top of page
Okunduğu Gibi

İnsan Doğasına Evrimsel Bir Bakış: Gerçeklik, Kendini Kandırma ve Bilişsel Modüller

Dokuzuncu Yazı

İnsan Doğasının Değerlendirilmesi/İncelenmesi

Bu alt başlıkta “Assessing” kelimesini kullanmış Edgerton. Bu kelimenin bir kaç anlamı var. Metnin içeriğine bakınca “derinlemesine inceleme”, “farklı bilimsel yaklaşımlarla konuyu ele alma” anlamında kullanıldığını görüyoruz. İnsan doğasının detaylı bir şekilde ele alınması gereken bir konu olduğunu daha başlıktan görmüş oluyoruz.

Edgerton, bu başlık altında insan doğasının anlaşılmasına yönelik çeşitli teoriler ve yaklaşımları incelemiş. Araştırmacıların insan doğasını anlamak için kullandıkları yöntemlerin çeşitliliği ve bu yöntemlerin sonucunda ortaya çıkan bazı sonuçlar üzerinde durmuş. İnsan doğasını anlamak için farklı disiplinlerden araştırmacıların kullandığı çeşitli yöntemleri ve ortaya çıkan sonuçları inceliyor. İnsan doğasının basit genetik eğilimlerle sınırlı olamayacağı, psikobiyolojik dürtülerin yanı sıra, daha karmaşık genetik temellerin ve sosyal davranışların incelenmesi gerektiğini vurguluyor. Ayrıca, aldatma ve öz-inkar gibi davranışların insan doğasında önemli yer tuttuğu, bireylerin çevresel taleplere yanıt olarak evrimleşen özel psikolojik mekanizmalara sahip olduğu belirtiliyor. İnsanların bilişsel yeteneklerinin farklı Pleistosen çevrelerinde evrimleştiği ve bireyler arasındaki mizaç farklılıklarının toplum üzerindeki etkileri de ele alınıyor. 

Şİmdi metinde geçen bazı kavram ve ifadelerin sözlüğünü hazırlayalım ve yazıya geçelim.

Maladaptasyon - İnsan Doğasının Değerlendirilmesi  başlığında geçen önemli İfadeler:

İnsan doğası (Human Nature): İnsanın temel özelliklerini, eğilimlerini ve davranış kalıplarını belirleyen biyolojik, psikolojik ve sosyal unsurların bir birleşimidir. Bu kavram, insanların doğuştan getirdiği eğilimleri (örneğin, hayatta kalma, üreme, sosyal bağlar kurma gibi) ve çevresel faktörlerin etkisiyle şekillenen davranışlarını içerir. İnsan doğası üzerine yapılan çalışmalar, genetik yatkınlıklar, evrimsel süreçler, kültürel evrenseller ve öğrenilmiş davranışlar arasındaki ilişkiyi inceler. Farklı disiplinlerden gelen yaklaşımlar, insan doğasını biyolojik ihtiyaçlarla sınırlı bir çerçevede görürken, bazıları sosyal ve kültürel faktörlerin belirleyici olduğunu vurgular. İnsan doğası, hem bireyin kimliğini hem de toplumsal yapıların temelini anlamak için kritik bir kavramdır.

Doğal Hukuk (Natural Law): İnsan doğasına dair evrensel ve değişmez ilkeler olduğuna inanan bir doktrin. Bu ilkelere, insan davranışını anlamak veya ahlaki yargılarda bulunmak için başvurulur. Doğal hukuk, insan aklına ve doğanın düzenine dayanan evrensel ahlaki ilkeler sistemidir. Bu anlayış, insanların doğal bir şekilde adaleti ve doğruluğu kavrayabileceğini ve buna uygun yaşamaları gerektiğini savunur. Doğal hukuk, insan yapımı yasalardan (pozitif hukuk) farklıdır çünkü evrenseldir ve zaman, yer veya kültürden bağımsız olarak geçerlidir. Antik Yunan filozofları, özellikle Aristoteles ve Stoacılar, doğal hukukun temellerini atmıştır. Orta Çağ'da Thomas Aquinas, doğal hukuku ilahi iradeye dayandırmıştır. Modern dönemde ise, doğal hukuk özgürlük, insan hakları ve adalet arayışında temel bir felsefi zemin olarak kullanılmıştır.

