top of page
Okunduğu Gibi

Eric Hobsbawm'ın kitabının düşündürttükleri: Sıradan insan ne için yaşar?

Az önce takip ettiğim bir youtube kanalında bir video izledim. Kanalın sahibi Cengiz Çevik. Bu videoyu Sosyoloji bölümünden bir sınıf arkadaşım önerdi. Videonun başlığı: "Eric Hobsbawm ile "Küreselleşme, Demokrasi ve Terörizm"". Videoyu izledikten sonra hissettiğim şeyleri paylaşmak istedim ve şu yazı ortaya çıktı. Videonun içeriği ile birebir örtüşen bir yazı değil. Sadece kafamdaki bazı şeyleri tetikledi sanırım. Yani direkt olarak ne Hobsbawn'ın yazdıkları ile ilgili ne de Cengiz Çevik'in sunumu ile ilgili.

Bizim gibi sıradan insanlar ne için yaşar? Yani 70-80 yıllık bir ömrü ne ile geçirir? Yaşam bir nehir gibi akıp duruyor ve bizler bu nehre bir yerinden dahil oluyoruz. Ve sıradan her insan gibi nehrin aktığı istikamette sürüklenip gidiyoruz. Hepimiz kendi çapımızda çok değerliyiz, çok özeliz, çok önemliyiz ama acı gerçek şu ki aslında çok sıradanız. Yani bugün dünyada yaşayan 7-8 milyar insandan sadece birisiyiz. Ve etki alanımız da çok sınırlı. Bizler bir şekilde kendi dertlerimizle hayata tutunmaya çalışırken azgın nehirde de tüm gücüyle akmaya devam ediyor.

Amerika bir şey yapıyor, Rusya başka bir şey, İsrail bir yeri bombalıyor, İslam ülkeleri bir başka şey. İçine doğduğumuz ülkeyi birileri yönetiyor. Geçmişte de birileri yönetmiş oluyor. Bir mirası devralıyoruz ve kendi seçmediğimiz "o nehre" bir şekilde atılmış halde buluyoruz kendimizi. Bütün bu olanları izliyor ve anlamaya çalışıyoruz.

İki adam bir kiliseye saldırıyor ve bir kişiyi öldürüyor. Neden........?

Bir dinimiz var, milletimiz, ülkemiz, geleneklerimiz, kültürümüz, normlarımız, değerlerimiz var …… Eeeeeee…. sonuç? Amerika Irağı işgal eder, PKK'yı destekler, ülkemizi sürekli rahatsız eder, İsrail'e güç verir Ortadoğu'yu şekillendirir.... Benim muadilim olan SIRADAN bir Amerikalı, devlet memuru, Kimyagerin en ufak umurunda mıdır bütün bunlar?

Soru ve sorun hala ortada duruyor. Gerçekten asıl önemli olan ne? Hasbel kader Ankara'da doğdum, üniversite mezunu oldum, ortalamanın üstünde bir hayat standardım var. Peki ya Muş'da doğsaydım, okul okumasaydım, şehirdeki esnaflardan birisi olarak hayatıma devam etseydim hayatım nasıl olurdu? Bugün bu şartlarda, şu an orada yaşayan inşadan ne farkım var? Ben sıradan değil miyim? Kendimi o kişiden üstün görmem için herhangi bir sebebim var mı? Kendimi her ne kadar çok farklı ve ayrıcalıklı görmek istesem de durum öyle değil.

Bizim gibi insanlar için asıl önemli olan ne?

Ne için yaşıyorum, hayatın anlamı ne gibi sorulara bir süredir cevap bulmuş olmanın getirdiği bir iç huzuru ile bakıyorum dünyaya. Kaç yıl oldu bilmiyorum (çok da uzun süre önce değil) çok sıradan bir hayatım olduğunu anladığımdan beri hem kendimle hem de dünya ile daha barışığım. Kendimi kandırmaktan vazgeçtiğimden beri sınırlarımı çok iyi biliyorum. Etki alanımın ne olduğunu ve neler yapabilme kapasitesinde olduğumu artık görüyorum. İnsanın kendisini olduğu gibi algılamasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yani gerçeği çarpıtmadan olduğu gibi algılamaktan bahsediyorum.

