Yedinci Yazı
Adaptasyon Optimal mi, Katlanılabilir mi?
Maladaptasyon adlı 3. bölümün ikinci alt başlığındayız. İlki Tazmanyalılar adını taşıyordu. Tazmanyalıları kullanarak bir topluma ne tür sağlıksız uyumluluklar yaşanabileceğini göstermişti Edgerton.
Maladaptasyon - Adaptasyon Optimal mi, Katlanılabilir mi? başlığında geçen önemli İfadeler:1. Adaptasyon (Adaptation): Bireylerin, grupların ya da toplumların çevresel koşullara uyum sağlayabilme yeteneği. Genelde adaptasyon, bu koşullar altında hayatta kalmaya veya işlevselliği sürdürmeye yönelik değişiklikleri kapsar.Biyolojik evrimde organizmaların çevrelerine uyum sağlaması olarak tanımlanırken, sosyolojide toplumların ya da bireylerin sosyal, ekonomik ve kültürel faktörlere göre uyum sağlamasıdır. 2. Maladaptasyon (Maladaptation):Belirli bir çevreye ya da sosyal koşullara uyum sağlayamama veya kötü uyum; organizmanın ya da toplumun işlevselliğini sürdürememesine neden olabilir. Kültürel veya sosyal uygulamaların toplumun hayatta kalması için ideal olmayabileceğini veya hatta zararlı olabileceğini ifade eder. 3. Grup Arkosisi (Group Archosis):Eski ve yaygın, ancak hatalı veya yanlış bilgiye dayanan inanışlar veya uygulamalar. Bir toplumun kültürel belleğine derinlemesine işlemiş, çıkarılması zor inançlar. Weston LaBarre tarafından, yanlış inanışların veya anlamsız uygulamaların toplumlarda kökleşmesi ve bu yanlış bilgilerin kutsal veya tabu hale gelmesi için kullanılan bir terim. 4. Etnosantrizm (Ethnocentrism): Kendi kültürünü veya toplumsal değerlerini üstün görme, diğer kültürleri bu değerlere göre değerlendirme eğilimi. Bu düşünce, grup içi dayanışmayı artırabilse de, genellikle diğer topluluklar veya kültürlerle olumsuz ilişkiler kurma eğilimini de beraberinde getirir. 5. Katlanılır (Tolerable): Hayatta kalmayı veya devamlılığı sürdürecek düzeyde kabul edilebilir olan, ancak optimal veya ideal olmayan durum. Hans Kummer'ın argümanında, bazı pratiklerin sadece kabul edilebilir seviyede olması, ama ideal veya verimli olmaması anlamında kullanılmıştır. 6. Sapulimansi (Scapulimancy):Kemiğin, özellikle omuz kemiğinin üzerine ateşle çatlaklar oluşturarak geleceği tahmin etme veya fal bakma yöntemi. Bir çeşit kehanet veya geleceği öngörme uygulaması. Tarihte bazı toplumlar, avlanma ya da toplumsal kararlar almak için bu tür kehanet yöntemlerine başvurmuştur. 7. İlkel Savaş (Primitive Warfare): Küçük ölçekli veya "ilkel" toplumlar arasında meydana gelen savaşlar. Bu savaşlar genellikle temel kaynaklar, onur veya intikam amacıyla yapılır. Çoğunlukla, kaynak kıtlığının veya topluluklar arasındaki düşmanlığın çözüm yöntemi olarak görülen bu savaşların adaptif değeri sorgulanır. 8. Kehanet (Divination): Doğaüstü veya mistik yollarla geleceği tahmin etme veya bilinmeyen durumları çözme yöntemi. Farklı toplumlarda, hastalıkların sebebini bulmak, savaş zamanlamasını belirlemek gibi amaçlarla çeşitli falcılık uygulamaları yapılmıştır. 9. Evrensel Uyarlama (Universal Adaptation): Bütün kültürlerde veya toplumlarda görülen, ancak bireysel ya da toplumsal açıdan her zaman faydalı olmayan yaygın pratikler. Divinasyon ve etnosantrizm gibi pratiklerin her yerde bulunmasına rağmen, her zaman adaptif veya ideal sonuçlar doğurmadığı vurgulanmaktadır. 