını yerleşik hayata geçmiş durumda. Kazanan yerleşik hayat oldu. Artık hangisi doğruydu, iyiydi tartışması yapmak saçma ama yine de evrimsel geçmişimizi anlamak adına bir döküm yapmakta fayda var.

Avcı-toplayıcılık ve tarım/yerleşik hayat arasındaki karşılaştırmayı neye göre yapmalıyız? Belirli kriterle göre hangisi iyiydi diye kafa yormak gerekiyor.. Bu iki yaşam tarzından hangisinin "daha iyi" olup olmadığını belirlemek için, sağlık, yaşam beklentisi, toplumsal eşitlik ve çevresel sürdürülebilirlik gibi ölçütlere bakalım.

Avcı-Toplayıcılık

Avantajlar:

  • Daha çeşitli ve dengeli beslenme, bu da genelde daha az beslenme kaynaklı hastalığa yol açar.

  • Daha düşük nüfus yoğunluğu sayesinde bulaşıcı hastalıkların yayılması sınırlıdır.

  • Fiziksel hareketlilik, daha sağlıklı bir yaşam tarzı sunar.

Dezavantajlar:

  • Hayatta kalma mücadelesi yoğun, açlık ve kıtlık dönemleri yaygındır.

  • Bebek ölüm oranları yüksektir ve yaşam beklentisi genelde düşüktür.

  • Avcı-toplayıcılar kaynakların tükenmesi durumunda savunmasız kalır.

Tarım ve Yerleşik Hayat

Avantajlar:

  • Düzenli gıda üretimi, nüfus artışına ve yerleşik toplulukların oluşmasına imkan tanır.

  • Daha karmaşık toplumsal yapılar ve teknolojik gelişmeler mümkün olmuştur.

  • Uzun vadede, özellikle modern tıpla birleştiğinde, yaşam beklentisi artmıştır.

Dezavantajlar:

  • Tarım toplumları daha dar bir diyetle beslenir, bu da beslenme yetersizliklerine yol açabilir.

  • Yüksek nüfus yoğunluğu bulaşıcı hastalıkların yayılmasını kolaylaştırır.

  • Sosyoekonomik eşitsizlikler ve toplumsal hiyerarşi, yerleşik toplumlarda daha belirgin hale gelir.

Bu avantaj ve dezavantajları sıralayınca ne görüyoruz? Benim kişisel görüşüm yerleşik hayat var olan eşitsiz yapıyı çok daha belirgin hale getirmiş. Ama avcı toplayıcılık çok daha eşitlikçiydi görüşüne kesinlikle karşıyım. Tarımla birlikte olmayan bir şey bir anda ortaya çıkmış değil. Ama toplumsal hiyerarşi, toplumsal tabakalaşma çok daha net bir şekilde hayatımıza girdi. Bu da neredeyse kesin. Bunun da sebebi nüfus fazlalığı. Önceden 50- 100 kişiyle muhatap oluyorduk ve 50-100 derdimiz vardı fakat yerleşik hayat dert sayımızı bu anlamda katladı.

Benim kişisel olarak avcı toplayıcılıkla ile ilgili gördüğüm en büyük avantaj az insanla muhatap olmak. Aşırı nüfusun dez avantajı yerleşik hayatın en büyük defosu. 

Gıda konusunda tarım kesinlikle avantajlı. Neticede önceden geyik peşinde koşarken yerleşik hayata geçerek çiftlik kurmak kesinlikle çok büyük bir atılım olmuş. 

Çok da uzatmayalım. Bu başlık altında söylenecekler bu kadar. Bir sonraki başlık “Maladaptif Sağlık İnançları ve Uygulamaları”. Bu bölümün en uzun başlığı bu olacak.


“İlk insanlardan modern uygarlıklara geçişi gösteren, insan evrimi ve kültürel ilerlemenin görsel açıdan zengin bir tasviri. Sahnede doğal manzaralardaki ilk hominidler, ateşin keşfi, mağara resimleri, antik aletler ve tarım, mimari ve endüstriyel gelişmelere kademeli ilerleme yer alıyor. Kompozisyon, bilim, sanat ve teknolojinin sembolik temsillerini de içerecek şekilde tarih öncesi dönemden modern zamanlara yumuşak bir geçiş yapıyor. Kültürel, teknolojik ve toplumsal evrimin birbirine bağlılığını vurgulayan eser, canlı renkler ve detaylı unsurlarla yarı gerçekçi bir tarzda resmedilmiştir.”
Sağlık sorunları, hastalıklar ve erken ölümler

コメント


bottom of page