İlk iki kısım bitti. 3. Kısımdayız. Bu Kısımın 5 alt başlığı var: Tarihin Oku; Paranın Kokusu; Emperyal Vizyonlar; Dinin Kanunu; Başarının Sırrı.
Bu kısımda büyük resme bakmaya başlıyoruz, kültürü ve insanları birleştiren hayali düzenleri, parayı, imparatorlukları, dini inceleyeceğiz.
III. KISIM - İNSANOĞLUNUN BİRLEŞMESİ
9. Tarihin Oku
Sayfa 169: “TARIM DEVRİMÎ’NDEN SONRA İNSAN toplumları giderek daha büyük ve karmaşık, toplumsal düzeni sürdüren hayali kurgular da buna paralel olarak daha rafine hâle geldi. Mitler ve kurgular, insanları doğumlarından itibaren belirli bir biçimde düşünmeye, bazı standartlara ve kurallara uygun olarak davranmaya ve belli şeyleri istemeye alıştırırlar. Böylelikle, milyonlarca yabancının etkili biçimde işbirliği yapmasını sağlayan yapay içgüdüler yaratmış olurlar. Bu yapay içgüdüler ağına “kültür” denir.”
Çok ilginç Erich Fromm’un Kendini Savunan İnsan kitabının incelemesini yaparken o da insanın içgüdüsünün olmadığını onun yerine karakteri koyduğunu söylüyordu. Psikanalitik bakışla içgüdüleri karakterle ikame etmek tarihsel perspektifle içgüdü ağları kavramı ile kültürü bağlamak… Yine Fromm “sosyal karakter” kavramını ortaya atıyordu. Kültürlerin sosyal karakterle benzer şeyleri ima ettiğini görüyorum.
Sayfa 169-170: “Her kültürün kendi inançları, normları ve değerleri elbette vardır, ancak bunlar sürekli değişim hâlindedir. Kültürler çevre koşullarındaki farklılıklar veya komşu kültürlerle etkileşim sonucu değişebileceği gibi, kendi iç dinamikleriyle de dönüşüm geçirebilirler. Diğerlerinden tamamen yalıtılmış ve sabit bir çevrede yaşayan kültürler bile değişimden kaçınamaz. Tutarsızlıkların söz konusu olmadığı fizik kurallarının aksine, insan yapısı tüm düzenler içsel çelişkilerle doludur. Kültürler daima bu çelişkileri gidermeyi denerler, bu süreç de değişimi getirir.”
Aslına bakacak olursak içine doğduğumuz toplumun kültürünü değişmez bir gerçeklikmiş gibi yaşama eğilimindeyiz. Sanki kendi uydurduğumuz normları, değerleri Allah’ın Emriymiş gibi yaşıyoruz. Uzaktan bakınca ne kadar aptalca değil mi? Daha 300 yıl önce icat ettiğimiz milliyetçilik uğruna bugün kendini feda edebilecek milyonlarca insan var. Türk olmanın, Yunan olmaktan üstün olduğu fikrini sana birisi söyledi diye bunu değişmez bir gerçek gibi yaşıyor olmana gülelim mi, ağlayalım mı? Bugünlerde yaşadığımız şeyler bunlar acaba 1000 sene sonra neleri değer olarak göreceğiz, hangi, normları önemseyeceğiz?
Sayfa 170-171: “Bir diğer örnek de modern siyasi sistemdir. Dünyanın dört bir yanındaki insanlar Fransız Devrimi’nden bu yana eşitlik ve bireysel özgürlüğü temel değerler olarak görmeye başladılar, ki bu iki değer bile aslında birbiriyle çelişir. Eşitlik ancak daha iyi durumdakilerin özgürlüklerini kısıtlayarak sağlanabilir. Her bireyin tamamen istediği gibi davranabileceğinin güvencesini vermek kaçınılmaz olarak eşitliğe zarar verecektir. Buna bağlı olarak, 1789’dan beri tüm dünyanın siyasi tarihi bu çelişkiyi giderme çabaları olarak görülebilir.”