10. Biyolojik Eğilimler (Biological Dispositions): İnsan davranışlarını biyolojik olarak etkileyen veya şekillendiren eğilimler. Bu eğilimler toplumsal düzenlemelerle kontrol altına alınmaya çalışılabilir. Erkeklerin cinsiyetler arası rekabeti ve kıskançlık gibi biyolojik eğilimler, çatışma ve şiddet gibi davranışlarla sonuçlanabilir. 11. Yan Etkiler (Side Effects): Doğrudan adaptif bir değeri olmaksızın var olan, biyolojik ya da toplumsal süreçlerin dolaylı sonucu olarak ortaya çıkan eğilimler veya inançlar. Dan Sperber, dinin doğrudan bir uyarlanma değeri taşımaktansa, evrimsel süreçte ortaya çıkan bir yan etki olabileceğini savunur. |
“Some years ago, primatologist Hans Kummer criticized what he saw as a tendency on the part of behavioral scientists to interpret every existing social practice as adaptive because, as he put it, "all we can say with certainty is that it must be tolerable, since it did not lead to extinction. "21 Because few populations die out, everything a population does or believes must, by this definition, be considered adaptive.”
“Birkaç yıl önce, primatolog Hans Kummer, davranış bilimcilerin mevcut her sosyal uygulamayı uyarlanabilir olarak yorumlama eğilimini eleştirmiştir çünkü kendi ifadesiyle, “kesin olarak söyleyebileceğimiz tek şey, yok olmaya yol açmadığı için katlanılır olduğudur.”21 Çok az sayıda popülasyon yok olduğu için, bir popülasyonun yaptığı ya da inandığı her şey bu tanıma göre uyarlanabilir olarak kabul edilmelidir.”
Sosyobiyolojik açıdan bakıldığında, bir kültürel pratik veya inancın bir toplumu uzun süre boyunca ayakta tuttuğu sürece “adaptif” olduğu düşünülüyor. Ancak, Edgerton bu bakış açısının sorunlu yanlarını ele alıyor ve birçok pratiğin gerçekten "adaptif" olup olmadığını sorguluyor. Hans Kummer, Weston LaBarre ve Dan Sperber’in görüşlerini öğreniyoruz. Katlanılabilirlik, grup arkosis ve yan etkiler gibi kavramsallaştırmalarla bu konu irdelenmiş. Edgerton, bir inanç veya pratiğin uzun süre yaşaması, onun faydalı veya gerekli olduğunu kanıtlamaz diyor. Çoğu zaman, bu tür pratikler rastlantısal, tarihsel bir yanılgıya dayanabilir ya da basitçe toplumda kalıcı hale gelmiş bir yanlış bilgi olabilir.
Edgerton bir kaç paragraf boyunca “kehanet” konusunu ele almış. Edgerton, kehanet gibi eski pratiklerin bazen adaptif olduklarına dair yorumlar yapılsa da, aslında bu tür teorilerin çoğu zaman dayanaksız olduğunu gösteriyor. Edgerton, kehanetin tarih boyunca yaygın bir uygulama olduğunu ve hastalıkların nedenini anlamak, avlanacak yerleri belirlemek, savaşa ne zaman gidileceğine karar vermek gibi birçok önemli konuda toplumlara "güvence" sağladığını ifade ediyor.
Ren geyiğinin kürek kemiği ile yapılan kehanet işlerinin adaptif olduğuna dair teoriler var.Bu tür uygulamalara adaptif işlevler atfedilmesi, çoğunlukla hatalı yorumlardan kaynaklandığını bildiriyor. Edgerton bu noktada, bir inanç veya pratiğin varlığını uzun süre sürdürüyor olmasının onun gerçekten faydalı veya işlevsel olduğunu kanıtlamadığını vurguluyor.
