Sosyoloji Bölümü 1. sınıf ikinci dönemin dersleri arasında Etik dersi de var. Henüz ikinci dönemin başlamasına çok var aka ben ön hazırlık olarak çalışmaya başladım. İlk üniteyi okurken her zaman olduğu gibi altını çizerek okuyorum ama bu sefer diğer derslerden farklı olarak sıklıkla yorum yapma ihtiyacı hissettim. Bir de kafamda çok sorular oluştu. Onları da içerecek bir yazı yazmayı istedim. Başlayayım.
Bu üstünde durduğum bir tespit ama daha önce ilk satırdaki parantez içindeki tarih ve sayıyı anlayamadım. Bir çok kitapta da benzer sıkıntıyı yaşıyorum. Kaynak belirtmek için olduğunu düşündüğüm bu notu çözemiyorum. Ünitenin sonunda bir kaynakça var ama oradaki kitaplardan hangisine (eğer öyleyse) atıf olduğunu anlayamıyorum, Gelelim altını çizdiğim yerle ilgili görüşüme.
"Bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler" iddialı bir tespit. Doğru mu? Bu cümleyi doğru kabul edersek çevremizde gözlemlememiz gerekmez mi? Tamam bilmek isteyen insanlar var ama ondan daha fazla istemeyen de var. Demek ki bütün insanlar yerine bazı insanlar demek daha doğru olur. Bu bir tespit, bir diğer bakış açısı da şu. İnsan deyince yetişkin olanları düşünmek yanlış olur. Evet doğru yetişkin olanların bir kısmı bilmek istiyor olabilir ama çocukken bilmek istemeyen bir insan yok. Nasıl yetişkinler için gözlemimiz bilmek isteyen kadar bilmek istemeyen olduğuysa çocuk için gözlemimiz de bilmek istedikleri yönünde.
Aristo bu cümleyi kurarken çocukları kastetti mi bilmiyorum. Sanmıyorum. Bütün insanlar derken yetişkin olanları hatta erkekleri kastetmiştir. Onların döneminde ne kadınlar ne çocuklar insan olarak algılanmıyordu bildiğim kadarı ile. Cümlenin doğru olduğunu kabul ederek beyin jimnastiği yapsak ne olur? İnsan bilmek isterse eğer, bu doğal bir ihtiyaçsa acaba kastedilen bilgi nedir? Bu bilgiyi kendisi mi arayıp bulur yoksa birilerinin ona sunduğunu doğru olarak mı kabul eder? Yine gözleme başvurursak insan bilmek istiyorsa bile bunu emek harcayıp bulmak yerine hap gibi almayı tercih ediyor. Başkasına kendisinden daha çok güveniyor olmalı. Tamam, her seferinde Amerika'yı tabi ki keşfetmeyeceğiz, mutlaka daha önce çaba harcanıp bulunmuş bilgileri edinip yolumuza devam edeceğiz ama sorgulamadan bize sunulan bilgiyi doğru kabul etmemiz ne kadar sakıncalı değil mi?
Beyni yıkanan insan çok tehlikeli. Çünkü beyni yıkandığı için neyin doğru, neyin yanlış olduğuna kafa yormak ona yanlış geliyor. İnsan bilme istiyorsa bile bilginin kaynağını ne kadar önemsiyor o da başka bir konu. Bana göre bilgi olmayan bir şeyin bir diğerine göre bilgi olması da başka bir konu? Bilgi nedir sorusu gündeme geliyor ama konuyu o kadar da dağıtmak istemiyorum.
Aristo'nun bu sözünün doğru olmadığını düşünüyorum. Üstünde sorgulanmadan kabul edilmemesi gerektiğini düşünüyorum.
Bu arada yukarıdaki cümle ünitenin ilk paragrafından. Daha ilk paragraftan böyle bir dil bilgisi hatası görmek de üzücü.
Devam ediyorum. Bir sonraki sayfada az önce üstünde durduğum noktayı vurgulayan bir paragraf var.
Evet, Aristo haklı mı haksız mı? İnsan bilmek istiyor ama yapamıyor mu yada daha doğrusu kendimizi mi kandırıyoruz? Aslında ortada bilmek isteyen bir canlı yok ama olsa iyi olurdu mu demeliyiz? Ortada bir yetersizlik, ihmal mi var yada durum başka mı? İnsanı idealleştirme hatası mı yapıyoruz? Keşke bilmek isteyen bir insan olsa demek başka insan bilmek ister başka. Bu gerçeği görmek ve tespit etmek değil ancak bir niyet beyanı olabilir. Neyse derdimi anlattım çok da uzatmayayım. Koskoca Aristo'ya yanlış düşünüyor demenin getirdiği cüret ve özgüvenle devam edeyim.
Etik kelimesinin kökeni ve anlamı ile ilgili olan bu bölümde anlamadığım şey nasıl oluyor da bir kelimenin tekili ile çoğulu arasında anlam farklılığı oluyor? "ethos" karakter demek olurken çoğulu olan "ethe" bir canlının barındığı yer anlamına geliyor.
