top of page
Okunduğu Gibi

Birinci Kısım - Bilişsel Devrim - Sel - 4. Yazı

Güncelleme tarihi: 16 Eyl 2022

4. Sel


Sayfa 74:BİLİŞSEL DEVRİM’DEN ÖNCE TÜM İNSAN TÜRLERİ Afrika-Asya bölgesinde yaşıyordu. İnsanlar yaptıkları derme çatma sallarla kısa mesafeleri ge­çerek birkaç adaya yerleşmişlerdi. Örneğin Flores 850 bin yıl önce yerle­şim yeri hâline getirilmişti. Yine de açık denize çıkamıyorlardı ve hiçbiri Amerika, Avustralya veya uzak adalar olan Madagaskar, Yeni Zelanda veya Hawaii’ye ulaşmamışlardı.”


İnsan inanamıyor. Bu kadar uzak yerlerde, bu kadar farklı canlıların yaşaması... Dünya çok büyük. Milyonlarca km2 alan var. Milyarlarca yıl sayesinde bu kadar çeşitli canlı türü ortaya çıkabilmiş. Eğer Nuh’un gemisine hala inanmaya devam ediyorsanız kendinizi sorgulamalısınız. Bu gerçekle nasıl bağdaştırabilirsiniz bu masalı? Ben nasıl bağdaştırabildiklerini biliyorum, düşünmeden kabul etmeye devam ederek tabi ki.



Sayfa 74: “Deniz engeli sadece insanların değil pek çok Afrika-Asyalı hayvan ve bitkinin de bu “Dış Dünya”ya ulaşmasını engellemişti. Bunun bir sonucu olarak, Madagaskar ve Avustralya gibi uzak bölgelerin organizmaları milyonlarca yıl boyunca izole kalarak evrimleştiler ve Afrika-Asyalı uzak akrabalarından çok farklı biçimler ve yapılar oluşturdular. Dünya Gezegeni birbirinden farklı pek çok ekosisteme bölünmüştü ve bunların her birinin kendine özgü hayvan ve bitki türleri vardı. Homo sapiens bu biyolojik bolluğa son vermek üzereydi.


Bilişsel Devrim’in hemen ardından, Sapiens Afrika-Asya bölgesinden çıkarak Dış Dünya’ya yerleşmek için gerekli teknoloji, örgütsel beceri ve hatta belki de vizyonu elde etti. İlk önemli başarısı 45 bin yıl kadar önce Avustralya’nın yerleşime açılmasıydı.


Avustralya Afrika’ya en uzak kıta.Yaklaşık 11 bin km. Bu mesafeyi kat etmek için kaç nesil geçmesi gerek? Daha önce buna benzer bir hesabı Harari Doğu Afrika’dan Çin’e ne kadar sürede gidileceğini hesaplayarak yapmıştı. (sayfa 60) Orada 10 bin yıl gibi bir süreden bahsediyordu. Kaç nesil eder bu? Her 20 yılda bir nesil atladığımızı düşünsek. 500 nesil önceki dedem Afrika'da iken 10 bin yıl sonra sen Çin’de oluyorsun. İlk sapiens izlerin 45 bin yıl öncesine dayandığına göre, Sanırım bir 5 bin yılda koca denizi geçip Avustralya’ya ulaşmak için harcamışlardır.


Sayfa 75-76:İnsanların Avustralya’ya ilk seyahati tarihteki en önemli olaylardan biridir ve en az Kolomb’un Amerika’ya seyahati veya Apollo 11’in Ay’a gidişi kadar önemlidir. Bir insanın Afrika-Asya ekolojik sistemini ilk defa terk ettiği ve elbette ilk defa büyük bir kara memelisinin Afrika Asya bölgesinden Avustralya’ya gittiği zamandı bu. Daha da önemlisi, izci insanların bu yeni dünyada yaptıklarıydı. İlk avcı toplayıcının Avustralya sahillerine ayak bastığı an, Homo sapiens’in ilk kez belirli bir kara parçasında besin zincirinin en üstüne tırmandığı ve artık dünyanın en tehlikeli hayvanlarından biri hâline geldiği andır.


O zamana kadar insanlar yenilikçi birtakım davranışlar geliştirmişlerdi, ancak kendi çevrelerine etkileri henüz ihmal edilebilir düzeydeydi.

……….

Birkaç bin yıl içinde neredeyse bütün bu dev türler yok oldu. 50 kilogramdan daha ağır 24 Avustralya türünün 23’ü bugün yok.