Edgerton, bazı temel insan inanç ve davranışlarının, ilkel savaş, etnosentrizm, düşmanlık ve ritüel uygulamalar gibi, uzun süre varlığını sürdürmüş olmasına rağmen gerçekten faydalı olup olmadıklarını sorguluyor. Edgerton, bu inanç ve davranışların adaptif olup olmadığına dair şüpheler öne sürerek, insan davranışlarının çoğu zaman irrasyonel ve verimsiz olduğunu savunuyor.
Sayfa 55:
“As British anthropologist Roy Ellen has suggested, another reason why early human beliefs and practices were not highly adaptive is that humans are not consistently rational. He wrote, "Cultural adaptations are seldom the best of all possible solutions and never entirely rational. "34 Although Ellen did not use this example, we might note that one reason for this is that people tend to make faulty causal inferences.”
“İngiliz antropolog Roy Ellen'ın öne sürdüğü gibi, erken dönem insan inanç ve uygulamalarının yüksek düzeyde uyarlanabilir olmamasının bir başka nedeni de insanların sürekli olarak rasyonel olmamalarıdır. Ellen şöyle yazmıştır: “Kültürel uyarlamalar nadiren mümkün olan tüm çözümlerin en iyisidir ve asla tamamen rasyonel değildir.”34 Ellen bu örneği kullanmamış olsa da, bunun bir nedeninin insanların hatalı nedensel çıkarımlar yapma eğiliminde olmaları olduğunu belirtebiliriz.”
Edgerton, İnsanların uzun süre boyunca uyguladığı bazı inanç ve pratiklerin adaptif bir değere sahip olmadığı vurgulamış. Bu inanç ve uygulamların daha çok irrasyonel veya verimsiz olduğunu söylüyor. Edgerton, bu tür irrasyonel davranışların kökeninde insan zihninin temel özelliklerinin, yani korku, güvensizlik ve yanlış çıkarım yapma eğilimlerinin yattığını belirterek, daha rasyonel ve işlevsel çözümler geliştirilmesi gerektiğine dikkat çekiyor.
Edgerton, insanların ve toplumların her zaman rasyonel veya çevresine uyum sağlayıcı (adaptif) davranmadıklarını ve bazı inanç ve pratiklerin sadece katlanma sınırları içinde kaldıkları için devam ettiğini anlatıyor. Yazar, Papua Yeni Gine’deki Bena Bena toplumundan örnekler vererek, bazı inanç ve davranışların açıkça mantıksız veya zararlı olabileceğini öne sürüyor.
Bena Bena halkı, protein eksikliği çekmelerine rağmen, tavuk ve yumurta gibi protein kaynaklarını tüketmiyor çünkü tavukların dışkı yediğine inanıyorlar. Ancak ilginç bir şekilde, yine dışkı yiyen domuzlar onların en sevdiği yiyecek kaynaklarından biri.
Sayfa 56:
“It must be noted, of course, that the Bena Bena are not uniquely nonrational. As Melford Spiro among others has pointed out, other populations, including our own, cling to beliefs and practices that are equally nonrational. 36 ”
“Elbette, Bena Bena'ların tek başına akılcı olmadıklarını belirtmek gerekir. Diğerlerinin yanı sıra Melford Spiro'nun da işaret ettiği gibi, bizimkiler de dahil olmak üzere diğer toplumlar da aynı derecede rasyonel olmayan inanç ve uygulamalara bağlı kalmaktadır.36“
Herhangi bir hayali varlığın varlığına inanan herkes rasyonel olmayan şeylere inanıyor demektir. Bunun anlamı ne farkında mısınız. Dünyada herhangi bir dine inanan oranı nedir? Neredeyse şu an dünya üzerinde yaşayan insanların %90’ı (belki de daha fazlası) bir dine inandığını söylüyor. İnsanlık tarihi boyunca tüm yaşamış olan insanları dikkate alırsak sanırım herhangi bir dine inanmamış olan insanın oranı milyarda birden bile küçük olacaktır. Samimi bir şekilde itiraf edelim insan hiç de rasyonel bir canlı değildir.