Kültürel Evrenseller (Cultural Universals): Tüm insan toplumlarında görülen ortak kültürel unsurlar ve davranış biçimleridir. Örneğin, dil, evlilik, ritüeller ve yemek pişirme gibi davranışlar veya normlar kültürel evrenseller olarak değerlendirilir. Bunlar, insanlığın temel ihtiyaçları ve biyolojik benzerlikleri nedeniyle ortaya çıkar. George Murdock gibi antropologlar, kültürel evrensellerin, insan toplumlarının farklılıklarına rağmen ortak bir temele sahip olduğunu gösterdiğini savunur. Örnekler arasında dil, akrabalık sistemleri, cinsiyet rolleri, din, mitler, ritüeller, sanat, dans, sosyal kontrol mekanizmaları, ticaret ve eğitim yer alır. Kültürel evrenseller, insan doğasının ve toplumlarının ortak noktalarını anlamada önemli bir kavramsal araçtır. Bu ortak unsurlar, çeşitlilik içindeki birliği ve insan deneyimlerinin evrenselliğini vurgular.

Ebeveyn yatırım stratejileri (parental investment strategies): Ebeveynlerin çocuklarına yönelik kaynaklarını nasıl ve ne ölçüde tahsis ettiklerini açıklayan bir kavramdır. Bu stratejiler, biyolojik ve çevresel faktörlerin etkileşimiyle şekillenir. Evrimsel biyolojiye göre, ebeveynler sınırlı enerji, zaman ve kaynaklarını çocuklarının hayatta kalma ve üreme başarılarını artıracak şekilde optimize etmeye çalışır. Örneğin, bazı ebeveynler az sayıda çocuğa yoğun kaynak sağlarken (yüksek yatırım stratejisi), diğerleri daha fazla sayıda çocuğa daha sınırlı kaynak ayırabilir (düşük yatırım stratejisi). Çevresel zorluklar, sosyal normlar ve ekonomik durum gibi faktörler, bu stratejilerin nasıl uygulanacağını belirleyebilir.

Psikobiyolojik Güdüler (Psychobiological Drives): İnsan davranışını şekillendiren biyolojik temelli ihtiyaçlar ve eğilimler. Örnekler arasında beslenme, üreme ve sosyal ilgi yer alır.

Öz Aldatma (Self-Deception): Öz aldatma, bireyin kendini kasıtlı ya da bilinçdışı bir şekilde yanlış bir inanca ikna etmesi sürecidir. İnsan psikolojisinde, öz aldatma, kişinin gerçeği çarpıtmasını, gizlemesini veya reddetmesini içerir. Bu mekanizma, bireyin olumsuz duygularla başa çıkmasına veya sosyal çatışmalardan kaçınmasına yardımcı olabilir. Evrimsel psikolojide öz aldatma, kişinin kendi niyetlerini gizleyerek başkalarını daha etkili bir şekilde manipüle etme stratejisi olarak yorumlanır. Robert Trivers gibi araştırmacılar, öz aldatmanın bireyin sosyal uyumunu artırabileceğini, ancak aynı zamanda uzun vadeli ilişkilerde sorunlara yol açabileceğini savunur. Öz aldatma, hem bireysel hem de toplumsal bağlamlarda karmaşık bir süreçtir.

Bilişsel Modüller (Cognitive Modules): Bilişsel modüller, insan beyninin belirli bilişsel işlevleri yerine getirmek için evrimsel olarak uzmanlaşmış bölümleridir. Modüler beyin teorisi, beynin farklı çevresel zorluklara yanıt olarak özelleşmiş "araçlar" geliştirdiğini savunur. Örneğin, dil, yüz tanıma ve sosyal ilişkiler gibi farklı görevler için ayrı modüller bulunabilir. Jerry Fodor ve Leda Cosmides gibi bilim insanları, bu modüllerin hızlı, otomatik ve içeriğe özgü şekilde çalıştığını öne sürmüştür. Bilişsel modüller, insan davranışının adaptif mekanizmalarını anlamada önemli bir kavramdır ve nörobilim araştırmaları, bu modüllerin beynin fiziksel yapısıyla ilişkili olduğunu doğrulamıştır.

