top of page
Okunduğu Gibi

3. Kısım - İnsanoğlunun Birleşmesi - Emperyal Vizyonlar - 11. Yazı


11. Emperyal Vizyonlar


İnsanları birleştiren şeylerden birisi paraydı onu bir önceki bölümde gördük. Paranın, nasıl din, dil, ırk, cinsiyet tanımadan tüm ülkeler ve insanlar tarafından saygı duyulan bir gerçeklik haline geldiğini gördük. Bu bölümde de imparatorlukların nasıl birleştirici bir etkisi olduğunu göreceğiz.


Sayfa 192: “ROMALILAR YENİLMEYE ALIŞIKTI. Tarihteki çoğu büyük imparatorlu­ğun yöneticileri gibi üst üste pek çok muharebe kaybedip yine de savaşı kazanabiliyorlardı. Aldığı darbeyi hazmedip ayakta kalamayan bir imparatorluk zaten imparatorluk sayılamaz.”


Harari, bu bölüme Roma İmparatorluğu ile, MÖ 2. yy dan bir örnekle başlıyor. Roma İmparatorluğuna başkaldıran Numantialar’ı ve onların İmparatorluğa karşı mücadelelerini anlatıyor. Roma İmparatorluğunun boyunduruğu altına girmemek için neleri göze aldıklarını ama sonuçta bu gücün karşısında çaresiz yenilgiyi kabul ettiklerini anlatıyor.


Bu satırları okuyunca büyük balığın küçük balığı yediği cümlesi aklıma geldi. Tarihi kazananların yazdığını bir kez daha görmüş oluyoruz.


Sayfa 193: “Roma’nın Numantia karşısındaki galibiyeti o kadar netti ki, galipler ortadan kaldırdıklarının hikayesine bile el koydular.


İnsanlar böyle hikayelerden çok mazlumların kazandıkları hikayeler isterler, oysa tarihte adalet yoktur. Geçmişteki kültürlerin çoğu, er ya da geç onları tarihin çöplüğüne gönderecek acımasız imparatorlukların ordularına yem olacaktır. İmparatorluklar da eninde sonunda yıkılır, ancak geride zengin ve kalıcı miraslar bırakır. 21. yüzyılda yaşayan neredeyse herkes bir imparatorluğun bakiyesidir.”


Geçmişte yaşanan olaylara bakıp yargılamıyoruz. Daha doğrusu şu toplum doğru yapmış, bu millet yanlış yapmış, şu ülke haklıymış, bu devlet haksızmış demiyoruz. Olan olayları olduğu gibi okuyup neyin, nasıl olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Bugünlerde yaşananları da bundan 300-400 yıl sonra geriye dönük okuyanlar aynen bugün bizim yaptığımız gibi yapacaklar. Halbuki bizler için yani bugünleri yaşayanlar için durum hiç de öyle değil. Üzülüyoruz, canımız yanıyor, pişmanlıklarımız, keşkelerimiz oluyor. Asıl acı olan ise başımıza bir şeyler geliyor ve bizim bunları yönlendirme şansımız yok. Sadece en az zarar alacak şekilde pozisyon alabiliyoruz. Şimdi imparatorlukların nasıl büyük bir etki gücüne sahip olduğunu okuyoruz ve belki bazen kızıyoruz, bazen hayret ediyoruz, bazen üzülüyoruz ama yapacak bir şey yok. Bir zamanlar kölelik olduğunu, bir zamanlar birilerinin pisi pisine öldüğü gerçeğini değiştiremiyoruz aynen bugün de başımıza geldiği gibi.


İmparatorluk Nedir?


Sayfa 194:İmparatorluk iki önemli özelliği barındıran bir siyasi sistemdir. Birincisi, bu sıfata hak kazanmak için çok sayıda birbirinden ayrı ve farklı kültürel kimliklere ve farklı topraklara sahip insan grubunu yönetmeniz gerekir. Peki tam olarak kaç tane? İki veya üç yeterli değilken, yirmi veya otuz ise fazlasıyla yeterlidir. İmparatorluk olmak için gereken eşik bunların arasında bir yerdedir.


İkincisi, imparatorluklar esnek sınırlara ve potansiyel olarak sınırsız iştaha sahiptir. Temel yapılarını veya kimliklerini değiştirmeden daha fazla toplumu ve toprağı yutup sindirebilir.


…..

Bir imparatorluğun kökenlerinden, yönetim biçiminden, sınırlarından veya nüfusunun büyüklüğünden ziyade kültürel çeşitliliğiyle ve esnek sınırlarıyla belirlendiğinin altını çizmek gerekir.