Bu ünitede altını en kalın çizdiğim, kenarına yıldızlar koyduğum yere geldik.
Sokrates'in sözü zaten baş ucu sözümdür. "Sorgulanmayan yaşam yaşamaya değmez" şeklindeki bu cümle maalesef insanlığın neden bu halde olduğunu da ortaya koyuyor. Geçelim insanlığı yakın çevremizde gördüğümüz bayağılık, vasatlık, kalitesizlik, cehalet, ahlaksızlık hep bundan değil mi? Etiğin doğru ve iyi bir yaşamın nasıl olacağını sorgulaması onun ne kadar da önemli ve hayati bir konu olduğunu gösteriyor.
Az önce yürüyüş yaparken bir olaya şahit oldum ve hem çok kızdım hem de çok üzüldüm. Yürüyüşümü yapıp eve dönerken bir parktan geçiyorum, parkın içinde bir sürü çardak var. Onlardan birisinin altında uzaktan ateş yakıldığını gördüm, Yaklaştıkça 4 gencin çardaktaki bankların tahtalarını söküp yaktıklarını düşündüm. Gençlere "gerçekten oturduğunuz bankın tahtalarını mı yakıyorsunuz" dedim, Bu cehalete inanamıyordum çünkü, belki çevreden odun toplayıp yakıyorlardır ben yanlış görüyorumdur diye umut ederek soruyordum. Bu arada iyice de yaklaşmıştım, yanlarına ulaşmıştım. Gençler biraz panikle "yok abi bank değil bunlar" dediler ama yalandı maalesef. Ne diyebilirdim ki. "Lütfen bu yaptığınız doğru mu diye sorgulayın" dedim ve yanlarından ayrıldım. Ne diyebilirdim ki, ne desem bu kötü manzarayı değiştirebilirdim ki? Zaten toplumumza karşı içimde bir öfke güvensizlik var yaşadığım ve şahit olduğum her olanda biraz daha güçleniyor bu halim.
Sosyoloji okumakta en büyük motivasyonum da bu zaten. Neden böyle bir toplumuz ve nasıl daha iyi olabiliriz?
6. sayfadan devam ediyorum.
Etik bir bilgi alanı olarak ele alınıyor. Sorum şu; "Neye bilgi denir?" Herkes için farklı bir cevabı olan soruya verilmiş olan o cevap gerçek bir bilgi olabilir mi? Etik iyi ve doğru olanın araştırması idi değil mi? Size göre iyi ve doğru olan "A" iken bana göre "B" bir diğerine göre de "C" olabilir. Yani söz konusu iyi ve doğru olduğu sürece kişi sayısı kadar da görüş olacaktır. Bu durumda buradan nasıl bilgi çıkartabiliriz? İnsana bağlı olduğuna göre insanın zekasına, eğitimine, tecrübesine de bağlı olduğu anlamına geliyor değil mi?
Diyelim felsefeciler bu konunun uzmanı ve onlara güvenelim. (Neticede her konunun uzmanı var, sağlık konusunda hekimlere, hukuk konusunda avukatlara, eğitim konusunda öğretmenlere güven duyduğumuza göre doğru ve yanlışı ayırt etme konusunda da fillozoflara güven duyabiliriz) Tam da bu nokta diğer sosyal bilimlerin başına gelen talihsizlik felsefecilerin de başına geliyor. Çünkü ağzı olan konuşuyor. Çünkü bu konunun uzmanı olmanın çok kolay olduğu düşünülüyor. Bakın az önce koskoca Aristonun görüşlerini ne güzel eleştirdim değil mi? Tamam benim de az buçuk okumuşluğum var ama neticede bu konunun uzmanı değilim. Ama kendimde ahkam kesme hakkını görebiliyorum.
Sonraki bölüm etik ve ahlak hakkında. Aşağıdaki alıntıyı okumadan önce şu soruyu cevaplamanızı tavsiye ederim. Ben öyle yaptım. Ahlaktan anladığınız şey ne? Bu soruyu cevaplayın ve aşağıya öyle geçin. Ben bu soruyu şöyle cevapladım. "Ahlak uyulması gereken kurallar yada uyulmadığı zaman günah olduğu düşünülen şeyler." Tamam kitabi değil ama tam olarak kapsamlı olmasa da bir yerinden yakalayan bir tanım. Ve benim bu tanımım tabi ki kitapta yok ama bir şeyi de görmemi sağladı. Onu da yazının en sonunda yazacağım.
Bu kısımda şunu net görüyoruz. Ahlak toplumsal ve tarihsel olgu, etik ise bilgi alanı. Birisi olgu diğere bilgi. Bu tespiti farklı kelimelerle sayfanın en altında tekrar görüyoruz.
Bu tespitleri okuyunca kitaba şöyle bir not düştüm. Ahlak sinemada oynayan film ise etik eleştirmen; ahlak sahada oynanan maç, etik ise o maçı yorumlayan yorumcular.
Ahlak hayatın içinde yaşayan şey, etik ise daha kitabi, daha teorik. Birisi eylem içindeki bir gösterici diğeri ise onun arkasındaki fikir insanı.