Sayfa 171: “Tıpkı ortaçağ kültürünün Hıristiyanlıkla şövalyeliği birleştirememesi gibi, modern dünya da özgürlük ve eşitliği bir araya getirmekte zorlanmaktadır. Bu bir hata değildir. Bu tip çelişkiler her insan kültürünün ayrılmaz bir parçasıdır. Hatta bunlar kültürün motorudur, türümüzün yaratıcılığının ve dinamizminin en başta gelen sebebidir. Tıpkı aynı anda basılan iki müzik notasının müziği ileri götürmesi gibi, düşüncelerimizdeki, fikirlerimizdeki ve değerlerimizdeki uyumsuzluklar bizi araştırmaya, eleştirmeye ve yeniden değerlendirmeye mecbur eder. Tutarlılık, durgun zihinlerin oyun alanıdır.
Eğer gerilimler, çatışmalar ve çözülemeyen ikilemler kültürlerin tuzu biberiyse, bu kültürlere mensup insanların da birbiriyle çelişen inançları ve birbiriyle uyumsuz değerleri mutlaka olacaktır. Bu her kültürün en temel unsurudur: bilişsel uyumsuzluk. Sıklıkla insan psikolojisinin bir hatası olarak değerlendirilen bilişsel uyumsuzluk, aslında insan için yaşamsal önemdedir. İnsanlar birbiriyle çelişen değer ve inançlara sahip olamasaydı muhtemelen herhangi bir insan kültürü oluşturmak ve sürdürmek mümkün olamazdı."
Bu son alıntı huzursuz edici. İçinde bulunduğun kültür ile hiçbir şekilde çatışmasız yaşayamayacağını dile getiriyor. Bu durum, her ne kadar görmek istemesek de, kabul etmek istemesek da yaşadığımız şey. Böyle olmamasını tercih ederdim. Yani benim gibi değerlere sahip, benim uymaya gönüllü olduğum normlara saygı duyan insanlarla yaşamayı tercih ederdim. Kendimi sanki rüzgarla savrulup bir çöle düşmüş pirinç tanesi gibi hissediyorum. Halbuki benim sulak bir toprak parçasında olmam gerekiyordu.
Birbiri ile çelişen insanlar bir arada olmak zorunda diyor. Bilişsel uyumsuzluk (cognitive dissonance) insan için yaşamsal önemdedir diyor. Benim aklımdaki bilişsel uyumsuzluğun Harari’nin anlattığı ile ilgisi yok. Bu yüzden bir parça internet araştırması yapma ihtiyacı hissettim.
Bilişsel Uyumsuzluk Nedir?
Bilişsel uyumsuzluk teriminin klasik sosyal psikolojide derin kökleri vardır. Leon Festinger 1957 yılında "Bilişsel Uyumsuzluk" adlı kitabında bu teoriyi tanıtmıştır. Kitap, bilişsel uyumsuzluğun ne olduğu ve bilişsel uyumsuzlukla nasıl başa çıkılacağı hakkında ayrıntılı açıklamalar içermektedir. Bilişsel uyumsuzluk terimi, bir bireyin düşünceleri, duyguları ve davranışları arasındaki çatışma olarak tanımlanabilir, örneğin sigara içen bir kişinin iki tutarsız düşüncesi varsa, bunlardan ilki düzenli olarak sigara içtiği, ikincisi ise sigara içmenin ciddi sağlık sorunlarına neden olabileceği ise bilişsel uyumsuzluk yaşadığı anlamına gelir. Daha önce çalıştığımız gibi, açık ve gizli davranışlarımız birbiriyle ilişkilidir; birinin diğeri üzerinde etkisi vardır. Bu nedenle, düşünce ve tutumlarımızdaki tutarsızlık rahatsızlığa yol açar. İnsanların kendilerini iyi, ahlaki ve rasyonel varlıklar olarak görmeleri içgüdüsel bir inançtır. Ve bu varsayılan inanç nedeniyle bilişsel uyumsuzluk duygusal rahatsızlığa neden olur. Gerçi hiç kimse rahatsızlık yaşamaktan hoşlanmaz çünkü bu hoş olmayan bir duygudur. Peki, insanlar bilişsel uyumsuzluk yaşadıklarında ne yapmalıdır? Açıkçası bunu azaltmaya çalışmalıdırlar.