Harari farklı imparatorluk türlerine örnekler veriyor. Bazıları çok dar alana sınırlıyken bazıları çok geniş bazıları az nüfuslu iken bazıları kalabalık.


Sayfa 195: “İmparatorluklar insan çeşitliliğindeki ani ve ciddi azalmanın temel sebeplerinden biriydi; zamanla bir silindir gibi Numantialılar ve daha pek çok insan grubunun kendine özgü niteliklerini ortadan kaldırarak onları yeni ve çok daha büyük gruplara kattı.”


İki alıntıyı peş peşe okuyunca bir tezat varmış gibi duruyor. İmparatorluklar kültürel çeşitlilik ile belirleniyor ama insan çeşitliliğindeki azalmanın da sebebi aynı zamanda. Eğer insanlar bir imparatorluğun bünyesine girmek istemezlerse ölüm kaçınılmaz ama imparatorluğun içinde kalarak kendi kültürünü yaşatabiliyor. Ben buradan bu sonucu çıkarıyorum.


O zaman sıradan bir insan olarak şunu sormak gerekmiyor mu? Madem bir gücün egemenlik alanı içinde olacağım ve birileri beni sömürecek o zaman bunun kim olduğunun ne önemi var. Beni şu an yöneten kişi de yönetecek olan gibi bir tiransa ne fark eder? Bir diktatör yada bir kral farketmez bir şekilde gücü elinde tutan kişi eğer kararları alıyorsa o zaman benim yapabileceğim şey ne? Bana şuraya saldır dediği zaman saldırmama şansım var mı?


Kuralların olmadığı yerde kaçınılmaz olan bana dikte edilen hayatı yaşamak.


İmparatorluklar Kötü müdür?


Sayfa 195: “Günümüzde “emperyalist”, “faşist”in ardından siyasi hakaretler sözlüğü­müzde ikinci sırada geliyor. İmparatorluk eleştirileri iki grupta toplanır:


• Birincisi, imparatorluklar iyi işlemez. Uzun vadede boyunduruk altına alınmış çok sayıda milleti etkili bir şekilde yönetmek mümkün değildir.

• Bu mümkün olabilse bile, sonuçta imparatorluklar kötü birer yıkım ve sömürü makineleridir. Her toplumun kendi kaderini tayin hakkı vardır ve hiçbir zaman bir diğer toplumun yönetimi altına girmemelidir.


Tarihsel bir bakış açısıyla, ilk cümle tamamen anlamsız, İkincisiyse hayli sorunludur.”


Harari benim katılmadığım bir görüşü burada anlatıyor. İmparatorlukların 2500 yıl başarılı bir şekilde insanları yönettiğini söylüyor. İmparatorlukların dağılması ardından geriye kalan milletlerin mutsuz olduğunu söylüyor. İmparatorluk çökünce tebaa halkların mutsuz olduklarını, sömürülmeye farklı bir biçimde devam ettiklerini söylüyor.


Bu tespit bir açıdan doğru ama sömürülmeyenleri görmemesi bakımından ise yanlış.

İnsanlığın bu bilince ulaşması için bazı aşamalardan geçmesi gerekiyor sanırım. Batı toplumları için artık sömürülmek diye bir durum mümkün değil sanırım. Sömürme konusunda ise büyük kısmının görmezden geldikleri de gerçek. Bizim gibi doğu toplumlarında ise hala tek adamlık, kulluk, biat etmek, dikte edileni yaşamak garip bir şekilde yadsınmıyor. Bir aşama var ve biz henüz ona ulaşabilmiş değiliz. Bir çok kişi kabul etmek istemese de benim kişisel görüşüm bu aşamanın dinin sosyal, siyasal, hukuksal alandan çıkmaması, çıkmasından korkulması, olduğu yönünde. Yani din bizim bir sonraki aşamaya geçmemizin önündeki engel. Ben insanların dinsiz olmasını değil, isteyen istediği dine inansın, ama dini yukarıda belirttiğim alanlardan çıkartması gerektiği yönünde.


Sayfa 197:Bir imparatorluğu kurmak ve sürdürmek genellikle büyük nüfusların katledilmesini ve geriye kalanların da zalimce bastırılmasını gerektirir. İmparatorlukların standart uygulamaları arasında savaşlar, köle alma, zorunlu sürgün ve soykırım vardı. Romalılar MS 83’te İskoçya’yı işgal ettiğinde, Kaledonya kabilelerinin çok ciddi direnişiyle karşılaştılar ve buna tüm ülkeyi yakıp yıkarak cevap verdiler. Romalıların barış girişimlerine karşı şef Calgacus, Romalıları “dünyanın kabadayıları” diye adlandırarak ve “yağmalamak, kesip biçmek ve çalmak için kurdukları şeye imparatorluk diyerek yalan söylüyorlar, sonra ortalığı çöle çevirip bunun adına da barış diyorlar,” diyerek cevap vermişti.