İçgörü (Introspection): İçgörü, bireyin kendi düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını anlamak için yaptığı zihinsel bir süreçtir. Felsefeden psikolojiye kadar farklı disiplinlerde ele alınan bu kavram, kişinin kendini anlamaya yönelik bir tür "zihinsel ayna" olarak görülür. İçgörü, bilinçli farkındalığın temel unsurlarından biridir ve kişinin motivasyonlarını, hatalarını veya güçlü yönlerini keşfetmesine olanak tanır. Psikolojide içgörü, özellikle terapötik süreçlerde önemli bir rol oynar; bireylerin duygusal ve davranışsal sorunlarının kökenlerini anlamalarına yardımcı olabilir. Ancak, içgörü her zaman doğru veya tarafsız değildir; önyargılar ve bilişsel sınırlamalar süreci etkileyebilir.

Genetik Eğilimler (Genetic Predispositions): İnsan davranışlarının genetik temelleriyle açıklanabileceği fikri. Örneğin, belirli davranışların veya duygusal tepkilerin genetik olarak aktarılabileceği düşünülür.

Evrimsel Süreçler (Evolutionary Processes): İnsan davranışlarını ve bilişsel yetilerini doğal seçilim yoluyla gelişen uyum sağlama mekanizmalarıyla açıklayan yaklaşımlar.

Genelleştirilmiş Zekâ (Generalized intelligence): İnsan bilişsel yeteneklerinin tek bir genel faktörle, genellikle g faktörü olarak adlandırılan bir yapı ile açıklandığı yaklaşımdır. Bu kavram, ilk olarak Charles Spearman tarafından geliştirilmiştir ve insanların çeşitli bilişsel görevlerdeki performanslarının birbirine bağlı olduğunu öne sürer. Yani, bir bireyin bir alanda (örneğin, matematik) yüksek performans göstermesi, genellikle diğer alanlarda (örneğin, dil veya problem çözme) de başarılı olacağını ifade eder. Genel zekâ, soyut düşünme, öğrenme, mantık yürütme ve bilgi edinme gibi geniş bir bilişsel yetenek yelpazesini kapsar. Bu teori, zekâyı tek bir ölçümle değerlendirme eğilimindedir ve zekâ testlerinde yaygın olarak kullanılır.

Çoklu Zekâ (Multiple Intelligences): İnsan bilişsel yetilerinin tek bir genel zekâdan ziyade birbirinden bağımsız, farklı alanlarda uzmanlaşmış modüllerden oluştuğunu savunan bir teoridir. Bu kavram, bireylerin çeşitli türlerde bilişsel yetilere sahip olduğunu ve bu yetilerin her birinin farklı sorunlara çözüm getirmek için evrimleştiğini öne sürer. Örneğin, dil becerileri, matematiksel düşünme, uzamsal algı, sosyal zekâ veya fiziksel koordinasyon gibi farklı alanlar, farklı zekâ türlerini temsil eder. Howard Gardner'ın popülerleştirdiği bu teoriye göre, her birey bu zekâ türlerinin belirli bir kombinasyonuna sahiptir ve bu çeşitlilik, bireysel öğrenme stillerini ve problem çözme yaklaşımlarını açıklar. Bu teori, insan zekâsını daha karmaşık ve modüler bir perspektiften ele alır.

Gen Akışı (Gene Flow): Popülasyonlar arasında genetik materyalin aktarımı. İnsan popülasyonları arasında uzun dönem boyunca gen akışının, genetik farklılıkları azalttığı düşünülür.

Mizaç (Temperament): Bireyin genetik olarak belirlenmiş davranışsal ve duygusal eğilimleri. Örneğin, bir bireyin daha agresif veya daha sakin olması doğuştan gelen bir özellik olabilir.

Kültürel Pratiklerin Adaptasyonu: Belirli bir çevre veya grup için geliştirilen geleneksel uygulamaların, genetik veya çevresel faktörlere bağlı olarak farklı gruplar için uyumsuz hale gelebileceği fikri.