Leon Festinger bilişsel uyumsuzluğu gidermenin 4 yolunu açıklamıştır; bunlar bir düşünceyi değiştirmek, davranışı değiştirmek, bir düşünce eklemek ve tutarsızlığı önemsizleştirmektir,
Bir Düşünceyi Değiştirmek
Leon Festinger, bilişsel uyumsuzluğu çözmenin bir yolunun bu tutarsız düşüncelerden birini değiştirmek olduğunu savunur. Bilişsel uyumsuzluk yaşayan sigara tiryakisi örneğiyle devam edelim. Tutarsız bir düşünceyi değiştirerek bilişsel uyumsuzluğu nasıl çözebilir? Sigara içmenin sağlıksız olmadığına veya sağlığıma ciddi bir zarar vermeyeceğine inanmaya başlamalıdır. Tutarsız bilişlerden birini değiştirerek sigara içen kişi bilişsel tutarlılığı yeniden sağlayacaktır.
Davranış Değiştirme
Bilişsel tutarsızlığı çözmenin ikinci yolu bir davranışı değiştirmektir. Sigara içen bir kişi, davranışını değiştirerek bilişsel uyumsuzluğu nasıl çözebilir? Sigara içme davranışı, sigaranın ciddi sağlık sorunlarına neden olabileceği düşüncesiyle tutarsızdır. Eğer bu düşüncesini kabul eder ve sigarayı bırakırsa, biliş ve davranış arasındaki uyumsuzluk giderilmiş olacaktır.
Bir Düşünce Eklemek
Leon Festinger'e göre, bilişsel uyumsuzluğu çözmenin üçüncü yolu, tutarsız düşünceleri rasyonelleştirebilecek yeni düşünceler eklemektir. Peki, sigara içen bir kişi bilişsel tutarsızlığı rasyonel düşünceler ekleyerek nasıl çözebilir? Eğer sigara içen kişi düzenli olarak sigara içtiğini ve sigaranın ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceğini kabul ediyorsa, ancak ben sağlıklı besleniyorum ve düzenli olarak egzersiz yapıyorum, bu nedenle sigara içmek herhangi bir sağlık sorununa yol açmayacaktır. Sağlıklı beslenmek ve düzenli egzersiz yapmak gibi rasyonel bir düşünce eklemek bilişsel tutarlılığı yeniden sağlayacaktır.
Tutarsızlığı Önemsizleştirmek
Bilişsel uyumsuzluğu çözmenin dördüncü yolu tutarsızlığı önemsizleştirmektir. Sigara içen bir kişi bilişsel tutarsızlığı, tutarsızlığı önemsizleştirerek nasıl çözebilir? Sigaranın sağlığa zararlı olduğu gerçeğini önemsemez ve sigara içmeye devam ederse, bilişsel tutarlılığı yeniden sağlayacaktır.
Kaynak: https://www.sociologylearners.com/cognitive-dissonance/
Bütün bu bilgileri okuduktan sonra Harari’ye karşı çıkmaya devam ediyorum. Çünkü insanlar yanlış inançlara sahip olduklarını hissettikleri anda yada daha doğrusu yaptıkları, düşündükleri şeyin yanlış olma ihtimalini sezdikleri anda hemen bir bahane üretiyorlar. Halbuki gerçekle yüzleşip yaptığı şeyin yanlış olduğunu kabul etse en azından dürüst bir hayatı olacak ama yanlış yaptığını itiraf etmemek için elinden ne geliyorsa yapıyor. Bilişsel uyumsuzluk kesinlikle savunulacak bir şey değil. Evet var, evet insanlar çok sık kullanıyorlar ama kullanmamalılar. Bu tip durumlar meydana geldiğinde daha yürekli olmalılar. Hata yaptığını kabul etmek de bir erdemdir. Nereye kadar kaçarak yaşayabilirsin?
Casus Uydu
Sayfa 172: “İnsan kültürleri sürekli değişim hâlindedir. Peki bu değişim rastgele midir yoksa uzun vadede belli bir örüntüsü mü vardır? Başka bir deyişle, tarihin bir akış yönü var mıdır?
Cevap evettir. Bin yıllar boyunca küçük ve basit kültürler, zamanla daha büyük ve karmaşık uygarlıklar oluşturacak şekilde birleşti ve dünya giderek her biri öncekilerden daha büyük ve karmaşık daha az sayıda mega kültüre ev sahipliği yapmaya başladı. Bu elbette sadece makro seviyede geçerli çok kaba bir genellemedir. Mikro seviyede birleşip daha büyük bir mega kültür oluşturan her kültür grubunda, parçalanıp dağılmış bir mega kültürün izi bulunabilir.”
İlk olarak yukarıdaki alıntıda “değişim” olarak geçen kelime orjinalinde “flux” yani aslında akış, akıntı anlamında. Ben olsam “İnsan kültürleri sürekli akış hâlindedir.” şeklinde çevirirdim ama çok da önemli değil.