Bütün bunlar elbette imparatorlukların geriye hiç iyi bir şey bırakmadığı anlamına gelmiyor. Tüm imparatorluklara kara çalmak ve hepsinin bıraktığı mirası önemsiz ilan etmek, insanlık kültürünün büyük bö­lümünü reddetmek anlamına gelir. İmparatorluk seçkinleri fetih ganimetlerini sadece kaleler yapmaya ve ordular beslemeye değil, felsefeye, sanata, hukuka ve sosyal yardımlara yatırırlardı.


İmparatorlukları iyi veya kötü olarak değil de insanlık tarihinin bir aşaması olarak görmek gerekiyor. Tüm kitap boyunca insanın hangi aşamalardan geçtiğini gördük. Bir arada yaşayabilmek, hayatta kalabilmek için bir çok kurum inşa etmişiz. Geçmişte yaşanan bu durumu nesnel bir şekilde değerlendirdiğimizde ortaya ne çıkıyor? İnsan neye inanıyorsa onu yaşıyor. Kölelik için de bu geçerli idi, kadın erkek eşitliği için de, çocukların değersiz oluşu da var bu konuların içinde azınlık olan elit sınıfların çoğunluğu yönetmesi de. Şimdi bize çok saçma geliyor ama çok uzun süre krallar tanrı olarak algılandı. Şimdi bize çok saçma geliyor ama bir zamanlar yüzlerce tanrıya inandı insanlar. Buradan şu sonuç çıkıyor. Bizler bugün de bir şeylere inanıyoruz ve ilerde aynı şimdi bizim geçmişe baktığımız gibi bugünlere bakıp ne kadar saçma şeylere inanmışlar diyecekler.


Geçmişimizi, ister sevelim ister sevmeyelim, kabul etmek zorundayız. Bir sürü berbat şey yaptığımız gibi bir sürü de güzel şeyler yapmışız. Eser bırakmak, bir şeyler üretmek için zamanı olan insanların ortaya çıkması gerekiyordu. Sadece karnımızı doyurarak günü geçirmeye devam etseydik herhalde ne yazıyı, ne müziği, ne heykeli ne resimi, ne tiyatroyu, ne sinemayı, ne animasyonları, ne bilgisayar oyunlarını keşfedebilirdik. Birilerinin bu şekilde üretim yapması için fiziksel çalışma koşullarından özgürleşebilmesi gerekiyordu. Kültürel, siyasal, ekonomik evrimimiz bizi bu noktaya getirdi. Tüm insanlığa bir bütün olarak baktığımızda bir kısmımız fiziksel enerji ile geçimini sağlıyor bir kısmımız ise akılsal. Tüm fiziki güç kullananların sadece fizik potansiyeli olduğunu söylemek tabi ki haksızlık olur. Belki doğru şartlar altında olsa çok kolay Shakespeare yada Dostoyevski yada Newton olabilecek onlarca, binlerce insan bu üretim şansını elde etmeden öldü gitti. Bir birey olarak düşündüğümüzde potansiyelini yansıtamayan çok insan olduğu kesin. Ama toplamda bu durum bir şekilde bir kişi tarafından hayat geçirilen üretimle gelişim, değişim devam ediyor.


Sayfa 198: “Seçkin kültür ve yüksek sanatın ötesine geçerek de baksak, sıradan insanların dünyasına da insek, pek çok modern kültürde imparatorlukların mirasının izlerini görürüz. Bugün çoğumuz, atalarımıza kılıç zoruyla kabul ettirilen imparatorluk dillerinde düşünüyor, konuşuyor ve rüya görüyoruz.”


Yani imparatorluklar iyidir yada kötüdür diyemeyiz. Peki bugün Harari’ye sorsak bir imparatorluk bünyesinde mi olmayı tercih ederdin ya da demokratik bir cumhuriyet bünyesinde mi? İmparatorluk sadece bir siyasi sistem mi? Bugün dünya üzerinde farklı imparatorluklar yok mu? Amerika yada İngiltere hala bir imparatorluk gibi davranmıyorlar mı? Faşistten sonra ikinci siyasi hakaret olmasının arkasında hiç mi gerçek sebepler yok? İmparatorluklar bu kadar iyi idi ise neden ve nasıl yıkıldılar? Neyse bu konu benim pek içime sinmedi. Devam edelim bakalım ne demiş Harari.