Edgerton ısrarla insanlığın irrasyonelliği üstünde durmuş. Erkeklerin kadınlar için birbirini öldürmesi, saçma sapan nedenler çıkan kan davaları gibi bir çok irrasyonel örnek veriyor. İşin ilginç yanı tüm bunlara rağmen soyumuzu tüketmeden yaşamayı başarmışız. Bunda bizim diğer canlılardan üstün olmamız mı etkili yada sahip olduğumuz zeka irrasyonel de olsa bize çok büyük bir avantaj mı sağlıyor tartışmak gerek. Şu soru bence yanıtlanmalı insanlık bu kadar irrasyonelliğe rağmen nasıl bugüne gelebildi.
Bu alt başlık çok kısa kaldığı için diğer altbaşlığa da geçiyorum.
Sağlıksız Uyumun (Maladaptasyonun) Kalıcılığı
Bir önceki alt başlıkta bazı zararlı inançların ve uygulamaların uzun süre var olabileceğini, irrasyonel kararların kötü sonuçlara yol açabileceğini gördük. Asıl kritik nokta ise birçok insan davranışının adaptif olmadığını, bazen adaptif olmamasına rağmen sadece alışkanlık veya gelenekler nedeniyle sürdüğünü gösterdi. Edgerton, insanların bir çok zararlı inanç ve uygulamaya katlanmak zorunda kaldıklarını anlattı.
Bu alt başlıkta ise sağlıksız uyumlu (maladaptif) uygulamalarının neden uzun süre devam ettiğini ve değişime neden direnç gösterdiğini inceliyor. Dış faktörler olmadığında yenilik yapma veya uyum sağlama gereği hissedilmediğini belirtiyor. İnsanların evrimsel olarak muhafazakâr bir yapıya sahip olduğunu öne sürüyor. Dikkat çekici bir tespit şu, insanlara neyi neden yaptıkları sorulduğunda , "atalarımız böyle yapmış" gibi gerekçelerle sürdüğünü aktarıyor. Doğaüstü inançları nedeniyle bazı halkların mantıksız kararlar alması, insanların her zaman rasyonel olmadığını gösteriyor.
Sağlıksız Uyumun (Maladaptasyonun) Kalıcılığı başlığında geçen önemli İfadeler:Maladaptasyon (Maladaptation): Bir toplumun ya da bireyin çevresine veya koşullara uyum sağlayamaması veya uyum sağlamaya yönelik çabalarının başarısız olması. Maladaptif davranış veya inançlar, topluma veya bireye zarar verebilecek, işlevsiz veya uyumsuz sonuçlar doğurabilir. Katı Seçici Güçler (Rigorous selective forces): Bir toplumun veya organizmanın hayatta kalması ve üremesi üzerinde güçlü bir baskı oluşturan zorlayıcı çevresel veya toplumsal etkenleri tanımlar. Bu tür baskılar, toplumları hayatta kalmak için değişime zorlar. Edgerton, bazı geleneksel toplumların, böyle zorlayıcı bir baskı ile karşılaşmadıklarında değişime ihtiyaç duymadıklarını ve hatta zararlı veya işlevsiz uygulamalarını sürdürmeye devam ettiklerini savunur. Örneğin, iklim değişikliği veya doğal afetler, toplumu yeni stratejiler geliştirmeye zorlayan "katı seçici güçler" olabilir. Baskılar olmadığında ise gelenekler daha yavaş değişir veya hiç değişmez, bu da toplumda kalıcı maladaptasyonlar yaratabilir. Seçici Baskı (Selective Pressure): Biyolojik ya da kültürel olarak organizmaları veya toplumları belirli özellikleri geliştirmeye zorlayan çevresel etkenler. Seçici baskı, hayatta kalma ve üreme başarısını artırarak popülasyonların evriminde değişikliklere yol açabilir. Küçük Geleneksel Toplumlar (Small Traditional Societies): Genellikle izole veya geleneklerine bağlı, karmaşık olmayan sosyal yapılara sahip küçük ölçekli toplumlar. Bu toplumlar genellikle düşük teknolojik gelişim gösterir ve değişime