Basit kültür / mega kültür; mikro seviye / makro seviye bu kavramları birkaç bölüm sonra tarihin deterministik olup olmadığı konusuyla ve makro fizik / mikro fizik ve her birinin kendine ait kuralları olduğu (genel görelilik ve kuantum mekaniği gibi) konusunda bir kendimce tespitte bulunacağım. Şimdilik bu kısmı geçiyorum.
Sayfa 172: “Tarihin yönünü tanımlamak aslında bir bakış açısı meselesidir. Tarihe kuşbakışı göz attığımızda, ki bu tarihsel gelişmeleri on yıllar veya yüzyıllar bazında ele almak demektir, yönünün birlik mi yoksa çokluk mu olduğunu tespit etmek kolay değildir. Öte yandan, bu uzun dönemli gelişmeleri kuşbakışıyla anlamaya çalışmak miyopluk etkisi yaratır. Bunun yerine, gelişmeleri bir kuşun değil bir uzay uydusunun durduğu yerden incelemek ve yüzyıllar yerine bin yıllara bakmak gerekir. Böyle bir bakış açısından, tarihin durmak bilmeden birlik yönünde ilerlediği çok net olarak görülür. Hıristiyanlığın mezheplere ayrılması ve Moğol İmparatorluğu’nun parçalanması, sadece tarih otoyolundaki kasislerdir.”
Çeviri konusuna çok takılma istemiyorum ama “unity or diversity”, unity, birlik, bütünlük; diversity, çeşitlilik, farklılık anlamlarına sahip. Bence “birlik mi yoksa çeşitlilik mi” şeklinde çevrilse daha doğru olurdu.
Sayfa 173: “Tarihin genel yönünü anlayabilmenin en iyi yollarından biri, Dünya gezegeninde herhangi bir anda birlikte var olan farklı insan dünyalarını belirlemektir. Bugün dünyayı bir bütün olarak ele almaya alışığız, ancak tarihin büyük bölümünde Dünya birbirinden çok ayrı insan dünyalarından oluşan bir galaksiydi.
……
Öyleyse yeryüzünde aynı anda kaç farklı insan dünyası var oldu? MÖ 10.000’de bunlardan binlerce vardı, MÖ 2000’deyse sayıları yüzlerle ifade edilebilirdi, belki en fazla bin. MS 1450’ye gelindiğinde sayılan çok daha azalmıştı. Bu sıralar, Avrupa’nın coğrafî keşiflerinden hemen önce, Dünya hâlâ Tazmanya gibi ciddi sayıda küçük dünyalar barındırıyordu, ama insanların yüzde 90’ına yakını tek bir mega dünyada yaşıyordu: Afrika-Asya dünyası.”
Bunun adına küreselleşme denmiyor mu? Dünya iletişim ve ulaşım ağları geliştikçe birbirine daha yakın ve ulaşabilir hale geldi ve bunun sonucunda da artık hemen hemen herkes birbirinden haberdar olmaya başladı. Asya Afrika büyük kıtasının birbiriyle kara bağlantısı olduğu için bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar doğal olarak daha kolay etkileşime geçti.
Sayfa 175: “Afrika-Asya devinin bütün bu yuttuklarını sindirmesi yüzyıllar sürdü, ancak geri döndürülemez bir süreçti. Bugün neredeyse tüm insanlar aynı jeopolitik sistemin (tüm gezegen diğer uluslar tarafından tanınan ülkelere bölünmüştür), aynı ekonomik sistemin (kapitalist piyasa ekonomisi gezegenin en uzak köşelerini bile şekillendiriyor), aynı hukuki sistemin (insan hakları ve evrensel yasalar her yerde en azından teoride geçerlidir) ve aynı bilimsel sistemin parçasıdır (Türkiye, İsrail, Avustralya ve Arjantin’deki uzmanların atomların yapısı veya tüberkülozun tedavisi hakkındaki görüşleri tamamen aynıdır).