Bu Sizin İyiliğiniz İçin


Sayfa 198: “Hakkında kesin bilgi sahibi olduğumuz ilk imparatorluk Büyük Sargon’un Akkad İmparatorluğu’dur (MÖ 2250). Sargon siyasi kariyerine Mezopotamya’daki küçük bir şehir devleti olan Kish’in kralı olarak başladı. Bir süre sonra sadece Mezopotamya’daki şehir devletlerini değil, Mezopotamya dışındaki geniş topraklar da fethetmeyi başaran Sargon tüm dünyayı fethettiğini iddia etti. Gerçekteyse, egemenlik alanı Basra Körfezi’nden Akdeniz’e uzanıyor ve günümüzdeki Irak ve Suriye’nin büyük bölümüyle İran ve Türkiye’nin bir kısmını içeriyordu.”


Sayfa 199: “Tüm dünyayı içinde yaşayanların iyiliği için yönettiğini iddia edebilme cüreti ürkütücü ve şaşırtıcıydı. Evrim diğer sosyal memeliler gibi Homo sapiens’i de yabancı düşmanı (ksenofobik) yaratıklar hâline getirmişti. Sapiens içgüdüsel olarak insanlığı “biz” ve “onlar” olarak ikiye bölmüştü. Biz aynı dili, dini ve gelenekleri paylaşan insanlar birbirimizden sorumluyuz, ama onlardan değiliz.”


İnsanın korkan bir canlı olması, insanın diğer insanlardan korkan bir canlı olması nelere yol açmış. Bir şekilde korkmamayı becerebilmiş olsak şu anda bu kadar dışlayıcı, savaşçı toplumlar oluşturmazdık. Ne klanlar, şeflikler, devletler ne de imparatorluklar kurmak zorunda hissederdik kendimizi. Bu sayede de sömürülmeden, sömürmeden yaşayabilmenin yolunu bulurduk. En azından korkan bir canlı olduğumuzu itiraf edip de artık korkulacak bir şey olmadığını, dünyanın efendisi olduğumuzu, birbirimizi öldürerek, sömürerek devam etmenin hiç de akıllıca olmadığını görsek. Şu an bir insan yüzünden başka bir insanın acı çekmesinin, öldürülmesinin ne anlamı var. Aslında hiç bir zaman olmadı ama artık doğaya hükmettiğimize göre neden 10 bin, yüz bin yıl önceki iç güdülerimizle hareket etmeye devam ediyoruz.


Harari bir emperyal vizyondan bahsediyor. İmparatorlukların fetihleri fethettikleri insanların iyiliği için yaptıkları vizyonu. MÖ 550 yılında İranlı Cyrus’la başlıyor bu vizyon.


Sayfa 200:Bu yeni emperyal vizyon Cyrus ve İranlılardan Büyük İskender’e, ondan Yunan krallarına, Roma imparatorlarına, halifelere, Hint hanedanlarına ve nihayet Sovyet liderlerine ve Amerikan başkanlarına geçti. Bu aynı zamanda iyiliksever emperyal vizyon, imparatorlukların var olmasını meşrulaştırarak, hem tebaa halkların ayaklanmasını hem de ba­ğımsız halkların emperyal genişleme hamlelerine direnmelerini değersizleştirdi.


Bir çok sinema filminde, çizgi filmde işlenen bir konudur bu. İmparator yada kahraman diğer ülke halklarını yada insanları öldürüyordur ama bir sor bunu niye yapıyordur. Tüm dünya kendisi gibi düşünürse karşıtlık ortadan kalkacak ve böylece zıt görüşler olmadığı için kavgaya da gerek kalmayacaktır. Aslında ne kadar basit gözüküyor değil mi? Farklı görüş olmazsa kavga edecek konu da kalmamış oluyor. Peki senin görüşünün yada inandığın şeyin doğru olduğunun garantisi ne? Ya senin peşinden gittiğin şey yanlışsa? Amerika güya demokrasi getirmek için Irak’ı işgal etti değil mi? Tüm dünyanın gözü önünde bu oyun oynandı ve kimse de bu yaptığın yanlış, durmalısın diyemedi. Dese bile durduramadı.


Sayfa 201:Ne zaman bir imparatorluk çökse, hâkim siyasi teori potansiyel güç odaklarını ufak tefek bağımsız prensliklerle yetinmemeleri ve tekrar birleşmeleri yönünde teşvik etmiştir. Bu yöndeki tüm çabalar da er ya da geç başarılı olmuştur.”


Ben ona saldırmazsam o bana saldırır korkusu yada ben onu sömürmezsen o beni sömürür korkusu insanların birbiri üstünde hakimiyet kurma ihtiyacını tetikliyor. Hala havan olduğumuzun en büyük göstergesi. Hala korkularımız bizi kontrol ediyor.