Bu alt başlığın ilk paragrafı şöyle:

Sayfa 65-66

“Scholars from various backgrounds, disciplines, and political persuasions have sought to discover the nature of human nature by such wondrously diverse strategies as, referring to what they believed to be natural law, studying our primate "relatives," and extrapolating from cultural universals to presumed biological causes. They have also examined how infants behave before they are "socialized" (or how strongly they resist certain kinds of efforts to socialize them). Other scholars have invoked such basic physiological needs as hunger and creature comforts and have examined the functioning of the central nervous system. Still others have studied behavior genetics or modeled presumed evolutionary processes such as parental investment strategies. Very often, one suspects, introspection is the method of choice.66”

“Çeşitli geçmişlerden, disiplinlerden ve siyasi görüşlerden gelen akademisyenler, doğal hukuk olduğuna inandıkları şeylere atıfta bulunmak, primat “akrabalarımızı” incelemek ve kültürel evrensellerden varsayılan biyolojik nedenlere ekstrapolasyon yapmak gibi fevkalade çeşitli stratejilerle insan doğasının yapısını keşfetmeye çalışmışlardır. Ayrıca bebeklerin “sosyalleşmeden” önce nasıl davrandıklarını (ya da onları sosyalleştirmeye yönelik belirli türdeki çabalara ne kadar güçlü bir şekilde direndiklerini) incelemişlerdir. Diğer akademisyenler açlık ve rahatlık gibi temel fizyolojik ihtiyaçlara başvurmuş ve merkezi sinir sisteminin işleyişini incelemişlerdir. Diğerleri ise davranış genetiği üzerinde çalışmış ya da ebeveyn yatırım stratejileri gibi varsayılan evrimsel süreçleri modellemiştir. Çoğu zaman, içgörünün tercih edilen yöntem olduğundan şüphelenilir.66

Edgerton daha girişten birçok terim ve kavramdan bahsediyor. O kadar derin konular ki aslında bunlar. Doğal hukuk; kültürel evrenseller; insan doğasının yapısı; sosyalleşme; temel fizyolojik ihtiyaçlar; davranış genetiği; ebeveyn yatırım stratejisi; iç gözlem… Yukarıdaki  sözlükte bir kısmına kısaca değindim. İnsan doğasından bahsetmek hiç de kolay bir iş değil. Ben bunca yıllık okumalarımdan sonra bir kanaate varmış durumdayım. Hobbes, Rousseau, Locke’dan başlayarak birçok düşünürün insan doğası hakkındaki fikirlerini inceledim. Daha önce de bir kaç kez söylediğim gibi en sonunda bu konuya evrimsel psikoloji açısından bakmanın en doğru yol olduğuna karar verdim. 

Edgerton neler söylüyor ona bakalım.

Edgerton, Marvin Harris’i (yeme ihtiyacı, daha besleyici diyetleri tercih etme, cinsel ilişkiden zevk alma ve sevgi/ilgi arzusu) ve Malinowski’yi insan doğasını sadece fizyolojik ihtiyaçlara indirgedikleri için eleştiriyor. Bu tür indirgemeci yaklaşımların insan evrimi veya çağdaş davranışların açıklanmasında yeterince anlamlı olmadığını vurguluyor

Genetik yatkınlıkların insan davranışlarını nasıl şekillendirdiği ve toplumsal normlarla nasıl ilişkilendiği üzerine yapılan çeşitli teorik yaklaşımları sunuyor. Robin Fox, Kent G. Bailey ve Melvin Konner’den örnekler vermiş.

Sayfa 67:

“Sometimes theories of human nature are based on suppositions concerning the adaptive value of certain interpersonal strategies. …  but lying successfully is no easy matter, especially in small societies where people know so much about one another, and being caught out in a lie can have unpleasant consequences. Thus, the best guarantee of successful deception might well be self-deception, that is, a lack of awareness that one is lying at all, because a person who did not realize he was lying would likely be more convincing than one who knew he was distorting the truth. So, various theorists have concluded, one might suppose that if there were a heritable gene or set of genes that enhanced successful deception, this skill might be selected for too. This idea has led to a large literature on the adaptive advantages of self-deception, including related psychoanalytic concepts such as repression and denial. 74 Anxiety may be reduced if one can deceive oneself about some menacing aspects of reality, and so may depression. The denial of death is an example. But if self-deception goes too far, reality may be distorted to such an extent that survival may be endangered. Despite this risk, there is evidence that self-deception occurs in lower organisms as well as humans and may therefore actually have a genetic basis. 75”