Bugünkü acımasızlığımızın kökeni anlaşılan o zamanlara dayanıyor. Karnımızı doyurma derdimizi çözebilmek için yapamayacağımız şey yok. Biz hayatta kalalım yeter kafası. İşin acı tarafı aradan 45 bin yıl geçti ama bu vahşi tüketim kafası hala devam ediyor. Altın toplamak için için muhteşem doğayı tahrip etmekten çekinmiyoruz. Kürk için tilki öldürüyoruz. Tamamen bencil zevklerimizi tatmin etmek için yapıyoruz bunları. Hadi, 45 bin yıl önce böyle bir bilincimizin olmamasını maruz görelim ama hala mı devam edeceğiz böyle yaşamaya?


Suçu Sabit


Sayfa 77-78: “Bazı araştırmalar türümüzü aklamaya çalışır ve suçu (bu tip durumlardaki tipik günah keçisi olarak) iklime atarlar. Yine de Homo sapiens’in tamamen suçsuz olduğuna inanmak çok zordur. İklim bahanesini zayıflatan ve atalarımızı Avustralya’nın büyük faunasını bitirmekle suçlayan üç tür kanıt mevcuttur.


Öncelikle her ne kadar Avustralya’nın iklimi 45 bin yıl önce değiştiyse de, bu o kadar da büyük bir değişiklik değildi. Dolayısıyla da yeni iklim koşullarının bu derece büyük bir yok oluşa yol açması mümkün de­ğildir.


Gezegenimiz oldukça sık ısınma ve soğuma döngüleri geçirmiştir. Geçtiğimiz bir milyon yıl boyunca ortalama her 100 bin yılda bir buzul çağı yaşandı. Bunların sonuncusu 75 ila 15 bin yıl önce arasında gerçekleşti ve buzul çağlarında genellikle görüldüğü gibi iki noktada zirve yaptı. Biri yaklaşık 70 bin yıl önce, diğeri de 20 bin yıl.


İkincisi, iklim değişiklikleri kitlesel ölümlere yol açtığında deniz hayvanları da kara hayvanlan kadar bu durumdan etkilenir. Buna karşın 45 bin yıl önce okyanus faunasında ciddi bir değişiklik görünmüyor.


Üçüncüsü, Avustralya’daki devasa kırıma benzer yok oluşlar, sonraki bin yıllarda insanlar ne zaman Dış Dünya’nın başka bir bölgesine yerleşse tekrarlandı. Sapiens’in suçu reddedilemez.


Eğer Avustralya’daki yok oluş istisnai bir durum olsaydı, insanların

lehine şüphe ederdik. Fakat tarihsel kayıtlar Homo sapiens’in bir ekolojik seri katil olduğunu gösteriyor.


Çok uzun bir alıntı oldu ama konuyu anlamak açısından bu gerekliydi. Aslında Harari bence gereksiz açıklama yapmış. Dünyanın gidişatını insanın nasıl etkilediğini hiçbir şey bilmiyorsak bile ülkemizdeki inşaata dayalı ekonomi yüzünden, nüfus artışı yüzünden nasıl yaşanmaz hale getirdiğimiz ortada. İstanbul'un bazı semtlerine yukarıdan çekilmiş fotoğrafına bakınca nasıl da çevremizi yok etme potansiyelimiz olduğunu görebiliyoruz.


İstanbul, Betona Boğulmuş Şehir
İstanbul, Betona Boğulmuş Şehir

Bu resimdeki pembemsi bölge sadece bina. Bu binaların olmadığı 2000 yıl önceki halini düşünsek. Kaplumbağalar, yılanlar, tavşanlar, domuzlar… saymakla bitmez vahşi yaşamın yerinde şimdi betondan başka bir şey yok. Sanki 45 yıl önce birçok canlının soyunu tükettik de şimdi çok mu iyiyiz? ”


Sayfa 78-79-80:Avustralya’daki yerleşimcilerin elinde sadece Taş Devri teknolojisi varken, nasıl böyle bir ekolojik felakete yol açabildiler? Bunun birbirine çok iyi uyan üç ayn açıklaması var.


Avustralya’daki yok oluşun asıl kurbanları olan büyük hayvanlar yavaş ürerler. Hamilelikleri uzundur, doğan yavru sayısı azdır ve hamilelikler arasında uzun zaman boşlukları olur.


Bu insanlar zamanla avcılık becerilerini geliştirdiler ve yaklaşık 400 bin yıl önce artık büyük hayvanları da avlamaya başladılar. Afrika ve Asya’nın büyük hayvanları insanlardan kaçmayı öğrenmişti, bu yüzden büyük avcı Homo sapiens bu kıtalarda ortaya çıktığında, bu hayvanlar insana benzer yaratıklardan uzak durmaları gerektiğinin farkındaydı. Buna karşın, Avustralya devlerinin kaçmayı öğrenecek zamanları yoktu. …….. Bu hayvanların insana karşı bir korku geliştirmesi gerekiyordu ama bunu yapamadan ortadan kalktılar.