Onlar Biz Olduğunda


Sayfa 201:İmparatorluklar pek çok küçük kültürü daha az sayıdaki büyük kültüre dönüştürmekte belirleyici rol oynadı. Fikirler, insanlar, metalar ve teknoloji büyük bir imparatorluğun sınırları içinde politik açıdan bölünmüş bir bölgede olabileceğinden daha hızlı yayılıyordu. Sıklıkla imparatorluklar, bizzat kendileri bu fikirleri, kurumları, gelenekleri ve normları yayıyorlardı. Bunun bir nedeni de bu unsurların imparatorlukların da işini kolaylaştırmasıydı. Her köşesinde ayrı bir yasa, ayrı yazı sistemleri, ayrı dil ve ayrı paralar olan bir imparatorluğu yönetmek zor iştir. Standartlaşma imparatorlar için bir nimetti.


İmparatorlukların ortak bir kültürü yaymak için çaba göstermesinin ikinci ve en az o kadar önemli bir sebebi de meşruiyet kazanmaktı.


Eskilerde dinin, son yıllarda da milliyetçiliğin en büyük fonksiyonunun bu olduğunu düşünüyorum. Din birbirinden farklı bir çok insan ortak bir çıkar uğruna dövüşmesi için çok güçlü bir bağlayıcı. Şehitlik kurumu olmadan bir grup genci ölmeye nasıl ikna edebilirsin, yada vatanını korumak güdüsü olmasa nasıl savaşa gönderirsin onca insanı. Düşmanlık kurumunun tek başına hayatta kalabilmesi mümkün değil. Birilerinin canını feda edebileceği çok üstün bir güce inanmasını sağlaman gerekiyor. Belki krallar da, imparatorlar da inanıyor aynı şeye yani sadece bilinçli bir kullanma değil belki de yaşanan ama sonuçta birilerinin bir şeyi yapması için motive edilmesini sağlayan şeyler bunlar. Tabi ki savaşa sadece dini gerekçelerle gidilmeye ikna edilmiyor insanlar. Talan etme, düşmanın malını iç etme, kadınlarını kendilerine cariye olarak alma vs de etkili savaşlar da. Yani insan çok garip bir canlı. Ben ona saldırmayayım o da bana saldırmasın demiyor da fırsatını bulduğum anda ben ona saldırayım ki o fırsatını bulduğunda bana saldırmasın diyor.


Sayfa 202:İmparatorluklar tarafından yayılan kültürel fikirler nadiren yönetici seçkinlerin uydurmasıdır. İmparatorluğun vizyonu evrensel ve kapsayı­cı olduğundan, imparatorluk seçkinlerinin tek bir geleneğe yapışıp kalma mecburiyeti yoktu. Nereden esinlenmiş olurlarsa olsunlar yeni fikirlere, normlara ve geleneklere adapte olma şansları vardı. Bazı imparatorlar kendi kültürlerini saf hâle getirmek ve kökenlerine dönmek için uğra­şırken imparatorluklar genellikle halklarından olabildiğince çok şey alan melez medeniyetlere dönüştüler. …..


Elbette bu kültürel kaynaşma sonucu yaşanan asimilasyon, yenilenler için durumu daha kolay hâle getirmedi. Emperyal uygarlık pek çok fethedilmiş halktan çok sayıda katkı almış olabilir, ama ortaya çıkan melez sonuç yine de büyük çoğunluk için yabancıydı ve asimilasyon da genellikle acılı ve travmatik bir süreçtir. Benimsenen ve sevilen bir yerel geleneği bırakmak, en az yeni bir kültüre uyum sağlamaya çalışmak kadar zor ve streslidir. Daha da kötüsü, tebaa halklar yeni kültüre adapte olduğunda bile imparatorluk seçkinlerinin onları “biz”in parçası olarak görmesi on yıllar hatta yüzyıllar alabiliyordu. Fetih ve kabul arasında ge­çen nesillerse tamamen ortada kalıyordu çünkü bunlar hem kendi yerel kültürlerini kaybetmiş hem de imparatorlukların dünyasında eşit olarak yer almalarına izin verilmeyen insanlardı ve uyum sağladıkları yeni kültürler onları barbarlar olarak görmeye devam ediyordu.”