“Bazen insan doğasına ilişkin teoriler, belirli kişiler arası stratejilerin uyarlanabilir değerine ilişkin varsayımlara dayanır. … Ancak başarılı bir şekilde yalan söylemek kolay bir iş değildir, özellikle de insanların birbirleri hakkında çok şey bildiği küçük toplumlarda ve yalan söylerken yakalanmanın hoş olmayan sonuçları olabilir. Dolayısıyla, başarılı bir aldatmanın en iyi garantisi kendini kandırmak, yani kişinin yalan söylediğinin farkında olmaması olabilir; çünkü yalan söylediğinin farkında olmayan bir kişi, gerçeği çarpıttığını bilen bir kişiden muhtemelen daha inandırıcı olacaktır. Dolayısıyla, çeşitli teorisyenler, başarılı aldatmayı geliştiren kalıtsal bir gen veya genler kümesi olsaydı, bu becerinin de seçilebileceği sonucuna varmışlardır. Bu fikir, bastırma ve inkar gibi ilgili psikanalitik kavramlar da dahil olmak üzere, kendini kandırmanın uyarlanabilir avantajları üzerine geniş bir literatüre yol açmıştır.74 Kişi gerçekliğin bazı tehditkar yönleri hakkında kendini kandırabilirse kaygı azalabilir ve depresyon da azalabilir. Ölümün inkarı buna bir örnektir. Ancak kendini kandırma çok ileri giderse, gerçeklik o kadar çarpıtılabilir ki hayatta kalma tehlikeye girebilir. Bu riske rağmen, kendini kandırmanın insanların yanı sıra daha düşük organizmalarda da meydana geldiğine ve bu nedenle aslında genetik bir temeli olabileceğine dair kanıtlar vardır.75

Bu paragrafı çok az kısaltarak olduğu gibi aldım çünkü çok önemsediğim bir konuya değiniyor. Gerçekliği çarpıtmak, baş edemediğin bir durumu baş edilebilir bir hale getirmek. İnsanın farkındalığının laneti bu işte. Farkındalık bir kez uyandığında bunun geri dönüşü olmuyor. Belki bizi besin hiyerarşisisinin en tepesine çıkaran bu üstün özellik aynı zamanda yanında bir de istenmeyen yan ürün de getiriyor. Bizi aşan, boyumuzu geçen, baş edemeyeceğimiz şeyleri de fark eder hale geliyoruz. Bu yüzden kendini kandırabilme yeteneği hayatla baş edebilmek için ürettiğimiz bir çözüm. 

Son bir kaç yıldır ben bu kendini kandırabilme yeteneğinin ne kadar önemli olduğunu fark etmeye başladım. Eğer gerçekliği olduğu gibi algılarsan depresyona giriyorsun. Yani dünyadaki adaletsizliği görmemek zorundasın. Dünyadaki kötülüğü görmemek zorundasın. Çünkü tüm bu eşitsizlik, vicdansızlık, kötülük eğer sürekli gündeminde olursa felç geçirmiş gibi oluyorsun. sahip olmak isteyip de olamadığın şeyleri kafana takarak yaşarsan hareket edemez hale geliyorsun. Bir şekilde gerçekliği çarpıtmak yada en azından görmemek üzere kendini eğitmen gerekiyor. Farkında olmak iyi bir şey ama açma kapama düğmesini kullanmayı öğrenmek de daha iyi bir şey. 

Fakat burada önemli olan kendini kandıracaksın diye tamamen yalan dünya içinde de yaşamamak gerekiyor. Anlamlı ve değerli bir hayat yaşamak istiyorsan kendini kandırmanın dozunu iyi ayarlamak gerekiyor. Yani kendini kandıracaksın ve bunu bilerek yapacaksın. Yani bir başkasının manipülasyonu ile kandırılmadan kendi kendini kandıracaksın ve bunu bilerek yapacaksın. Diğer türlüsü uydurulmuş olan hikayelere inanmak değil kastettiğim.