İkinci açıklamaya göreyse, Sapiens Avustralya’ya ulaştığında ateş kullanılan tarım yönteminde uzmanlaştı. Yabancı ve tehditkar bir ortamla karşılaştıklannda, geçilmez sık çalılıkların ve ormanların olduğu geniş alanları yakıp yeşillik alanlar açarak hem kendi ihtiyaçlarına daha uygun hem de hayvanları daha kolay çeken bir ortam yaratıyorlardı. Bu yüzden de birkaç bin yıl içinde Avustralya’nın büyük bölümünde ekolojiyi tamamen değiştirdiler.

Üçüncü bir açıklama da avcılık ve tarımın hayvanların tükenmesinde önemli rol oynadığını, fakat iklimin rolünü de tamamen göz ardı edemeyeceğimizi öne sürer. 45 bin yıl önce Avustralya’yı etkisi altına alan iklim değişiklikleri, ekosistemin dengesini bozarak çok kırılgan hâle getirdi. Normal koşullar altında, tıpkı daha önce pek çok kez olduğu gibi, sistem kendisini yeniden toparlayacaktı. Ancak bu kritik dönemeçte insanların sahneye çıkması, zayıf durumdaki ekosistemi uçuruma doğru itti. İklim değişikliği ve insan avcılığının bir araya gelmesi, özellikle pek çok yönden zarara uğrayan büyük hayvanlar için çok yıkıcı oldu.”


Aslında insanın yıkıcılığını anladık, belki bu kısmı almayabilirdim ama şunu önemsiyorum, o yüzden aldım. Geçmişle ilgili elimizdeki az verilerle nasıl alternatifli fikirler üretilebildiğini görmemiz açısından çok değerli. Sadece bir fikir üretip peşine takılmak yerine şu da olabilir bu da olabilir diyerek farklı teoriler ortaya atmak çok değerli. Belki buraya alınmamış başka fikirler vardır. Belki de o kıtadaki canlıların soyunun tükenmesinin bambaşka sebepleri vardır. Aşırı avlanma, ateşin kullanımı, kendini korumaya içgüdüsünün gelişmemesi ve iklim değişikliği…


Ne kadar yıkıcı olursak olalım dünya dönmeye devam ediyor. Sanırım insana bu temelsiz ve içi boş güveni veren de bu durum. Ne yaparsak yapalım dünya bize yaşayacak alanı ve imkanı sunmaya devam ediyor. Bakalım nereye kadar gideceğiz.


Tembel Hayvanın Sonu


Sayfa 80: “Avustralya’nın büyük faunasının yok oluşu, büyük ihtimalle Homo sapiens’in gezegenimizde bıraktığı ilk izdi. Sonrasında Amerika’da, bundan daha büyük bir çevre felaketi izleyecekti bunu. Homo sapiens Batı Yarımküre’nin karalarına ulaşan ilk ve tek insan türüydü. Günümüzden aşağı yukarı 16 bin yıl önce, yani MÖ 14.000 yılı civarında buraya vardı.”


Amerika kıtasına gitmemiz daha uzun sürmüş çünkü geçilmesi gereken engel daha zorlu. Karla kaplı yerleri geçmemiz için daha ince teknolojilere ihtiyaç duymuşuz, soğuk iklime uygun kıyafetler yapmışız, bir de iklimin değişmesi ve önceden geçilmez olan yerlerin geçilebilir olması da etkili olmuş.


Sayfa 82: “MÖ 10.000 civarında insanlar çoktan Amerika kı­tasının en güney ucundaki Tierra del Fuego’ya yerleşmişlerdi bile. Amerika kıtası boyunca gerçekleşen insan seli, Homo sapiens’in zekasını ve erişilmez uyum sağlama becerisini çok net ortaya koyar. Şimdiye dek başka hiçbir hayvan, tamamen aynı genlerle bu kadar farklı habitatlarda bu kadar hızlı yayılmamıştır.”


Avustralya’nın başına gelen Amerika’nın da başına gelmiş. Orada da kıtaya özgü türlerin büyük kısmının soyunun tükenmesine sebep olmuşuz. İnsan iyi mi kötü mü tartışması bağlamında değerlendirirsek bu durumu ne diyebiliriz? Kendi çıkarımız için diğer canlılara bu şekilde yok etmemizin arkasında ne olabilir? Yaptığımız şeyin farkında mıydık? Sanmıyorum. Farkında olsak kendimizi durdurur muyduk? Buna bugüne bakarak bir cevap verebiliriz bence. Bugün halihazırda soyu tükenme riski olan canlıların tükenmemesi için bir çaba harcıyor muyuz? Bir kaç çevreci grup, bilim insanı hariç toplumun genelinin umurunda değil. O zaman şunu söyleyebiliriz: kabul edelim bizler sadece kendini düşünen canlılarız. Bu tespit bir işimize yarayabilir mi? Yani tüm toplum değişir mi? Bu konuda da kötümserim.