karşı dirençlidirler. Adaptasyon (Adaptation): Bir toplumun veya bireyin, çevresindeki koşullara uyum sağlayabilmesi; toplumsal veya biyolojik mekanizmalar aracılığıyla hayatta kalma ve işlevselliği artırmaya yönelik stratejiler geliştirmesi. İnovasyon Direnci (Resistance to Innovation): Toplumun yeni fikir veya teknolojilere karşı duyduğu direnç. Bu, geleneksel inanç ve pratiklere bağlı kalma eğiliminden veya mevcut sosyal düzeni koruma isteğinden kaynaklanabilir. Biyolojik Muhafazakarlık (Biological Conservatism): Evrimsel süreçlerde güvenli, tanıdık yöntemlere bağlı kalmanın adaptif olarak faydalı olabileceğini öne süren teori. Biyolojik muhafazakarlık, insanlar ve toplumlar arasında değişim karşıtı bir eğilimi açıklamak için kullanılır. Toplumsal Konformizm (Social Conformism): Bireylerin toplumsal kurallara ve normlara uyum gösterme eğilimi. Konformizm, bireylerin grup beklentilerine uygun hareket ederek toplumsal uyumu ve istikrarı sağlama eğilimidir. Fonksiyonel Olmayan Pratikler (Nonfunctional Practices): Belirli bir toplumda yapılan ama topluma doğrudan bir fayda sağlamayan veya eski anlamını kaybetmiş pratikler. Bu pratikler, bazen geleneksel nedenlerden ötürü sürdürülür. Çevresel Sınırlamalar (Environmental Constraints): Bir toplumun gelişimini veya pratiklerini sınırlayan çevresel faktörler. Örneğin, iklim, coğrafi konum, doğal kaynakların durumu gibi etkenler çevresel sınırlamalardır. Ekolojik Yıkım (Ecological Degradation): Bir toplumun çevresel kaynakları aşırı kullanarak doğal ortamı bozması. Bu, toprak erozyonu, ormansızlaşma veya doğal kaynakların tükenmesi gibi sonuçlara yol açabilir. Kültürel Kalıcılık (Cultural Persistence): Toplumların inanç ve pratiklerini, değişen koşullara rağmen nesiller boyu sürdürme eğilimi. Bu, genellikle geleneksel değerlerin korunması arzusundan kaynaklanır. Doğal Afetler ve Çevresel Yıkımlarla İlişki (Human-Environment Interactions): İnsanların çevreleriyle etkileşimleri ve bu etkileşimlerin çevre üzerindeki etkileri. Bu, bir toplumun çevresel krizler karşısında uyum sağlama yeteneğiyle de ilgilidir. Sosyal Problemler (Social Problems): Bireyler veya gruplar arasındaki ilişkilerde ortaya çıkan, toplumsal uyum ve düzeni tehdit eden sorunlar. Edgerton, burada özellikle erkekler arasındaki kadınlarla ilgili rekabet ve bunun yol açtığı şiddeti örnek verir. Doğaüstü Varlıklar (Supernatural Entities): Geleneksel toplumlarda doğaüstü güçlere veya varlıklara duyulan inanç. Bu varlıklar genellikle korkutucu, zararlı olarak algılanır ve toplumun bazı pratiklerine rehberlik eder. Rasyonalite Eksikliği (Lack of Rationality): Toplumların bazı inanç ve pratiklerinde mantıksız veya irrasyonel davranışlarda bulunma durumu. Bu, toplulukların bazı zarar verici ya da anlamsız pratikleri sürdürmesi anlamına gelir. Sosyopolitik Esneklik (Sociopolitical Flexibility): Bir toplumun sosyopolitik yapısında değişiklik yapabilme yeteneği. Koloniyel baskılara karşı uyum gösteren toplumlar, bu esnekliğe sahip toplumlara örnektir. İkili Rekabet (Dual Competition): Hem doğal çevrede hem de sosyal bağlamda ortaya çıkan rekabet. Bu, hayatta kalma mücadelesinde hem kaynakları hem de sosyal başarıyı korumak için verilen çabayı ifade eder. |