İnsan Kendini Kandırmak Üzere Evrimleşmiş
İnsan Kendini Kandırmak Üzere Evrimleşmiş

Bir sonraki paragrafı da olduğu gibi almak zorundayım. Çünkü tamamen ilgilendiğim konu ile ilgili. 

Sayfa 67-68:

“The most recent and in some respect most promising approaches to human nature involve the search for specific psychological mechanisms that evolved in response to specific environmental demands. Unlike earlier approaches to learning that assumed the evolution of generalized cognitive abilities of learning or information processing, these approaches argue that humans evolved specific psychological abilities to solve specific problems. 76 That the brain is, indeed, organized into discrete modules of cognitive abilities has been confirmed by neurosurgical research. 77”

“İnsan doğasına ilişkin en yeni ve bazı açılardan en umut verici yaklaşımlar, belirli çevresel taleplere yanıt olarak evrimleşen belirli psikolojik mekanizmaların araştırılmasını içermektedir. Öğrenme ya da bilgi işleme gibi genel bilişsel yeteneklerin evrimleştiğini varsayan daha önceki öğrenme yaklaşımlarının aksine, bu yaklaşımlar insanların belirli sorunları çözmek için belirli psikolojik yetenekler geliştirdiğini savunmaktadır.76 Beynin gerçekten de bilişsel yeteneklerin ayrı modülleri halinde organize olduğu nöroşirürji araştırmalarıyla doğrulanmıştır. 77

Pek kaynakları sunmadım şimdiye kadar ama buradaki 76 ve 77 nolu referansları sunmak istiyorum. Bu arada referans bölümüne bakınca bir şeyi de aktarmak için fırsat olarak görerek muhteşem bir şeyi de paylaşayım. Benim okuduğum ingilizce kitap 280 sayfa. Ve bunun son 70 sayfasının yaklaşık 20 sayfası referanslara ayrılmış. 40 sayfası kullandığı kaynakça ayrılmış. Her sayfada yaklaşık 20 bilim insanı olduğunu düşünürseniz kaç farklı kişinin kaç farklı kitabından faydalandığını da görürsünüz. Bu inanılmaz değil mi? Alıntılarda özellikle referans numaralarını tutuyorum. Eğer kitabı eline alan olursa direkt referanslarına ulaşabilir. Her neyse bu kısa notla araya girdikten sonra  76 ve 77 nolu referanslara bir bakalım.

76. See, e.g. , Lumsden and Wilson (1981), Symons (1979), Tooby and Cosmides (1989), and Barkow (1989a).

LUMSDEN , C. J., AND E. 0. WILSON. 1981. Genes, Mind and Culture. Cambridge: Harvard University Press.

SYMONS, D. 1979. The Evolution of Human Sexuality. New York: Oxford University Press

TOOBY, J., AND L. COSMIDES.1989. "Evolutionary Psychology and the Generation of Culture, Part I: Theoretical Considerations. " Ethology and Sociobiology 10:29-49

77. Gazzaniga (1989).

GAZZANIGA, M. S. 1989. "Organization of the Human Brain. " Science 245:947-952

Ben bahsi geçen kitap ve yazılardan Symons ve Tooby ve Cosmides’in yazdıklarını okudum. Umarım diğer adı geçenleri de bir zaman okuyabilirim. Okumak istediğim ve sırada olan onlarca yazı ve kitap arasından fırsat bulabilirsem okuyacağım.

Yukarıdaki alıntıya dönersek. Bu modüller konusu yeni bir konu. Evrimsel psikoloji belki de bu modüller mantığı üzerine kurulu. Az sonra Edgerton da bu konuya giriyor ama ben de bildiğim kadarı ile aktarayım. Beyin belirli görevleri yapmak üzere belirli modüller şeklinde evrimleşmiş diyorlar. Dil, yüz tanıma, mekansal düşünme gibi. Bu modülleri geliştirerek dünyayı algılıyoruz ve adapte oluyoruz. Bu konuyu merak edenler Cosmides ve Tooby’nin yazdıklarını okuyabilir.