Bu tekil küresel kültür homojen değildir. Tek bir organik vücudun
farklı organlar ve hücreler barındırması gibi, bu tekil küresel kültür de New York borsacılarından Afgan çobanlarına çok farklı yaşam biçimleri ve insanlar barındırmaktadır. Bu farklı insanlar birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdır ve birbirlerini sayısız kez etkilerler. Tartışma ve kavgalar yine olmaktadır ve kullanılan kavramlarla silahlar da aynıdır. Gerçek bir “medeniyetler çatışması” sağırların konuşması gibidir, kimse bir diğerinin ne söylediğini anlayamaz. Bugün İran’la ABD birbirine kılıç salladığında ikisi de ulus devletlerin, kapitalist ekonomilerin, evrensel hakların ve nükleer fiziğin dilinden konuşmaktadır.”
tüm insanlar
aynı jeopolitik sistemin
aynı ekonomik sistemin
aynı hukuki sistemin
aynı bilimsel sistemin
parçasıdır.
Bu tespit hem doğru hem yanlış değil mi? Özellikle ekonomi ve hukuk için söylüyorum. Bizim ülkemizde hukuk var Norveç'te de ama neden bu ülkelerde yaşayan insanlar kendileri aynı hukuki düzende yaşıyor gibi hissetmiyor? Danimarka'da kapitalist Türkiyede ama neden iki ülkenin insanı arasında bu kadar ekonomik değer farkı var? doğru ve sağlıklı uygulanmadığı halde aynı sistem var denilebilir mi?
Küresel Vizyon
Sayfa 176-177: “Bundan önceki binlerce yıl boyunca tarih zaten küresel birlik yönünde yavaş da olsa ilerliyordu, ama tüm dünyayı yöneten evrensel bir düzen fikri çoğu kişi için hâlâ çok yabancıydı.
Homo sapiens, insanların biz ve onlar olarak ayrıldığını düşünecek şekilde evrildi. “Biz” hemen yakınımızdaki insan grubu, “onlar” da geri kalan herkesti.
…
İnsanlar düzenli olarak hiç tanımadıkları insanlarla işbirliği yapmaya ve bunları “kardeş” veya “arkadaş” olarak tanımlamaya başladılar. Bu kardeşlik evrensel değildi. ……. İnsanların kurduğu tüm hayali düzenler, insanlığın önemli bir kısmını dışarıda bırakmaya eğilimliydi.
Milattan önceki bin yıl, üç ayrı evrensel düzenin ortaya çıkışına sahne oldu. Bu düzenlerin takipçileri, tarihte ilk defa tüm dünyanın ve tüm insan ırkının tek bir sistemle yönetilen tek bir birim olduğunu hayal edebiliyordu. Herkes, en azından potansiyel olarak “biz”di, artık “onlar” yoktu. İlk evrensel düzen ekonomi üzerinden yükseldi: parasal düzen. İkinci evrensel düzen siyasiydi: imparatorluklar düzeni. Üçüncü evrensel düzense diniydi: Budizm, Hıristiyanlık ve İslam gibi dinlerin evrensel düzeni.
Tüccarlar, fatihler ve peygamberler “biz ve onlar” ikiliğinin ötesine geçebilen ve insanlığın potansiyel olarak birleşebileceğini öngören ilk insanlardı."
Para, imparatorluk ve din insanları birleştiren üç hayali düzen. Bu hayali düzenleri 2000 yıldan daha fazladır hayatımıza sokmuş durumdayız. Madem topluluk halinde yaşayacağız o zaman bunu en sorunsuz nasıl halledebiliriz diye ürettiğimiz çözümler bunlar. Çok da başarılı olduğumuz söylenemez ama yapabildiğimiz bu. Acaba seçme şansımız olsaydı yine bu yola girer miydik? Birisi de deseydi ki bizler çok kalabalık olduğumuzda sorun yaşıyoruz. Nüfusumuzu kontrol altında tutalım. 500 kişiden fazla insan bir arada yaşamayalım. O zaman bambaşka bir hayatımız olurdu. Ne paraya, ne krallara ne de dine ihtiyacımız olmazdı.
Sayfa 177: “Geçtiğimiz üç bin yıl boyunca insanlar bu küresel vizyonu gerçekleştirmek için birbirinden hırslı girişimlerde bulundular. Bundan sonraki üç bölüm paranın, imparatorlukların ve evrensel dinlerin nasıl yayıldığını ve günümüzün birleşik dünyasının temellerini nasıl attığını tartışıyor. Hikaye tarihteki en büyük fatihle başlıyor, bu fatih olağanüstü hoşgörülü ve uyumlu, dolayısıyla insanları ateşli taraftarlara çeviriyor; bu fatihin adı para.”
Comments