Asimile olup da memnun kalmak mümkün mü? Tüm insanlar bildikleri, öğrendikleri şeyi yaşamaya devam etmek istiyorlar. Kim olsa bunu tercih eder. Türkiye'de doğmuş ve Türk kültürü ile yetişmiş bir insanı Hindistan’a götürdüğünüzde yabancılık çekeceği kesin. Hindistan değil de Çin olsa da, Norveç olsa da Peru olsa da fark etmez. Herkes bildiği ortamda daha rahat eder. Bu Türklüğün diğer ülkelerden daha iyi yada üstün olduğundan değil sadece bildiğin yerde yaşamak daha kolay olduğu için. Hangi tür insan için hangi ülkede yaşadığı fark etmez. Sosyalliğe çok önem vermeyen, karnını doyurmak için başkasına muhtaç olmayan bir insan için nereden yaşadığı pek de fark etmez herhalde ama bu en temel iki ihtiyacımız olan hayatta kalma ve soyunu devam ettirmeyi kolaylaştıran değil zorlaştıran bir durum. Herkes kök salmak, yer edinmek, hatırda kalmak istiyor. Yeri, yurdu olmayan insanın da bunu yapması güç.


Harari birkaç farklı imparatorluk türünü anlatıyor. Roma İmparatorluğu, İngiliz İmparatorluğu, Arap İmparatorluğu, Çin İmparatorluğu… Bu bölümün sonuna geldiğimizde herbirinin kendine has özelliklerini dile getiriyor.


Sayfa 205: “Son birkaç on yılın dekolonizasyon süreci de benzer bir şekilde anla­şılabilir. Modern çağda Avrupalılar üstün Batı kültürünün rehberliğinde bilinen dünyanın büyük bir bölümünü fethettiler. O kadar başarılıydılar ki, milyarlarca insan kademeli olarak bu kültürün önemli bölümlerine uyum sağladı; Hintliler, Afrikalılar, Araplar, Çinliler ve Maoriler Fransızca, İngilizce ve İspanyolca öğrendiler; insan haklarına, kendi kaderini tayin hakkına inanmaya başladılar ve Batı ideolojileri olan liberalizm, kapitalizm, komünizm, feminizm ve milliyetçiliği benimsediler.


20. yüzyıl boyunca Batı değerlerini benimseyen yerli gruplar, bu de­ğerler adına Avrupalı işgalcilerle eşitlik iddia ettiler. Pek çok sömürge karşıtı mücadele, hepsi Batı mirası olan kendi kaderini tayin hakkı, sosyalizm ve insan hakları bayrakları altında verildi. Tıpkı Mısırlılar, İranlılar ve Türklerin Arap fatihlerinden miras aldıkları ve uyum sağladıkları imparatorluk kültürü gibi, günümüzün Hintlileri, Afrikalıları ve Çinlileri eski Batılı sahiplerinin emperyal kültürünün önemli bir bölümünü elbette kendi ihtiyaçları ve gelenekleriyle de karıştırarak benimsediler.”


Şu an dünyada hakim olan kültür batı kültürü. Neden? Neden Avrupa merkezli kültür birçok kültüre baskın çıktı. Avrupalılar yada daha doğrusu batı dediğimiz medeniyete mensup ülkeler bugün ekonomisi en düzgün olan, sıradan insanları en refah içinde olan milletler. ABD, Avrupa Birliği ülkeleri, Birleşik Krallık ülkeleri her biri şu anki hakim değerlerin taşıyıcıları. Bizim gibi ülkeler bu değerleri kabul etmekte zorlanıyoruz. Aslında başarının formülü belli ama biz o formülü kabul etmek istemiyoruz. Bizim gibi toplumlar kandırılmayı tercih ediyoruz. Aydınlanmanın ilk koşulu olan büyümeyi, erginleşmeyi başaramıyoruz.


Daha önce de yazdım. Nasıl geçmişte inandığımız, kabul ettiğimiz şeyleri bugün aptalca, akılsızca görüyorsak bugün yaptıklarımız da gelecek de öyle görünecek. Şu an eşitlik, insan hakları, demokrasi gibi konuları genel olarak kabul etme eğilimindeyiz. (İslamiyet için hala tartışma konusu olduğunu da akılda tutmak gerekiyor) Kişisel olarak tercihim sahip olduğum tek hayatı kendim gibi yaşayabilmek için en uygun sistemde yaşamak olurdu. İçine doğduğun sınıf bunun olup olmamasında çok etkili. Eğer çok zengin bir ailenin bireyi olarak dünyaya gelirsen bu dediğimi yapmak mümkün. Bu durumda şans unsuru çok önemli bir kalem haline geliyor.


Sayfa 206:

Bu tablonun İngilizce versiyonunda 3. satırda: “Egyptians, Iranians and Berbers demand Africans equal status with the Arabs in the name of common Muslim values.” yazıyor yani Türklerden değil Berberilerden bahsediyor. Aynı durum son satır için de geçerli. Her neyse. 4. satırdaki kurucuların hakimiyeti kaybettiği yönündeki tespit Avrupalılar için doğru mu? Avrupalıların da içinde olduğu batı kültürü hala onların kontrolü altında değil mi? Hala dünyayı çekip çevirme konusunda batı kültürü ülkeler marifeti ile olmasa da bünyesindeki büyük şirketler aracılığı ile dünyaya yön vermiyorlar mı? Küreselleşen dünyada kimin borusu ötüyor?