Edgerton, David Marr'ın çalışmasından bahsetmiş. İki boyutlu retina görüntüsünden üç boyutlu nesnelerin nasıl yeniden inşa edilebildiğine dair bir model sunuyor. Bu, insan beyninin çevresel talepleri karşılamak için geliştirdiği özel mekanizmaların bir örneği olarak veriliyor. Daha sonra Thomas Wynn hominidlerin yaptığı aletleri analiz ederek, farklı dönemlerde bu aletlerin üretimi için gereken uzamsal (mekânsal) yetenekleri ortaya koymuş.İki milyon yıl önce yapılan aletler basit uzamsal kavramlara dayanıyordu (yakınlık, ayrılık, çiftler, sıralama). 300.000 yıl önceki aletler, modern zekâya işaret eden simetri, düz kenarlar ve Öklidyen uzay kavramlarını yansıtıyordu.

Edgerton daha sonra insan zekasının genel bir çözüm makinası olması tartışmasını gündeme getiriyor. Az önce överek adını andığım bilim insanlarına kadar insanın tek tip bir zekaya sahip bir beyne sahip olduğu düşünülüyordu. Bu bilim insanları yaptıkları çalışmalarla her bir konuyu çözmeye yönelik uzmanlaşmış zekalara sahip olduğumuz bilgisine ulaştılar. Edgerton, insan bilişsel yetilerinin evrimsel süreçte çevresel sorunlara yanıt olarak geliştiği ve bu yetilerin bağımsız ve "modüler" yapıda olduğu fikrini ele almış. Tek bir genel zekâ anlayışının yerine, insanlarda farklı, birbirinden bağımsız çoklu zekâ türlerinin bulunduğu ve bunların evrimsel süreçte ortaya çıktığı savunulmaktadır. Bu konunun da referansını vermek istiyorum

GARDNER, H . 1983. Frames of Mind: The Theory of Multiple Intelligences. New York: Basic Books.

Paylaşılan kitapların yada yazıların basım tarihlerine bakarsak bu konuların 80’lerde bilim dünyasına girdiğini görüyoruz. Nispeten çok yeni konular diyebiliriz.

Ayrıca, Pleistosen döneminde farklı çevresel koşullara uyum sağlayan popülasyonların farklı bilişsel yetiler geliştirmiş olabileceği ihtimaline değiniyor. Ancak bu tür araştırmalar, ırkçılık gibi etik kaygılar nedeniyle genelde sınırlı kaldığını söylüyor. Daniel G. Freedman'ın araştırmaları, farklı popülasyonlar arasında genetik temelli olabilecek belirgin mizaç farklılıklarını öne sürmektedir. Örneğin, Navaho çocuklarının daha sakin bir mizaca sahip olduğu, bu nedenle kültürel uygulamaların bu özelliğe uyumlu hale geldiği, ancak bu tür uygulamaların daha aktif olan Euro-Amerikan çocuklar için uygun olmayabileceği belirtilmiş.

Bu konu üstünde durmak aslında çok değerli. Aslında herkesin bir şekilde farkettiği ama üstünde durmaktan korktuğu konular. Daha İbni Haldun’dan Montesquieu’ya kadar her bu konuya kafa yoran kişi aslında bir şeyleri seziyor ama ya yanlış bir yerden konuya yaklaşıyor yada ekisik bilgi ile fikir üretiyor. Kimsi sıcak iklime konuyu yoruyor kimisi düpedüz ırkçılık yapıyor ama aslında insanlar arasındaki mizaç farklılığı da herkes görüyor. 

Ne diyoruz insanı insan yapan özelliklerimizi son 2,5 milyon yılda edindik. ve insan dediğimiz canlı tüm dünyaya yayıldı.Her kıtada varız. Bir şekilde bir zaman bir grup insan bir grup insandan koptu. Bu sırada cilt renkleri kendine has bir hal aldı, boyları da öyle, saç rengi de öyle göz şekli de peki ama nasıl olur da her coğrafya, her iklim tipi, her çevresel zorluk kendine göre fiziksel özellikleri şekillendirirken psikolojik özellikleri şekillendirmez. Bir coğrafyada barışçıl olanlar avantajlı iken bir başka coğrafyada savaşçıl olanlar avantaj sağlamış olamaz mı? Her neyse Edgerton’a katılıyorum. 

