İlkel Akrabalık - Çift Bağı İnsan Toplumunu Nasıl Doğurdu? 13
- Okunduğu Gibi
- 1 Haz
- 4 dakikada okunur
EVRİMSEL TARİHÇİLER OLARAK PRİMATOLOGLAR
(1.5) 6. Davranışsal Düzenliliklerden Kurumsallaşmış Kurallara
Antropologların Primat Verilerini Ele Alışı - The Anthropologists’ Treatment of the Primate Data
Westermarck Düğümü - The Westermarck Knot
Ahlak Sorunu - The Morality Problem
Kıyaslamalı Anatomiden Çıkarılan Dersler - Lessons from Comparative Anatomy
Westermarck Düğümü
Bu bölümde "insanlar neden kardeşleriyle evlenmek istemez?" sorusunun ilginç bir cevabını bulacaksınız. Bu yazı, insanların neden kardeşleriyle ya da birlikte büyüdükleri kişilerle cinsel ilişki kurmak istemediğini açıklayan Westermarck etkisi adlı bir doğa yasasından bahsediyor. Bu etkiye göre, küçük yaşlardan itibaren birlikte büyüyen kişiler arasında cinsel çekim gelişmiyor. Örneğin, İsrail'deki kibbutzlarda çocuklar grup halinde büyütülüyor ve aynı grupta büyüyen kişiler asla birbirleriyle evlenmiyor. Aynı şekilde Tayvan'da çocukken birlikte büyüyen evlatlık eşlerin de evlenince mutsuz ve soğuk ilişkiler yaşadıkları görülüyor. Bu durumun, sadece kan bağı değil, birlikte büyümenin etkisiyle oluştuğu vurgulanıyor. Yani, insan beyni, erken yaşta tanıdığı birini "aileden" gibi kodluyor ve ona karşı cinsel istek duymuyor. Bu biyolojik eğilim bazı istisnalarda (örneğin kardeşler ayrı büyürse) çalışmayabiliyor, ama genel olarak insan davranışını yönlendiren temel bir yapı. Sonuç olarak, kültürel yasaklar (ensest tabuları), bu biyolojik eğilimin üzerine inşa edilmiş.
Bu alt başlıkta, Westermarck etkisi ve insanlarda ensestten kaçınma davranışının evrimsel ve kültürel boyutlarını görüyoruz. Westermarck etkisi, birlikte büyüyen bireylerin birbirine karşı cinsel çekim hissetmemesi eğilimini açıklar. İsrail’deki kibbutzim çalışmalarında, çocukluktan itibaren birlikte büyüyen bireylerin evlenmediği ve cinsel ilişkiye girmediği gözlemlenmiştir. Tayvan’daki sim-pua evlilikleri (küçük yaşta evlat edinilen kızların, büyüyünce üvey erkek kardeşleriyle evlendirilmesi) düşük doğurganlık, yüksek boşanma oranı ve evlilikte mutsuzlukla sonuçlanmıştır. Amerikan üniversite öğrencileriyle yapılan araştırmalar, kardeşleriyle uzun süre birlikte yaşayan bireylerin enseste daha fazla ahlaki tepki verdiğini göstermiştir. Westermarck etkisi, genetik akrabalıktan bağımsız olarak, birlikte büyüme süresine bağlı olarak ensestten kaçınmaya neden olmaktadır. Bazı antropologlar, ensestin bazı toplumlarda var olmasını, Westermarck etkisinin geçersizliği olarak yorumlamaktadır. Ancak, Westermarck etkisi kesin ve deterministik bir yasa değil, gelişimsel yakınlığa bağlı değişken bir etkidir. Örneğin, çocuklukta düşük düzeyde birlikte vakit geçiren kardeşler daha düşük ensestten kaçınma eğilimi gösterebilir. Klinik çalışmalar, çocuklukta ayrılmış ve yetişkinlikte tekrar bir araya gelen kardeşlerin birbirlerine cinsel çekim duyabildiğini göstermektedir. Ancak, birlikte büyüyen kardeşler arasındaki ensest ilişkileri genellikle zorlamayla ve travmatik koşullarda gerçekleşmektedir. Bazı kültürlerde kardeş evlilikleri (örneğin Eski Mısır ve Roma Mısır’ında) norm haline gelmiş olsa da, bu durum Westermarck etkisini tamamen ortadan kaldırmaz. Westermarck etkisi, ensest yasağının temel biyolojik mekanizmasını oluşturur, ancak kültürel ve sosyal etmenler bu biyolojik temeli şekillendirir. Sonuç olarak, Westermarck etkisi, ensestten kaçınma davranışının temel biyolojik bileşenidir, ancak tek belirleyici değildir. Kültürel kurallar ve sosyal dinamikler bu biyolojik temelin üzerine inşa edilmiştir. Eğer insanlar evrimsel geçmişlerinden gelen ensestten kaçınma eğilimine sahip olmasaydı, kültürlerin böyle bir yasak oluşturması için de bir temel olmazdı.