8. sayfadaki bu paragrafın ilk kısmını okuyunca şunu sordum kendime neden etiğin alanı da ahlaktır deyip de etik de ahlak felsefesidir demiyor acaba. Çünkü buraya kadar okuduğumuzdan anladığımız bu. Ahlak sahada olan olgular, yaşamın içinde olan kısım. Etik ise bu konunun bilgi yanıyla ilgili. Alt tarafta ise altı çizilmesi gereken yerler, bağımsız düşünebilme, karar verebilme, kararında belirleyici olma.
8. sayfanın sonundaki bu cümle bana yine yeni bir kapı açtı. "Var olan bir şeyin kendisi ile o şeyin bilgisini ayırt etmek gerekir." Şunları not ettim. Ahlak ve etikten başka bu durumda olan başka ikili durumlar var mı? Mesela hukuk ve adalet konusu. Bazı şeyler hukuki olabiliyor ama adil olmuyor. Hukuk ahlaka çok benziyor. Birisi yazılı kurallar diğeri değil. Söz konusu ahlak olunca yazılı olmadığı için hırpalayabiliyoruz ama hukuk için aynısını yapamıyoruz. Orada yazıya geçmiş kurallar var. Mesela kadına yönelik cinayetler hukuk ile önlenebilir mi? Daha ağır caydırıcı cezalar olsa acaba bu konu ile ilgili caydırıcılık etkisi olur mu? Hukuk, kanunlar ne yaşadığımızı, nasıl yaşadığımızı belirliyor. Var olan şey ile onun bilgisini burada ayırt etmek mümkün.
Mesela siyaset. Az önce varolan şey için hukuk örneğini verdim şimdi de var olan şey için siyaset örneğini verelim. Onun bilgisi ne olacak. Onunla da siyaset felsefesi mi ilgilenecek. Siyaset ve etik sanki oksimoron gibi duruyor. Siyaset ve ahlak nasıl da irrite edici. Siyasetin olgusu ile onun bilgisi... Sanırım pek çok şey için geçerli bir durum.
9. sayfaya gelince az önce yaptığım tespiti doğrulayan bir bilgi gördüm ve takdir ettim kendimi.
Norm koymuyor koyulmuş olan normları değerlendiriyor. Aynen sinema eleştirmeninin bir filmi değerlendirmesi gibi. Etikte bir üsten bakış var. Burada bir yargılamadan çok bir durum değerlendirmesi var. Normu kim koyuyor. Toplumsal hayatın düzeni içinde ortak bir konsensüs normları belirliyor. Zamanla değişen (tarihsel boyut) bir olgu normlar.
Etiğin Temel Sorunları başlığı altındaki 2 sayfalık kısmı okuduktan sonra şöyle bir not aldım. Bu kadar şey sayıldı (etiğin ilgilendiği konular) toplumun genel olarak ahlaklı olması yada olmaması hakkında bir şey söylenmedi. İlginç. Koskoca bir toplum ahlaksızlık bataklığına batmış durumda ama bu durumlu ilgili bir şey söylemez mi etik?
Şunu kastediyorum burada. Etik, "çevre etiği", "toprak etiği" ile ilgili bile bir şeyler söyler diyorsun ama bir toplumun ahlaklı olup olmaması ile de ilgilidir demiyorsun. Meslek etikleri var değil mi? Bir işi yapmak için yazılı olan ve olmayan kurallar var ama koskoca bir toplumun bir arada yaşaması için gerekli olan ahlak kuralları ne olacak? Etiğin konusu değil midir bu? Gerçekten merak ediyorum. Etik ülkemizin durumu hakkında bir şey söyleyemez mi?
Yine bir eleştiri ile bitiriyorum yazımı. O da ahlakın kişiler için tanımı ile ilgili kısımda söylediğim şey. Sonunda tekrar bu konuya döneceğim demiştim. Bilmem sadece benim mi dikkatimi çekti. Kitabın konusu ahlak ve koskoca ünite bir kere bile "din" kelimesi geçmedi. Ben dindar değilim, yani nasıl olur da ahlakın din ile ilgisini yazmazlar gibi bir bakışla söylemiyorum. Tamam etik felsefenin alanı ama ahlak da en azından sıradan insanlar için dinin alanın da. Hani ahlak olgusal ya, bu olgunun altını eşelediğimizde ne çıkıyor altından. Tamam, etiğin din ile bağlantısı olmayabilir ama maalesef ahlak sıradan insan için dinden bağımsız düşünülemez. En azından bir cümle ile "her ne kadar toplumlarda ahlak ille din arasında bir bağ varmış gibi algılansa da aslında ahlak dinden bağımsız da vardır" gibi bir cümle kurulamaz mıydı?
Sonuç olarak çok keyif alarak okudum, Bir çok yeni şey öğrendim, bildiklerimi tekrarladım. Bakalım canlı dersler başladığında aklıma takılanları dersi anlatan hocaya sorabillecek miyim?
Comments