top of page

Gerçekliğin İki Yüzü: Bilimçek ve Zihinçek

Her ne kadar yazı yazmak istemesem de, ders çalışmaya odaklanmak istesem de kendimi tutamıyorum. Sanki ders çalışmanın yükünden kaçmak istiyorum da bu çeşit yazıları bahane olarak kullanıyorum. Büyük ihtimalle içimdeki çocuğu durduramadığım için yazı yazarak ders çalışmaktan kaçmış oluyorum. 

Bu sefer ki kaçış yazısının kaynağı Eğitimi Psikolojisi dersi oldu. 6. üniteyi okurken okuduklarım  uzun zamandır kafamda dönüp duran bir tartışmayı da tetiklemiş oldu. Konu “Yapılandırmacılık”. İnsan nasıl öğrenir yada ‘öğrenmelidir’i tartışan bir bölüm. Yapılandırmacılığın temel olarak üç bölüme ayrıldığını görüyoruz.  

  1. Bilişsel Yapılandırmacılık (Piaget): Birey bilgiyi özümseme, uyum ve denge süreçleriyle yapılandırır. Öğrenme bireysel anlam üretme sürecidir.

  2. Sosyal Yapılandırmacılık (Vygotsky): Bilgi, sosyal ve kültürel bağlam içinde, dil aracılığıyla yapılandırılır.

  3. Radikal Yapılandırmacılık: Gerçeklik herkesin bireysel algısıyla şekillenir, mutlak bilgi yoktur. Bilgi tamamen kişiseldir.

Tüm üniteyi okudum ama rahat batmasına yol açan tespitleri görünce  sosyal bilimlerle ilgili yaşadığım huzursuzluk tekrar gün yüzüne çıktı. Bu huzursuzluğun kaynağı “gerçeklik” tartışmaları. Postmodernist düşünürlerle birlikte ortaya çıktı bu takıntım. Gerçekliğin olmadığına dair nerede, ne görüş görsem cinlerim tepeme çıkıyor. İşte burada da “radikal yapılandırmacılık” kisvesi altında karşıma çıktı. 

Sonra sakin kafayla konuyu ele almaya karar verdim. Bu konuyu bir şekilde bir sonuca bağlamam gerekiyor. Bir şekilde kafamda oluşmuş olan düşünceleri toparlayabilirsem rahatlayacağım.

Gerçeklik nedir, nasıl oluşur, tek bir gerçeklik var mı? Yani nasıl oluyor da birileri elmanın yere düşmesi gerçek değilmiş gibi düşünebiliyor? Yada aslında böyle düşünmüyorlar da ben mi yanlış anlıyorum.

Bizim sorunlarımızın kaynağı bu konuyu ikiye bölmeden anlamamız yada tartışmamız diye düşünüyorum. Gerçeklik dediğimiz şey, hem dış dünyada var olan olayları hem de zihnimizde bunlara dair oluşturduğumuz algıyı kapsıyor. Bu nedenle gerçekliği iki ana başlıkta ele almalıyız: bilimsel gerçeklik ve zihinsel gerçeklik. Hatta kafamda bu ikiliği çözecek bir fikir de var onu bir giriş yaptıktan sonra yazacağım.

İlk olarak “atadan kalma” bilimsel gerçeklikten bahsedelim. “Bilimsel gerçeklik” dediğimizde doğrudan gözlemlenebilen, ölçülebilen ve herkes için aynı olan nesnel dünyayı ifade ediyoruz. Örneğin Dünya’nın yuvarlak olması, suyun belli bir sıcaklıkta kaynaması veya yerçekiminin varlığı, bilimsel yöntemlerle defalarca test edilmiş ve doğrulanmıştır. Yani elma her seferinde yere düşer ve biz bunu biliriz, bu gerçektir.  Bu tür gerçeklik, bireysel inançlara veya hislere bağlı değildir. Deney, gözlem ve mantıklı çıkarımlarla inşa edilir.

Gelelim ortalığı karıştıran diğer gerçekliğe. Zihinsel gerçeklik ise beynimizin dış dünyadan gelen verileri nasıl işlediğiyle ilgili. İnsan beyni, duyularla aldığı bilgileri kendi geçmiş deneyimleri, inançları, kültürel altyapısı ve beklentileriyle harmanlayarak bir "gerçeklik hissi" üretir. Bu yüzden aynı olaya tanık olan iki kişi farklı yorumlar geliştirebilir. Örneğin gökyüzünde bir ışık gören biri onu uzaylı sanabilir, bir diğeri uçak olduğunu düşünebilir. Gerçekte ne olduğunu anlamak için bilimsel yöntem gerekir, ama kişinin hissettiği şey onun zihinsel gerçekliğidir. Buraya kadar bir sorun yok, sorun bundan sonra çıkıyor. Her insanın kendi meşrebince algıladığı ve kendine ait olan bu gerçeklik algısını sanki gerçeklik yokmuş gibi lanse ettiğin anda ortalık karışıyor. 

Bilimsel gerçeklik dediğimiz şey algıdan bağımsız olarak mevcut olan dışsal gerçekliği ifade ediyor. Yani bu dünya üzerinde bir tek insan olmadığı dönemlerde de dünya üzerinde taş toprak vardı, başka canlılar yaşıyordu eğer varsa o zaman da elma ağacından elmalar yere düşüyordu. Yani gökyüzündeki yıldızlar biz onlara bakıyoruz diye var değiller. Onlar bizden çok önce de orada “asılı duruyorlardı”, bizim soyumuz tükendikten sonra da “kendi mecralarında akıp gitmeye” devam edecekler. Özellikle metaforik, şiirsel ifadeler kullanıyorum ki buradan zihinsel gerçekliğe geçeyim. 