Sayfa 69:

“In addition to these proposed group differences in temperament, any population, no matter how small, will contain individuals who further test the capacity of any set of traditional beliefs or practices to meet human needs. Inborn differences in temperament can make some people more aggressive, depressed, or irritable than others, just as individuals differ in intelligence, creativity, strength, beauty, endurance, and other heritable characteristics. Idiosyncratic experience in childhood may leave some individuals timid and fearful, others hostile and mistrustful, still others unusually affectionate or empathic. One person may have great charisma, another a capacity for ecstatic experience, yet another a tendency toward paranoia. As a result, every population will contain some unusual, difficult, disputatious, and dangerous people who sometimes challenge or disrupt the beliefs and practices that adequately meet the needs of the majority. They may also make it more difficult for the population to cope effectively with the challenges posed by its environment.”

Mizaçta önerilen bu grup farklılıklarına ek olarak, ne kadar küçük olursa olsun, herhangi bir nüfus, herhangi bir geleneksel inanç veya uygulamanın insan ihtiyaçlarını karşılama kapasitesini daha da test eden bireyler içerecektir. Mizaçtaki doğuştan gelen farklılıklar, tıpkı bireylerin zeka, yaratıcılık, güç, güzellik, dayanıklılık ve diğer kalıtsal özellikler bakımından farklılık göstermesi gibi, bazı insanları diğerlerinden daha agresif, depresif veya sinirli yapabilir. Çocuklukta yaşanan rastlantısal deneyimler bazı bireyleri çekingen ve korkak, bazılarını düşmanca ve güvensiz, bazılarını ise alışılmadık derecede sevecen veya empatik yapabilir. Bir kişi büyük bir karizmaya sahip olabilirken, bir başkası kendinden geçme kapasitesine, bir diğeri ise paranoya eğilimine sahip olabilir. Sonuç olarak, her nüfus, çoğunluğun ihtiyaçlarını yeterince karşılayan inanç ve uygulamalara bazen meydan okuyan veya bunları bozan bazı olağandışı, zor, tartışmalı ve tehlikeli insanlar içerecektir. Bu kişiler aynı zamanda nüfusun çevresinden kaynaklanan zorluklarla etkili bir şekilde başa çıkmasını da zorlaştırabilir.”

İnsanı aklımızdan geçtiği gibi değil, olması gerektiği gibi değil, bize anlatılanlar gibi değil olduğu gibi görmemiz gerekiyor. Konu insan olunca önyargısız hareket etmek de güç oluyor. Bugün içinde olduğumuz dünya algılama biçimimizi etkiliyor ve şekillendiriyor. Olanı olduğu gibi görmemiz çok zor hale geliyor. Bir kültür içine doğuıruz, bir ideoloji, bir din içine doğuyoruz ve dünyayı bize anlatılan, öğretilen gibi algılama eğilimindeyiz. Edgerton gibi bilim insanlarının gittiği yoldan gitmek gerekiyor. Nesnel bir şekilde yol almak zorundayız. Bu zor bir şey ama başka yol yok. Diğer türlü temennilerimizi gerçek sanma tehlikesi içinde boşa kürek çekeriz.


İnsan doğasının karmaşıklığının evrimsel ve psikolojik bir mercekten görsel olarak zorlayıcı bir tasviri. Görselde, her biri dil, uzamsal muhakeme ve duygu gibi farklı bilişsel modülleri temsil eden birden fazla bölüme ayrılmış bir insan beyni silueti yer alıyor. Beyni çevreleyen ilkel aletler, sosyal etkileşimler ve doğal manzaralar gibi çevresel baskıların soyut temsilleri, insanların karşılaştığı evrimsel zorlukları simgeliyor. Arka plan, tarih öncesi dönemlerden modern topluma geçiş yaparak davranışı şekillendirmede kültürel ve genetik etkileşimi göstermektedir. Doğa ve biliş arasındaki bağlantıyı ifade etmek için canlı mavi ve yeşil vurgularla yumuşak, sessiz renkler kullanın.
İnsan doğasının karmaşıklığının evrimsel ve psikolojik görseli

Comentários


bottom of page