İlk paragraf şöyle:
Sayfa 57:
“From time to time over the course of human history, rigorous selective forces have compelled societies to change, and those that could not were absorbed by other populations or, sometimes, became extinct. But more often there has not been enough competition among societies to bring about major social or cultural change. 42 In the absence of strong competition, there is little motivation for change. Just as people very often do not rationally calculate how each of their beliefs or customs might better serve their needs, neither do they very often rationally calculate how best to change their ways in order to survive whatever the future can reasonably be expected to bring. As the Tasmanians illustrated, people in small traditional societies are neither consistently rational maximizers of their well-being nor highly innovative. The history of small societies is one of little change even in the realm of technology, where so much as a minor improvement - feathered arrow, a hafted axe, a spear thrower, a weighted digging stick- is a rare occurrence. Even when innovations are proposed, the population may resist their adoption.”
“İnsanlık tarihi boyunca zaman zaman, katı seçici güçler toplumları değişime zorlamış, değişemeyenler ise diğer toplumlar tarafından yutulmuş ya da bazen yok olmuşlardır. Ancak çoğu zaman toplumlar arasında büyük sosyal veya kültürel değişimlere yol açacak kadar rekabet olmamıştır.42 Güçlü bir rekabetin yokluğunda, değişim için çok az motivasyon vardır. İnsanlar inançlarının ya da geleneklerinin her birinin ihtiyaçlarına nasıl daha iyi hizmet edebileceğini çoğu zaman rasyonel bir şekilde hesaplamadıkları gibi, geleceğin makul olarak getirmesi beklenebilecek her ne olursa olsun hayatta kalmak için yöntemlerini en iyi nasıl değiştireceklerini de çoğu zaman rasyonel bir şekilde hesaplamazlar. Tazmanyalıların da gösterdiği gibi, küçük geleneksel toplumlardaki insanlar ne refahlarını sürekli olarak rasyonel bir şekilde maksimize ederler ne de son derece yenilikçidirler. Küçük toplumların tarihi, teknoloji alanında bile çok az değişimin yaşandığı bir tarihtir; tüylü ok, saplı balta, mızrak fırlatıcı, ağırlıklı kazma sopası gibi küçük bir gelişme bile nadiren görülür. Yenilikler önerildiğinde bile, nüfus bunların benimsenmesine direnebilir.”
Bir çok bilim insanı medeniyetin neden Anadolu'da, Ege kıyılarında, Avrupa'da geliştiğini açıklarken bu rekabet durumunu dile getirirler. Bir topluluk rakip topluluklarla ne kadar çok etkileşim halinde ise o kadar kendisini diğerlerine göre üstün pozisyonda tutmak için yenilik üretme arayışı içine giriyor. Bunu tarihsel kayıtlardan çok net görebiliyoruz.
Sonraki paragraf bu başlığın ana fikrini bize sunuyor. Psikolog Donald Campbell ve sosyolog Joseph Lopreato'nun görüşleri aracılığıyla, insanların neden geleneksel inanç ve uygulamalarını değiştirmeye karşı direnç gösterdiği açıklıyor. Campbell, insanların muhafazakarlığa evrimsel bir eğilimi olduğunu ve bunun bir hayatta kalma mekanizması olarak geliştiğini öne sürüyor. Benzer şekilde, Lopreato, insanların kurallara uyma ve başkalarını da bu kurallara uymaya zorlamaya yönelik doğal bir eğilimi olduğuna inanıyor.