Uzun sözün kısası bizim etkide bulunamadığımız bir nesnel gerçekli var. Biz istesek de var, istemesek de. Nesnel gerçekliği duyu organlarımızla kendimize göre farklı algılıyor oluşumuz bu nesnel gerçekliğin var olmadığı anlamına gelmez.

Bu da bizi diğer gerçekliğe yani zihinsel gerçekliğe getiriyor. İşin içine zihnimiz giriyor. Zihin demek, beyin demek. Beyin demek, algılama demek. Duyu organlarımızın devreye girmesi demek. Zihnimizde algıladığımız şeylerin bir temsili oluşuyor. Bu temsiller de geçmişimiz, deneyimlerimiz, kültürümüz, zekamız, beklentilerimiz, dikkat yeteneğimizle biçimleniyor. 

Her birimiz farklı yeteneklerle farklı ortamlarda dünyaya geliyoruz. Bu yüzden kendi kapasitemiz ve imkanlarımız ölçüsünde dünyayı algılıyoruz. Bunda şaşılacak bir şey yok. Tabi ki böyle hayata tutunuyoruz. Belki dünyayı her birimiz kendi kapasitemiz ölçüsünde algılıyoruz ama bu her birimizin hayatta kalması için bir engel değil. Yani gerçekliği değiştirmiyoruz biz gerçekliği kendimize göre algılıyoruz. 

Bir taş parçası bir jeoloğa bir şey ifade ediyor, bir sanatçıya başka bir şey, batıl inanç sahibi bir kişiye başka bir şey. Yani taş aynı taş ama her bir kişi kendi algısı ölçüsünde bu taşı farklı bir yerinden tutuyor. Bizler taşı kendi ihtiyaçlarımız ve algılama kapasitemiz gereği farklı algılıyoruz diye o taşın gerçekliği değişmiyor. Zihnimizdeki karşılığı değişiyor. 

İki farklı düzeyde gerçeklikten bahsediyoruz. Birisi Dışsal gerçeklik, maddesel ve evrensel yasalarla işliyor. Bu gerçeklik, bilimle keşfediliyor. Diğeri ise Zihinsel gerçeklik, bireyin yaşadığı dünya kapsıyor. Bu gerçeklik ise, psikoloji, felsefe ve sosyal bilimlerle anlam kazanıyor. Zihnimizde bu iki gerçekliği birleştiriyoruz. Bu sayede dünyayı anlamlandırıyoruz. Bir kaya sadece atomlardan ibaret değildir; aynı zamanda geçmiş bir tatilin, bir sanat eserinin ya da bir inancın taşıyıcısı olabilir. Yani gerçeklik, sadece "olan" değil, "anlamlandırılan" şeydir.

Ben sosyolojiden mezun olmak üzereyim ama ilk diplomam bir doğa bilimi olan Kimya üzerineydi. Benim için bilimin tanımı çok netti. Sosyoloji okurken zamanla bazı düşünürlerin gerçekliği ve dolayısıyla bilimi çarpıttıklarını gördüm. Bu düşünürler genelde postmodern olanlar. Bazıları konuyu öyle noktaya taşımışlar ki durumlarını bilim yoktura kadar getirmişler. 

Ben bu iki gerçekli konusuna kendimce bir çözüm önermek istiyorum. Bu iki farklı katmanda işleyen gerçekliği çoğu zaman zihinsel gerçeklik, nesnel gerçeklik diye ayırmadan tek kavramla gerçeklikle ifade ediyoruz ve bu da kavram karmaşasına yol açıyor. Aslında kast edilen zihinsel gerçeklik olduğu halde sadece konuyu “gerçeklik” kavramı ile ele aldığında konu istenmeyen yerlere gidiyor. Bu kavram karışıklığını önlemenin yolu bu farklı gerçeklik durumlarını iki farklı kavramla açıklamak. 

Ben bu iki durumu ayrı ayrı ifade etmek için “dışsal gerçeklik- bilimsel gerçekliğ”i karşılamak üzere “bilimçek”; “zihinsel - algısal gerçekliğ”i karşılamak üzere “zihinçek” kelimelerini öneriyorum. Eğer bu iki kelimeyi iki farklı gerçekliği kavramsallaştırmak için kullanırsak bence gerçeklik probleminden de kurtulmuş oluruz. 

Bilimçek → dışsal, ölçülebilir, nesnel gerçekliği ifade eden kavram.

Zihinçek → kişisel, algısal, yoruma dayalı gerçekliği ifade eden kavram.

Gerçeklik dediğimiz şey, sadece taşın kendisi değil, o taşa baktığımızda gördüğümüz, hissettiğimiz ve anlamlandırdığımız her şeydir. Ama bu, taşın gerçekten var olmadığı anlamına gelmez. Gerçekliği ikiye ayırdığımızda mesele berraklaşıyor: Elmanın yere düşmesini açıklayan bir bilimçek var; o düşüşün ne hissettirdiğini, neyi çağrıştırdığını anlamaya çalışan bir zihinçek. İşte bu ayrım sayesinde hem bilimsel kesinliği hem de insani derinliği bir arada düşünebiliriz. Gerçeklik karmaşasını çözmenin yolu, önce onun kaç yüzü olduğunu fark etmekten geçiyor.






Bình luận


Abonelik Formu

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

©2020, Okunduğu Gibi tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page