Normlar, çoğunlukla toplumdaki insanların uyması beklenen sosyal davranışlardır. Öte yandan değerler, neyin iyi, doğru veya yanlış olduğuna dair inancımızdır.
Normlar mı değerlerin oluşmasına sebep olur, sahip olduğumuz değerler mi normların oluşmasına yol açar? Bu tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar benzeri bir soru mu? Yada cevabı verilebilecek türden bir soru mu?
Bir toplum içinde yaşamanın yolu belli kurallar oluşturmak. Normlar, kirpilerin soğuktan donmamak için birbirlerine sokulmalarına benziyor. Çok sokulurlarsa dikenleri batıyor ve canları yanıyor, uzak dururlarsa bu seferde soğuktan sakınamamış oluyorlar. Aşırı kural insanların boğulma hissi yaşamalarına sebep olurken, kuralsızlık ise düzensizliğin ortaya çıkmasına yol açar. Nasıl kirpiler birlikte yaşayabilmek için optimum bir mesafe buluyorlarsa insanlar da aynen kirpiler gibi uygun kurallar altında yaşanabilir bir dünya oluşturuyorlar.
Bir toplum farzedelim, toplum içindeki tüm bireyler herhangi bir kural olmaksızın istedikleri her şeyi yapabilsinler. Bir süre sonra kavga, dövüş, çatışma kaçınılmaz olacaktır. Kuralsızlık sayesinde, kısa vadede, belki insanların içgüdülerini tatmin etmesi mümkün olabilir ama uzun vadede bir kişinin içinden geldiği gibi yaşaması mutlaka bir başka kişinin canını yakacak bir sonucun doğmasına sebep olacaktır. Doğal olarak bulunacak olan çözüm bir orta yol olacaktır. Kirpilerin birbirlerine optimum mesafede durmaları örneğinde olduğu gibi.
Kuralsız yaşanmayacağı kesin. Peki değerler nerede devreye giriyor? Kuralsız yaşama içgüdümüzü bastırabilmek için kendi kendimize tartışırız. İçimden gelen bu şeyi neden yapmamalıyım? Neden sokakta çırıl çıplak dolaşmam yanlış? Neden yemek yerken kaşık çatal kullanmak zorundayım, neden hoşuma giden bir kadını/erkeği alıp kaçamıyorum? Neden bir başkasının sahip olduğu bir şeyi onun izni olmadan alamıyorum? Bu soruların sayısı sınırsız.
Şunu çok iyi biliyorum ki ben bir şeyi yapmak istediğime göre bir başkası da bunu isteyecektir. Nasıl benim buna hakkım varsa diğerlerinin de var. Bir başkası benim içimden gelen bir isteğe benzer bir isteği hayata geçirdiğinde bu hareket bende nasıl bir duygu oluşturuyor? Bana zararı oluyor mu?
Bir eşim varsa ve bir başka erkek onu benden kaçırırsa ne hissederim? Benim uğraşıp elde ettiğim bir miktar yiyecek var, birisi geldi ve onu benden aldı ne düşünürüm? Bir başkası sokakta çıplak yürürse beni nasıl etkiler? Bir restoranda ağzını şapırdatarak yemek yiyen birisi bende hangi hissi uyandırır? Yolda yürürken birisi omuz atsa ne yaparım? Birisi yanımda hapşırdığında ağzını kapatmazsa nasıl tepki gösteririm? Tanıştığım birisine tokalaşmak üzere elimi uzattığımda karşılık görmezsem ne hissederim?
İnsan kendisini başkalarının yerine koyabilme yeteneğine sahip bir canlı. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamak için çok basit bir yöntem kullanıyor. Bir hareketi bir başkası yaptığında ben ne hissediyorum, iyi şeyler hissediyorsam o hareket doğru o zaman onu ben de yapayım, kötü şeyler hissediyorsam yanlış, o zaman o hareketi yapmayayım?