Nuh’un Gemisi


Sayfa 83-84: “Avustralya ve Amerika’daki kitlesel yok oluşları bir araya getirip, bunlara Homo sapiens’in Afrika-Asya bölgesine yayıldığı dönemdeki daha kü­çük ölçekli yok oluşları da eklersek (örneğin diğer tüm insan türlerinin ortadan kalkması) ve yerleşimcilerin ele geçirdiği Küba gibi uzak adalardaki yok oluşları da düşünürsek, Sapiens yerleşiminin hayvan krallığı­nın başına gelmiş en büyük ve en hızlı felaketlerden biri olduğu yorumu kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. Bundan en fazla etkilenenler, büyük ve tüylü canlılar oldu. Bilişsel Devrim’in gerçekleştiği dönemde dünyada 50 kilogramdan daha ağır 200 civarında büyük kara memelisi yaşıyordu. Tarım Devrimi döneminde sadece 100 tanesi kalmıştı. Homo sapiens, insanlar tekerleği, yazıyı veya demirden aletleri icat etmeden çok önce gezegendeki büyük hayvanların yarısını yok etmişti.”

­

Sonraki paragraflarda Harari dünyanın farklı yerlerinden insanın yok ediciliğine dair bir çok örnek vermiş. Afrika ve Asya’da da insan etkiliydi ama insan benzeri canlı olmayan diğer kıtalarda kendini koruma yeteneği gelişmediği için oralarda yıkım çok daha büyük oldu.


Sayfa 85: “İlk dalga avcı toplayıcıların, ikinci dalga çiftçilerin yayılmasıyla ger­çekleşirken, sanayi faaliyetlerinin günümüzde sebep olduğu üçüncü dalga ise bu ikisini takip ediyor. Atalarımızın doğayla uyum içinde yaşadığı­nı iddia eden doğaseverlere inanmayın. Sanayi Devrimi’nden çok önce, Homo sapiens en çok bitki ve hayvan çeşidini ortadan kaldıran tür olma rekorunu elinde tutuyordu. Biyoloji tarihindeki en ölümcül tür olmak gibi şaibeli bir özelliğimiz var.


Belki de, eğer daha çok insan birinci ve ikinci dalgadan haberdar olsaydı, şu an gerçekleşen ve kendilerinin de bir parçası olduğu üçüncü dalgayla ilgili bu kadar soğukkanlı olmazlardı. Ne kadar çok türü ortadan kaldırmış olduğumuzu bilseydik, hâlâ hayatta olanları korumak için daha istekli olurduk. ……. Dünyanın tüm büyük yaratıkları arasında insan selinde tek hayatta kalabilenler, yine, Nuh’un Gemisi’nde köle olarak bulunan çiftlik hayvanları ve insan olacak.”


Tarih öncesi dönemlerde insanların doğayla uyum içinde olduğu fikri o kadar yaygın ki burada yazılanlar aslında şaşırtıcı. Meğersem pek de doğayla uyum içinde değilmişiz daha çok doğanın içine okumakla meşgulmuşüz, aynen şimdilerde olduğu gibi.


Bu kötümser tablo ile ikinci kısımı bitirmiş olduk. Biz zekileştikçe diğer canlıların şansı daha da azalmış. Biz akıllandıkça diğer canlıların yok olması daha da hızlanmış. Düşünsenize bir bomba ile 150-200 bin insanı saniyede öldürebilecek hale geldik. Üstelik diğer canlıları geçtim kendi türümüzü gözümüzü kırpmadan öldürebiliyoruz. İşkence yapıp, gaz odalarında milyonlarca insanı katledebiliyoruz. Sahi biz nasıl bir türüz böyle?


Ülkemizde de son yıllarda birileri bariz kötülükler yapıyor, birilerini suçsuz yere hapse tıkıyor ama toplumun hemen hemen tamamı bu duruma sessiz. Sanki hiç sorun yokmuş gibi yaşamaya devam ediyoruz. Birileri ses çıkarınca onlara vatan haini, terörist diyoruz. Bireysel olarak, tek tek belki iyi olabiliriz (bundan şüpheliyim) ama bir araya gelince kesinlikle kötü bir tür haline geliyoruz. Biraz uyanık olan birileri çıkıp milyonlarca insanı parmağında oynatabiliyor. Biz gerçekten zeki bir tür müyüz, sormak gerekiyor?


İkinci Kısım Tarım Devrimi adını taşıyor. Birinci kısım burada bitiyor. Aklımızda ne kaldı derseniz, insanın yok edici bir canlı olduğu kaldı diyebilirim.


Comments


bottom of page