Bu eğilimlerin çoğu toplumda yeniliklere karşı direnç yarattığı belirtmiş. Geleneklerin sürdürülebilirliği ve değişim karşıtlığı, çoğunlukla "bu bizim geleneğimiz" ya da "her zaman böyle yaptık" gibi açıklamalarla savunulduğunu söylüyor. Açıkçası bu tespitlere itiraz etmek mümkün değil. Aklı başında olan ve içinde yaşadığı toplumu az da olsa sorgulayarak gözlemeyen herkes bunu tespit edecektir. İnsanların içine doğdukları kültür sorgulamama gibi bir eğilimi var.
Nijerya'daki İjaw toplumunun ikiz çocuk doğumunda bebeklerden birisini neden öldürdükleri sorulduğunda atalarımızda böyle yapıyordu cevabı veriyorlarmış. İnsanın yuh artık diyesi geliyor. Gerçi bu kadar feci olmasa da Türkiye’de de saçma geleneklerimiz yok değil: kurşun dökmek, göbek kordonu gömmek, ağaca bez bağlamak vs. Bizimkilerin çok sorun olmamasının sebebi can acıtıcı olmaması sanırım.
Sayfa 58:
“Of course, humans can modify their beliefs or practices to accommodate to change, and they sometimes do so, 49 but more often they refuse to change or are unable to do so, and often they fail to understand the implications of changing conditions, believing that the lessons of the past will continue to serve them well in the future.”
“Elbette insanlar değişime uyum sağlamak için inançlarını veya uygulamalarını değiştirebilirler ve bazen bunu yaparlar,49 ancak çoğu zaman değişmeyi reddederler veya bunu yapamazlar ve çoğu zaman geçmişin derslerinin gelecekte de kendilerine iyi hizmet edeceğine inanarak değişen koşulların sonuçlarını anlamakta başarısız olurlar.”
Edgerton birçok kısa vadede faydalı olan şeyin uzun vadede zararlı olduğuna dair örnekler veriyor. Ağaçların kesilmesi, keçilerin beslenmesi, tarım arazisi için orman kesmek, endüstriyel büyüme vb. Edgerton tarihten örneklerle kendisine zarar veren toplumları göstermeye devam etmiş.
Edgerton, bazı toplumların kültürel inanç ve uygulamalarının çevreye ve topluma zarar verdiğini ya da zararlı hale gelebildiğini vurguluyor. Örnek olarak, Vikinglerin İzlanda ve Grönland gibi kuzey adalarındaki yerleşimlerinde çevreye verdikleri zararı anlatmış. Vikingler, kısa vadeli çıkarlarını uzun vadeli yararların önüne koyarak aşırı hayvancılık, yakıt toplama ve inşaat etkinlikleri ile ciddi toprak erozyonuna neden olmuşlar. Benzer şekilde, Maya uygarlığının çöküşünün, yoğun odun kullanımı sonucu yaşanan çevresel sorunlardan kaynaklandığı düşünülmektedir diyor.
Ayrıca, İnuits gibi bazı toplumların teknik başarılarına rağmen irrasyonel korku ve inançlarla kendilerine zarar verdiklerine dikkat çekiyor. İnuits, hayali kötü varlıklardan korunmak için verimli avlanma ve kamp alanlarını kullanmaktan kaçınmış ve bu da zaman ve kaynak israfına yol açmış. Bu toplulukların doğaüstü varlıklarla ilgili güçlü inançları, rasyonel bir uyum sağlama stratejisinden ziyade, korku ve endişeyle dolu, verimsiz bir yaşam tarzına yol açmış.
Bu başlıkta böylece bitti. Aslında özet şu. Neden bu akılsızca şeyleri yapıyoruz çünkü atalarımız da yapmışlar. Belki bir zamanlar ortaya çıkmış olmasının makul bir sebebi olabilir ama bu makul sebep ortadan kalktığı halde insanlar sırf ataları da öyle yaptığı için sorgulamadan saçma gelenekleri devam ettiriyorlar.
Bir sonraki başlık bu bölümün 3. başlığı “Biyolojik Yatkınlıklar ve Sağlıksız Uyum” bakalım neler olacak.
Comments