Bu azgın nehrin akışını etkilemem mümkün değil ama hiç mi değerim yok.? Hiç mi bir etkide bulunamam? Liseye giderken bir hayalim vardı. Diyordum ki (büyük ihtimalle bir düşünürden yada köşe yazısında ya duymuş yada ilham almış olmalıyım) benim bu dünyada olma amacım varolan insanlık mirasına katkıda bulunmak. O kadar uzun yıllar bu şiarla yol aldım ki, bu büyük, boyumu aşan hedefin beni ne kadar baskıladığını göremedim. Kendimi sürekli suçlu hissederek yaşadım. Çünkü ne doğru dürüst bir akademik kariyerim olmuştu, ne dahi bir bilim insanı olmuştum, ne de bir sanatçı. Yani varolan insanlık mirasına bir damla dahi ekleyebilecek bir hayatım olmamıştı. Yani daha 10'lu yaşlarda kendime koyduğum hedefi tutturabilme ihtimalim yoktu.

Ne bir buluş yapabilmiştim, ne bir icat, ne bir keşif... Sonuçta sevmediği bir işe her gün gidip gelen SIRADAN bir insan olmuştum. Tam bir Oğuz Atay yada Yusuf Atılgan karakteri olmuştum yani.

Fakat bu durumu çok geç de olsa tespit ettiğimde ilk başta çok üzüldüm. Kendime olan saygım gitti. Bomboş bir hayatı yaşayamaya mahkum, sıradan bir insan olarak ölüp gidecektim. Üzülmemek mümkün mü?

Fakat insanın iyi bir özelliği var. Adapte olmak.

Sıradan bir insan olduğunun farkına vardığında önüne yeni bir kapı açılıyor. Madem büyük işler yapamayacağım o zaman kendi sınırlarım dahilinde bir şeyler yapayım. Bir biri ile paralel giden bir çok süreç devreye girdi ve peş peşe kararlar almaya başladım. Newton'un başına düşen elma benim de başıma düşmüştü. Yani algılamaya hazır bir zihin yapısına ancak 40'lı yaşlarda sahip olmuştum. Çok geç kalmıştım ama bir şekilde hayatımı anlamlı kılacak, yaşama amacına ulaşmıştım.

Şimdi Hobsbawn'ın yaptığı bu kocaman tespitler, 20. yy şöyle, 21. yy böyle, Amerika şöyle yaptı, Britanya böyle.... önemsiz demiyorum ama SIRADAN insana bütün bunlar ne katıyor? Bir şekilde değiştiremeyeceğimiz bir dünyaya dalmış durumdayız. Biz istesek de istemesek de bir şeyler yaşanacak. Bu yaşanan şeyler bir şekilde bizi etkileyecek. Bugün dünyanın dört bir yanında yaşayan Avrupalısı, Afrikalısı, Asyalısı 8 milyar insan da kendisine ayrılan 70-80 yıllık ömrü tüketip gidecek. Bu süre zarfında neler yaptığımız ise tamamen bize kalmış. Doğduğumuz ülkeye, şehre, köye, aileye, kültüre, ve her çeşit sermayeye göre de bir hayat yaşayacağız.

%95'den fazlamız kendisine dayatılan hayatları sanki tek seçenekmiş gibi yaşamaya devam edecek. Yani başka türlü olabilir miydi diye kafa yormadan yaşayıp, anlamlı bir hayat yaşamış rollerini oynayıp göçüp gidecekler. Bir çoğu doğduğu ülkeyle gurur duyarak, bir çoğu doğduğu dinle mutlu, bir çoğu doğduğu kültürle sorunu olmadan yaşayıp ölecek. İnsanların %95'i (bu yüzde tamamen öznel, yani kaynak oturma organım) içine doğduğu hayatı sorgulamadan kabul edip, yaşayıp gidecek.

Amerika yine Amerikalılığını yapacak, İsrail İsrailliğini, İngiltere İngiltereliliğini. Aynen bir zamanlar Roma İmparatorluğunun, Moğolların, Osmanlının, İnkaların kendi dönemlerinde kendi rollerini oynadıkları gibi. Bu sırada tarihçiler, sosyologlar, siyaset bilimciler, psikologlar, ekonomistler de bütün yaşananları anlamaya, çözmeye çalışacaklar. Peki bizim gibi sıradan insanlara ne rol düşüyor?

İşte tüm yazıyı yazmama yol açan tespit geliyor: Bu azgın nehirden sağ salim kurtulabilmek için kendini tanımak, yeteneklerini keşfetmek, potansiyelini görmek ve sonuçta kendini gerçekleştirebilecek işlerle uğraşmak. Bu seni sıradanlıktan çıkartmayacak ama en azından kendi potansiyelini yansıtmış olarak yaşamaya devem etmeni sağlayacak. Hiç yoktan iyidir.




Comments


bottom of page