Bu emperyalizm konusu neden bilmiyorum ama beni geriyor. Sanki bu dünyadaki adaletsiz düzenin sorumlusu emperyalizmmiş gibi mi düşündüğümden? Yada emperyalizmi sanki benim gibi hayatı ekonomik sıkıntılarla geçen insanların bu durumda olmasının sebebi gibi mi algılıyorum? Bir şekilde emperyalizm konusu beni geriyor.


Tarihteki İyi ve Kötü Çocuklar


Sayfa 207:Tarihi, iyi ve kötü çocuklar arasında net bir biçimde ayırmak ve tüm imparatorlukları kötüler tarafına yazmak kulağa iyi gelen bir fikir, en nihayetinde tüm bu imparatorluklar kanla kurulmuştu ve varlıklarını baskı ve savaş yoluyla sürdürdü. Oysa günümüzdeki kültürlerin çoğu bu imparatorlukların mirası üzerine kuruludur. Eğer imparatorluklar tanım gereği kötüyse bu durum bize ne anlatır?


İnsanları emperyalizmden kurtararak saf, günahsız otantik medeniyetleri geri getirmeyi amaçlayan çeşitli düşünce ekolleri ve siyasi hareketler vardır. Bu ideolojilere en iyi ihtimalle naif denebilir, daha kötü ihtimalse bunların kaba milliyetçilik ve dar kafalılığı maskelemek için kullanılan ve pek de dâhiyane olmayan yöntemler olmasıdır.”



Harari, benim içimdeki sıkıntıyı bu kısımda ele alıyor. “imparatorluklar kanla kurulmuştu ve varlıklarını baskı ve savaş yoluyla sürdürdü” bu bilgiye sahip olup da ön yargısız kalmak çok zor bir durum. Bir gerçeği gözden kaçırmamak gerekiyor. İnsan böyle bir canlı. Sürekli birileri birileri hakimiyeti altına almış, birileri birilerini sömürmüş ve bunu kendilerince makul ve mantıklı gerekçelerle yapmışlar. Eğer sömüren taraftaysan çok da mesele etmemişsin ama sömürülen tarafta isen i,sen bu durumu eleştirmişsin. İçinde bulunduğumuz durum tam olarak bu. Sıradan bir Amerikalı içi her şey güllük gülistanlık ama sıradan bir Ortadoğulu yada Afrikalı için durum çok kötü. Sanırım burada sorumluluk sömüren ülkelerin vatandaşlarında. Onlar bu işe dur demeli. Farklı bir siyasetin, farklı toplumsal örgütlenmelerin, farklı ilişkilerin yolları aranmalı.


Harari sonraki paragraflarda İngilizlerin Hint kültürü üstündeki etkisini tartışıyor. İngiliz kültürünün Hintlileri sömürmesine rağmen nasıl etkilediğini anlatıyor. Yüz milyonlarca birbirinden farklı Hintliyi nasıl bir devlet çatısı altında topladıklarını anlatıyor. Eğer İngilizler olmasaydı doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine farklı dil ve etnik kökenli bu kadar karmaşık bir toplum nasıl bir arada yaşayabilirdi. Bugün Hindistanda demokrasinin olması, milli sporlarının kriket olması, çay içme zevkleri gibi konuların Hint kültüründe yerleşik olmasının arkasında İngilizler var.


Sadece Hintliler için değil aslında dünyadaki tüm ülkeler birbirini etkiliyor. Bugün Türkiye dediğimiz devletin ve sahip olduğumuz kültürün ne kadarını nelere borçluyuz? Biz kimiz? Bizi biz yapan şeyleri arkasında ne var? Bugün sahip olduğumuz alışkanlıkların arkasında ne kadar Arap kültürü var? Ne kadar batı kültürü var? Ne kadar Orta Asya'dan getirdiğimiz Türk kültürü var? Bizi bugün tanımlayan şeylerin arkasında neler var? Hangisi değerli yada hiçbiri değerli değil mi? Bugün önemsediğimiz şeylerin kaçını 1000 yıl önce önemsiyorduk kaçını 1000 yıl sonra önemseyeceğiz. Bugün uğruna öldüğümüz şeyler gerçekten ölmeye değer mi yoksa birileri bizi manipüle ettiği için mi öyle algılıyoruz? Manipüle edilmeden yaşadığımız herhangi bir an oldu mu tarihte? Bunu bilerek yaşadığımız takdirde neyin önemli neyin önemsiz olduğunu tekrar tekrar düşünmemiz gerekmiyor mu?