***

Westermarck etkisinin bu bakış açısıyla çok tartışılacak bir yanı yok . Pekala aile içinde cinsel ilişkiye girmenin nadir olmasının arkasında bu çeşit bir yönelim olabilir ama yaşanan deneyimleri tam olarak açıklayamadığı için bir ayağı sakat bir yaklaşım. Ensest ile ilgili olarak kadınlarda bu içgüdünün evrimsel olarak var olabileceğini ama erkekler için bunu söylemenin zor olduğunu söylemiştim. Sanırım aynı durum kız kardeş erkek kardeş ilişkisi için de geçerli. Bunu şuna dayanarak iddia ediyorum: ensest olarak adlandırılan ilişkilerin hemen hemen tamamında mağdur olan taraf kadın tarafı. Yani ensest mağduru olarak bir annenin erkek çocuğuna yada bir ablanın erkek kardeşine ensest uyguladığına dair çok fazla veri yok. Var olanlar da psikiyatrik bozukluk olarak cereyan ediyor. Halbuki erkeklerin fail kadınların mağdur olduğu durumlarda psikiyatrik bir sorun olmaksızın da bu durum yaşanıyor.
Ensest konusuyla ilgili kafa yorarken huzursuz oluyorum. Çünkü bir şekilde bu konular hakkında yazarken kendimi de sorguluyorum. Benim kız kardeşim yok. Ama birinci dereceden kuzenlerim vardı. Hatta bazıları ile birlikte büyüdüm. Birlikte büyüdüğüm kuzenlerimi kardeşim gibi algıladığımı hatırlıyorum. Onları cinsel ilişkiye girebileceğim bir partner olarak gördüğümü hatırlamıyorum. Fakat şunu da itiraf etmem gerekiyor ki aklıma o şekilde bir düşünce geldiğinde bunu aklımdan hemen defetmek üzere kendimi eğitmiş olabilirim. Yani onları seksi bulmuş olabilirim ama bu düşünceyi yakaladığım anda kendimi sorgulamış ve bunun utanılacak, ayıp bir şey olduğunu kendime telkin ederek bu “kötü” düşünceden kendimi uzaklaştırmış olmalıyım. Kadınlar için de benzer bir şey var mı bilemiyorum. Yani bir kız kardeş abisini yada birlikte büyüdüğü erkek kuzenlerini çekici bulur mu? Buluyorlarsa onlar da benim gibi superegolarını devreye sokup bu duygularını bastırıyorlar mı? Bir şeyi düşünmekle uygulamak bir midir?
Aslında bu konu düşünmek ve uygulamak arasındaki farkla ilgili. İnsan her çeşit “sapıkça” şeyi düşünebilir. İnsanın doğru olmayan şeyleri hayal etmesinin arkasında bir engel yok. Aklımıza her türlü yanlış, ayıp, günah, acımasız, vahşi, şiddet dolu, cinsel içerikli şey gelebilir, geliyordur da. Sinir anında bize kötülük yapan birisini parça parça ettiğimizi de düşünebiliriz, yada çok sevdiğimiz birisini yeni bir şey aldığını gördüğümüzde kıskanabiliriz de, yada sahip olmadığımız bir şeyi çalmayı da isteyebiliriz. Yani her bir birey hayatının bir döneminde illa ki kötü, yanlış, hatalı, sapıkça bir şeyi düşünmüş olabilir. Hiç kimse “melek” gibi bir hayat yaşayamaz. Bizler duyguları, içgüdüleri, zaafları, istekleri, ihtiyaçları olan canlılarız. Her birimiz bir arada yaşamak için bazı içgüdülerimizi, isteklerimizi, ihtiyaçlarımızı bastırmayı öğreniyoruz çünkü bir arada yaşamanın tek yolu bu. Diğer türlü her istediğimizi her an yaşamak üzere bir hayat kursaydık bugünkü toplumsal düzenimiz kuramazdık.
Bu tespitlerin ardından atalarımızın nasıl bir toplumsal düzen içinde yaşadıklarına dair çok uzun bir beyin jimnastiği yaptım. 3 haftadan uzun süren bir çalışma oldu. Gerçi araya sınavlar girdi ve ben sadece 2 hafta ders çalışarak geçirdim ama bu konu sürekli kafamı meşgul etti. Gerçekten çok emek harcadığım bir çalışma oldu. Onu bu yazının sonuna eklemek istemedim. O yüzden o çalışmayı bağımsız bir yazı olarak paylaşacağım.
Comentários