İşte bu noktada birlikte yaşamak için uyduğumuz kuralların hangi değerlere sahip olacağımızı nasıl belirlediğini görmüş oluyoruz. Bir toplum içinde sorunsuz yaşamak için uymak zorunda olduğum kurallar aslında bana iyi gelen kurallar. Çünkü yılların birikimi ile oluştu bu kurallar. Çünkü iyi şeyleri yaparsam ne ben zarar görürüm ne de bir başkası, aynı şekilde bir başkası da iyi şeyleri tercih ederse sorunsuz bir şekilde yaşayabiliriz. Bize en az zarar veren ve en çok fayda göreceğimiz mesafede tutuyoruz birbirimizi.
Kurallar koyuyoruz. çünkü kendimizi iyi hissetmek istiyoruz. Belki kısa vadede değilse bile uzun vade kurallı hayat bizim mutluluğumuzu, huzurumuzu garantiliyor. Önce kuralları koyuyoruz sonra bu kuralları kendimize mal ediyoruz. Bu durumda normlar sayesinde değerlerimizi kazanıyoruz gibi gözüküyor. Yani kurallı hayat bize neyin doğru olduğunu gösteriyor. Toplumsal canlılar olarak, başkaları ile ilişki içinde olan canlılar olarak zarar görmemek ve başkasına zarar vermemek için kurallarımızı koyuyoruz. Bu kuralların getirdiği güvenli hayat içinde doğruyu yapmış olarak hayatımıza devam ediyoruz. Yanlış olanı seçersek kural dışına çıkmış oluyoruz ve mutsuz oluyoruz.
Bundan 100 bin yıl önceyi düşünelim. Avcı toplayıcı hayatın kuralları içinde yaşayan bir grup insanız. Kurallar bugünkü gibi değil. Eşimle, çocuklarımla yaşıyorum. Benden iki kat cüsseli bir adam geliyor ve beni yaralayıp, karımı alıp kaçıyor. Bu durumu engelleyebilecek herhangi bir kural mevcut değil. Gücü olanın haklı olduğu bir dünya. Hiç bir şey garanti altında değil. Çözüm üretilmesi gereken hayati bir problem söz konusu. Bu tür problemleri çözmek ağzında yemek varken konuşmak gibi sosyal bir normdan farklı. Normlar birlikte yaşayabilmemiz için ortaya çıktı derken bu sadece daha uygar olalım diye değil, hayatta kalabilmemiz için de gerekli. Bunun için yasalar oluştu, hukuk oluştu.
Birkaç değer söyleyelim, adil olma, ailene sahip çıkma, , affedici olma, barışçıl olma, komşunu sevme, misafirperver olma, başkasına saygılı olma, nazik olma, merhametli olma..... liste saymakla bitmez. Ben bunları özellikle seçtim. Bu değerleri göz önünde tutarak 100 bin yıl önceki senaryoyu düşünelim. Hayatta kalabilmek, eşimi, sahip olduğum şeyleri koruyabilmek için bu değerleri benimsemekten başka çarem var mıydı? adil bir durum yaşamayınca nasıl üzülüyorsam o zaman ben de adil olmalıyım ki başkasını üzmeyeyim, aileme sahip çıkamadığımda nasıl canım yanıyorsa başkasının aile bütünlüğüne saygı duymalıyım vs... Yani doğru olanı seçmek hayatta kalabilmem için gerekli bir şart haline gelmiş oluyor.
Hayatta kalabilmek, daha huzurlu yaşayabilmek için ister adına kural koyarak yaşamak diyelim (normlar), ister yanlış olanı değil de doğru olanı seçme (değerler) diyelim sonuç aynı kapıya çıkıyor. Hangisi hangisinin temelinde belirlemek güç ama önce doğru ile yanlışı ayırt edip buna uygun kurallar yaratmış olmamız mümkün. Bir toplum içinde yaşamak zorunda ve ihtiyacında olan bir canlı türü olarak norm koymak ve doğru olan şeyleri seçmek mecburiyetindeyiz.
コメント