Sayfa 208: “Kimse bu meşakkatli kültürel miras konusunu nasıl çözeceğini tam olarak bilemiyor. Hangi yoldan gidersek gidelim, kabul etmemiz gereken ilk şey konunun karmaşıklığı ve geçmişi basit bir iyiler ve kötüler olarak ikiye bölmenin bizi hiçbir yere götürmediği. Tabii eğer genellikle kötülerin yolunu izlediğimizi itiraf etmek istemiyorsak.”


Yeni Küresel İmparatorluk


Sayfa 209: “MÖ 200’den beri çoğu insan imparatorluklarda yaşadı. Öyle anlaşılıyor ki gelecekte de öyle olacak, ancak bu kez imparatorluk kelimenin gerçek anlamıyla küresel olabilir ve tüm dünya üzerinde egemenlik kurma vizyonu her an hayata geçebilir.


21. yüzyılda ilerledikçe milliyetçilik hızla aşınıyor; giderek daha fazla sayıda insan belli bir milletin üyeleri yerine meşru siyasi otoritenin kaynağının tüm insanlık olduğuna ve tüm insan türünün çıkarlarını ve insan haklarını korumanın siyasetteki asıl yol gösterici rehber olduğuna inanıyor.”


Belki milliyetçilik bir yerlerde aşınıyor olabilir ama bizim için geçerli mi bilemiyorum. Bu tespitin doğru olmasını isterdim belki çok uzun vadede yaşanacak olan da budur ama bizim gibi ülkelerin bırakın milliyetçilikten uzaklaşmayı daha daha milliyetçi olma tehlikesi var. Kant’ın dediği erginleşme fikrini çok doğru buluyorum. Özellikle islamiyetin insanların bir birey olmasına, büyümesine izin vermediğini düşünüyorum. Avrupada olan Rönesans bizde olur mu emin değilim. Geriye döneceğimiz. tekrar canlandıracağımız bir kültür birikimimiz yok. Kökenimiz olarak göreceğimiz bir Yunan Kültürümüz yok. Batının kültürü olarak gördüğümüz için de o tarafa sıcak bakamıyoruz. Sıradan insanların korkuları çok büyük. Bu korkular üzerinde siyaset yapmaya devam edecek olan politikacıları ne engelleyecek bilemiyorum.


Sayfa 210:Gözlerimizin önünde oluşturulan küresel imparatorluk, herhangi bir devlet ya da etnik grup tarafından yönetilmiyor. Geç Roma İmparatorluğu döneminde olduğu gibi bu imparatorluk çok etnikli ve ortak bir kültürle çıkarlar etrafında bir araya gelmiş seçkinler tarafından yönetiliyor. Dünya çapında giderek daha fazla sayıda girişimci, mühendis, uzman, akademisyen, avukat ve yönetici bu imparatorluğa katılmaya çağı­rılıyor; onlar da kendi ülkelerine ve milletlerine sadık kalmakla bu imparatorluk çağrısına katılmak arasında gidip geliyorlar. Ve giderek daha fazla insan imparatorluğu tercih ediyor.


Bu tespitlerle bu bölüm bitiyor. Küreselleşmenin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Küreselleşirken birilerinin birilerini sömürmeye devam edeceğini de düşünüyorum. Kapitalizmin başarısının yoksulluğun devam etmesi olduğunu okumuştum bir yerde. Yani kapitalist düzen ancak birilerinin yoksul olmaya devam etmesi ile mümkün. Sanırım insanların doğuştan getirdiği özellikleri bu durumun devam etmesine de imkan sağlıyor. Acı gerçek (belki de acı değildir sadece gerçektir) şu ki tüm insanlar aynı potansiyelle doğmuyorlar. Birileri her zaman birilerinden daha yetenekli, zeki, hırslı, çalışkan, girişimci vs olarak ve birileri ise daha alık, yavaş, aptal, pasif, edilgen, vs. olacak. Dışarıdan ekstra bir güç uygulanmadığı sürece insanın durumu bu. Aynı insanlık içinde Newton’lar, Einstein’lar, DaVinci’ler de olacak sıradan çöp toplayan, cam silen, yük taşıyanlar da olacak. Bunu ne kibirli ve üstten bakan bir bakışla, ne ırkçı, aşağılamaya çalışan bir bakışla söylüyorum. Sadece durum bu.


Pangea Kıtası Bugünkü Sınırlar ile.
Pangea Kıtası Bugünkü Sınırlar ile

Eğer dünya tek ülke olsaydı. Bir biri ile savaşmayan ülkeler bir arada yaşasaydı.

留言


bottom of page